"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hakemlerin tayininden sonra haricilerin tutumu ve en-nehr savaşı

Ali Ebu Musa el-Eşariyi muhakeme için göndermek istediğinde Haricilerden Zura bin el-Burc et-Tai ve Hurkus bin Züheyr es-Saadi adındaki iki şahıs Aliye gelerek şöyle derler: “Hüküm yalnız Allahındır.” Ali de onlara: “Hüküm yalnız Allahındır.” diye karşılık verir. Hurkus Aliye:
“Yaptığın şu hatadan dolayı Allaha tövbe et. Vermiş olduğun karardan da geri dön ve gel bizimle beraber düşmanımıza karşı çıkalım, ölünceye kadar onlarla çarpışalım.” diye söyleyince Ali cevaben şöyle der: “Ben sizi bunun içindavet etmiştim. Fakat sizler bana isyan ettiniz. Şu anda da biz bu adamlarla aramızda bir ahitname yazıp araya şartlar ve ahitler koyduk. Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:Anlaşma yaptığınız zaman Allahın ahdini tam olarak yerine getiriniz. (Verdiğiniz sözü tutunuz) (Nahl suresi, 91). Hurkus ise şöyle karşılık verir: “Bu tövbe etmen gereken bir durumdur.” Ali:
“Hayır, bu günah değildir; ancak bir görüş karşısında acze düşmektir. Ben sizi bundan alıkoymuştum.” deyince diğer harici Zura Aliye: “Ey Ali! Eğer sen bu hakem meselesinden vazgeçmezsen mutlaka seninle savaşırız. Onun için Allahın emirlerine yapış ve Onun rızasını iste.” diyerek söze karışır. Alinin: “Hay kör olasıca adam, ne kadar da kötü bir insansın. Eğer sen benimle savaşacak olursan ben de seni öldürürüm ve üzerinden rüzgarlar esip geçer.” diye söylenmesi üzerine şöyle karşılık verir: “Evet, benim de arzum budur.” Sonra bu iki harici Alinin yanından çıkıp gider ve etrafındakileri Ona karşı kışkırtırlar.
Bir gün Ali mescitte hutbe okurken bunlar aynı şekilde Allahın hükmünü talep ettiklerini tekrarlayıp durmuşlar ve mescidin bir kenarına çekilerek sürekli bunu istemişlerdi. Bunun üzerine Hz, Ali şöyle demişti: “Allahım, ne büyüksün! Bunlar hak söz ile batılı murad ediyorlar. Sustukları zaman bizi kederlendiriyorlar, konuştuklarında da deliller getirip onları susturuyoruz. Ancak bize karşı isyan edecek olurlarsa biz de onlara karşı çarpışırız.” Alinin bu sözleri üzerine Yezid bin Asım el-Muharibi adındaki adam yerinden fırlayarak:
“Önce Allaha hamd ederim, Rabbimizi asla terk etmeden ve Ondan müstağni kalmadan sözüme başlarım. Allahım! Dinimize karşı dünyayı talep etmekten ve onu dinimizle değiştirmekten sana sığınırız. Dini dünya ile değiştirmek Allahın emri karşısında aciz düşmek ve zillete duçar olmaktır. Bu da sonunda Allahın gazabını cezbeder. Ey Ali! Sen bizi savaşla mı korkutmaya çalışıyorsun. Vallahi Allahtan ümit ederim ki seni en yakın bir zamanda öldüreceğim, o zaman hangimizin cehenneme atılmış olacağını görmüş olacaksın.” diye konuşmuş, sonra yanında bulunan üç kardeşiyle birlikte oradan çıkıp gitmiştir. Bu adamen-Nehr gününde bazı yaralar almış, kardeşlerinden biri de en-Nuhaylede yaralanmıştı.
Yine bir başka gün Ali hutbe okurken birisi daha ayağa kalkmış: “Allahtan başkasının hükmü yoktur” diyerek oradan çekip gitmiş, arkasına da bazı kimseler takılmıştı. Bu söz üzerine Ali: “Allahu Ekber! Bu kelime hak bir kelimedir, fakat onunla batıl talep ediliyor! Eğer bizimle beraberliğinizi sürdürecek olursanız, sizin üzerimizde üç tane hakkınız vardır: Birisi Allahı içinizde zikrettiğiniz sürece sizi mescitlerimize girmekten alıkoymayız. Bizimle birlikte olduğunuz müddetçe size ganimet vermeye devam ederiz ve sizler de bize karşı savaşmadığınız müddetçe asla size karşı savaş açmaz ve size ilişmeyiz. Sizin hakkınızda Allahın emri cari olacaktır” diye konuşmuş ve tekrar hutbesine kaldığı yerden devam etmişti. Sonra Hariciler birbirleriyle konuşmuş, nihayet Abdullah bin Vehb er-Rasiblnin evinde toplanmışlardı. Bu da onlara konuşmalar yapmış, dünya hayatında zahit olmalarını tavsiye etmiş, maruf ile emretmelerini, münkeri nehyetmelerini tavsiye ettikten sonra şöyle demişti: “Haydi, hep birlikte halkı zalim olan şu beldeden çıkalım da civardaki dağ başlarına veya etraftaki şehirlere varalım, bu bidatçı ve dalalet içinde bulunan kavimden kurtulmuş olalım.” Bu teklif üzerine Hurkus bin Züheyr şöyle demişti: “Bu dünyadan ve nimetlerinden istifade etmek az bir şey olduğu gibi bu dünyayı bırakıp gitmek de son derece yakın bir andır. Onun için dünyanın güzellikleri ve nimetleri sizi burada sürekli kalmak yolunda aldatmasın ve aynı şekilde bu dünya sizleri hakkı emretmekten ve zulmü reddetmekten de alıkoymasın. Allah ondan korkanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir. (Nahl suresi, 128). Sonra Hamza bin Sinan el-Ezdi ayağa kalkarak şöyle konuşmuştu: “Ey burada hazır bulunanlar! Sizin bu anlayışınız hak olan bir anlayıştır. Onun için kendi işlerinizi yürütecek ve başınıza geçecek birini seçin de işlerimizi yürütsün. Mutlaka üzerinde dayanacağınız bir dayanağınız ve etrafında toplanarak sürekli kendisine danışacağınız bir lideriniz olmalıdır.” Bu görevi Zeyd bin Hüsayn et-Taiye vermişler, fakat O bunu kabul etmemişti. Sonra bu görevi Hurküs bin Züheyre vermişler, O da kabul etmemiş, arkasından Hamza bin Sinan ve Şureyh bin Elfa el-Absi de bu görevi kabul etmeyince Abdullah bin Vehbe teklif etmişler, O da: “Getirin bu görevi, vallahi ben bu dünyaya olan rağbetimden dolayı bunu kabul edecek değilim ve ölümden kaçmak için de bunu red edecek değilim.” demiş, onlar da bu yılın Şevval ayının onuncu gününde ona beyat etmişlerdi. Abdullah bin Vehbe Zü es-sefinat diye lakab verilmişti.
Sonra bunlar Şureyh bin Evfa el-Absinin evinde toplanmışlar ve reisleri Abdullah bin Vehb onlara şöyle demişti: “Allahın hükmünü infaz etmek üzere bir beldeye gidelim. Sizler hak üzere bulunan kimselersiniz.” Şureyh bu teklif üzerine: “Medaine gidelim, orada konaklayıp kapılarını tutalım ve halkını oradan çıkarıp kendimiz orada yerleşelim. Sonra da Basradaki kardeşlerimize haber gönderip bize gelmelerini söyleyelim.” demiş, Zeyd bin Husayn da şunları söylemişti: “Eğer topyekun olarak buradan çıkacak olursanız sizi izler ve nereye gideceğinizi anlarlar. Ancak tek tek çıkıp giderseniz hiç kimse farkına varmaz. Medaine yerleşmeniz işine gelince… Bizi oraya girmekten alıkoyacak kimseler vardır. Gelin, Nehrevan Köprüsünün bulunduğu yere varıp orada toplanalım ve Basralı kardeşlerimize durumu haber verelim.” Sonunda onun bu görüşü benimsenmiş ve kabul edilmişti.
Abdullah bin Vehb Basrada tanıdıklarına mektuplar yazarak üzerinde ittifak ettikleri görüşleri bildirmiş ve kendilerine katılmaları için onları teşvik etmişti. Mektup Basralılara ulaştırıldığında Onun bu davetine icabet etmişler ve kendilerine katılacaklarını bildirmişlerdi.
Gitmeyi kararlaştırdıkları o geceyi ibadetle geçirmişlerdi. O gece cuma gecesi, ertesi gün de cumartesi günü idi. Bu vakti hep ibadetle geçirmiş ve cumartesi günü yola çıkmışlardı. Şureyh bin Evfa el-Absi oradan çıkıp giderken şu ayetleri okuyordu:(Etrafı) gözetleyerek korka korka oradan çıktı. Rabbim beni şu zalim kavimden kurtar, dedi. Medyene doğru yönelince: “Umarım ki Rabbim beni doğru yola iletir!” dedi. (el-Kasas suresi, 21-22). Onlara Tarfa bin Adiyy bin Hatem et-Tai de katılmıştı. Babası kendisini izleyip geri çevirmek istediyse de güç yetirememiş, Medaine kadar varıp oradan geri dönmüştü. Sabat denilen yere vardığında Abdullah bin Vehb er-Rasibi, yanında bulunan yirmi atlı ile birlikte Onu bulmuş ve çarpışmak istemiş se de Amr bin Malik en-Nebhani ve Bişr bin Zeyd el-Bevlani böyle bir çatışmaya girmekten alıkoymuşlardı. Bu durumu gören Adiyy bin Hatem, Alinin Medain Valisi olan Saad bin Mesüda durumu bildirerek kendisini onlara karşı korumasını tavsiye etmiş, Saad bin Mesud da Medain kapılarını kapatarak yerine yeğeni Muhtar bin Ebi Ubeydi vekil bırakıp onlara karşı savaşmak üzere atlılarıyla birlikte yola çıkmıştı. Haricilerin reisi Abdullah bin Vehb Onun geldiğini haber alınca hemen yolunu değiştirip Bağdata doğru yönelmiş, ancak Medain valisi Saad bin Mesüd onları yanında bulunan beş yüz atlıyla birlikte o gün akşam üzeri el-Kerhte yakalamış, Saad yanına aldığı otuz atlıyla birlikte bunların üzerine atılmış ve bir saat kadar çarpıştıktan sonra Hariciler savaştan vazgeçmişlerdi.
Bu durum üzerine Saadın arkadaşları şöyle demişlerdi: “Bu adamlarla neden savaşıp duruyorsun? Halbuki sana bu konuda her hangi bir emir de verilmiş değildir. Bırak onları çekip gidiversinler. Durumu müminlerin emirine bildir, eğer onları izlemeni tavsiye ederse ve sana bu konuda emir verirse takip edersin. Yok, eğer müminlerin emiri bu görev için başkasını tayin ederse sen de bu işten kurtulmuş olursun.” Onların bu sözleri üzerine Saad gerçekten savaşmaktan vazgeçmişti. Gece karanlığı basınca Abdullah bin Vehb hemen Dicleyi aşıp karşı tarafa geçmiş ve Cuha mevkiine varıp oradan da Nehrevana ulaşmıştı. Adamlarının yanına vardığında gerçekten ondan ümitlerini kesmiş ve: “Eğer Abdullah ölecek olursa işimizi ve emirliğimizi Zeyd bin Husayna veya HurkUs bin Züheyre havale ederiz.” diye söylemişlerdi.
Küfe halkından da bazı kimseler Haricilere katılmak istemiş, fakat akrabaları onları bu işten alıkoymuş ve geri çevirmişlerdi. Bu istekleri dışında geri dönen bu adamlardan bazıları şunlardı: et-Tirimmah bin Hakimin amcası el-Kaka bin Kays et- Tai, Abdullah bin Hakim bin el-Bekkai. Sonra Aliye Salim bin Rabia el-Absinin çıkıp Haricilere katılacağı haberi verilmiş, O da Salimi çağırarak gitmekten alıkoymuş, Salim de bu işten vazgeçmişti.
Hariciler Kufeden çıkıp gittiklerinde adamları ve yakın taraftarları Aliye gelip tekrar beyat etmişler ve şöyle demişlerdi: “Bizler senin dost kabul ettiğini dost kabul ediyor, düşman kabul ettiğini de düşman olarak tanıyoruz.” Ancak Ali bu konuda onlardan Resulallahın sünnetine tabi olmalarını istemiş ve bunu şart koşmuştu. Ali ile birlikte Cemel ve Siffın olaylarında bulunup Hasam Kabilesinin sancağını taşımış bulunan Rabia bin Ebi Şeddat el-Hasam Aliye gelerek oturmuş ve Ali de Ona şöyle demişti: “Allahın kitabı ve Resulallahın sünneti gereği olarak bana beyat et.” Rabia bu teklife şöyle karşılık vermişti: “Ben Ebu Bekir ve Ömerin sünnetleri üzerine sana beyat ederim.” Bunun üzerine Ali: “Hay, yazıklar olsun sana! Eğer Ebu Bekir ve Ömer Allahın kitabı ve Resulünün SÜllnetinden başka bir yol üzere amel etmiş olsalardı onlar hak üzerine olmayacaklardı ki!” demiş, Rabia da Aliye beyat etmişti. Sonra Ali yüzüne bakarak Rabiaya şöyle demişti: “Fakat buna rağmen ben senin Haricilerle birlikte olacağından ve onlarla birlikte öldürüleceğinden korkuyor gibiyim. Senin bu Haricilerle meydana gelecek çatışmalarla atların ayakları altında ezilip gitmenden korkuyorum.” Gerçekten Rabia bin Ebi Şeddat, en-Nehr gününde Basra Haricileriyle birlikte olmuş ve öldürülmüştür.
Basra Haricilerine gelince onlar da beş yüz kişilik bir kuvvet oluşturarak başlarına Misar bin Fedeki et-Temimiyi geçirerek harekete geçmişler, Abdullah bin Abbas onların bu durumlarını öğrenince üzerlerine Ebul-Esved ed-Düeliyi göndermişti. Ebul-Esved onlara büyük köprünün yanında yetişmiş ve o gün, gece bastığından dolayı her iki grup da yerlerinde durmuşlardı. Gece karanlığında Misar bin Fedeki ve arkadaşları öncülerinin başına el-Eşras bin Avf el-Şeybaniyi geçirerek karşı tarafa geçmişler ve Nehrde bulunan Abdullah bin Vehbe katılmışlardı.
Hariciler çıkıp gittikten, Ebu Musa el-Eşari Mekkeye kaçtıktan ve Ali Abdullah bin Abbası Basraya geri çağırdıktan sonra kendisi Küfede Müslümanlara karşı şu hutbeyi irad etmişti: “Allaha hamd ederim! Zaman bütün musibetleriyle ve büyük olaylarıyla üzerimize gelmiş bulunmaktadır. Allahtan başka ilah olmadığına, Muhammedin Allahın Resulü olduğuna şahadet ederim… isyan etmek mutlaka sonunda pişmanlık getirir ve onu izleyen şey de pişmanlıktan başka bir şey olamaz. Ben bu iki hakem tayin edildiği ve hakemin görüşüne baş vurmak istenildiği sırada sizi bundan alıkoymağa çalışmıştım. Fakat siz dinlememiş ve arzu ettiğinizi yapmak istemiştiniz. Ancak işte her şeyapaçık ortaya çıkmış durumdadır. Siz kendi görüşleriniz istikametinde olup bitenleri, ben de olayların neticelerini görmüş bulunuyoruz. Bu iki adamı hakem olarak siz seçtiniz; fakat her ikisi de Kuranın hükmüne uymamış, Allahın hükümlerini arkalarına atmış ve Kuranın yok ettiğini onlar ihya ederek her biri kendi heva ve hevesine tabi olup hidayetten başka bir yol çizmişlerdir. Onların verdikleri hüküm hiçbir hükme, apaçık bir delile dayanmıyor ve daha evvel uygulanmış bir sünnete de hiç uymuyor. Ayrıca ikisi de verdikleri kararda ihtilafa düşmüşler, böylelikle apaçık bir yanlışlığa saplanmışlar bundan dolayı da Allah resulü ve salih müminler bunların etkisinden beri olmuşlardır. Hazırlanın, her türlü savaş ikmallerinizi yapın ve Şama doğru gitmek üzere inşallah pazartesi günü sabahleyin hazır olun.”
Sonra Ali en-Nehrde bulunan Haricilere bir mektup yazarak şöyle demişti: “Bismillahirahmanirrahim, Allahın kulu ve müminlerin emiri Aliden Zeyd bin Husayn ve Abdullah bin Vehb ve onlarla birlikte bulunan adamlara… Hakem olarak tayin etmiş olduğunuz bu iki adam Allahın kitabına muhalefet etmiş, Allahın hidayetinin dışında kendi heva ve heveslerine tabi olmuş, Resulallahın sünnetiyle amel etmemiş, Kuranın hükmünü infaz etmemiş ve Kurana uygun bir hüküm vermemişlerdir. işte bundan dolayı Allah resulü ve müminler onlardan beridirler. Size bu mektubum ulaştığı zaman hemen bize doğru geliniz, düşmanımız üzerine gitmek üzere daha evvel gittiğimiz yere doğru gidelim ve eskiden olduğumuz çizgide olalım.” Alinin bu mektubuna karşılık Hariciler şu cevabı vermişlerdi: “… Sen Rabbının rızası için kızmış değilsin, kendi nefsin için kızmış bulunuyorsun. Eğer sen kendinin küfre girdiğini ve tövbe ederek geri döndüğünü kabul edecek olursan o zaman bizimle senin aranda meydana gelen olayları gözden geçiririz. Yok, eğer bunu kabul etmeyecek olursan doğrudan doğruya sana harp ilan ederiz. Allah hainler güruhunu sevmez.”
Onların bu mektubunu alan Ali tamamen ümidini keserek onları bir tarafa bırakıp yanındaki Müslümanlarla birlikte Şamlılar üzerine varıp savaşmayı uygun görmüş, sonra Küfelilere varıp Allaha hamd ve sena ettikten sonra şöyle demişti: “… Kim ki Allah yolunda cihadı terk ederek kendi dünya işlerine dalarsa bilmiş olsun ki yok olma tehlikesiyle ve uçuruma yuvarlanmakla karşı karşıyadır. Ancak Allah nimetini üzerimize indirirse o zaman kurtuluş mümkündür. Allahtan korkunuz. Allaha ve Allahın resulüne karşı savaş ilan edip de Allahın nurunu söndürmek isteyenlere karşı savaş ediniz. Günahkarlara, dalalette olanlara ve Müslümanlara karşı kılıç kuşananlara karşı siz de savaşınız. Onlar Kuran-ı Kerimi anlamış değiller. Dinin ahkamında da her hangi bir bilgileri olmadığı gibi tevilde de, yani Allahın ayetlerini yorumlama hususunda da bilgileri mevcut değildir. Bu tilavet işi islamda herhangi bir öncelikleri olmayan insanlara düşecek değildir. Şunu çok iyi biliniz ki eğer bu adamlar sizin başınıza geçecek olurlarsa size Kisranın ve Bizans imparatorlarının yaptıkları gibi muamele edeceklerdir. Haydi, şu batı tarafındaki düşmanlarımız için savaşa hazırlanınız. Basradaki kardeşlerimize haber gönderdik, onlar da bize yakında gelip katılacaklardır. Eğer bir araya gelirseniz Allahın izniyle hemen savaşa hazırlanırız. Şunu bilin ki Allahın emri dışında hiç bir şey yapmak ve her hangi bir adım atmak mümkün değildir. Bütün güç ve kuvvet Allahın elindedir.”
Sonra Ali Abdullah bin Abbasa şöyle bir mektup yazmıştı: “… Bizler en-Nuhayledeki karargahımıza çıkmış ve batı tarafındaki düşmanımıza karşı yürümek üzere toplanmış bulunuyoruz. Sana ikinci defa elçi gelinceye ve bu konuda bir emir verinceye kadar Müslümanları hazırla, Allahın selamı üzerine olsun.”
Abdullah bin Abbas Aliden gelen mektubu Müslümanlara okumuş ve Ahnef bin Kays ile birlikte bin beş yüz kişilik bir kuvvet toplayıp göndermişti. Abdullah bin Abbas onlara hitap ederek şöyle demişti: “Ey Basra halkı! Size müminlerin emirinden bir mektup geldiği ve savaş için sizi davet ettiği halde aranızdan yalnız bin beş yüz kişi toplanıp geldi. Halbuki sizler çocuklarınız ve köleleriniz dışında tam altmış bin savaşçı adamsınız. Haydi, sizler Cariye bin Kudame es-Saadi ile birlikte kalkınız, Ona doğru yöneliniz. Bu konuda aranızda hiç bir kimse mazeret uydurmağa kalkışmasın. Ben imamının davetine icabet etmeyip isyan ederek bu konuda geri durmağa çalışana karşı gereken tedbirlerimi alacağım. O zaman da hiç kimse kendi nefsini kınamaktan başka bir şey yapmasın.”
Bu konuşmasından sonra oraya gitmek üzere çıkan Cariye bin Kudamenin etrafında bin yedi yüz kişi daha birikmiş, bunlar Aliye vefa borçlarını ödemişler ve böylelikle üç bin iki yüz kişi savaşa hazırlanmıştı. Bunun üzerine Ali Küfenin reisIerini ve Müslümanların ileri gelenlerini toplayarak Allaha hamd ve sena ettikten sonra onlara şöyle demişti: “Ey Küfeliler! Sizler benim kardeşlerim, benim yardımcılarımsınız. Bana hak üzere yardım eden arkadaşlarımsınız. Siz islamı çözmek isteyen adamlara karşı cihada çıkan adamlarımsınız. Sizin sayenizde islama sırt çevirenleri vuruyor ve itaat edenleri de kabul ediyorum. Basralı kardeşlerimize haber gönderip onlardan yardım istedim. Bana üç bin iki yüz kişi geldi. Her biriniz kendi aşireti içerisinde bulunan savaşçıları, savaşa gücü yeten çocukları, köleleri ve diğer adamları tek tek sayın ve bize sayılarını bildirin.”
Sonra Said bin Kays el-Hemdani ayağa kalkarak şöyle demişti: “Ey müminlerin emiri! Senin söylediklerini işittik, itaat ettik ve kabul ettik. Ben istediğin konuda sana ilk defa icabet eden ve emrine uyan kimse olayım.” Arkasından Makil bin Kays ve Adiyy bin Hatem, Ziyad bin Hasafa, Hicr bin Adiyy ve Müslümanların ileri gelenleriyle bazı kabile reisIeri kalkıp aynen Said bin Kaysın dediklerini Aliye söylemişler ve istediklerini yazıp Ona vermişlerdi. Ayrıca kendi evlatlarına, kabilelerinde bulunan kölelere emirler vererek onların da hemen savaşa hazırlanmalarını ve onlardan hiç kimsenin savaştan geri kalmamasını emretmişlerdi. Böylelikle Küfeliler kırk bin savaşçının yanı sıra on yedi bin de kendi çocuklarından savaşa girecek kimseler çıkardıkları gibi kölelerinden de sekiz bin kişi toplamışlardı. Böylece Küfelilerden savaşa katılacakların sayısı altmış beş bini bulmuştu. Bu rakama Basra askerleri dahil değildi. Basradan gelenler de yukarıda söylediğimiz gibi üç bin iki yüz kişi idiler.
Sonra Ali Medain Valisi bulunan Saad bin Mesuda bir mek-tup yazarak yanında bulunan savaşçıları kendisine göndermesini emretmişti, ancak Medainden gelen haberde oranın Müslümanları Aliye şöyle diyorlardı:
“Eğer emirül-mümininin kendisi bizzat gelir, bu Haricilere karşı savaş yapılıp onların işi halledilir ve sonra islamı çözmek isteyen Şamlılara karşı gidilir se çok daha iyi olacak.” Bu sözleri üzerine Ali onlara şöyle haber göndermışti: “Sizlerin şöyle şöyle dediğinizi işittim, halbuki bizim için önemli olan bu Haricilerin dışındaki fitnedir. Onları şimdilik bırakın. Kalkın, size savaş açmış olan kimselere ve islami yönetimizorba hükümdarlık haline getirmek isteyen bu adamlara karşı savaşmağa yönelin. Bunlar Allahın kullarını kendilerine kul ve köle edinmek istiyorlar.” Sonra Müslümanlardan bir grup kalkıp Aliye: “Ey müminlerin emiri! Bizi istediğin yöne al, götür. Nereye istiyorsan oraya yönelelim.” demişler, Sayfi bin Fesil eş-Şeybani ise şöyle hitap etmişti: “Ey müminlerin emiri! Biz senin taraftarlarınız. Sana karşı düşmanlık besleyen kimselere biz de düşmanlık besler ve bu konuda sana yardım ederiz. Sana itaat eden kimselerin de yardımcılarıyız. Bu dost ve düşmanların kim olursa olsun ve nerede olursa olsunlar Allahın izniyle sen hiç bir zaman az bir asker sayısı ile ve böyle zayıf niyetli kimselerle oralara yönelmeyeceksin ve sana tabi olanlar da böyle az ve niyeti zayıf kimseler olmayacaktır. ”