iki hakemin bir araya gelip toplanacakları gün gelip çattığında Ali Şureyh bin Hani el-Harisinin başkanlığında dört yüz kişilik bir kuvveti oraya göndermiş ve Şureyhe Amr b, el-Asa şu sözleri iletmesini tavsiye etmişti:
“Ona de ki, Ali sana şunları söyler: “Allah katında insanların en faziletlisi ve sevimli görüneni hak ile hüküm veren kimsedir. Ey Amr! Sen hakkın nerede olduğunu çok iyi bildiğin halde neden böyle bilmemezlikten geliyorsun? Sen küçücük bir dünya tamahı için Allaha ve Allahın dostlarına düşman kesiliverdin ve sen çok iyi biliyorsun ki bu dünya nimetleri, sana daha evvel verilmişti de sonra yok olup gitmişti. Sana yazıklar olsun. Hainlere dost ve zalimlere yardımcı olmayasın. Vallahi ben senin pişman olacağın günü çok iyi biliyorum. Sen vefat edeceğin gün son derece pişman olacaksın; keşke hiç bir Müslümana düşmanlıkta bulunmasaydım diye temennide bulunacak ve verdiğin her hükümde rüşvet almamış olmayı çok temenni edeceksin.”
Şureyhten Alinin bu sözlerini işiten Amrın benzi atmış, yüzünün rengi değişmiş ve şöyle demişti: “Ben Ali ile nasıl müşavere edebilir, emrine girip uyabilir ve Onun görüşlerine ne zaman bağlanabilirdim?” Şureyh Ona şöyle karşılık vermişti: “Ey Nabiğanın oğlu! Müslümanların efendisi ve peygamberlerinden sonra gelenlerin en faziletlisi olan insanın yanına sokulup onunla danışmaktan seni alıkoyan nedir ki? Senden daha hayırlı olan Ebu Bekir ve Ömer Ona danışır ve görüşleriyle amel ederlerdi.” Şureyhin bu sözleri üzerine Amr: “Benim gibi birisi senin gibi bir adamı karşısına alıp muhatap kabul etmez” demiş, Şureyh de: “Sen hangi ataların ve babalarınla bana karşı üstünlük taslıyorsun? Orta halli olan baban ile mi, yoksa annen Nabiğa ile mi?” diyerek karşılık vermiş ve yanından ayrılmıştı. Ayrıca Ali bu gidenlere namaz kıldırmak ve emirlik yapmak üzere Abdullah bin Abbası göndermiş ve onların yanında da hakem olarak Ebu Musa el-Eşari gitmişti. Diğer taraftan Muaviye Şam halkından dört yüz kişiyi Amr bin el-As başkanlığında Dumetül Cendelin Ezruh mevkiine göndermişti. Amr bin el-As Muaviyeden kendisine gelen mektuplara asla aldırış etmiyor ve Şam halkına da hiç bir konuda danışmıyordu. Iraklılar ise sürekli olarak ibn Abbasa danışıyorlar ve Aliden Ona ulaşan mektuplara göre amel ediyorlardı. ibn Abbas onlara bir şey söylemeyip sustuğu zaman hemen o konu hakkında şüpheye düşüyor:
“Acaba Ali bu konuda şöyle şöyle bir şeyler mi yazdı?” diye soruyorlar, ibn Abbas da onlara şöyle cevap veriyordu: “Siz aklınızı başınıza toplamayacak mısınız? Görmüyor musunuz, Muaviyenin postası gidip geldiği halde onun ne getirdiği hiç de duyulmuyor ve onlar bağırıp çağırmıyorlar. Halbuki sizler her gün yanıma gelip hakkımda bir sürü konuda şüpheye düşüyorsunuz.
Alinin gönderdiği heyet içinde Abdullah bin Ömer, Abdurrahman bin Ebi Bekir es-Sıddık, Abdullah bin Zübeyr, Abdurrahman bin el-Haris bin Hişam, Abdurrahman bin Yağıls ez-Zühri, Ebu Cehm bin Huzeyfe el-Adevi ve Muğire bin Şube var idiler.
Saad bin Ebi Vakkas çölde Ben-i Süleym Kabilesine ait bir su kenarında ikamet etmekte iken oğlu Ömer gelmiş ve şöyle demişti: “Ebu Musa el-Eşari ile Amr bin el-As yanlarında bir çok Kureyşli bulunduğu halde bir araya toplanmış bulunuyorlar. Senin de Resulallahın en yakın arkadaşlarından ve şura ehlinden biri olman hasebiyle oraya gitmen iyi olur. Senin girdiğin hiç bir husus yoktur ki bu ümmet onu hoş karşılamamış olsun. Sen insanlar arasında hilafete en layık olan birisin.” Ancak Saad bin Ebi Vakkas oğlunun bu dediklerine uymamış ve oraya gitmemişti. Diğer bir rivayette ise Saad muhakemenin yapıldığı yere gitmiş, fakat orada bulunmaktan dolayı son derece pişman olarak Kudüsten ihrama girip umre yapmak üzere Hicaza yönelmişti.
Muğire bin Şube Kureyşten bazı kimselere şöyle demişti: “iki hakemin bir fikre varıp varmayacakları konusunda görüş sahibi olabilmek için birisinin oraya gidip haber getirmesini mümkün görebiliyor musunuz?” Onlar: “Hayır.” diye cevap verince: “O halde ben gidip durumu onlardan öğreneyim.” demiş ve Amr b, el-Asın yanına giderek şöyle sormuştu: “Şu savaşa katılmayan bizleri nasıl görüyorsun? Aranızda meydana gelen bu savaş ve hükümleşme konusunda şüpheye düşüp şaşırdık.” Bunun üzerine Amr: “Sizi iyilerin arkasında ve kötülerin önünde görüyorum.” diye cevap verir. Sonra Muğire kalkıp Ebu Musa el-Eşariye gider ve Ona da Amra söylediklerinin aynısını söyler. Ebu Musa şöyle der: “Kendimizi insanların içinde en sağlam ve haklı görüşe sahip olarak görüyorum.” Sonra Muğire oradan kalkıp arkadaşlarının yanına gelir ve onlara: “Bu iki adam kesinlikle bir görüş etrafında toplanamazlar.” der.
iki hakem bir araya gelince Amr: “Ey Eba Musa! Sen Osmanın mazlum olarak öldürüldüğünü biliyor musun?” diye sorarak söze girmiş, sonra aralarındaki konuşma şöyle sürmüştü: Ebu Musa: “Evet, Onun mazlum olarak öldürüldüğüne şahadet ederim.” Amr: “Muaviye ve Muaviyenin akrabalarının Osmanın yakınları ve akrabaları olduğunu biliyor musun?”
Ebu Musa: “Evet.”
Amr: “Peki, Onun halife olmasını nasıl karşılarsın? Şu Kureyşin ileri gelenlerinden biri olarak biliniyor ve sen de bunu biliyorsun. Eğer Müslümanların: “Onun islamda her hangi bir önceliği yoktur.” demelerinden korkuyorsan sen de şöyle dersin: “Ben Onu halife Osmanın mazlum olarak öldürülmesine sahip çıktığı, Onun velisi olduğu, kanını güzel bir şekilde talep ettiği için benimsiyorum. Ayrıca O Resulallahın hanımı Ümmü Habibenin kardeşidir ve Resulallaha katiplik yapmış bir sahabidir. Bunun yanında Resulallah Onun bir gün bir hükümranlığa sahip olacağını da haber vermiştir. ”
Ebu Musa: “Ey Amr, Allahtan kork! Senin Muaviyenin şerefınden söz etmen yersizdir, çünkü böyle bir görev sırf şeref ile olabilecek bir görev değildir. Eğer bu görev bir üstün şeref ile verilmiş olsaydı bu iş Sabbahın oğlu Ebreheye havale edilirdi. Bu makam dindarlığı ve üstün faziletliliği gerektirir. Bütün bunlara rağmen eğer bu işin en üstün şerefe sahip olan bir Kureyşliye verilmesini arzu etseydim bunu Ebu Talibin oğlu Aliye verilmesini tavsiye ederdim. Ayrıca Muaviyenin Osmanın kanının velisi olduğunu iddia edip de bu görevin Ona havale edilmesi gerektiğini ileri sürmene gelince… Asla ilk muhacirleri bir tarafa itip de Onu başa getirmem mümkün değildir. Muaviyenin saltanata ve hükümranlığa sahip olacağına dair iddiana gelince; vallahi, Muaviyenin benim üzerimde en ufak bir hükümranlığı olduğu takdirde Ona kesinlikle bir emir gözüyle bakmam ve Allahın hükmünü yerine getirme konusunda da asla her hangi bir rüşvete talip olacak değilim. Ancak eğer arzu edersen Ömer bin el-Hattabın adını ihya edelim, ne dersin?”
Amr: “Peki, benim oğlum hakkında ne dersin? Sen Onun faziletini ve Allaha karşı olan salih amelini de biliyorsun.”
Ebu Musa: “Senin oğlun gerçekten samimi bir insandır, fakat sen Onu kendin bu fitnenin içine soktun.”
Amr: “Bu iş ancak yiyen ve yediren bir kimseye yarar. ”
Bu gibi durumların Abdullah bin Ömerin dikkatinden kaçtığını gören Abdullah bin Zübeyr, Ona: “Ne olup bittiğini görüyor musun? Dikkat etsene!” demek gereğini görmüştü.
Ebu Musa: “Ey Asın oğlu! Araplar seni kendi yönetim işlerini hall etmek üzere görevlendirdiler. Onlar bu işe ancak birbirlerine kılıç çektikten sonra razı olmuşlardır. Sen onları tekrar fitnenin içine sokmayasın.”
Amr, Ebu Musaya öncelikle söz vermeyi bir alışkanlık haline getirmeğe çalışmış ve Ona: “Sen Resulallahın yakın sahabelerindensin ve benden de daha yaşlısın. O halde önce sen konuş” diye söyleyip durmuş ve Ebu Musa da bu yüzden hep önce konuşmağa alışmıştı. Amrın tek gayesi Aliyi bu görevden azletmek idi. Ebu Musanın kendi oğlu Abdullahı ve Muaviyeyi kabul etmediğini gören Amr, Onun teklif ettiği Ömerin oğlu Abdullahı kabul etmemiş ve Ebu Musaya şöyle demişti: “Peki, bu durumdan sonra sen ne düşünüyorsun?”
Ebu Musa bu soruya: “Bana kalırsa her ikisini de görevlerinden azledelim ve işi şuraya havale edelim. Müslümanlar kendilerine arzu ettikleri ve sevdikleri birisini halife tayin etsinler.” diyerek karşılık vermiş, bunun üzerine Amr: “Hak ve gerçek olan da aynen senin söylediğin gibidir.” demiş, sonra her ikisi kalkıp Müslümanların huzuruna çıkmışlardı. Müslümanlar da bir araya toplanmışlar, onları bekliyorlardı. Amr: “Ey Ebu Musa, onlara düşündüğümüz ve kararlaştırdığımız hususu bildiriver.” deyince Ebu Musa da orada toplanmış bulunan Müslümanlara seslenerek: “Bizler bir konuda ittifak ettik, Cenab-ı Allahtan bu ümmetin işini verdiğimiz bu kararla ıslah etmesini temenni ederiz.” diye söze başlamıştı. Sonra Amrın: “Doğruyu ve gerçeği söyledi. Ey Ebu Musa! Buyur konuş.” demesi üzerine orada bulunanlara yaklaşıp konuşmaya devam edecekken Abdullah bin Abbas kendisine şöyle seslenmişti:
“Yazıklar olsun sana! Vallahi, eğer yanılmıyorsam bu adam seni aldatmış bulunuyor ve eğer ikiniz bir noktada ittifak etmişseniz o halde söyle de O senden önce konuşsun. Sen ondan sonra konuşursun. O hilekar bir adamdır, güven duyulan biri değildir. Olabilir ki şimdi rızanı almak için seni öne doğru sürmek istiyor ve sen kalkıp Müslümanların huzurunda konuştuktan sonra sana muhalefet edecektir.” Ancak Ebu Musa biraz gaflete dalmış olarak Abdullah bin Abbasa: “Hayır, bizler bir konuda ittifak bir karara varmış bulunuyoruz.” diye karşılık vermiş, arkasından halka yönelerek: “Ey Müslümanlar! Bizler bu ümmetin hilafet işini gözden geçirdik ve bu ümmetin işlerinin salaha ermesi ve başına gelen felaketlerin savuşturulabilmesi için bir konuda anlaşıp fıkir birliğine vardık. Kararımız şudur: Aliyi ve Muaviyeyi bu görevden uzaklaştırarak işi Müslümanların şurasına havale edelim, onlar arzu ettikleri birisini başa getirsinler. Ben şu anda Aliyi ve Muaviyeyi görevden azlediyorum. Sizler kendi işinizi yüklenin ve kendi aranızda ehil gördüğünüz birisini bu işe seçin” demiş, sonra kenara çekilmişti. Arkasından Amr bin el-As ayağa kalkarak şöyle demişti: “Bu adamın söyledikleri sözleri işittiniz. O kendi temsilcisi bulunduğu adamı görevinden azletmiştir. Ben de aynı şekilde Onun adamını bu görevden azlediyor ve temsilcisi olduğum Muaviyeyi yerinde bırakıyorum. Çünkü O Osman bin Affanın velisidir ve Onun kanını arayan kimsedir.
Bundan dolayı O, Osmanın makamına geçmeğe daha layık ve hak sahibi bir kimsedir.”
Bu konuşmalardan sonra Saad bin Ebi Vakkas: “Ey Ebu Musa! Seni bu hallere, Amrın tuzaklarına düşüren ne oldu?” diye sormuş, Ebu Musa da: “Ne yapabilirim? O bana bir konuda ittifak ettiğini söyledi, sonra da yan çizdi.” demişti. Abdullah bin Abbas da: “Ey Ebu Musa! Senin günahın yoktur, asıl günah seni bu makama getiren kimsenindir.” diye söylenmiş, bunun üzerine Ebu Musa: “Adam sözünden döndü, hile yaptı, ben Ona ne yapabilirim?” diye kendini savunmuştu. Abdullah bin Ömer de içini dökerek şunları ilave etmişti:
“Bakınız bu ümmetin işi nereye vardı, başına neler geldi, işin başına öyle birisi geldi ki, çok zayıf ve bu işi en son yüklenmesi gereken kişiydi.”
Sonra Abdurrahman bin Ebi Bekir de: “Keşke Ebu Musa el-Eşari bugünden evvel ölüp gitseydi, bu iş bu günden daha hayırlı olurdu.” diye söylenmişti.
Daha sonra Ebu Musa el-Eşari dönüp Amr bin el-Asa: “Allah seni muvaffak etmesin, sözünde durmadın ve kötülük ettin.” diyerekSenin durumun aynen şu köpeğin durumuna benzer ki üstüne varsan dilini sarkıtıp solur, kendi haline bıraksan yine dilini sarkıtıp solur. (el-Araf suresi, 176) ayetini okur ve serzenişte bulunur. Amr ise Ona şöyle cevap verir:Sen de aynen şuna benziyorsun, senin durumun da aynen kitaplar taşıyan eşekler gibidir. (el-Cuma suresi, 5). O anda Şurayh bin Hani Amrın üzerine yürüyerek elindeki kırbaç ile vurmuş, Amrın oğlu da Şurayhe elindeki kırbaçla vurmuş, fakat Müslümanlar araya girerek duruma el koymuşlardı.
Şurayh bu çatışmadan sonra şöyle demişti: “Amra kırbaç ile vuracağıma bir kılıç ile vurmadığıma pişman olduğum kadar hiç bir şeye pişman değilim. ”
Sonra Şamlılar Ebu Musaya iltifat ederek korumuş, O da kaçıp Mekkeye gitmişti. Diğer taraftan Amr bin el-As Şamlılarla birlikte Muaviyenin yanına dönmüş ve Ona hilafet unvanı ile selam vermişlerdi. Bu arada Abdullah bin Abbas ve Şurayh de Alinin yanına dönmüşlerdi.
Ali her gün öğle namazını kıldığında Kunut duasını okur ve şöyle derdi: “Allahım! Muaviyeye, Amra, Ebul-Avara, Hababe, Abdurrahman bin Halid, Dahhak bin Kays ve Velide lanet eyle.” Bu haber Muaviyeye ulaştığında o da aynı şekilde Kunut duası okuduğunda Aliye, Abdullah bin Abbasa, Hasan ve Hüseyine ve el-Eştere küfrederdi.
Diğer bir rivayette anlatıldığına göre, Muaviye iki hakemin konuşup görüştükleri yere gelmiş ve o günün akşamında kalkıp insanlara hitapta bulunarak şöyle demişti: “… Bu durumdan sonra hilafet meselesinde her hangi bir şey söyleyecek olan varsa bize başını uzatsın da görüverelim. ”
Bu konuda Abdullah bin Ömer şöyle der: “Ben Onun bu sözleri üzerine ortaya çıkıp konuşmak ve: “Öyle adamlar vardır ki seninle ve senin babanla islam için savaştılar.” demek istedim, ancak bu sözlerin Müslüman cemaatin arasını tekrar ayıracağından ve bundan dolayı tekrar kanların döküleceğinden korktuğum için susuverdim. Diğer taraftan Cenab-ı Allahın bizlere yaptığı cennet vaatlerini düşünerek böyle davranmayı daha yerinde buldum. Sonra oradan çekip evime gittikten sonra Habib bin Mesleme bana gelerek: “Bu adam bu şekilde konuşup duruyorken seni konuşmaktan alıkoyan ne oldu?” diye sorunca şöyle cevap verdim: “Gerçekten konuşmak istedim, fakat arkasından korktum. ” Habib bunun üzerine: “Allah seni başarılı kılsın. Sen Cenab-ı Allah tarafından korunmuş oldun. Bu yaptığın daha doğru, daha yerinde bir şey olmuş oldu.”