Bu yılın Muharrem ayında Ali ile Muaviye arasında bazı konularda anlaşmalara varıldı. Bunlardan biri sulh yapma ümidi ile Muharrem ayında aralarındaki çarpışmaları durdurmaları idi. Bu müddet içinde aralarında elçiler gidip gelmişti. Alinin Muaviyeye gönderdiği elçiler arasında Adiyy bin Hatem, Yezid bin Kays el-Erhabi, Şebes bin Ribi ve Ziyad bin Hasafa gibileri vardı.
Adiyy bin Hatem elçilikle gitmiş olduğu Muaviyeye Allaha hamd ettikten sonra şöyle demişti: “Bizler Cenab-ı Allahın aramızı bulup bizi birleştirmesi için gayret etmek, bu ümmetin birliğini sağlamak, dökülen kanları bir an evvel durdurmak, iki taraf arasında barışı sağlayıp aralarını bulmak için seni barışa davet etmeğe geldik. Senin amcanın oğlu Müslümanların efendisi, en faziletlilerinden birisi, islama ilk girenlerden ve islamda en çok tesiri olan şahsiyetlerdendir. Bütün Müslümanlar ona beyat etti, senden ve senin yandaşlarından başka muhalefet eden çıkmadı. Ey Muaviye, kendini koru; sana ve arkadaşlarına Cemel Gününde diğerlerinin başına gelen musibetler gelmesin.” Adiyyin bu sözleri üzerine Muaviye şöyle der: “Senin sanki arayı bulmak ve barışı sağlamak için değil de beni tehdit etmeğe gelmiş gibi bir halin var. Heyhat ey Adiyy! Şunu iyi bilin ki savaş çocuğuyum ve böyle saldırılar bana pek tesir etmez. Vallahi sen Osmanın üzerine saldırtılan adamlardan ve Osmanın katillerindensin. Osmanın katlinden dolayı senin de öldürülmeni Allahtan diliyorum.” Muaviyenin böyle sözler sarf etmesi üzerine Şebes ve Ziyad bin Hasafa ikisi birden söze karışarak ona şöyle derler: “Bizler seninle sulh yapmaya ve arayı bulmağa geldik, sen kalkmış bize hikaye anlatır gibi konuşup duruyorsun. Şu faydasız sözleri bir tarafa bırak da faydalı olacak konuda bize cevabını bildir.” Bu arada Yezid bin Kays da şunları ilave eder:
“Bizler buraya sadece bize emredileni bildirmek ve senden duyduklarımızı da oraya götürmek üzere gelmiş bulunuyoruz. Bir hüccet olsun diye sana bazı öğütlerde bulunmayı ve bazı şeyleri hatırlatmayı da terk edecek değiliz. Bunu yapmaktaki gayemiz tekrar Müslümanlar arasında bir yakınlığın doğması ve cemaatin toparlanmasıdır. Bütün Müslümanlar bizim arkadaşımızın -Aliyi kastederek- faziletini biliyorlar ve bunu sen de biliyorsun. Bunun için Allahtan kork ve sakın muhalefet etme ey Muaviye! Vallahi biz bu dünya hayatında ondan daha ileri derecede takva sahibi, zühde sarılmış ve her türlü hayır ve güzel vasıfları kendisinde bulunduran bir adama rastlamadık. ”
Muaviye Allaha hamd ettikten sonra şöyle der: “Siz bizi taate ve cemaate davet ediyorsunuz. Cemaate bakarsak, kendisine katılmağa bizi çağırdığınız bu cemaat bizim yanımızda vardır. Sizin adamınıza ve arkadaşınıza benim itaat etmeme gelince; bunu Ona layık görmüyorum, çünkü O halifemizi öldürdü ve cemaatimizi dağıtarak insanları bize karşı kışkırttı. Ayrıca adamınız Osmanı öldürmediğini zannediyor. Biz Onun bu zannını kabul ederiz. O zaman bize Osmanın katillerini versin, onları öldürelim ve itaat edip bahsettiğiniz cemaate dönelim.” Bunun üzerine Şebes bin Ribi “Ey Muaviye, Ammarı öldürmek sana hoş mu geliyor, seni sevindiriyor mu?” diye sorunca Muaviye: “Beni bundan alıkoyacak bir durum mu var sanki? Eğer Sumeyyenin oğlunu elime geçirecek olursam Onu Osmanın kölesine karşılık öldürürdüm.” diye cevap verdi. Bunun üzerine: “Kendisinden başka ilah olmayan Allaha yemin ederim ki dünyada akıllı insanlar azalıncaya ve yeryüzüyle feza senin üzerine daralıncaya kadar bu dediklerine ulaşamayacaksın.” dedi. Muaviye de: “Böyle olsaydı senin üzerine daha dar olacaktı.” diye karşılık verdi.
Nihayet bu gelenler yanından ayrılıp gittikten sonra Muaviye Ziyad bin Hasafaya haber gönderip Onunla tek başına oturmuş ve şöyle demişti: “Ey Rabiaoğullarının evladı! Ali bizim aramızdaki akrabalık bağlarını kopardı. imamımızı öldürüp katillerini korudu. Seni aşiretinle birlikte bize yardım etmeğe davet ediyorum. Vallahi eğer ben zafere erecek olursam sana kesinlikle söz veriyorum ki arzu ettiğin en büyük iki şehirden birine vali tayin ederim.” Ziyad, Muaviyenin bu sözlerine: “Ben Rabbımdan bana gelen apaçık bir delil görüyorum. Allah bana iman nimetini ihsan ettikten sonra kalkıp günahkarlara yardımcı olamam!” demiş, sonra kalkıp gitmişti. Muaviye Ziyaddan yüz bulamayınca Amr bin el-Asa şöyle demişti: “Biz bunun aşiretinden tek bir kişiye bile teklifte bulunmayalım, çünkü onların kalbi tek bir adamın kalbi gibidir ve onlar bu konuda bize hayırlı bir şey söylemezler.”
Bu olaylardan sonra Muaviye Habib bin Mesleme el-Pihri, Şurahbil bin es-Sımt ve Man bin Yezid bin el-Ahnası Aliye göndermiş, bunlar varıp Alinin huzuruna girmişlerdi. Bunlardan Habib bin Mes-leme hamd-ü sena ettikten sonra şöyle demişti: “Osman son derece samimi bir halife olup Allahın kitabıyla amel eder ve emirlerine bağlı kalırdı. Onun hayatta olması size ağır geldi, bir an evvel ölmesini arzu edip düşmanlık ettiniz ve nihayet onu öldürüverdiniz. Eğer Osmanı öldürmediğini söylüyorsan o halde bize katillerini ver de onları öldürelim. Sonra yüklenmiş olduğun bu emirlikten vazgeç ki Müslümanların işleri aralarında şura ile olsun ve emirlerini tekrar, yeni baştan seçsinler ve hep birlikte etrafında toplanacakları birine işlerini havale etsinler.” Bu sözler üzerine Ali şöyle demişti: “Senin azlimden ve bu işten söz etmeğe hakkın var mı eyannesi yitiresi adam! Sus! Senin bu konuda söz söyleyecek hiç bir hakkın ve yetkin yoktur.” Bunun üzerine Habib: “Vallahi hoşuna gitmeyecek bir durumda beni karşında göreceksin.” demiş, Ali de:
“Sen de kim oluyorsun? Başımıza musallat edilirsen Allah sana fırsat vermesin ve elinden geleni ardına koyma!” şeklinde karşılık vermişti. Sonra Şurahbil: “Benim arkadaşım ın söylediklerinden başka söyleyecek bir sözüm yoktur. Senin bize vereceğin başka bir cevap var mıdır?” diye sormuş, Ali: “Benim size söyleyecek başka bir şeyim yoktur.” diye cevap vermişti.
Sonra Ali Allaha hamd ü sena ettikten sonra şunları söyledi: “Yüce Allah Muhammedi hak ile gönderip insanları dalaletten kurtararak yok olmalarını önledi ve her türlü ayrılıkları giderdikten sonra ruhunu kabzetti. Arkasından Müslümanlar Ebu Bekiri halife seçtiler. Sonra Ebu Bekir de kendisine sonra Ömeri halife tayin etti. Ömer son derece adaletle hükmetmiştir. Bizler Resulallahın akrabaları ve yakınları olduğumuz halde her iki halifeye itaat etmeyi kendimize gerekli gördük. Sonra Müslümanlar Osmanı halife tayin ettiler. Tasvip etmeyip ayıpladıkları bazı icraatlarda bulunması üzerine de gidip Onu öldürüverdiler. Sonra bana gelerek “beyat al” deyince ben hep kaçındım. Onlar: “Müslümanların beyatını al. Bu ümmet senden başkasına razı değildir. Müslümanların tefrikaya düşmelerinden korkuyoruz.” diye ısrar ettiler. Bunun üzerine ben de onların beyatlerini aldım. beyat ettiği halde bana karşı çıkan iki kişi ile Muaviyenin islamda her hangi bir önceliği ve islama bir bağlılığı ve yakınlığı söz konusu olmadığı halde serseri oğlu serseri gruplardan bir grup, o ve babası islama istemeyerek girdikleri güne kadar Allaha ve Resulüne harp açan bir adamın yaptıklarından başka zorluklarla ve muhalefetlerle karşılaşmadım. Fakat beni en çok hayrete düşüren husus da onunla beraber olmanız, ona bağlanarak peygamberimizin ehlibeytini terk etmenizdir. Onlara dÜşmanlık beslemek ve muhalefet etmek, size yakışmazken nasıl oluyor da böyle davranıyorsunuz, ona hayret ediyorum! Haberiniz olsun ki sizi Allahın kitabına, peygamberin sünnetine, hakkı yerleştirip batılı yok etmeğe ve dinin emirlerini yerine getirmeğe davet ediyorum. Benim diyeceklerim bundan ibarettir. Kendime, size ve bütün müminlere Allahtan mağfiret dilerini.” Alinin bu sözlerinden sonra, gelen bu iki elçi: “Osmanın mazlum olarak öldürüldüğüne şahadet eder misin?” diye sorunca Ali onlara cevaben şöyle der: “Ben Onun zalim veya mazlum olarak öldürüldüğünü söylemem.” Onlar da şöyle deyip ayrıldılar: “Biz Osmanın zulmen öldürüldüğünü itiraf etmeyen kimselerden uzağız.” Bunun üzerine Ali şu iki ayeti okumuştu:Zira şüphesiz ki sen ölü kimselere duyuramazsın. Arkalarını dönmüş kaçarlarken sağırlara da davetini işittiremezsin. Ve sen o kör(ler)i sapıklıklarından ayırıp hidayet verici de değilsin. Sen ayetlerimize iman edecek kimselerden başkasına (söz) dinletemezsin. işte Müslüman olanlar onlardır. (en-NemL suresi, 80-81) Sonra Ali dönüp kendi adamlarına şöyle der: “Bunlar sizin haklı olduğunuz davada ve Rabbınıza yaptığınız itaatte kendi delaletleri yolunda sizden daha gayretkeş olmasınlar.”
Sıffin gününde Amir bin Kays el-Hizmiri et-Tai ile Adiyy bin Hatem et-Tai arasında sancağı taşıma konusunda ihtilaf çıkmıştı. Hizmir aşireti, Adiyyin aşireti olan Benli Adiyyden daha kalabalık idiler. Bu ihtilaf sırasında Abdullah bin Halife el-Bevlani Alinin hazır olduğu bir anda şu sözleri sarfetmişti:
“Ey Hizmiroğulları! Sizler Adiyyoğullarına üstünlük mü taslıyorsunuz. Sizde ve sizin babalarınız arasında Adiyy ve babası gibi bir adam varmıdır acaba? Reviye günü kasaba halkını ve kasabanın suyunu koruyan O değil midir? Onun babası kabile reisi değil miydi? Arapların en cömerdinin oğlu, o kendi malları talan edilirken komşusunun mallarını koruyan, o gadretmeyen, kötülük yapmayan, cimrilik etmeyen, yaptığı iyilikleri başa kakmayan ve pintilik etmeyen adam değil miydi? Söyleyin bakalım, babalarınız arasında Onun babası gibi var mıydı? Var mıydı Onun gibisi, getirin bakayım bir benzerini, islamda sizden daha faziletli olup Resulallaha giderken heyet başkanınız olan o değil miydi? O Nuhayle, Kadisiyye, Medain, Celule, Nihavend ve Tuster savaşlarında sizin reisiniz değil miydi?” Bu sözlerden sonra Ali: “Yeter artık ey Halifenin oğlu!” demiş, sonra şöyle emretmişti: “Tayy Kabilesi buraya gelsin, toplansın.” Alinin bu emri üzerine Tayy Kabilesi gelip toplanınca ve onlara şöyle der: “Bu vatanda sizin reisiniz kimdi?” Onlar reisIerinin Adiyy olduğunu söyle-yince ibn Halife: “Ey Müminlerin emiri! Onlara sor, onlar Adiyynin reisliğinden memnun değiller miydi?” Gerçekten Ali onlara bu soruyu sorunca onlar evet demişlerdi. Sonra Ali onlara şöyle der: “O halde Adiyy sancağı taşıma konusunda hepinizden çok hak sahibidir.” Bu sözler üzerine Adiyy sancağı eline almıştı. Daha sonraları Hicr bin Adiyynin komutanlığı sırasında, Ziyad, Abdullah bin Halifeyi çağırıp Hicr ile birlikte göndermek istemiş, sonra el-Cebeleyn bölgesine varmıştı. Adiyy, Onu tekrar geri getirmeye ve bu hususta yardımcı olmaya söz vermişti. Ancak bu iş uzar gider. Bu olayı Allah izin verirse daha sonra tümüyle tekrar ele alacağız.
Muharrem ayı sona erince Ali birini çağırarak şöyle ilanda bulunmasını söyler: “Ey Şam halkı! Müminlerin emiri size sesleniyor, Hakka geri dönmeniz ve Ona boyun eğmeniz konusunda sizden yardım diliyor. Bu isyanınızdan vazgeçin ve hakka yönelin. Ben size hakkı ve doğruyu göstermekten başka bir şey yapmış değilim. Allah hain kimseleri sevmez!”
Şam halkı ise kendi emirleri ve reisIerinin etrafında toplanmışlardı.
Muaviye ve Amr bin el-As çıkıp Şam askerlerini bölüklere ve birliklere ayırmış ahaliyi sürekli yığmaya başlamışlardı. Aynı şekilde Ali de askerlerini birliklere ayırmış ve onlara şöyle seslenmişti: “Onlar sizinle savaşa girişmedikçe sakın siz onlara saldırmayasınız. Allaha hamd olsun ki sizin elinizde delilleriniz vardır ve onlara önce saldırmamanız da diğer bir delil olacaktır. Eğer onları mağlup ederseniz sakın kaçan adamı öldürmeyesiniz, yaralı bir kimseye de zarar vermeyesiniz. Hiç kimsenin avretini açmayasınız. Öldürülen kimselerin uzuvlarını kesmeyesiniz. Bu adamların karargahlarına vardığınız zaman sakın kimsenin örtüsünü ve avretini açmayasınız. Hiç kimsenin evine girmeyesiniz ve onların mallarından hiç bir şeye el uzatmayasınız. Sakın, sakın bir kadını heyecanlandırıp korkutmayasınız. Bu kadınlar size küfretseler, sizin emirlerinize ve salih kişilerinize dillerini uzatsalar bile sakın siz onlara ilişmeyiniz; çünkü onlar son derece zayıf ve güçsüz kimselerdir. ”
Ali her gittiği yerde ve her an bu sözleri adamlarına söyleyip duruyordu. Yine adamlarına şunları söylemişti: “Ey Allahın kulları! Allahtan korkun, gözlerinizi sakındırın. Seslerinizi alçaltın, az söz söyleyin. Kendilerinizi her türlü meşakkate, savaşa, yokluklara, yorgunluklara ve ok atmağa, yakından çarpışmalara, atların birbirine girip savaşın en şiddetli anına ve düşmanla göğüs göğüse gelmelere kendinizi alıştırın. SonraEy iman edenler, (savaşan) bir (düşman) topluluğuna çattığmız vakit sebat edin ve Allaha ve Onun resulüne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin, sonra korku ve zaafa düşersiniz. Rüzgarınız (kesilip) gider. Bir de sabredin, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (el-Enfal, 45-46) ayetlerini okur ve şöyle devam eder:
“Allahım onlara sabır ihsan et, onlara yardım eyle ve zafere ulaştırarak onlara en büyük ecri ver!”
Ali ertesi gün sabahleyin Küfe askerlerinin başına el-Eşteri, Basra askerlerinin başına Sehl bin Huneyfi, Küfeli yayaların başına Ammar bin Yasiri, Basralı yayaların başına da Kays bin Saadı tayin etmişti. Haşim bin Utbe el-Mirkae de sancağı vermiş, Misar bin Pedakii Basra ve Küfe halkının kurralarının başına geçirmişti. Muaviye de sağ kanadın başına ibn Zil-Kila el-Himyeriyi, sol kuvvetlerinin başına Habib bin Mesleme el-Pihriyi, öncülerin başına Ebu-Avar es-Sülemiyi, Dimaşk atlılarırun başına Amr bin el-Ası, yayalarının başına da Müslim bin Ukbe er-Mürriyi getirmiş, bütün askerlerinin başına da Dahhak bin Kaysı tayin etmişti. Şam askerlerinden bazıları birbirlerine ölüm üzerine bey at etmişlerdi. Bunlar beş saf kadar olup birbirlerine sarıklarla bağlanmışlardı.
Safer ayının birinci günü her iki taraftan gruplar ileri atıldı ve günün büyük bir kısmında çarpışmayı sürdürdüler. Kufelilerden savaşa girişen askerlerin başında el-Eşter, Şam halkından savaşa girenlerin başında da Habib bin Mesleme vardı. Gün boyunca şiddetli bir şekilde çarpışmışlar, ancak bazıları diğerlerine acıdığı için geri çekilmişlerdi. Ali taraftarlarından atlılar ve yayaların başında Haşim bin Utbe, Şamlıların başında ise Ebul-Avar es-Sülemı vardı. Aynı şekilde bunlar da akşama kadar çarpışmış, sonra geri çekilmişlerdi. Üçüncü gün Ammar bin Yasir ortaya atılmış, Ona karşı Amr bin el-As çıkmıştı. Bunlar da şiddetli çarpışmalara girişmiş ve birbirlerini doğramışlardı. Ammar bin Yasir şöyle demişti: “Ey Iraklılar! Siz Allaha ve resulüne karşı çıkıp onlarla mücadele eden, Müslümanlara karşı isyan ederek müşriklere yardımcı çıkan adama bakıp durmak ister misiniz? Yüce Allah dinini aziz kılmak ve resulünü ortaya çıkarmak için Peygamberi gönderdi. Ama o zaman bu adam Ona yanaşmamış ve islama rağbet etmemişti. Resulallah vefat ettikten sonra da işte bugün gördüğünüz gibi Müslümanla adavet (düşmanlık) edip mücrim ve günahkar bir adama tabi olmuş. işte sizler Ona karşı dayanın ve Onunla savaşınız.”
Ammar bin Yasir atlıların başında bulunan Ziyad bin Nadra şöyle demişti: “Şamlılar üzerine hücum et.” Gerçekten Ziyad da Şamlılar üzerine hücum etmiş ve Onunla, birlikte Müslümanlar da çarpışmalara girişerek savaşta sebat etmişlerdir. Ammar bin Yasir, Amr bin el-Asın üzerine hücum ederek bulunduğu yerden uzağa atmıştı. O gün Ziyad bin Nadr Müntefik Kabilesinden olup ana bir kardeşi olan Amr bin Muaviye adında birisi ile teke tek vuruşmağa girişmiş, fakat karşı karşıya geldiklerinde birbirlerini tanımışlar ve ikisi de uzaklaşarak geriye çekilmişlerdi. Onlarla birlikte Müslümanlar da geriye çekilmişti. Ertesi gün Muhammed bin el-Hanefiye diye meşhur olan Alinin oğlu savaş meydanına girmiş, Ona karşı da Ubeydullah bin Ömer bin el-Hartab çıkarak her ikisi iki büyük birliğin başında şiddetli çarpışmalara girişmişlerdi. Bu çarpışmalar esnasında Ubeydullah Muhammed bin el-Hanefiyyeye haber göndererek teke tek çarpışmağa davet etmişti. Muhammed Ubeydullaha karşı çıkınca Ali atını sürerek oğlunun önüne geçip geri göndererek kendisi Ubeydullaha karşı çıkınca Ubeydullah geriye dönüp gitmişti. Muhammed babasına şöyle demişti: “Bıraksaydın Onu öldüreceğimi ümit ederdim. Ey müminlerin emiri! Nasıl oluyor da bu fasığa karşı kendin karşı teke tek çarpışmağa çıkıyorsun? Sen Onun babasından üstünsün.” Ali ise oğlunun bu sözüne şöyle karşılık verir: “Ey oğulcağızım! Sakın Onun babası hakkında hayırdan başka bir şey söylemeyesin.” Bu hadiseden sonra Müslümanlar da çarpışma alanından geri dönmüşlerdi.
Sıffin Savaşının beşinci gününde Ali taraftarlarından Abdullah bin Abbas savaş meydanına çıkmış, Ona karşı da Velid bin Utbe çıkarak şiddetli çarpışmalara girişmişlerdi. Bu çarpışmalar sırasında Abdülmuttaliboğullarına küfredilince Abdullah bin Abbas Onu teke tek çarpışmağa çağırmış, fakat Velid bundan kaçınmıştı. Abdullah bin Abbas bu çarpışmalar sırasında son derece büyük gayretler göstermişti. Savaşın altıncı gününde Kays bin Saad el-Ensari ortaya atılmış, Ona karşı da ibn Zil-Kila el-Himyeri çıkıp çarpışmışlar, sonra her ikisi gruplarıyla birlikte geriye çekilmişlerdi. çarpışmaların sürdüğü salı günü tekrar el-Eşter ortaya çıkmış, Ona karşı Habib dikilmiş, o günün öğle vaktine kadar son derece şiddetle çarpışmışlardı. O gün Ali şöyle demişti: “Bunlara topluca hücum etmek için ne zamana kadar bekleyeceğiz?” Sonra o günün akşamı, salıyı çarşambaya bağlayan gece kalkıp Allaha hamdederek şöyle demişti: “istemediği bir iş yapılamayan, verdiği hüküm bozulamayan Allaha hamdolsun. Allah dileseydi mahlukatından iki kişi arasında bile anlaşmazlık çıkmaz, ümmet arasında ihtilaf olmaz, fazileti az olanlar kendilerinden daha faziletlilerin faziletini inkar etmezdi. Bizi de, bunları da mukadderat bu işe sürüklemiş bulunuyor. Rabbimiz bizi hem görüyor, hem işitiyor. Dilese intikamını çabuklaştırır, zalimin yalanını ortaya koyar, hak da nereye varacağını bilirdi. Ancak O, dünyayı amel yurdu, ahireti de ebedi kalınacak yer kılmıştır.O kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırsın. Güzel davrananları da güzellikle mükafatlandırsın. (en-Necm suresi, 31). Bilmiş olunuz ki siz yarın en güçlü kavim olacaksınız. Bu geceyi namaz kılarak, Kuran okuyarak ve Allahtan yardım ve sabır ihsan etmesini dileyerek geçirin ve yarın onları ciddiyetle karşılayın. Bu amellerinizde de sadık ve samimi olun.” Gerçekten bütün askerleri silahlarını hazırlamağa başlamış, Kaab bin Cüeyl adındaki şahıs, askerler arasında dolaşarak şu beyitleri söylemişti:
“Yarın ümmet acayip ve büyük bir işle sabahı karşılayacak, yarın yönetim ve hükümranlık galip gelenin eline geçecek. Ben gerçekten yalan olmayan doğru sözler söyledim. Yarın Arapların ileri gelenleri helak olacak.”
O gece sabaha kadar Ali bütün askerlerini iyice hazırlamış ve onlarla birlikte savaş meydanına girmişti. Muaviye de Şamlılarla birlikte çıkmış ve karşı karşıya gelmişlerdi. Ali Şam askerleri arasında bulunan kabilelerin yerlerini bir bir öğrenmiş ve Ezd Kabilesine seslenerek şöyle demişti: “Ezd Kabilesi sizindir.” Hasam Kabilesi ne de: “Hasamlılar sizindir.” demiş ve Şam tarafındaki her bir kabileye karşı kendi tarafında olan kardeşlerini ve kabiledaşlarını çıkarmıştı. Ancak Şam askerleri arasında kendisinden adam bulunmayan kabilelerden bazılarını Irak tarafındaki diğer bir kabileye yardımcı kuvvet olarak eklemişti. Mesela Buceyle Kabilesinden Şam tarafında çok az kimse olduğu için bu kabileye mensup olanları Lahm Kabilesine ilave etmişti.
O gün çarşamba günü akşama kadar her iki taraf birbirlerine şiddetle girişmiş, çok şiddetli çarpışmalar olduğu halde akşama kadar galip veya mağlup olan belli olmamıştı. Ertesi gün Ali erkenden namaz kılmış ve Şamlılar üzerine büyük bir hamle yapmıştı. Alinin kuvvetlerinin sağ kanadında komutan olarak Abdullah bin Budeyl bin Verka el-Huzai, sol kanadın başında da Abdullah bin Abbas bulunuyordu. Diğerleri de üç kısma ayrılmışlar, Ammar ve Kays bin Sad Abdullah bin Budeylin yanında yer almışlardı. Müslümanlar sancaklarının bulunduğu yerlerde ve merkezlerde yer tutmuşlardı. Ordunun merkezinde de, Medine halkıyla birlikte, Küfelilerle Basralıların tam ortasında Ali yer almıştı. Yanında bulunanların büyük bir kısmı Medine halkından idiler. Bunların büyük bir kısmı ensardandı, ayrıca yine Medine halkından Huzaa ve Kinana Kabilesine mensup kimseler vardı. Ali bu şekilde Şamlıların üzerine atılmıştı. Diğer tarafta Muaviye karargahını düzenlemiş, kendisi için gayet gösterişli bir çadır kurdurmuştu. Üzerine kumaşlar sermiş ve Şamlıların büyük bir ekseriyeti Ona ölünceye kadar savaşacaklarına dair beyat etmişlerdi. Dımaşk kuvvetlerinin atlıları Onun bu çadırını koruyorlardı. Alinin sağ kuvvetlerinin kumandanı olan Abdullah bin Budeyl Muaviyenin sol kuvvetleri kumandanı olan Habib bin Mesleme üzerine atılmış, çok geçmeden Şamlıları Muaviyenin çadırına kadar püskürtmüştü. Bunlar öğle saatlerinde kendilerini Muaviyenin çadırı yanında bulmuşlardı. Abdullah bin Budeyl adamlarını savaşa teşvik ederek şöyle demişti: “Muaviye kendisinin asla hakkı olmayan bir şeyi iddia etmiş, hakkı ve hak ehlini terk ederek onlarla ayrılığa düşmüş ve kendisine denk olmayan kimselere karşı inatlaşmıştır. Hakkı yok etmek için de batıl yolla mücadeleye girişmiştir. O Araplardan ve bedevilerden birçok grubu ve dalalet ehlinden birçok kimseyi size karşı salıvermiştir. Muaviye bu insanların kalplerine fitne tohumlarını ekmiş, bu işi onların boyunlarına yıkmış, hilelerine daha çok hileler katarak onları size karşı çıkartmıştır. işte siz de bu zalim ve isyancılarla çarpışınız ve asla onlardan korkmayınız.Onlarla savaşınız. Allah onları sizin ellerinizle azaba uğratsm. Sizi onlara üstün getirsin ve mÜIninlerin göğüslerini ferahlandırsın.” (et-Tevbe suresi, 14).
Ayrıca Ali de kendi taraftarlarını savaşa teşvik ederek şöyle demişti: “Saflarınızı düzgün tutun, birbirine kenetlenmiş duvar taşları gibi olun. Aranızda zırhlı olanları öne geçirin, zırhsız ve miğfersiz olanları da arkaya çekin. Çarpışmalarda dişlerinizi sıkın, bununla kılıç darbelerinin tepenize inmesini önlersiniz. Sağa sola yayılın, böylece kendinizi mızraklardan daha iyi korursunuz. Savaşırken önünüze bakın, çünkü o kalplerin sükun bulması ve sebat için daha etkilidir. Sakın bağırıp çağırmayasınız, seslerinizi kesiniz, çünkü bu yenilgiye daha çabuk götürür ve böyle yapmak insanı daha vakarlı kılar. Sancaklarınıza dikkat edin, onları yana yatırmayın, sakın eliniz- den bırakmayın ve onları yalnız cesur olanlarınızın eline verin. Sıdk ve sabrı Allahtan dileyin. Biliniz ki sabırdan sonra sizin üzerinize Allahın yardımı inecektir.” Diğer taraftan Yezid bin Kays el-Erhabi kalkmış ve insanları teşvik ederek şöyle demişti: “Müslüman kişi kendi dininde ve görüşünde gerçekten hakkı teslim eden kişidir. Fakat bu karşımızdakiler vallahi bizim kaybettiğimiz bir dini ikame etmek veya yok ettiğimiz bir hakkı yaşatmak için bizimle çarpışıyor değillerdir. And olsun onlar bu dünyada son derece zalim ve zorba bir hükümdar olmak için bizimle çarpışıp duruyorlar. Eğer onlar size hakim olurlarsa -ki Allah onlara hakim olma ve bu konuda sevinme fırsatı vermesin aynen sefih ve dalalet ehli olan Said, Velid ve ibn Amir gibi her biri kendi diyeti babasının, dedesinin diyetleri için cevaz verir ve: “Bu benim için caizdir ve bunda benim için asla bir günah yoktur” der dururlar. Sanki onlar bu ümmetin mallarını babalarının malını dağıtır, onu istedikleri gibi kendilerine alıkoymuşlardı. Fakat bu mallar Cenab-ı Allahın mızraklarımız ve kılıçlarımızla bize ganimet olarak ihsan ettiği mallardır. Ey Allahın kulları! Şu zalim kimselerle çarpışınız. Şunu iyi biliniz ki, onlar size hükümran olacak olurlarsa sizin dininizi ve dünyanızı fesada uğratırlar. Siz bunları çok daha önceden biliyorsunuz, onlardan haberdarsınız. Vallahi onlar bu güne varıncaya kadar sadece kötülük yolunda ilerlemişlerdir.”
Abdullah bin Budeyl Şamlıların üzerine şiddetle atılarak Alinin sağ kanat kuvvetleriyle birlikte Muaviyenin çadırının bulunduğu yere kadar varmıştı. Ancak o anda, ölünceye kadar çarpışacaklarına dair söz veren Şamlılara Muaviye bir emir vererek Abdullah bin Budeyle karşı yürümelerini ve ona karşı koymalarını emretmişti. Muaviyenin sağ kanat askerleri ile sol kanattaki Habib bin Meslemenin yanında bulunanlar Alinin sağ kanadı üzerine birden hücum ederek onları mağlup etmişlerdi. Bunlar öyle bir şekilde dağılmışlardı ki Irak ehlinin sağ kol ve sağ kanat kuvvetlerinden Abdullah bin Budeylin yanında iki yüz, üç yüz kişiden başka kimse kalmamıştı. Bunlar birbirine iyice kenetlenmişlerdi, çarpışmalara devam ediyorlardı. Fakat Müslümanların gözü sanki korkuvermişti. Bunun üzerine Ali Sehl bin Huneyfe yanında bulunan bir grup Medineli ile ortaya atılmasını emretmişti. Bunlara da aynı şekilde Şam askerlerinden büyük bir kitle karşı koymuş, sağ kuvvetlerinin yanına sıkıştırıncaya kadar üzerlerine hamle etmişlerdi. Bu sağ kol kuvvetleriyle merkezde bulunan Alinin arasında Yemen halkı yer almıştı. Bunlar da yenilgiye uğrayıp geri çekilince ve Alinin yanına gelinceye kadar geri gelen askerler hezimete uğramış oldular. Bunun üzerine Ali savaş alanına yaya olarak girmiş ve sol kanat kuvvetlerinden Mudar Kabilesi de dağılınca yalnız Rabia Kabilesi savaşa devam etmişti. Alinin evlatlarından Hasan, Hüseyin ve Muhammed Onunla birlikte, oklar yağmur gibi sağdan, soldan ve omuzlarının üstünden geçtiği halde ilerleyip durdular. Şamlıların arasında hiç bir kimse yoktu ki Ali ile karşılaşmış olsun da mutlaka geri dönmüş olmasın. Nihayet Ebu Süfyanın veya başka bir rivayette Osmanın kölesi olan Ahmer Onu görmüş ve üzerine doğru ilerlemişti. O sırada Alinin azatlısı bulunan Keysan, Ahmerin üzerine atılmış ve birbirlerine girmişlerdi. Meydana gelen bu çatışmada el-Ahmer Keysanı öldürmüştü. O esnada Ali Ahmerin zırhının bir kenarından yakalamış, omuzlarından tutup havaya kaldırarak birden yere çalmış ve iki omuzuyla bir kaç kaburga kemiği kırılıvermişti. Şamlılar Aliye yaklaşmışlar, fakat yaklaştıkları gibi birden geri dönmüşlerdi. Bu arada Alinin oğlu Hasan, babasına şöyle demişti: “Peki böyle bir durumda neden daha da ileriye yürümedin de bu adamlara karşı koymadın.” Ali oğlunun bu sözüne şöyle karşılık vermişti:
“Ey oğulcağızım! Senin babanın belli bir eceli vardır. Bundan ileri gidemeyeceği gibi koşarak gitmesi bu ecelini geciktirmez, yavaş yürüdüğü için de bu eceli daha erken gelip çatmaz. Senin baban o gün gerçekten üzerine ölüm mü düşmüştü yoksa kendisi mi ölüme yaklaşmış diye aldırış etmez.” Sonra Ali Rabia Kabilesinin bulunduğu yere varınca en yüksek sesiyle, sanki hiç de tasalı ve üzüntülü değilmiş ve Müslümanların hiç de üzüntüleri yokmuş gibi:
“Bu sancaklar kimindir?” diye sormuş, Rabia Kabilesine ait olduğu söylenince şöyle demişti: “Bunlar öyle sancaklardır ki Cenab-ı Allah onların sahiplerini korumuş, unlara sabırlar ihsan etmiş ve savaşta sebat etmeleri için onlara güç vermiştir.” Sonra Hudaym bin Münzire: “Ey genç adam! Sen şu sancağını bir zira kadar ileriye götürebilir misin?” diye sormuş, genç adam: “Değil bir zira, on zira bile ileriye götürebilirim” demiş ve sancağı alıp karşı tarafın kuvvetlerine doğru yürüyüp gitmiş, Ali: “Dur.” deyinceye kadar ilerlemişti. Rabia Kabilesinin yanına vardığı zaman onlar birbirlerine seslenerek şöyle demişlerdi: “Ey Rabia Kabilesi! Eğer müminlerin emiri sizin aranızda öldürülecek olursa, sizden tek bir kişi sağ kaldığı takdirde Araplara karşı rezil oldunuz demektir.” Sonra gerçekten benzeri görülmemiş büyük ve şiddetli bir çarpışmaya girişmiş ve örnek bir mücadele ortaya koymuşlardı.
Ali karşı tarafın ordularına doğru ilerlerken el-Eştere rast gelmişti. el-Eşter sağ kanat kuvvetlerinin önünde oturmuştu, sanki korkar gibi bir hali vardı. Ali Ona: “Ey Malik!” diye seslenmiş, O da: “Buyrun ey müminlerin emiri!” diye cevap verince Ali şöyle demişti: “Git şu adamlara şunları söyle: “Asla acze düşüremeyeceğiniz ve dünya hayatında kurtulamayacağınız ölümden nereye kaçıyorsunuz? Bu dünya hayatı bize asla kalacak değildir.” el-Eşter gidip adamlarını karşılamış, yenilmiş olarak geri dönerlerken onlara Alinin söylediklerini duyurmuş ve şöyle seslenmişti: “Ey insanlar! Ben Eşterim, bana doğru geliniz.” Bir kısmı el-Eştere doğru yanaşmış, bir kısmı ise çekip gitmişti. el-Eşter bir daha seslenerek: “Ey insanlar! Sizin bu güne kadar savaştığınız insanların en kötüleri bu gün kendileriyle savaştığınız kimselerdir. Ey Mezhic Kabilesi! Bana doğru geliniz.” deyince Mezhic Kabilesi gelmiş, onlara şöyle demişti: “Siz Rabbinizi razı etmiş ve düşmanınızı bu konuda Allahı razı edecek şekilde karşılamış değilsiniz. Peki, böyle olduğu halde nasıl savaş çocukları olduğunuzu söyleyip duruyorsunuz? Sizler her türlü akın yapan adamlardınız hani? Hani siz sabah aydınlığının genç adamlarıydınız? Hani siz düşmanını kovalayan süvariler idiniz? Hani siz ölümü tabii karşılayan kahramanlardınız? Hani sizler o Mezhic Kabilesi idiniz de sizden evvel ve sizden daha çabuk intikam alan kimse olmuyordu ve sizin asla kanınız dökülmüyordu? Bugün işte intikam günüdür. Siz dininize yardımcı olunuz ve bu konuda samimi davranınız. işte karşınızda düşmanınız sizi karşılamayı bekliyor. Allah sadıklarla beraberdir.” Sonra el-Eşter Şam halkını işaret ederek: “Nefsimi elinde tutan Allaha yemin ederim ki bu adamlar içerisinde bir sineğin kanadında bulunan ufacık bir şey kadar dini gayreti olan bir tek kimse mevcut değildir. Şu yüzünüzdeki karalığı giderin de tekrar kanı ve rengi dönsün. Siz bu büyük topluluğun ve kalabalığın yanında olunuz, çünkü Cenab-ı Allah, onda bir gedik açacak olursa etrafındakiler de onu takip eder ve bunlar çözülüp gider.”
Sonra bu Mezhic Kabilesi el-Eştere hitap ederek: “Bizi istediğin gibi bulacaksın” demişlerdi. el-Eşter onların en kalabalık bulunduğu ve sağ kanatlarının yenildiği yere doğru gitmiş, onları tekrar toplamış ve Hemdandan sekiz yüz kadar bir savaşçı grubuna rast gelmişti. Bu savaşçılar sağ kanatta gerçekten yüz seksen asker ve on bir reisIeri öldürülünceye kadar yerlerinde sabretmişlerdi. Bunların ilki Züeyb bin Şüreyh olup ondan sonra Şurahbil, arkasından Mürşid öldürülmüşlerdi. Sonra Şüreyhin oğulları Hübeyre, Yerim ve Sümeyr de öldürülenler arasında idiler. Bunların öldürülmesinden sonra sancağı Beşirin iki oğlu Amire ve Hars ellerine almış, onlar da öldürülmüşlerdi. Arkasından Zeydin oğulları Süfyan, Abdullah ve Bekir sancağı ellerine almış, fakat hepsi de öldürülmüşlerdi. Bunların sancaklarını Vehb bin Kureyb eline alarak kavminden geri kalanlarla birlikte ileriye atılmıştı. Şöyle diyorlardı: “Keşke bizim sayımız kadar Araplardan başka bir grup olsaydıda bizimle ölüm üzerine sözleşiverselerdi. ölüm üzerine sözleşelim de sonra tekrar savaş meydanına atılalım; ya tamamen öldürülünceye, ya da zafer elde edinceye kadar dönmeyelim. ” Onlar böyle seslenirlerken el-Eşter sözlerini duymuş ve onlara şöyle demişti: “Ben ya zafer elde edinceye veya tamamen helak oluncaya kadar savaşmak üzere sizinle anlaşıyor ve size söz veriyorum.” Eşterin bu sözleri üzerine onunla birlikte savaşta yer almışlardı. Sonra el-Eşter sağ kanat kuvvetlerinin bulunduğu yere yönelmiş, diğerleri de etrafında toplanmış, tekrar bir araya gelip Basra halkı ve diğerleri de onlara katılmışlardı. el-Eşter uğrayıp da geri püskürtmediği ve geri çevirmediği hiç bir topluluk bırakmamıştı. Bu şekilde çarpışıp duruyorken Ziyad bin Nadr el-Harisi ona doğru gelmiş, fakat yenilivermişti. Çünkü Ziyad bin Nadr Alinin sağ kuvvetleri üzerine hamle yaptığında Abdullah bin Budeylin orada kumandanlık yaptığını tahmin etmişti. Ziyad bir anda hamle yapıp sancaklarını sağ kanat kuvvetleri üzerine ilerletmeğe başlamış, onlar da yerlerinde durmuş, sabretmiş ve onu yeninceye kadar çarpışmağa devam etmişlerdi. Ziyadın mağlup olup dönmesi üzerine Yezid bin Kays elErhabinin sancaklarını alıp, sağ kanat kuvvetleri üzerine hamle yaptığı görülmüştü. el-Eşter Yezidin, üzerlerine geldiğini görünce şöyle demişti: “işte vallahi en güzel sabır ve en mükemmel iş ve amel yapma zamanı şu andır. Bir adam öldürülmeden buradan kaçıp giderse utanmayacak mı? Veyahut da keşke öldürülseydi diye temenni edilmesi onun için daha mı iyidir?” Sonra onlarla şiddetli çarpışmalara girişmişti. Hars bin Cümahan el-Cafi Onun yanında çarpışıp duruyordu. el-Eşter yanındakilerle birlikte tekrar geri dönüp gelenlerle şiddetli çarpışmalara girişmiş ve Şam askerlerinden önüne gelen herkesi dağıtmIş ve onları Muaviyenin çadırına kadar sürüklemişti. Bu çarpışmalar o günün ikindi namazı ile akşam namazı arasında meydana gelmişti. Abdullah bin Budeylin yanında iki yüz, üç yüz kişilik bir kuvvet bulunuyordu, utançlarından yere çakılmış cesetler gibi olmuşlardı. Şam halkı onları dağıtmıştı, ancak kardeşlerinin nasıl çarpıştıklarını da görüp duyuyorlardı. O sırada Abdullah bin Budeyl ve yanındakiler: “Müminlerin emiri ne yapıyor?” diye sormuşlar ve: “Gayet iyidir, hayattadır ve sol kuvvetleri de önünde savaşıp duruyorlar” diye cevap almışlardı. Bunun üzerine: “Allaha binlerce şükürler olsun! Biz sizin ve müminlerin emirinin öldürüldüğünü zannediyorduk!” demişler, sonra Abdullah bin Budeyl dönüp arkadaşlarına şöyle seslenmişti: “Bize doğru yaklaşınız!” elEşter Ona: “Sakın bir şey yapmayasın; yanındakilerle birlikte yerinde dur, bu senin ve arkadaşların için daha hayırlıdır.” demiş, fakat Abdullah bin Budeyl Eşterin sözünü dinlemeyerek eline iki kılıç almış, yanındakilerle birlikte etrafında dağlar gibi insanlar bulunduğuna aldırmayarak. Muaviye ve adamları tarafına kayıp gitmişti. Elindeki kılıçlarla önüne çıkan herkesi doğruyor, öldürüyordu. Hatta büyük bir grubu öldürdükten sonra Muaviyenin bulunduğu yerin çok yakınına ulaşmıştı, o anda Muaviyeye yakın bir yerde bulunan Şamlılardan büyük bir kitle Onu ve arkadaşlarını karşılamış ve etraflarını çevirmişlerdi. Abdullah ve arkadaşları birçok kimse telef oluncaya kadar çarpışıp durmuşlar, nihayet onlardan çok küçük bir grup yaralı olarak geri dönmüştü. Bundan sonra el-Eşter Hars bin Cemahan el-Cafiyi hezimete uğrayan Abdullah ve arkadaşlarını takibe gelen Şamlılara karşı koymak üzere göndermişti. Hars bin Cemahan gelen Şamlılara karşı koymuş ve onları geri çevirerek el-Eşterin yanına geri dönmüştü. Abdullah bin Budeyl öldürülmeden önce şiddetli çarpışmalara girmiş ve büyük kahramanlıklar göstermişti. Onun gayet mükemmel savaştığını gören Muaviye şöyle demişti: “Bu milletin koçunu görüyor musunuz?” Abdullah öldürüldüğünde Muaviye adamlar gönderip bunun kim olduğunu araştırmış, fakat Şamlılardan Onu tanıyan kimse çıkmamıştı. Muaviye kendisi gelip bakmış ve gördüğü anda tanıyarak: “Bu Abdullah bin Budeyl dir. Vallahi eğer Huzaa Kabilesinin kadınları Onu öldürdüğümüzü bilseler bizimle çarpışır ve erkeklerinden daha çok karşı koyarlardı. ”
Sonra el-Eşter Akk ve Eşariler üzerine hücum ederek Mezhic Kabilesine: “Siz Akklılara yöneliniz.” demiş ve Hemdan Kabilesi arasına girip Kindelilere de: “Siz de Eşarilere karşı çarpışınız.” diye tavsiye etmişti. Bu iki grup karşı karşıya gelmiş ve akşama kadar büyük çarpışmalara girişmişlerdi. Diğer taraftan el-Eşter de yanına Hemdanlıları alarak yine Ali taraftarlarından bazı gruplarla Şamlılara karşı koymuş ve onları mağlup ederek bulundukları yerden geri atmıştı. el-Eşterin önünden geriye doğru çekilenler Muaviyenin etrafını saran ilk beş safın yanına ulaşmışlardı. Sonra Muaviyenin etrafında birbirlerine bağlı olarak Onu korumak üzere duran saflara kadar hücum edip dört safı dağıtmış, beşinci safın yanına kadar ulaşmıştı. Bunun üzerine Muaviye atının getirilmesini emretmiş ve getirilince savaş meydanına atılmıştı.
Bu konuda şöyle demişti: “Bu noktadan sonra kaçmayı düşündüm, fakat birden ibn itnaba el-Ensarinin sözlerini hatırlayınca kaçmaktan vazgeçtim. Sonra Amr bin el-As bana doğru bakarak;Bugün sabır günüdür, yarın da övünme günü olacaktır. diye söyleyince ben de Ona:Doğru söyledin. diye karşılık verdim. ”
Sonra Ali taraftarlarından Cündeb bin Züheyr Şam tarafında bulunan Ezd Kabilesinin reisini teke tek çarpışmağa davet etmiş, ancak Şamlı Onu öldürmüştü. Bu arada onun taraftarlarından Abdullahın iki oğlu icl ve Saad ile birlikte Ebu Zeynep bin Avf ve onların taraftarlarından bir grup adam da öldürülmüştü. Sonra Abdullah bin Ebil-Husayn el-Ezdi, Ammar bin Yasirin yanında bulunan hafızlarla birlikte savaş meydanına atılmış, bu arada o da öldürülmüştü. Ukbe bin Hadid en-Nümeyri ortaya çıkarak şunları söylemişti:
“Biliniz ki dünya otlakları kupkuru bir çöl haline gelmiştir. Ağaçları tamamen kurumuş, demirleri çürümüş, tatlıları acımtırak bir hale gelmiştir. Ben dünyayı iyice gözümde kararttım ve nefsim bu dünyadan usandı artık. Ben şahadeti temenni ediyorum, ortaya çıkacak bütün birliklere akın yapacağım. Allahtan temenni ederim ki beni bugün şahadete erdirsin. Bu gün şu içinde bulunduğum anda hücuma kalkacağım. Nefsimi bu şahadetten mahrum etmek istemiyorum. Neden bakıp duruyorsunuz? Allahın düşmanlarına karşı neden cihada çıkmıyorsunuz, ey Allahın kulları?” Bu şekilde uzun bir konuşma yapmış ve sözlerini şöyle bitirmişti: “Ey kardeşlerim! Ben bu dünyayı onun arkasından gelecek dünya ile değiştiriyorum.” Onun bu sözlerinden sonra kardeşleri Ubeydullah, Avf ve Malik arkasından koşarak: “Vallahi biz de senden sonra dünyanın hiçbir rızkını talep etmeyeceğiz.” diye söylemiş ve ölünceye kadar çarpışmışlardı. Sonra Şemr bin Zil-cevşen çarpışmak için ortaya çıkmış, Ethem bin Muhriz el-Bahili yüzüne bir kılıç darbesi vurup yaralamış, Şemr de Onu yaralamışsa da pek bir zarar verememişti. Bunun üzerine Şemr geri dönmüş, bir miktar su içmişti. Gayet susamış bir halde idi. Sonra arkasından mızrağını alarak Ethemin üzerine hücum edip yaralamış ve bu yaraya karşı: “işte sana bir darbe!” şeklinde söylemişti.
Büceyle Kabilesinin sancağı Ebu Şeddad Kays bin Hübeyre elAhmasinin elinde idi. Onun lakabı Kays bin Mekşuh idi. Kays Kabilesine ve kavmine şöyle seslenmişti: “Vallahi ben sizi alıp bu altın kalkanlı adamın üzerine gidiyorum. Altın kalkanlı adam Abdurrahman bin Halid idi. Abdurrahman son derece kahramanca savaşıyordu. Kays bin Hübeyre adamlarını alarak bu altın kalkanlı adamın bulunduğu yere doğru ilerlemiş, karşısına Muaviyenin Rum bir kölesi çıkmış ve Ebu Şeddad da ona bir darbe vurarak öldürmüş, bunun üzerine de Şamlılar tarafından üzerine yapılan mızraklı hücumlarla öldürülmüştü. Onun ölümü üzerine Büceylenin sancağını Abdullah bin Kıl elAhmesi eline almış, O da öldürülünceye kadar çarpışmıştı. Arkasından sancağı Afif bin Iyas alarak her iki ordu birbirinden ayrıldığı ana kadar sancağı elinde tutmuştu. Kays bin Ebi Hazimin kardeşi Hazim bin Ebi Hazim ve Resulallahın ashabından olan babası o gün öldürülmüşlerdi. Aynı şekilde Alinin yanında yer almış bulunan Buceyl Kabilesine mensup Nuaym bin Sühayb bin Ayle de öldürülmüştü.
Ali, sağ kanat kuvvetlerinin tekrar geriye yerlerine döndüklerini, eski yerlerini aldıklarını ve düşmanlarından üzerlerine gelen kuvvetleri gerisin geriye püskürterek yerlerine ve merkezlerine kovalayıncaya kadar vurduklarını görünce onlara doğru gelmiş ve şöyle hitap ta bulunmuştu: “Ben sizin yaptığınız çarpışmalarda yerlerinizde ve tuttuğunuz saflarda Arapların ayak takımı ve Şamlıların rezil grupları tarafından nasıl kuşatıldığınızı ve yerlerinizden atıldığınızı gördüm. Halbuki sizler Arapların ileri gelenleri, reisleri ve şereflileri olup, gecelerini Kuran tilavetiyle geçiren, hakka davet eden kimselersiniz. O geri kaçışınızdan sonra tekrar onlar üzerine hamle yapıp da onları kovalayarak geri çevirmemiş olsaydınız vallahi savaş gününde gerisin geriye kaçan bir adama vacip olan bir ceza size de çarpabilirdi ve o zaman yok olup gidebilirdiniz. Ancak onların sizi kovalamaları gibi son anda sizin de onları kovalamanız, saflarınızı dağıttıkları gibi sizin de onların saflarını dağıtmanız ve ta yerlerine kovalamış deve sürüleri gibi ilkinden sonuncusuna kadar perişan etmeniz benim gönlüme su serpti ve gönlümdeki bütün sıkıntılara şifa verdi. Şimdi artık sabrediniz, direniniz. Sizin üzerinize Allahın sekinesi inmiş ve yakin ile sizin ayaklarınıza sebat vermiştir. Böylelikle hezimete uğrayan kişinin Allahın gazabına uğradığı ve helak olduğu bilinmiş oluyor.” Ali bu şekilde uzun bir konuşma yapmıştı.
Bişr bin isma el-Murri adındaki kişi Muaviyenin taraftarlarındandı.
Sıffin Savaşı meydana gelince Bişr Malik bin el-Akadiye el-Cüşeminin Şamlıların üzerine saldırdığını görmüş, bunun üzerine gazaplanarak Malikin üzerine atılmış, ikisi bir saat kadar birbirlerini kovalayıp çarpıştıktan sonra Bişr bin isma Maliki yaralamıştı. Bu yara öldürmeyecek bir yara idi, ancak Bişr Onu yaraladığına pişman olmuştu. O son derece zalim bir kimse diye bilinmekte idi.
Abdullah bin Tufeyl el-Bekkai, Şamlılar üzerine bir hücum yapmış, savaş meydanına atılınca Irak ehlinden olup, Muaviyeye katılmış bulunan Temimoğullarından Kays bin Mürre adında biri karşısına çıkarak birden mızrağını iki omuzu arasına dayamıştı. O anda Abdullahın Yezid bin Muaviye adındaki amcası oğlu yetişerek mızrağını bu Temimlinin iki omuzu arasına dayayıvermiş ve; “Vallahi eğer Onu vuracak olursan ben de aynı şekilde seni öldürürüm” demişti. Bunun üzerine Temimli: “Allahın ahdi ve misakı üzerine olsun ki eğer ben mızrağımı kaldırırsam sen de aynı şekilde mızrağının ucunu üzerimden kaldırırsın.” demiş, Yezid bin Muaviye de: “Evet.” diye karşılık verince Temimli mızrağını Abdullahın sırtından çekmiş, Yezid de aynı şeyi yapmıştı.
Savaşın devam ettiği bir sırada Akkoğullarından birisi Şam taraftarlarından olarak ortaya çıkmış ve dövüşmek için adam istemişti. Bunun üzerine Kays bin Fehdan el-Kindi karşısına çıkarak birbirlerine silah çekmişler, bir saat kadar mücadele ettikten sonra Abdullah Onu yaralayıp öldürmüştü.
Muaviyeye kaçanlardan birisi olan Kays bin Yezid ortaya atılmış, Ebu Amarrata bin Yezid de Ona karşı çıkmıştı. çarpışmağa girişmeden önce birbirleriyle tanışıp kim olduklarını anlamışlar, sonra çarpışmaktan vazgeçerek geriye dönmüşler, her biri döndüğü yerdeki arkadaşlarına kardeşi ile karşılaşmış olduğunu söylemişti. Sıffın Savaşında Tayy Kabilesi kahramanca çarpışmış ve onlardan birçok kimse öldürülmüştü. Hümra bin Malik el-Hemdani adındaki şahıs gelerek bunların kim olduklarını sormuş, Onun bu sorusuna Alinin taraftarlarından iyi bir şair ve hatip olan Abdullah bin Halife şöyle demişti:
“Biz ovaların, kumların, hurmalıkları olan sarp dağların adamları olduğumuz gibi mızrakların, savaşların da evlatlarıyız. Biz sabah atlılarız, biz Tayylıyız.” Bunun üzerine Hümra bin Malik şöyle demişti: “Sen kendi kavmini gayet güzel övüp anlatıyorsun.” Savaşın şiddetli bir anında onlara şöyle seslenmişti: “Ey Tayyoğulları! Benim neslim ve atalarım size feda olsun. çarpışınız. Din uğruna ve iyilikler adına çarpışınız.” O günde Bişr bin Asus ortaya atılıp savaşmış, fakat bir gözünü kaybetmişti.
Aynı şekilde Sıffin Savaşında Neha Kabilesi kahramanca savaşmıştı.
Hevzenin oğulları Hayyan ve Bekir öldürülmüşlerdi. Ayrıca Şuayb bin Nuaym, Rabia bin Malik bin Vehbil ve meşhur fakih Alkame bin Kaysın kardeşi Ubey de öldürülenler arasındaydılar. Alkamenin o gün ayağı kesilmişti. O hep şöyle derdi: “Ayağım bana eskisinden daha sıhhatli görünüyor ve bu bana daha sevimli geliyor; çünkü bu ayağımla Allahtan sevap bekliyor ve onunla mükafatlandırılacağımı tahmin ediyorum.”
Alkame şöyle anlatır: “Bir gün kardeşim Ubeyi rüyamda gördüm, Ona:Ahirette nelerle karşılaştınız? diye sordum, bana şöyle dedi:Bizler karşımızdaki kavimle karşı karşıya Allahın huzuruna getirildik. Delillerimizi ortaya koyup onları bu delillerle ilzam ettik. Ben bu rüyadan dolayı sevindiğim kadar hiç bir şeye sevinmemişimdir.”
Alkamenin kardeşi UbeyeNamazcı Ubey diye isim verilirdi; çünkü o gerçekten çok çok namaz kılan bir adamdı.
Bu çarpışmalar sırasında Şam halkından kendilerine katılanlarla birlikte Himyer Kabilesi ortaya atılmıştı. Başlarında Zil-Kila yer almış olup, yanında da Ubeydullah bin Ömer bin el-Hattab vardı. Bunlar Şam askerlerinin sağ kanat kuvvetlerini oluŞturuyorlardı. Hücuma kalkarak Irak askerlerinin sol kanat kuvvetlerini oluşturmakta olan Rabia Kabilesi üzerine hücum etmişlerdi. Abdullah bin Abbas da bu sol kanat kuvvetlerinin başında bulunuyordu. Himyer Kabilesi ve yanında bulunan Şamlılar Rabia Kabilesinin üzerine şiddetli bir hücuma geçmişler ve Rabia Kabilesinin sancağı sarsıntıya uğramıştı. O gün Rabianın sancağı Ebu Sasan Hudayn bin Münzirin elinde bulunuyordu. Bir müddet çarpıştıktan sonra Şam askerleri geriye çekilmiş, fakat Ubeydullah bin Ömer tekrar hücuma kalkarak Şamlılara şöyle seslenmişti: “Ey Şam halkı! Biliniz ki, burada toplanmış olanlar Iraklılardan Osmanı öldüren ve Aliye yardımcı olan kimselerdir.” Onun bu sözleri üzerine tekrar hücuma geçmişler, aralarında çarpışmalar meydana gelmiş ve Rabia Kabilesi de fevkalade direnme göstermişti. Ancak Rabia Kabilesinden çok az miktarda kimse dayanamayıp yenilgiye uğramışlardı. Gerçekten sancakları ellerinde tutanlar iyi direnmiş, koruyucular gayet iyi çarpışmış ve fevkalade kahramanca savaşmışlardı. Bu sırada Rabia Kabilesine mensup olan Halid bin el-Muammer yenilgiye uğrayanlar arasındaydı. Ancak sancakları ellerinde tutanların yerlerinde durup direndiklerini görünce o da geri dönmüş, yenilerek kaçanlara da tekrar dönmeleri için emir vermiş ve hep birlikte savaşa katılmışlardı. Halid bin Muammer Aliye şikayet edilmiş ve Muaviye ile mektuplaştığı dedikoduları yayılmıştır. Ali Onu Rabia Kabilesinden bazı kimselerle huzuruna çağırmış, bu söylenenlerin doğru olup olmadığını sormuş ve şöyle demişti: “Eğer gerçekten bu söylenenleri sen yapmış isen hemen buradan çık ve Muaviyenin hükmünün geçmediği her hangi bir beldeye git.” Ancak Halid bunu reddetmişti.
Rabia Kabilesi bu konuda şöyle demişti: “Ey müminlerin emiri! Eğer böyle yaptığını bilsek kesinlikle Onu öldürürdük.” Ali de Ondan kesin bir söz almış bulunuyordu. Fakat Halid bu çarpışmalar sırasında birden geriye çekilip kaçmağa başlayınca bazıları Onu itham etmişlerdi. Halbuki O şöyle demişti: “Ben bizim kabileden bazı adamların yenilgiye uğrayıp kaçtıklarını görünce onları geri çevirmek için gittim, onları tekrar toplayıp bana itaat edenlerle birlikte yanınıza geldim.” O çarpışmaların yapıldığı yere tekrar geri gelince Rabia Kabilesinden olanları savaşa teşvik etmiş ve Rabialılar Himyer Kabilesi ile Ubeydullah bin Ömere karşı şiddetle çarpışmış ve onların arasından birçok kimse öldürülmüştü. Son derece güçlü kuvvetli bir adam olan Sümeyr bin er-Reyyan el-icli de öldürülmüştü. Ziyad bin Ömer bin Hasafa Abdikays Kabilesine gelerek Bekir bin Vail Kabilesinin Himyer Kabilesinden çektiklerini bildirmiş ve onlara şöyle demişti:
“Ey Abdikays Kabilesi! Bu günden sonra artık Bekir Kabilesi diye bir kabile olmayacaktır,” Bunun üzerine Abdikaysoğulları, Bekroğullarına yetişerek onlarla birlikte Himyer Kabilesi üzerine saldırmış ve Zül-Killa elHimyeri ile Ubeydullah bin Ömer bu arada öldürülmüşlerdi. Ubeydullah bin Ömeri Basra halkından Teymullah bin Salabaden Mahrez bin Sahsah öldürmüştü. Ubeydullahın kılıcını Zül-Veşah adında biri almıştı. Bu kılıç babası Ömerin kılıcı idi. Muaviye, Irakı eline geçirdikten sonra bu kılıcı ZülVeşahtan geri almıştı. Başka bir rivayette ise Ubeydullah bin Ömeri Hani bin Hattab el-Arhabi veya Malik bin Amr et-Tini el-Hadrami öldürmüştü.
Ammar bin Yasir ortaya çıkıp Müslümanlara şöyle seslenmişti: “Allahım! Çok iyi biliyorsun ki -eğer nefsimi bu denize atmakla senin rızanı kazanacağımı bilseydim mutlaka bunu yapardım. Eğer senin rızanı kazanmak bu şekilde mümkün olsaydı kılıcımın keskin ucunu karnıma sokar, sonra sırtımdan çıkıncaya kadar üzerine eğilip dururdum. Vallahi bu gün bildiğim bir şey var, bu fasık adamların yapacağı cihattan daha hayırlı bir iş yapacağım. Senin rızanı kazanmak için bundan daha hayırlı bir iş olduğunu bilseydim mutlaka o işi yapmış olurdum. Vallahi ben şu anda sizi öyle bir şekilde vurup duran ve kasıp kavuran bir topluluk görüyorum. Onların bu darbelerinden gayet güçlü kuvvetli kahraman adamlar bile titrer. Vallahi onların vurmuş oldukları bu darbeler bizi gerçekte yok etse bile mutlaka askerimizin hak üzere, onların ise batıl üzere olduklarını söylerim.” Sonra Ammar oradakilere: “Allahın rızasını dileyip de sonra tekrar dünya malına ve çoluk çocuğuna dönmek istemeyen kimse var mı?” diye sormuş, bir grup insan etrafında toplanınca da şöyle seslenmişti: “Haydi hep birlikte şu Osmanın kanını talep eden insanların üzerine yürüyelim. Vallahi onlar Osmanın kanını talep ediyor değillerdir. Onlar dünyanın ve dünya makamının tadını aldılar da onu tercih ettiler ve çok iyi biliyorlar ki eğer hak onların arasında hükmedecek olursa onlarla bu dünya zevkleri içine dalıp durdukları hayatları arasına girmiş olacak ve onları bu nimetlerden uzak tutacak. Onların islami hayatta her hangi bir öncelikleri yoktur ki bu öncelikleriyle Müslümanların kendilerine itaat etmelerini istesinler ve bu hilafet yükünü YÜklensinler. Onlar: “Bizim imamımız zulmen öldürüldü” diyerek kendi etrafındaki adamları aldattılar. Gayeleri gerçekten zorba hükümdarlar olmaktır, işte şu gördüğünüz noktaya gelmişlerdi. Eğer onların bu iddiaları olmamış olsaydı Müslümanlardan iki kişi bile onlara tabi olacak değildi. Allahım! Eğer bize yardım edip zafer ihsan edersen işte bu yardım ve zaferden daha güzel bir şeyasla olamaz. Ve eğer zafer onların tarafında olacaksa, ey Rabbim, kullarına yapmış oldukları bu zulümler sebebiyle onların azabını arttır.” Sonra Ammar bin Yasir etrafında bulunan bu grupla birlikte savaş alanına doğru ilerlemeğe başlamış ve Sıffin Vadisinde nereye uğramışsa Resulallahın ashabından Ona katılmayan kimse olmamıştı. Sonra Ammar bin Yasir Mirkal diye bilinen Haşim bin Utbe bin Ebi Vakkasın yanına uğramıştı. O, Alinin sancağını taşıyanlardan biri olup tek gözlü idi. Ona şöyle demişti: “Tek gözlü ve korkak adam olmaz. O tek gözlü olduğu halde yine şu kötülükler gölgeleniyorsa Onda hayır yoktur. Haydi, bin atına da bizimle gel.” Ammarın bu sözleri üzerine, Haşim atına binip Ammarın yanındakilere katılmıştı. Ammar Ona şöyle diyordu: “Haydi yaklaş ey Haşim! Cennet kılıçların gölgesi altındadır, ölüm işte bu civarlarda dolaşıyor. Göklerin kapıları açılmış, huriler süslenmiş bekliyor. işte bu gün sevgililer Muhammed ve Onu sevenlere katılırlar.” Sonra Ammar, Amr bin el-Asa yaklaşarak şöyle demişti: “Ey Amr! Sen dinini Mısırla mı değiştirdin? Hay gözün kör olsun!” Amr bin el-As: “Hayır, Ben Osmanın kanını talep ediyorum.” deyince Ammar bin Yasir Ona: “Vallahi benim bildiğim bir şey varsa senin hiç bir konuda Allahın rızasını talep etmediğindir. Şunu bil ki eğer bu gün öldürülmezsen yarın nasılolsa öıürsün. Ve sen kendin düşün, insanlar kendi niyetlerine göre mükafatlandırılırlar. O halde senin niyetin nedir? Onu bir kendi kendine sor. Sen bu sancağı taşıyan kimseye ve Resulallaha karşı daha evvel üç defa savaşmıştın. Bu diğerlerinden daha hayırlı bir çarpışma değildir.” Sonra Ammar bin Yasir kahramanca savaşmağa başlamış ve öldürülünceye kadar savaşıp durmuştu.
Hibbe bin Cüveyn el-Urani şöyle anlatır: “Bir gün Huzeyfe bin el-Yemana:Bize bir şeyler anlat, biz fitnelerden korkuyoruz. dedim. O da şöyle dedi:Sümeyyenin oğlunun bulunduğu topluluk içinde olunuz, çünkü Resulallah bu konuda şöyle buyurmuştu:Ammarı isyancı bir kitle öldürecektir. Onlar yoldan sapmış kimselerdir. Onun dünyadan son rızkı bol su ilave edilmiş süt olacaktır.”
Hibbe bin Cüveyn şöyle devam eder: “Ben Ammarı öldürüldüğü gün gördüm, şöyle diyordu:Bana dünyadaki son rızkımı getirin, bir şeyler yiyeyim. Ona bol su ilave edilmiş bir kase dolusu süt getirildi. O sütü içtiği kasenin kırmızı bir çizgisi vardı. Ammar sütü içerken şöyle diyordu:
Vallahi bizi vurup da darmadağın etseler bile yine bizlerin hak üzere, onların ise batıl üzere olduklarını biliyorum. Bu sözleri söyledikten sonra savaş alanına girmiş ve öldürülmüştü.”
Ammarı Ebu el-Gaziye adında birisi öldürmüş, başını da ibn Hüveyy es-Sekseki adında birisi kesmişti. Başka rivayetlerde ise onu başkalarının öldürdüğü kaydedilir.
Zül-Kila el-Himyeri, Amr bin el-Asın şöyle dediğini işitmişti: “Resulallah şöyle buyurmuştu:Ammar bin Yasir… Onu isyancı bir kitle öldürülecek ve dünyada içeceği son şey bol su katılmış süt olacaktır. Zül-Kila Amr bin el-Asa: “O halde ey Amr, sana yazıklar olsun! Bu durum nedir?” demiş, Amr ise: “Ammar bize dönecektir” diye karşılık vermişti. Zül-Kila Ammarın öldürülmesinden evvel Muaviyenin tarafında iken öldürülmüştü. Arkasından Ammar da Alinin yanında iken öldürülmüştü. Ammarın öldürülmesi üzerine Amr bin el-As Muaviyeye şöyle demişti: “Ben bu ikisinden hangisinin öldürüldüğüne sevineyim, bilmiyorum. Ammarın öldürüldüğüne mi sevineyim? Vallahi eğer Zül-Kila Ammarın öldürülmesinden sonraya kalmış olsaydı Şam halkının tümüyle birlikte Alinin yanına gider, Ona katılırdı.” Sonra Muaviyeye bir sürü adam gelerek her biri Ammarı kendisinin öldürdüğünü ileri sürmüş, bunun üzerine Amr bin el-As Ammarı öldürdüklerini iddia edenlere şöyle demişti: “Onun öldürülmeden önce neler dediğini işittin?” Bu soruya cevap veremeyenler lafı karıştırmağa başlamışlardı. Sonra Hüveyy es-Seksekinin oğlu Amrın bu sorusuna muhatap olunca:
“Ben Onu öldürdüğüm zaman şöyle diyordu: “Bu gün Muhammede ve Onun taraftarlarına sevgi besleyenler onlara kavuşacaklardır.” Bunun üzerine Amr bin el-As Hüveyy as-Seksekinin oğluna: “işte onu öldüren sensin.” demiş, sonra şunları ilave etmişti: “Yalnız yavaş ol. Sakın zafer kazandığını sanmayasın. Allah senin ellerini zelil kılmıştır.”
Başka bir rivayette ise Ammarı Ebul-Gaziyenin öldürdüğü ve Haccac zamanına kadar yaşadığı söylenir. Ebul-Gaziye bir gün Haccacın huzuruna çıkmış, Haccac da Ona izzet ve ikramda bulunarak şöyle sormuştu:
“Sümeyyenin oğlunu sen mi öldürdün?” Haccac bu sözleriyle Ammarı kasdediyordu. Ebul-Gaziye: “Evet ben öldürdüm” diye karşılık vermiş, Haccac Ona ve etraftakilere şöyle demişti: “Kıyamet gününde en büyük azaba çarptırılıp en çok bağıracak kişiyi görmek isteyenler işte şu Sümeyyenin oğlunu öldüren adama bakıversin.” Sonra Ebul-Gaziye Haccactan bazı şeyler ister, fakat Haccac kendisine hiç bir şey vermez. Bunun üzerine Ebul-Gaziye: “Biz onlara dünya işlerinde yardım ediyor ve dünyalarını mamur etmeye çalışıyoruz, onlarsa bize hiçbir şey vermiyorlar ve benim kıyamet gününde en çok bağıracak ve azaba uğrayacak adam olduğumu söylüyorlar.” der. Haccac Ona şöyle karşılık verir: “Evet, vallahi Ammarı öldüren kişinin bir dişi Uhud Dağı kadar, baldırı Verikan Dağı gibi, oturduğu yer Medine ve Rebeze gibi bir yer olsa kıyamet günü çektiği azaptan yine de sesi çıktığı kadar bağırıp çağıracaktır. Eğer Ammarı yeryüzündeki insanların tümü öldürmüş olsaydı onların hepsi cehenneme girerdi.”
Abdurrahman es-Sülemi şöyle anlatır:
“Ammar bin Yasir öldürüldüğünde Muaviyenin askerleri arasına dalıp onların Ammarın öldürülmesinden bizim etkilendiğimiz gibi etkilenip etkilenmediklerini görmek istedim. Ammar öldürüldüğünde biz birden savaşı bırakmış ve karşımızdakilerle Çarpışıp dururken birden dövüşü terk edip karşı karşıya gelip konuşmağa ve bu olayları birbirimize anlatmağa başlamıştık. O sırada Muaviye, Amr bin el-As, Ebul-Avar, Abdullah bin Amr bir araya gelip yürümeğe başlamışlardı. Ben de atımı onların arasına sokarak ne konuştuklarını anlamak istedim. Abdullah babasına şöyle diyordu:Ey babacığım! Siz bu adamı bu gün öldürdünüz ve Resulallahın Onun hakkında ne söylediğini bildiğiniz halde bunu yaptınız. Amr oğlu Abdullaha:Ne demişti Resulallah? diye sorunca Abdullah:Resulallahın mescidini Medinede inşa etmeye başladıkları gün herkes birer taş taşırken Ammara iki taş taşıtıyorlardı. O da bundan dolayı yorulmuş ve baygın bir halde düşmüşken Resulallah Ona gelerek yüzüne yapışmış olan toprağı siliyor ve şöyle diyordu: “Vay sana Sümeyyenin oğlu! Herkes birer tuğla taşıyorken sen iki tane taşımağa çalışıyorsun. Bunu yaparken daha çok ecir kazanmak için yapıyorsun, fakat buna rağmen seni isyancı bir kitle öldürecektir.” diye anlatır. Abdullahın naklettiği bu hadis üzerine Amr bin el-As, Muaviyeye şöyle der:
Ey Muaviye! Abdullahın ne dediklerini işitiyor musun? Muaviye:Ne diyor Abdullah? diye sorunca Abdullahın anlattıkları aktarılır. Bunun üzerine Muaviye şöyle der:Onu biz mi öldürdük? Hayır. Onu alıp buraya savaşa getirenler öldürmüştür. Muaviyenin bu sözleri üzerine bir takım kimseler saklı bulundukları yerlerden çıkarak:Ammarı öldürenler Onu buraya getirenlerdir. diye bağırıp söylenmeğe başladılar. Artık bilemiyorum onların söyledikleri mi, yoksa bunlar mı dehşet verici şeylerdir.”
Ammar bin Yasir öldürülünce Ali Rabia ve Hemdan kabilelerine şöyle seslenir: “Sizler benim zırhım ve mızrağımsınız.” O anda Alinin yanında yer almak üzere on iki kişi naip seçilmiş ve O da toplanan Iraklılarla Şamlılar üzerine yürümüş ve hepsi bir tek yumruk gibi birden Şamlılar üzerine atılmışlar, dağıtılmamış tek bir saf bırakmamışlar, önlerine geleni öldürmüşler ve Muaviyenin karargahına kadar ulaşmışlardı. Ali şöyle diyordu:
“Öldürünüz onları, Muaviyeyi de görmek istemiyorum, o entrikalar çeviren çatlak gözlü adam… ”
Sonra Ali, Muaviyeye şöyle seslenmişti: “Benimle senin aranda insanlar niye böyle birbirlerini kesip öldürüyorlar? Haydi, gel seninle karşılıklı bu işi halledelim. Kim diğerini öldürürse bütün işler ona kalsın.” Alinin bu sözü üzerine Amr bin el-As Muaviyeye: “Gerçekten sana karşı insaflı davrandı.” demiş, fakat Muaviye Amra: “Ancak sen insaflı davranmadın, çünkü sen çok iyi biliyorsun ki o kendisine karşı teke tek çarpışmağa çıkan herkesi mutlaka öldürmüştür.” diye karşılık vermişti. Sonra Amr Muaviyeye:
“Eğer sen Onun karşısına çıkmazsan hakkında pek iyi şeyler söylenmeyecektir. Bu çağrıyı reddetmemen gerekir.” demiş, Muaviye Onun bu sözlerine:
“Herhalde sen, benden sonra yerime geçmek istiyorsun, yerime göz diktin.” diyerek cevap vermişti. Alinin çevresinde bulunanlar Onun savaşa girmesi için sürekli olarak yanında iki adam bulunduruyorlar ve bunlar Ona engel oluyorlardı. Ali fırsat bulduğu anda onları bırakıp savaşa dalıyor ve kılıcı kana bulanıncaya kadar çarpışıp duruyordu. Hem de o kadar şiddetli çarpışmıştı ki kılıcı ikiye bölünmüştü. Sonra geriye dönerek kılıcını onlara fırlatmış ve: “Eğer şu kılıcım kırılmamış olsaydı kesinlikle geri dönmezdim” diye seslenmişti.
el-Ameş Ebu Abdurrahmana şöyle der: “Vallahi bu hiç bir şüphesi olmayan bir kimsenin vuruşudur.” Ebu Abdurrahman da: “Bunlar bir şey işittiler ve onu bildirdiler, yalan söylemiyorlar.” diye karşılık verir.
Muaviye Sıffin Savaşında Alinin taraftarlarından bazılarını esir almış, Amr bin el-As Ona bunları öldürmesini tavsiye etmişti. Bu esirler arasında bulunan Amr bin Evs el-Evdi Muaviyeye: “Beni öldürmeyesin, sen benim dayımsın” demiş, Muaviye Ona: “Bizimle Evs Kabilesi arasında her hangi bir akrabalık olmadığı halde ben senin nereden dayın oluyorum?” diye sorunca: “Peki ben sana dayım olduğunu ispatlarsam bana eman verir misin?” diye sormuş. Muaviye de: “Evet” diye karşılık vermişti. Amr bin Evs bunun üzerine: “Resulallahın hanımı Ümmü Habibe senin kız kardeşin değil midir?” diye sorunca, Muaviye: “Evet” der. Amr bin Evs: “Ben Onun oğluyum, çünkü O müminlerin annesidir. Sen de Onun kardeşi olduğun için benim dayımsın” şeklinde konuşur. Muaviye Ona: “Hay babası yitiresi adam! Bu kadar adam arasında senden daha zeki birisi çıkıp da bunu düşünmedi” demiş ve Onu serbest bırakmıştı. Ali de Muaviye taraftarlarından bir sürü esir almış, fakat hepsini serbest bırakmıştı. Bu serbest bırakılanlar Muaviyenin yanına geldikleri halde Amr bin el-As Ona hala esirleri öldürmesi için ısrar edip duruyordu. Kurtulanlar Muaviyenin yanına varınca Ona: “Eğer esirler konusunda seni dinlemiş olsaydık mutlaka son derece kötü bir işin içine düşecektik.” demiş ve bütün esirleri serbest bırakmıştı.
Savaşın devam ettiği bir sırada Haşim bin Utbe ortaya atılmış ve akşam üzeri halka seslenerek şöyle demişti: “Evet yoldaşlar! Allahı ve ahiret yurdunu arzu edenler benim yanıma gelsin.” Bunun üzerine birçok kimse etrafında toplanmış, O da Şamlılar üzerine bir kaç kez saldırıda bulunmuştu. Ancak Şamlılar Ona karşı direnmişler, Haşim bin Utbe büyük çarpışmalara girişmiş ve yanındaki arkadaşlarına şöyle demişti: “Sakın onların böyle direnip durmaları ve savaşa devam etmeleri sizi korkuya düşürmesin. Vallahi onların böyle direnmeleri Araplık damarlarının kabarmasından ve şu ellerinde tuttukları sancakları korumak amacından başka bir şey değildir. Onlar dalalet içinde, siz ise hak üzeresiniz.” Sonra yanındaki arkadaşları aralarında bulunan Kuran hafızları ile birlikte onları savaşa teşvik etmişler, hep birlikte savaş meydanına atılmışlar ve sevinebilecekleri birçok başarılar elde etmişlerdi. Onlar böyle çarpışıp dururken genç bir adam karşılarına çıkıp şöyle bağırıp çağırmıştı:
Ben Gassanoğullarının evlatlarındanım! Gün bugündür, gün Osmanın günüdür. Ve bize şu haber ulaştı ki Affanın oğlunu Ali öldürmüştür.
Sonra eline kılıcını alan bu genç birden etrafına saldırmış, küfredip önündekilere lanet okuyup durmuştu. Onun böyle davrandığını gören Haşim bin Utbe şöyle demişti: “Ey adam! Senin söylediğin bu sözün ardından düşmanlık gelir. Düşmanlığın getirdiği savaştan sonra da hesap vardır. Allahtan kork. Sen bu işin erbabı değilsin ve sen buraya kendi iradenle de gönderilmiş değilsin.” Ancak bu genç adam ortaya atılarak: “Ben sonuna kadar savaşacağım, çünkü sizin başınızdaki adam namaz kılmıyor ve siz de namaz kılmıyorsunuz. Sizin adamınız bizim halifemizi öldürdü ve siz de bu konuda ona yardım ettiniz.” diye konuşmuş, Haşim ona şöyle karşılık vermişti: “Sana ne Osmandan. Onu Resulallahın ashabı ve ashabının çocukları ile Kuranı gayet iyi okumasını bilen kimseler öldürdü. Onlar gerçekten dinlerine bağlı, ilim sahibi kimselerdir. Asla bir göz kırpması kadar bile olsun dinin emirleri ihmal edilmemiştir. Senin bizim adamımızın namaz kılmadığını iddia etmene gelince; vallahi o Allahın bütün kulları arasında en çok namaz kılan ve dinde fakih olan bir kimsedir. O Allahın dininde Resulallaha en yakın olan bir kimsedir. Ve şu anda benim yanımda görüp durduğun şu adamların hepsi gece namazı ve teheccüd kılan kimselerdir. Bu şaki adamlar seni sakın aldatmasınlar.” Haşimin bu sözlerini işiten genç adam: “Peki ben bundan sonra tövbe edebilir miyim?” diye sorunca Haşim: “Evet, Allaha tövbe et. Allah da senin tövbeni kabul eder, çünkü Allah kullarından tövbeyi kabul edip onların günahlarını da affeder.” Bu şekilde adam geri dönüp gitmiş, Şam halkı ona: “Seni aldattı.” demişler, genç adam ise: “O bana öğüt verdi.” şeklinde onlara cevap vermişti. Sonra Haşim bin Utbe ve adamları zafer işaretlerini görünceye kadar kahramanca çarpışıp durmuşlardı. O gün güneşin batmasından çok kısa bir müddet önce Tenuh kabilesinden bir askeri birlik onlara karşı çıkmıştı.
O gün meydana gelen çarpışmalarda dokuz veya on kişi öldürülmüştü.
Hars bin el-Münzir et-Tenuhi Haşim üzerine hamle yapmış, fakat Haşim Onu yere yıkarak yaralamıştı. Sonra Ali Hars bin el-Münzire haber göndererek kendisine doğru sancağını yaklaştırmasını ister, ancak Hars bin Münzir gelen haberciye: “Şu karnıma bakıver, nasıl da yarılmıştır.” der.
el-Haccac bin Gaziyye el-Ensari bu konuda şu şiiri söylemişti:
Eğer sizler Budeylin oğlu ve Haşim ile övünüyorsanız Bizler Zül-Kila ile Havşebi katlettik. Biz çarpışmaların meydana geldiği o alanda Kardeşin Ubeydullahı cüssesi ve etiyle birlikte terk ettik. Biz devenin ve sahiplerinin etrafını çevirip Sizlere de acı bir zehir içirdik.
Bir ara Ali Şam askerlerinden bir birliğe rast gelmiş ve onların hala yerlerinde durduklarını görmüştü. Bunlar Gassan Kabilesine mensup idiler. Onlara şöyle demişti: “Bu adamların, karınları deşilmeden, kemikleri etlerinden ayrılmadan, omuzları ve kolları vücutlarından koparılmadan ve başlarına vurulup da demir çubuklar haline getirilmeden pek de ayrılmaya niyetleri yoktur. Ey Allaha yardım etmek isteyen ve savaşa sabredip de ecir isteyenler neredesiniz?” Onun bu sözleri üzerine Müslümanlardan bir grup gelip önünde birikmiş, sonra Ali oğlu Muhammedi çağırıp şöyle demişti: “Haydi yavaş yavaş ve acele etmeden şurada dikilmiş duran sancakların yanına var. Onların göğsüne mızraklarınızı dayayın ve ikinci emrim gelene kadar sabredip direnin.” Muhammed bu şekilde davranıp yürüdükten sonra Ali onlara bir ikinci destek kuvvet daha göndermiş ve çarpışmalarını emretmişti. Bu yardımcı kuvvetler Şamlıların üzerine birden hamle yapıp onları yerlerinden uzaklaştırdılar, birçok kimseyi de yaraladılar. çarpışmalar sırasında Esved bin Kays el-Muradi, Abdullah bin Kaab el-Muradiyi yaralı bir şekilde yerde yatarken görmüştü. Abdullah: “Ey Esved!” diye seslenince el-Esved: “Efendim!” şeklinde cevap vermişti. el-Esved Onu tanımış ve şöyle demişti: “Geçmiş olsun, ne oldu sana?” Sonra atından inerek Ona doğru yaklaşmış, şöyle demişti:
“Komşun senin şerrinden daima emin idi. Sen sürekli olarak Allahı zikreden ve ibadet eden bir kimseydin. Allah sana mağfiret etsin, bana bazı öğütlerde bulun.” Bunun üzerine Abdullah Ona şu öğütlerde bulunmuştu: “Önce Allahtan korkmanı tavsiye ederim, sonra da müminlerin emiriyle birlikte bu isyancılara karşı çarpışmanı ve bu çarpışmalara katılmanı dilerim. Aliye selamımı söyle ve şunları ilet: “çarpışmalara devam et ve bunu karşındakiler arkanda kalıncaya kadar sürdür. Yarın bu çarpışmalarda sabahlayıp da çarpışma alanını gerisinde bırakan kimse sonunda kazanmış demektir.” Bunları söyledikten kısa bir müddet sonra vefat etmişti. el-Esved kalkıp Aliye gitmiş ve Abdullahın söylediklerini iletmiş, Ali de: “Allah Ona rahmet eylesin. O hayatta iken bizimle birlikte düşmanlarımıza karşı cihatta bulundu ve ölürken de bize nasihatlerde bulundu.” demişti.
Başka bir rivayete göre müminlerin emiri Aliye bu nasihati yapan adam Abdurrahman bin Hanbel el-Cümahi adındaki kişiydi.
Anlatıldığına göre o gece sabaha kadar karşılıklı olarak savaşmıştı. O geceyeel-Herir gecesi adı verilir. O gece ellerindeki mızraklar tamamen kırılıncaya, okları tükeninceye kadar savaşmışlar ve sonra kılıçları ellerine alarak savaşa devam etmişlerdi. çarpışmaların devam ettiği sırada Ali sağ kanat kuvvetlerinin yanından başlayarak sol kanat kuvvetlerinin yanına varır ve sürekli olarak önüne gelen her askeri birliğe daha da ileri gitmesini ve onu izleyen askeri birliğin de bir öncekisini geçmesini emreder. Ali bu emirlerini ta sabaha kadar sürdürmüş ve çarpışma alanının arkada kaldığı ana kadar bunu devam ettirmişti. el-Eşter sağ kanadın başında, ibn Abbas da sol kanadın başında, Ali ise merkezde bulunuyor ve her tarafta kendilerine yapılan saldırılara karşı koyuyor ve çarpışıyorlardı. O gün cuma günü idi. el-Eşter, sağ kanat kuvvetlerini sürekli ileriye doğru çekip savaşa devam ediyordu. O bu görevi perşembe akşamını cumaya bağlayan gece almış, ta cuma günü öğleye yakın saatlere kadar sürdürmüş ve arkadaşlarına şöyle demişti: “Haydi, onları biraz daha, şu mızrak boyu kadar geriye itin.” Şamlılara doğru adım atıp duruyordu. Arkadaşları bu kadar bir mesafe alınca onlara tekrar şöyle diyordu:
“Haydi, şu yay mesafesi kadar daha yaklaşın ve onları geriye atın.” Bu kadarcık bir mesafe ilerleseler, tekrar aynı şeyi onlardan istiyor ve sürekli olarak ileriye gitmelerine çalışıyordu. el-Eşter, bu şekilde şevkle çarpıştıklarını görünce şöyle demişti: “Bu günden sonra koyunlardan süt içmemeniz konusunda sizi Allaha sığınmaya davet ederim.” Sonra atının getirilmesini emretmiş, elindeki sancağı Hayyan bin Hevze en-Nehaiye vererek kendisi askeri birliklerin arasında dolaşmağa çıkıp onlara şöyle seslenmişti: “Kim nefsini Allaha satarak zafere erişinceye veya Allaha kavuşuncaya kadar el-Eşterle birlikte savaşmak ister?” Onun bu sözleri üzerine etrafına birçok kimse birikmişti. Bunların arasında Hayyan bin Hevze en-Nehai ve benzeri kimseler bulunuyordu. el-Eşter daha evvel durduğu yere gelerek yine etrafında birikenlere şöyle seslenmişti:
“Şiddetli bir şekilde kendinizi hazırlayınız. Dayım ve amcam size feda olsun. Sizin böyle bir çarpışmaya gönüllü olarak çıkmanız Allahı razı edecek ve bu dini de aziz kılacaksınız.” Sonra oradan inip atının yüzünü savaş meydanına doğru sürmüş ve sancağı taşıyan adama da: “Haydi, sancağını yaklaştır!” diyerek Şamlılar üzerine atılmış ve yanındakiler de aynı hamleyle savaşa katılmışlardı. Eşter ve adamları Şamlıların karargahlarına varıncaya ve onları oraya sokuncaya kadar çarpışıp durmuş, sonra karargahın bulunduğu yerde onlar da son derece şiddetli çarpışmalara devam etmişlerdi. Bir ara el-Eşterin sancağını taşıyan adam öldürülmüş, fakat Ali zaferin kendi adamları tarafında olduğunu görünce hemen el-Eştere bir o kadar daha adam göndermişti. Bu arada Amr bin el-As kölesi Verdana şöyle demişti: “Ben, sen ve Eşter neye benziyoruz biliyor musun?” Verdan: “Hayır, bilmiyorum.” diye cevap verince Amr: “Aynen kırmızı deveye benziyoruz: Öne atıldığı zaman da boğazlanır, arkaya çekildiğinde de boğazlanır. Ve eğer sen şu andan itibaren geriye çekilecek ve kaçacak olursan senin boynunu uçururum.” demişti. Verdan da: “Hayır ey Abdullahın babası, and olsun, ben ölünceye kadar seninle birlikte olacağım, sen şimdi gör beni.” deyip, ileriye atılmış, “Hep seninle birlikte olacağım” deyip durmuş ve çarpışmalar şiddetlendikçe şiddetlenmişti.