"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Kuran sayfalarının mızrak uçlarına takılması

Amr bin el-As, Iraklıların üzerlerine şiddetle gelmeye başladığını ve harbin aleyhlerine seyrettiğini görmeye başladığında öldürülmekten korkmuş ve Muaviyeye şöyle demişti: “Sana bir hususu hatırlatmamı ister misin ki o bizim aramızı birleştirsin, onları da ikiye bölsün ve aralarına tefrika soksun?” Muaviye: “Evet, isterim, nedir bu?” diye sorunca Amr: “Kuran sahifelerini havaya kaldıralım ve onları Kuranın hükümlerine davet ederek aramızda bu hükümlerin hakem olmasını talep edelim. Şayet onların bir kısmı bu hileye kanmaz da bu hükmü kabul etmezse onların bir kısmı buna yanaşmak isteyecek ve Kuran hükmüne boyun eğmeyi kabul edecektir. Böylelikle aralarına tefrika girmiş olacak. Onlar Kuran hükümlerine müracaat etmeyi kabul ederlerse biz bir müddet savaşmadan nefes almış oluruz.” diyerek cevap vermişti.
Sonra Kuran sahifelerini mızraklarının uçlarına takmış ve karşı tarafa şöyle seslenmişlerdi: “işte bu Allah kitabının hükmüdür. Bizim ve sizin aranızda hüküm versin. Şam sınırlarını Şamlılardan Irak sınırlarını da Iraklılardan başka kim koruyabilir?” Bu şekilde bağırmaya başlayınca Alinin etrafında bulunanlardan bazıları: “Allahın kitabına icabet etmemiz gerekir.” diye konuşmuşlar, ancak Ali hemen şunları söylemişti: “Ey Allahın kulları! Hakkınızı aramaya devam ediniz ve samimiyetinizi ve bağlılığınızı sürdürünüz.
Düşmanınıza karşı savaşmağa devam ediniz. Ben Muaviyeyi, Amrı, ibn Ebi Muaytı, Habibi, ibn Ebi Serhi ve Dahhakı çok iyi tanıyorum. Onların dinle ve Kuranla ilgileri yoktur. Ben onları sizden daha iyi bilirim, çünkü çocukken beraber olduk ve büyüdükten sonra da beraber vakit geçirdik. Onlar çocukken de son derece kötü idiler, şerli idiler. Büyüyünce de o kötülük ve şerliliklerini sürdürdüler. Size yazıklar olsun, aldanmayasınız! Vallahi bu Kuran sahifelerini sırf sizi aldatmak ve size tuzak kurmak için havaya kaldırmışlardır.” Aliinin bu sözleri üzerine Ona şöyle demişlerdi: “Allahın kitabına davet edilip de icabet etmemek bize yakışmaz ve bunu kabul edemeyiz.” Ali, onlara şöyle cevap vermişti: “Ben Allahın dinine, Allahın kitabına dönünceye kadar onlarla savaşacağım; çünkü onlar Allaha isyan etmiş, Allahın emirlerine baş kaldırmış, Onun ahdini ve emrini unutarak Kitabına muhalefet etmişlerdir.” Alinin bu sözlerine karşı çıkıp sonradan hariciler grubunu teşkil eden Misar bin Fedeki et-Temimi ve Zeyd bin Husayn et-Tai ve onlara tabi olan bazı Kuran hafızları şunları söylemişlerdi: “Ey Ali, Allahın kitabına icabet et. Sen buna davet edildiğin halde icabet etmezsen biz seni şu karşımızdaki kavmin arasına katıncaya kadar oraya sürükler ve Affanınoğlu Osmana yaptığımız ın aynısını sana da yaparız.” Ali ise şöyle demişti: -Sizi nehyettiğim şeyden kendinizi uzak tutunuz. Söylediklerime de uyunuz. Eğer bana itaat ederseniz bu adamlara karşı savaşmağa devam edin ve eğer bana karşı gelip isyan edecek olursanız istediğinizi yapın ve elinizden geleni ardınıza koymayın.” Bunun üzerine onlar şöyle demişlerdi: “O halde Eştere haber gönder, buraya gelsin.” Ali bunun üzerine Yezid bin Hanii elEştere göndererek Onu geriye çağırmıştı. Bu haberi alan el-Eşter şöyle demişti: “Beni geri çağıracak bir saat ve an değildir bu an. Ben öyle bir noktadayım ki Allahın bana zafer vereceğinden ümidim vardır. Beni bulunduğum şu noktadan alıp götürmeniz asla doğru değildir.” Gelen elçi Yezid geriye dönerek durumu Aliye bildirmişti. O anda Eşterin bulunduğu yerde şiddetli bağrışmalar ve çarpışmalar duyulmağa başlandı. Muhaliflerden bazıları Aliye: “Galiba sen Ona savaşa devam etmesi için emir verdin.” deyince Ali onlara: “Benim oraya gittiğimi gördünüz mü? Ben sizin ileri gelenleriniz önünde ona haberci göndermedim mi? Ve siz ondan gelen sözleri işitmediniz mi?” demiş, onlar da: “Eştere haber gönder, buraya gelsin. Eğer gelmeyecek olursa vallahi biz senden ayrılıp gidiyoruz.” diye karşılık vermişlerdi. Ali de Eştere tekrar Yezidi göndererek: “Ey Yezid, dikkat et! Ona şunları söylemen gerekir. Mutlaka buraya gel. Şu an burada başka bir fitne meydana gelmiştir.” Bu haber el-Eştere ulaşınca el-Eşter şöyle demişti:
“Bu mushafların havaya kaldırılması meselesini diyorsun., öyle mi?” Yezid: “Evet” şeklinde cevap verince el-Eşter şunları söyler: “Vallahi bunun aramızda ihtilaflara sebep olacağını ve bizleri fırkalara ayıracağını tahmin etmiştim. Bu şu caninin oğlunun hilesidir. Şu Allahın bize müyesser kıldığı fethi görmüyor musun? Şu an onların başına gelen felaketi görmüyor musun? Cenab-ı Allahın bize ihsan etmiş olduğu şu zaferi görmüyor musun? Benim şu anda, bu adamların içinde bulunduğu durumda onları bırakıp gitmem hiç de doğru olmaz ve ben onları bırakıp gitmeyeceğim.” Yezid ona şöyle demişti: “Peki sen bir taraftan zafer elde ederken müminlerin emirinin düşmanların eline düşmesini ve öldürülmesini arzu eder misin?” el-Eşter de: “Hayır vallahi, sübhanallah!” Yezid el-Eştere bu adamların sözlerini ve Aliyi tehdit etmelerini söyleyince el-Eşter onlara doğru yönelmiş ve şöyle demişti: “Ey Irak ehli! Ey zillet ve korkaklığın timsalleri! Şu anda bu adamlara üstün gelmiş durumda iken, sizin onları yenmek üzere olduklarınızı gördükleri sırada mushafın sahifelerini elleriyle yükseğe kaldırarak sizi Allahın kitabına davet ediyorlar. Halbuki onlar çoktan Allahın emirlerine sırt çevirmişler ve kendisine bu Kuranın indirildiği insanın sünnetinden sapmışlardır. Bana bir müddet daha mühlet veriniz ve ben neredeyse zafer elde ediyorum.” Onlar: “Hayır biz sana müsaade vermeyiz.” şeklinde karşılık verince el-Eşter: “Ey Farslıların düşmanları! Bana bir müddet daha mühlet veriniz. Ben neredeyse zafer elde ediyorum.” demiş, onlar ise: “Hayır, asla müsaade etmeyiz. Girdiğin günaha biz seninle birlikte girmek istemeyiz.” demeleri üzerine el-Eşter onlara şöyle sormuştu: “Söyleyin bakayım, siz ne zamandan beri bu kadar titiz olmağa başladınız? Siz şu ana kadar savaşıyordunuz ve sizin en hayırlı adamlarınız da hala savaş alanındadırlar. Sizler şu anda mı savaşmaktan vazgeçtiniz, yoksa şu anda mı titiz olmağa başladınız? Her zaman faziletlerini söyleyip durduğunuz ve sizden daha hayırlı olup öldürülen adamlarınız şu anda cehennemdedir.” Eşterin bu sözlerine onlar: “Bırak bizi el-Eşter, bırak şimdi bunları. Biz onlarla Allah rızası için savaştık ve yine onlarla Allah rızası için savaşa son vereceğiz.” diye karşılık vermişler, el-Eşter ise onlara şöyle demişti: “Size tuzak kuruldu ve siz de aldandınız. Sizler savaş için davet edildiniz, icabet ettiniz. Ey siyah sarıklı adamlar! Kılmış olduğunuz namazda sizleri gayet de zahit kimseler olarak Allah ile mülaki olmağa şevk ve hasret duyan insanlar olarak bilirdik. Fakat şu anda sizin dünyadan başka bir isteğinizin olmadığını gördüm. Yazıklar olsun!. Ne kadar kötü kimseler imişsiniz. Siz asla temiz kişiler değilsiniz. Şu zalim kavmin bizden uzaklaştığı gibi siz de bizden uzaklaşıp gidiniz.” Sonra onlara küfretmiş, onlar da el-Eştere küfretmiş ve atını kırbaçlamaya başlamışlardı. O da onların atlarını kırbaçlamış, fakat o anda Ali onlara bağırarak iki tarafı susturmuştu. Bu olaylardan sonra şöyle demişlerdi: “Biz onlarla aramızda hakem kılmayı kabul ettik.”
Eşas bin Kays, Aliye gelerek ona şöyle demişti: “Ben şu anda Müslümanların davet edildikleri Allahın kitabına razı olduklarını görüyorum. Eğer arzu edersen Muaviyeye gideyim de Onun ne istediğini sorayım” Ali: “Evet, Muaviyeye git.” diye izin verince el-Eşas Muaviyeye giderek şöyle sormuştu: “Bu Kuran sahifelerini neden havaya kaldırdınız?” Muaviye bu soruya: “Bizim ve sizin Allahın kitabına ve Allahın bize kitabında emrettiklerine geri dönmemiz için. Sizler beğendiğiniz ve razı olduğunuz bir adamı seçip gönderiniz, biz de beğendiğimiz ve razı olduğumuz bir adamı seçip gönderelim. Bu iki adamın Allahın kitabına göre hüküm vermelerini ve asla düşmanlığa girmeden karar vermelerini kabul edelim ve onların üzerlerinde ittifak edecekleri hükme tabi olalım” diye karşılık verir. el-Eşas Muaviyeye: “Evet, hak olan da, gerçek olan da budur.” der ve Aliye dönerek durumu kendisine bildirir. O arada Alinin etrafındakiler: “Biz de bu işe razı olduk.” demişlerdi. Şam halkı bu iş için Amr bin el-Ası seçtiklerini söylerken el-Eşas ve daha sonra Hariciler olarak bilinen kimseler şunları söylemişlerdi: “Biz de Ebu Musa el-Eşarinin hakem olarak tayin edilmesine razı olduk.” Bunun üzerine Ali onlara: “Bana birinci konuda isyan ettiniz, bu konuda da isyan etmeyiniz. Ebu Musanın bu işin ehli olduğuna inanmıyorum.” demiş, ancak Eşas, Zeyd bin Husayn, Misar bin Fedeki: “Hayır, biz Ebu Musanın dışında hiç kimseyi kabul etmeyiz; çünkü O her zaman içine düştüğümüz hatalardan bizi engellemeye ve günahlardan korumaya çalışmıştır.” diye söyleyince Ali onlara cevaben şöyle demişti: “Bence o güvenilecek bir adam değildir, çünkü o benden bir ara ayrılıp insanları bana karşı kışkırtmıştı ve ben Ona aylar sonra eman verdiğimde tekrar gelmişti. işte burada Abdullah bin Abbas vardır ve bu konuda daha iyidir, daha hayırlıdır.” Onlar ise itiraz ederek şöyle demişlerdi: “Vallahi sen de olsan, ibn Abbas da olsa bizi asla ilgilendirmez. Senin veyahut Muaviyenin yakını olabilecek kimseyi de kabul etmeyiz. Her şeyden evvel senin ve Muaviyenin dışında bir kimse bu işi halletmelidir.” Bunun üzerine Ali: “O halde el-Eşteri tayin ediyorum.” demiş, onlar ise: “el-Eşterden başka dünyada daha iyi bir kimse yok mudur?” diye karşı çıkmışlardı. Ali: “Siz Ebu Musanın dışında kesinlikle kimseyi kabul etmez misiniz?” diye sormuş, “Evet, Ebu Musanın dışında kimseyi kabul etmeyiz.” demeleri üzerine de: “O halde istediğinizi yapınız.” demişti.
Ebu Musa Urz denilen yerde bir kenara çekilmiş ve savaştan uzak durmuştu. Bir kölesiyle haber göndererek davet etmişlerdi. Kölesi Ona varmış:
“Müslümanlar barış akdettiler.” demiş Ebu Musa da: “Elhamdülillah, elhamdülillah!” diye Allaha şükretmişti. Onu davet etmeye gelen kölesi: “Seni Müslümanlar hakem tayin etti.” deyince Ebu Musa: “inna lillah ve inna ileyhi raciun.” şeklinde karşılık vermiş, sonra kalkıp askerlerin yanına gitmişti. Bu arada el-Eşter Alinin yanına gelip Ona şöyle dedi: “Bana Amr bin el-Ası bırak, vallahi Onu gördüğüm yerde öldüreceğim.” Sonra Ahnef bin Kays Aliye varıp: “Ey müminlerin emiri! Sen yeryüzünde birçok musibetle karşılaştın ve bu konuda birçok tecrüben oldu. Ancak ben Ebu Musa ile epey bir vakit geçirdim, hakkında bildiklerim vardır. Ben Onun her yönünü iyi bilirim. O gerçekten ileri görüşü olmayan, kıt görüşlü ve aldatılmaya müsait bir kimsedir. O bu adamlara karşı koyamaz ve bu işin de ehli değildir. Bu adamlara karşı çıkacak kimse onların arasında aynen bir yıldız gibi parlayarak üstün gözükmeli. Eğer beni hakem tayin etmek istemiyorsan ikinci veya üçüncü şahıs olarak göster. Vallahi karşımdaki adamın düğümleyeceği her düğümü çözmeye çalışacağım ve onun senin aleyhinde çözmek isteyeceği her düğümü de mutlaka eskiden olduğundan çok daha sağlam bir şekilde düğümleyip onun yerine bir tane daha düğüm atacağım.” demişti. Ancak oradakiler Ebu Musanın dışında hiç kimseyi kabul etmeyeceklerini bildirince el-Ahnef şöyle der: “Eğer sizler Ebu Musanın dışında hiç bir kimseyi kabul etmeyecekseniz bu olayın arkasından hemen erkeklerinizi defnetmeye hazırlanınız. ”
Amr bin el-As Alinin yanına gelerek bu hakem olayını yazıya dökmek için oturmuş ve şunları yazmışlardı.
“Bismillahirrahmanirrahim. Bu müminlerin emirinin vardığı bir karardır.” Ancak bu arada Amr bin el-As itiraz ederek: “Onun adını ve babasının adını yazınız. O sizin emiriniz olabilir, fakat bizim emirimiz değildir.” demiş, el-Ahnef söze karışarak Aliyi şöyle uyarmıştı: “Müminlerin emiri sözünü silmeyesiniz. Korkarım ki eğer onu bizzat kendi elinle silecek olursan bir daha ona asla ulaşamazsın. insanlar bunun için birbirini doğrasalar dahi sakın bu sıfatı oradan silmeyesiniz.” Ali bunun için bir müddet bekler ve günün bir kısmı bu yüzden beklemekle geçer. Eşas bin Kays gelerek şöyle der: “Bu ismi sil gitsin. Zaten silinmiş bir durumdadır.” Ali ise: “Allah-u Ekber! işte bir sünnetle diğer bir sünnet. Vallahi ben Hudeybiye gününde Resulallahın katibi idim ve Hudeybiye anlaşması metninde “Allahın resülü Muhammed” diye yazdığında Müşrikler buna itiraz etmiş ve: “Sen Allahın resülü değilsin. Kendi ismini ve babanın ismini yaz.” demişlerdi. Resulallah bunun üzerine banaResulallah kelimesini silmemi emretti, fakat ben: “Hayır, bunu kendi elimle silemem.” deyince de “Orasını sen göster, ben kendi elimle sileyim.” dedi ve şöyle ilave etti: “Ve sen buna benzer bir şeye davet edileceksin, ona uy.” Amr bin el-As şöyle der: “Sübhanallah! Bizler mümin olduğumuz halde kafirlere mi benzetiliyoruz.” Ali de Onun bu sözleri üzerine:
“Ey Nabiğanın oğlu. Senin müminlerle dost ve fasıklarla düşman olduğun bir zamanın var mıdır?” diye sorunca Amr bin el-As: “Vallahi, şu anımızdan sonra seninle ebediyen bir daha bir araya gelmeyeceğim.” diye karşılık vermiş. Ali ise ona cevaben şöyle demişti: “Ben de Cenab-ı Allahtan sen ve senin gibileri meclisimden ve yanımdan uzaklaştırıp meclisimi temizlemesini niyaz ederim.” Sonra katipler şöyle yazmışlardı:
“Bu kararlar Ali bin Ebi Talible Muaviye bin Ebi Süfyanın kararlaştırdığı hususlardır. Ali yanındakilerle birlikte Küfelilerin temsilcisi, Muaviye de Şamlılar ve onlara tabi olanlarla birlikte Şamlıların temsilcisidir. Biz Allahın hükmü ve Allahın kitabına tabi olduk ve onun dışında başka hiçbir şeyin aramızı bulmayacağını ümit ederiz. Bizim aramızda Allahın kitabı ta başından sonuna kadar hükmedecek ve biz Allahın kitabında var olanları aynen var edecek ve yok olanları da yok edeceğiz. Bu iki hakem Allahın kitabında ne bulur ve ne söylerlerse biz de onlara uyacağız. Bu hakemler Ebu Musa Abdullah bin Kays ile Amr bin elAs olacaklar. Eğer Allahın kitabında bir çözüm yolu bulmazlarsa Resulünün sünneti bu yolu çözmek için en adil bir yoldur. Bu iki hakem Ali ile Muaviyeden ve onların askerlerinden söz ve eman alarak aile fertlerinin emanda olduklarına ve verecekleri hükme itiraz edecek kimseye karşı bütün ümmetin kendilerine yardımcı olacaklarına dair söz aldılar. Ebu Musa ile Amr bin el-Asın Allahın kitabıyla hükmedeceğini ve bu ümmetin bir daha harbe düşmemesi için Allahın kitabıyla ve en mükemmel şekilde hükmedeceklerine dair söz vermişlerdir. Bu iki hakem bu ümmet arasında meydana gelmiş olan savaşı Ramazan sonuna kadar ertelemişlerdir ve onlar isterlerse bu müddeti biraz daha uzatabilirler. Onların vereceği hükümler de Küfe ehli ile Şam ehli arasında adaletli bir hüküm olacaktır. ”
Ali taraftarlarından Eşas bin Kays, Said bin Kays el-Hemdani Veka bin Sümeyyil-Beceli, Abdullah bin Muhill el-icli, Hucr bin Adiy el-Kindi. Abdullah bin Tufeyl el-Amiri, Ukbe bin Ziyad el-Hadrami, Yezid bin Huceyye et-Temimi ve Malik bin Kaab el-Hemdani bu hakem olayına şahit olarak katılmışlardı. Muaviye taraftarlarından şahit olarak katılanlar da şunlardı: Ebul-Avar es-Sülemi, Habib bin Mesleme, Ziml bin Amr el-Üzri, Humra bin Malik elHemdam, Abdurrahman bin Halid el-Mahzümi, Sübey bin Yezid el-Ensari, Utbe bin Ebi Süfyan ve Yezid bin Hurr el-Absi.
el-Eştere katiplik yapması için söylenmişse de o asla buna yanaşmamış ve şöyle demişti: “Sağ elim ve sonra da sol elim bu sahifede yazı yazmağa imkan tanımasın, bana fırsat vermesin. Ben bu antlaşma metninde bir sulh ve vaatleşme konusunda bir şey yazmayacağım. Düşmanlarımın dalalette olduğuna dair Rabbimden elimde bir delil var mıdır, yok mudur? Ve ben bu konuda tam zafere ermek üzere değil miydim?” Bu sözler üzerine el-Eşas Ona şöyle der: “Vallahi ben her hangi bir zafer görmüş değilim. Kalk, bu tarafa gel. Biz senin bu zaferini de istiyor değiliz. Evet, vallahi senin tek arzun dünya içindir ve ahirette senden kaçmak gerekir. Benim kılıcım birçok adamın kanını akıtmıştır, fakat o adamların içinde sen asla daha hayırlı olamazsın ve onlar içinde senin kanından daha haram bir kan da olamaz. ”
Taberi şöyle nakleder: “Bu sözlerle Eşasın yüzü renkten renge girdi.”
el-Eşas yazılan metin ve ahidnameyi Müslümanların huzurunda okumak üzere çıkıp gitmişti. Bu metni alır, gittiği yerlerde rastladığı kimselere okurdu. Bilalın kardeşi Urve bin Udeyye adındaki şahsın da aralarında bulunduğu Temimoğullarından bir gruba okuyunca, bu kabileye mensup olan Urve: “Siz Allahın emrine ve verdiği hükümlere ortak mı koştunuz? Hayır, vallahi hüküm yalnızca Allahındır, Ondan başkası hüküm veremez.” demiş ve kılıcını beline kuşanarak el-Eşasın atına vurup hafifçe sendeletmişti. Bunun üzerine elEşasın adamları bağırıp çağırarak kızmışlar, O da çekip geri gitmişti. Buna karşılık, Urvenin adamları ve akrabaları da el-Eşasa bir hayli kızmışlardı. elEşasa karşı takındıkları bu tavırdan dolayı Temimlilere Yemen halkından da bir çok kimse katılmıştı. Ancak Ahnef bin Kays, Misar bin Fedeki ve Temimlilerden bir grup gelerek özür dilemişler, O da özürlerini kabul edip onlara teşekkür etmişti.
iki taraf arasında yazılan bu ahitname 37. yılın Safer ayının 13. çarşamba günü (31 Temmuz 656) yazılmış ve Ramazan ayında bu iki hakemin Dümetül-Cendel veya Ezruhda verecekleri hükme her iki tarafın uyacakları konusunda karar verilmişti. Aliye şöyle denildiği kaydedilir: “el-Eşterin bu sahifede yazılanlara uymayacağını ve bu adamlara karşı savaşa devam etmekten başka bir şey yapmayacağını görüyoruz.” Ali buna şöyle cevap vermişti: “Vallahi ben sizler razı olmadıkça her hangi bir şeye razı olmadım ve sevmedim. Ve razı olduğunuz bir şeyin dışında asla başka bir şeye yanaşmadığınızı görünce ben de size uydum. Bir şeye “Evet” dedikten sonra ondan vazgeçmek ve verilen bir karardan sonra ikide bir fikir değiştirmek hiç de doğru değildir. Ancak her hangi bir konuda Allaha isyan edilirse ve Allahın kitabındaki hükümler çiğnenirse o zaman karardan dönmek mümkündür. Allahın emrini terk edenlerle savaşınız. Şu anda benim emrimin dışına çıktığını söylüyorsanız, O Allahın emrini terk edenlerden değildir. Ben bu adamdan korkuyor da değilim. Keşke sizin içinizde Onun gibi iki kişi olabilseydi. Keşke sizin içinizde Onun gibi tek bir adam olsaydı. Benim düşmanımda gördüğümü O rahatlıkla görüyor. Benim size karşı olan güvenim biraz sarsılmıştır ve Allahtan ümit ederim ki sizler bazı konularda istikamette olasınız ve size olan muhabbetim de böylece artar. Ben sizi bazı hususlarda alıkoymağa çalıştım, fakat siz bana itaat etmediniz ve benim sözümü dinlemediniz. Vallahi siz öyle bir şey yaptınız ki bu kuvvetimizi giderdi, nimetleri yok etti ve arkasından bize bir sürü korku ve zilleti miras bıraktı. Savaşta üstün olduğunuz zaman düşmanlarınıza korku salmış ve onları bozguna uğrattığınız bir anda onlar almış oldukları büyük yaranın ızdırabını hissetmeye başlamışlardı. Bunun üzerine de Kuran-ı Kerimin sahifelerini mızraklarının uçlarına takarak sizleri Allahın hükmüne davet etmişlerdi. Ancak onlar sizi adatmak, bir an evvel savaşı durdurmak ve bundan sonra yapacakları hileler için fırsat kollamışlardır. Siz de onlara bu fırsatı vermiş oldunuz. Üzerinde durup ısrar ettiğiniz konuların dışına çıkmadınız ve ayak direyerek başka hiç bir şey kabul etmediniz. Evet, vallahi sizin bu yanılgıya düşmenizden sonra bir daha doğruyu bulmanız ve sağlam bir kapıya dayanmanız mümkün olmayacaktır. ”
Ali ve Müslümanlar Sıffin mevkiinden geriye dönmeğe başlayınca hariciler ilk defa isyan etmiş ve muhalefetlerini ortaya koyarak hakem olayını reddetmişlerdi. Sonra o anda izledikleri yolu bırakarak gerisin geriye çöl tarafına doğru yürümeğe koyulmuşlar ve kendilerini herkese düşman hissetmeğe ve herkese kin ve buğz beslemeğe başla-mışlardı. Bu hakem olayının dedikoduları aralarında bir hayli yayılmıştı, önlerine çıkanlara küfredip onlarla çatışıp duruyorlardı. Bu hariciler diğerlerine şöyle diyordu: “Ey Allahın düşmanları! Siz Allahın emrine muhalefet ettiniz.” Diğerleri de onlara: “Siz de bizi terk ettiniz, imamımıza aykırı hareket ettiniz ve cemaatimizi de dağıttınız.”
Ali ve taraftarları el-Nuhayle denilen yere kadar varmış, hatta orayı geçip Kufe evlerini görebilecek bir yere ulaşmışlardı. Oraya yaklaştıkları bir sırada bir evin gölgesinde hasta olarak yatan bir adam görmüşler, Ali ona selam vermiş, adam da gayet güzel bir şekilde Alinin selamını karşılamıştı. Ali ona şöyle demişti: “Senin yüzünde bir tuhaflık görüyorum, acaba hasta mısın?” Adam: “Evet, hastayım.” diye cevap verince Ali ona:
“Her halde sen hastalıktan nefret ettiğinden gelip seni buldu.” demiş, adam:

“Hastalığın benden başkasında olmasını hoş karşılamıyorum.” şeklinde karşılık vermişti. Ali ona: “Senin başına gelen bu hastalığın başkasının başına da geleceğini hesaba kattın mı?” diye sormuş, adam da “Evet.” diye karşılık vermişti. Ali: “O halde Rabbinin sana rahmet edeceğini ve günahını affedeceğini sana müjdeleyebilirim. Kimsin sen ey Allahın kulu?” demiş, adam:
“Ben Salih bin Süleymim.” deyince: “Kimlerden oluyorsun?” diye sormuştu. Adam: “Benim aslım Selman et-Taiden geliyor, ama yakınlık meselesine gelince Süleym bin Mansura yakınım.” şeklinde karşılık verince Ali de şöyle demişti: “Sübhanallah! Senin ve babanın adı ne kadar da güzel. Bağlı olduğun ve geldiğin ailenin adı da ne kadar güzel. Sen bizim yapmış olduğumuz gazalara katıldın mı?” Adam: “Hayır! Ben onlara katılmak istedim, fakat gördüğün gibi işte bu hastalık beni bu gazadan alıkoymuştur.” diye karşılık vermiş, Ali bunun üzerine:Zayıf kimselere ve hastalara zorluk yoktur (et-Tevbe suresi, 91) ayetini okumuş ve Ona şöyle sormuştur: “Söyle bakayım bana, bizimle Şamlılar arasında meydana gelen olaylar hakkında halk neler söylüyor?” Adam bu soruya şöyle karşılık vermişti: “Bazıları sevinmiş durumdalar, bunlar diğer insanları aldatan kimselerdir. Bazıları ise son derece üzüntülüdürler, bunlar ise sana yakın olan ve senin iyiliğini isteyen kimselerdir. ” Bunun üzerine Ali şu sözleri söylemişti: “Doğru söyledin, Allah bu hastalığının etkisiyle yapmış olduğun inlemelerinden dolayı günahlarını affetsin. Her hastalıkta bir ec ir yoktur, fakat hastalıklarda da kulun mutlaka dua ettiği hususlarda Cenab-ı Allah onun günahlarını affeder. Ecir ise ancak insanın kendi diliyle söylediği ve eliyle ve ayağıyla yaptığındadır. Allah kendi kullarından samimi bir niyetle ve salih davranışlarla gelen bir kimseyi mutlaka cennetine koyar.”
Ali bir müddet daha yürüdükten sonra Abdullah bin Vedia el-Ensari ile karşılaşmış, selamlaşmış ve Onunla bir müddet yürüdükten sonra sormuştu: “Girişmiş olduğumuz hususlarda insanlar neler söylüyorlar?” O da şöyle cevap vermişti; “Bazıları bu yapılanı beğeniyor, bazıları ise şiddetle karşı çıkıyor.” Ali: “Peki bu konuda görüş beyan edenler neler söylüyor?” diye sorunca da şöyle demişti: “Alinin büyük bir taraftar kitlesi vardı, onu tutup dağıttı. Onun sapa-sağlam bir kalesi vardı, onu yıkıverdi. Ne zaman bu yıktıklarını inşa edecek ve bu dağıttıklarını toplayıverecek? Eğer O kendisine itaat edenlerle birlikte isyan edenlere karşı savaşsaydı ve zafere erinceye veya ölünceye kadar böyle devam etseydi çok daha iyi olurdu.” Ali bu sözlere şöyle karşılık vermişti: “Ben mi yıktım, yoksa onlar mı? Ben mi bölüp parçaladım, yoksa onlar mı? Onların: “Kendisine itaat edenlerle birlikte zafere erinceye veya ölünceye kadar çarpışıverseydi daha iyi olurdu.” diye söylemelerine gelince, vallahi bu benim için gizli ve bilmediğim bir husus değildi. Ben de aynı şeyi düşünüyordum. Ben bu dünyada nefsime karşı son derece cömert davranacak olsaydım gerçekten bir nefis için ölümden daha güzel bir şey olamaz. Ben öne doğru ve karşımızda duranlara karşı savaşmak istedim, fakat şu ikisi -Hasan ile Hüseyni kastederek- beni alıkoymaya çalıştılar. Geri dönmek istedim, yine şu iki adam -Abdullah bin Cafer ve Muhammed bin Alibeni geri dönmekten alıkoyup ileriye doğru atılmamı söylediler. Ben şunları düşündüm: Eğer şu iki adam öldürülecek olursa Resulallahın dünyada ve bu ümmet arasında nesli kesilir gider. Bundan dolayı ileriye gidip savaşmayı istemedim ve bu ikisinin öldürülmesinden üzülerek ve merhamet duyarak geri döndüm. Fakat bu günden sonra vallahi eğer onlarla karşılaşacak olursam mutlaka onlar benden alacaklarını alacaklardır. ister bir çarpışma alanında, isterse her hangi bir yerde olsun, mutlaka onlara karşı çarpışacağım.” Sonra oradan ayrılıp yürümeğe devam edince sağ tarafında yedi veya sekiz kabrin bulunduğunu görür. Ali onların ne olduklarını sorunca şöyle derler: “Ey müminlerin emiri! Burada yatan Habbab bin Erettir. O, sen Sıffine çıktıktan sonra vefat etmiş ve buraya, şehir dışına defnedilmesini vasiyet etmişti.”
O güne kadar ölen kimseler ya kendi evlerinde veya evlerinin avlularında defnedilirlerdi. ilk defa Küfenin dışında defnedilen kimse Habbab olmuştu. Ondan sonra yanına birçok kimse daha defnedilmişti.
Onun kabrinin başında duran Ali şöyle dedi: “Allah Habbaba rahmet eylesin. O gayet iyi bir Müslüman olarak itaat etti, gönüllü olarak hicret etti ve mücahit olarak yaşayıp hastalıklarla ve eziyetlerle imtihan edildi. Allah hiç bir kimsenin güzel amelini zayi etmez.” Sonra bu kabirlere yaklaşarak şöyle seslenmişti: “Esselamü aleyküm! Ey bu ürküntü ve korku verici diyarın insanları! Ey mümin erkeklerle mümin kadınlardan, Müslüman erkeklerle Müslüman kadınlardan son derece ıssız kalan bu yerin sakinleri! Siz, bizlerden evveloraya varan seleflerimizsiniz, biz de sizin hemen arkanızdan oraya varacak kimseleriz. Allahım! Bize ve onlara mağfiret eyle. Bizi ve onları affeyle. Ne mutlu o Allahın hesap gününü hatırlayarak güzel amel işleyenlere! Ne mutlu aza kanaat edenlere ve ne mutlu Allahın kendilerinden razı olduğu kimselere.”
Sonra Ali yoluna devam eder. Sikketüs Sevreyn denilen yere vardığında ağlama sesleri işitir. Bunların ne olduğunu sorunca: “Sıffinde öldürülenler için yapılan ağlamalardır.” diye cevap verilir. Bunun üzerine: “Ben Sıffinde sabrederek ve sevabını Allahtan umarak öldürülenlerin şehit olduklarına şahadet ederim.” der. Sonra Ali, el-Faişiyyeyne varıp aynı sesi işitir. Arkasından eş-Şibamiyeyn denilen yere vardığında çok daha şiddetli bağrışmalar ve sesler işitir. Orada durur, bekler ve Harb bin Şurahbil eş-Şibilmi adındaki şahıs Alinin yanına varınca Ali Ona şöyle der: “Hanımlarınız size galip mi gelecekler? Onların şu ağlayıp sızlamalarını, bağrışmalarını engellemiyor musunuz?” Harb bin Şurahbil ise şöyle karşılık verir:
“Eğer bir ev veya iki ev olsaydı onları susturabilirdik, fakat şu mahalleden yüz seksen ölü vardır bunların içinde ağlayıp sızlamaların olmadığı bir tek ev de mevcut değildir. Biz erkekler ise asla ağlamayız ve şahadete seviniriz.” Ali bunun üzerine: “Allah sizin şehitlerinize ve ölülerinize rahmet eylesin” der ve oradan ayrılır. Giderken kendisi bineğine binmişti, Harb bin Şurahbil ise yaya olarak yanında yürüyordu. Ali bineğini durdurarak Ona: “Geriye dön! Seninle birlikte benim bu şekilde yürümeğe devam etmem buranın ahalisi için kötü bir örnek ve müminler için de zillettir!” demişti. Sonra enNaitiyyeyn denilen yere vardı. buranın halkı Osmana meyli olan kişiler idiler. Onlardan bazılarının şöyle dediklerini işitti: “Vallahi Ali hiç bir şey yapmadan gitti, sonra aynı şekilde, evine eli boş olarak geri döndü.” Onu gördüklerinde birden susuvermişlerdi. Ali de o anda etrafındakilere: “Bunlar öyle kişilerdir ki Şamı görmüş değillerdir.” demiş ve arkasından da şunları ilave etmişti: “Biraz önce kendilerinden ayrıldığımız kimseler bunlardan daha iyi kimselerdir.” Sonra yoluna devam ederek sürekli Allahı zikretmiş ve Kufedeki vali kasrına girinceye kadar böyle zikirle yoluna devam etmişti. Ali Küfeye vardığında Hariciler onunla birlikte şehre girmemişler ve Harura denilen yerde konaklamışlardı.
Anlatıldığına göre, Uveys el-Karani Sıffin Savaşında öldÜrülmüştü.
Başka bir rivayette Onun Dımaşkta öldüğü de kaydedildiği gibi Armeniada veya Sicistanda vefat ettiğine dair rivayetler de vardır. Yine Sıffinde Alinin taraftarlarından olup aynı zamanda sahabi olan Cündeb bin Züheyr elEzdi öldürülmüştü. Ayrıca Sıffinde Muaviye saflarında çarpışarak öldürülenler arasında Yezid bin Adiyy bin Hatemin dayısı Habis bin Saad et-Tai vardı. Onun yeğeni Yezid Habisin katilini aniden öldürünce Adiyy Onu maktulün akrabalarına teslim etmek istemiş, ancak Yezid Muaviyenin yanına kaçmıştı.
Sıffin Savaşında Ali ile birlikte olanlardan biri de Huzeyme bin Sabit Zü eş-Şehadeteyn idi. Huzeyme savaşa bizzat katılmamıştı, ancak Ammar bin Yasir şehit edildiğinde kılıcını hemen çekmiş ve öldürülünceye kadar savaşıp durmuştu.
Huzeyme şöyle anlatır: “Ben Resulallahın şunları söylediğini işittim: “isyancı bir kitle Ammarı öldürecektir.”
Yine Alinin yanında yer alıp Bedir ashabından olan Süheyl bin Amr bin Ömer el-Ensari Sıffinde öldürülenlerden biri idi. Alinin yanında yer almış olup da şehit edilenlerden birisi de muhacirlerden ve sahabilerden Halid bin Velid idi