"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Sıffin olayının başlangıcı

Ali Cemel Olayından sonra Basradan geri dönüp Kufeye gelmiş ve Osmanın Hemedana vali olarak tayin etmiş olduğu Cerir bin Abdullah el-Beceli ile yine Osman tarafından tayin edilmiş olan Azerbaycan valisi Eşas bin Kaysın kendisine beyat etmek üzere yanına gelmelerini istemiş her ikisi Alinin yanına gelerek beyat etmişlerdi. Bunu müteakiben Ali Muaviyeye bir adam göndermek istemişti. Cerir: “Muaviyeye beni gönder, onunla bir yakınlığım ve arkadaşlığım vardır.” deyince el-Eşter: “Sakın Onu göndermeyesin, çünkü Onun gönlü Muaviyeye daha çok yatkındır.” diye itiraz etmişti. Bunun üze-rine Ali ise, el-Eştere şöyle demişti: Bırak Onu bir gönderelim, bakalım bize ne haberler getirir.” Sonra da Ceriri eline verdiği bir mektupla Muaviyeye göndermiş, mektubunda muhacirlerle ensarın beyat ettiklerini, ancak Talha ve Zübeyrin bu beyata uymayıp kendisiyle savaştığını yazmış ve muhacirlerle ensarın yapmış olduğu beyata uyup itaat etmesini istemişti.
Cerir Muaviyenin yanına gitmiş, Şama vardığında Muaviye Onu bekletip bu arada Amr bin el-As ile istişarede bulunmuştu. Amr Muaviyeye Şam ahalisini toplayıp Osmanın kanını bahane ederek Ali ile savaşılmasını tavsiye etmiş, Muaviye de Amrın bu tavsiyesine uymuştu. Gerçekten Şam halkı daha önce Numan bin Beşirin kana bulanmış olarak getirmiş olduğu Osmanın gömleği ile hanımı Nailenin koparılmış parmaklarını gördükleri anda bir hayli duygulanmışlardı. Kanlı gömleğin yanısıra Nailenin el ayasından bir parçaya bitişik olan iki parmağıyla baş parmağından bir kısım getirilen kesik uzuvlar arasında idi. Muaviye bu parmaklarla kanlı gömleği Şam mescidinde minbere asarak her taraftan gelen adamlara göstermiş, kanlı gömlek ve onun içinde kanlı parmaklar minberde asılı olarak durmuş ve onu her gören mutlaka ağlamıştı. Şam halkından bazı kimseler Osmanın kanını dökenlerle savaşıncaya kadar cünüplükten yıkanmanın dışında asla vücutlarına su değdirmeyeceklerine, yatağa yatmayacaklarına ve kendilerine karşı çıkacak herkesi öldüreceklerine dair yemin etmişlerdi. Cerir Şamdan dönerek Alinin yanına gelip Muaviyenin Şam halkıyla kendisine karşı savaşmak üzere anlaştığını, Hz, Osmanın şahadetine ağlayarak: “Onu Ali öldürdü ve arkasından onu öldürenleri himaye etti” dediklerini ve kendisine karşı savaşıp, öldürmedikçe veya onun tarafından öldürülmedikçe bundan vazgeçmeyeceklerini söylediklerini anlatmıştı. Bunun üzerine el-Eşter Aliye: “Ben Ceriri göndermemen konusunda itirazda bulunmuş, düşmanlığını ve hilekarlığını sana anlatmıştım. Eğer beni oraya göndermiş olsaydın Muaviyenin yanına gidip de hayırla açılmasını arzu ettiğimiz her türlü kapıyı açmış ve korktuğumuz her türlü kapıyı da kapatmadan bırakıp gelmezdim ve bu mutlaka daha hayırlı olurdu.” Eşterin bu sözleri üzerine Cerir şöyle der: “Eğer oraya gitmiş olsaydın seni mutlaka öldürürlerdi, çünkü Osmanın katilleri arasında senin de adını zikrediyorlar.” Ancak Eşter şöyle karşılık verir: “Vallahi eğer ben onlara gitmiş olsaydım bana verecekleri cevap ve gösterecekleri tavır beni ilgilendirmezdi. Muaviyeyi öyle bir noktaya getirirdim ki bir an evvel karar vermeğe mecbur kalırdı. Eğer müminlerin emiri bu konuda benim tavsiyelerime uyacak olursa durumlar düzelinceye ve şüpheler kalkıncaya kadar seni hapsetmesi çok iyi olacak.” Cerir, bunun üzerine çıkıp Karkisiyeye gitmiş ve oradan Muaviyeye bir mektup yazmış, Muaviyede Ona yazdığı mektupta yanına gelmesini istemişti.
Anlatıldığına göre herhangi bir gerek olmadığı halde Cerir el-Becelinin reddedilmesi ve geri gönderilmesi konusunda Muaviyeyi teşvik eden Şurahbil bin Sımt el-Kindi idi. Bunun da sebebi olarak şu olayanlatılır: Ömer Şurahbili Iraka Saad bin Ebi Vakkasın yanına göndermiş, Saad bin Ebi Vakkas da ona önemli mevkiler vererek kendisine yaklaştırmıştı. Bu arada aralarındaki bazı çekişmelerden dolayı Eşas bin Kays el-Kindi Şurahbili kıskanıyordu. Cerir el-Beceli de Ömere Iraktan bir görevle gelmiş bulunuyordu. Eşas Cerirden:
“Eğer yapabilirsen Şurahbili Ömerin huzurunda yeriver.” şeklinde bir istekte bulunmuş, Cerir de Ömerin yanına geldiğinde Ömer Iraktan ve Müslümanlardan ne haberler getirdiğini sormuş, o da Saad bin Ebi Vakkasın iyiliğinden ve herkese iyi davrandığından söz ettikten sonra okuduğu beyitlerle Zebr ve Şurahbil bin es-Sımtı kötülemişti. Bunun üzerine Ömer Saad bin Ebi Vakkasa mektup yazarak Zebr ve Şurahbili Medineye göndermesini istemiş, Saad da bunların ikisini Medineye göndermişti. Ömer Zebri Medinede bırakıp Şurahbili Şama göndermiş, Şurahbil, Şama vardığında orada kendisine değer verilmiş ve ileri gelenler arasında yer bulmuştu, çünkü babası es-Sımt, Şama ilk gazaya çıkanlardan biri idi.
Cerir bin el-Beceli Alinin mektubunu getirdiğinde Muaviye Şurahbilin gelmesini beklemiş ve geldiğinde Ceririn getirdiği mektubu haber vermişti. Şurahbil: “Müminlerin emiri olarak Osman bizim halifemiz idi ve eğer onun kanını talep etmekte gücün yeterse bunu yap, aksi takdirde biz bir kenara çeker gideriz.” demiş, bunun üzerine Cerir oradan ayrılıp Medineye geri dönmüştü. Nihayet Ali yanında bulunan askerlerle en-Nuhayleye doğru çıkmış ancak Küfe halkından Murre el-Hemedani ve Mesrük gibi kişiler Aliye katılmışlardı. Bunlar yanlarındaki adamlarla birlikte Kazvine gittiler. Mesruk daha sonraları Sıffin Savaşında Alinin yanında yer almadığından dolayı Allaha tövbe ve istiğfar edip durmuştu. Ali en-Nuhayleye geldiğinde Abdullah bin Abbas Basra halkıyla birlikte gelip Ona katılmıştı. Alinin yola çıktığı haberini alan Muaviye Amr bin el-As ile istişare etmiş, Amr da Ona şöyle öğütte bulunmuştu: “Eğer Ali sana karşı gelirse sen de Ona çekinmeden karşı çık. Sakın geri kalma, görüşlerinle ve hilelerinle ona karşı koymaya çalış. Muaviye savaş hazırlıklarına girişmiş, etrafındakiler de bu hazırlıklarda ona katılmışlardı. Amr bin el-As ahaliyi Aliye karşı teşvik ederek onun güçsüzlüğünü ve adamlarının azlığını anlatmağa çalışıyor, şöyle diyordu:
“Irak halkı bölük bölük olmuş, onların cemaatleri dağılmış, moralleri bozulmuş, kılıçları da körelmiş bulunmaktadır. Basralılar ise öldürmüş olduğu kimselerden dolayı Aliye muhaliftirler. Cemel Vakasında hem Basralıların hem de Kufelilerin ileri gelenleri ölüp gittiler. Ali ise sizin halifenizi öldürerek çok büyük bir grupla üzerinize geliyor. Sakın, sakın, akıtılmış kanınızı kaybetmeyesiniz ve bu kanın öcünü geciktirmeyesiniz.” Bundan sonra Muaviye Şam askerlerini çeşitli gruplara ayırmış, Amr bin el-As ve iki oğlu Abdullah ve Muhammede birer sancak vermiş, aynı şekilde kölesi Verdana da bir sancak teslim etmişti. Diğer taraftan Ali de kölesi Kanbere bir sancak vermişti. Nihayet Muaviye yola çıkmış, ancak sefere doğru yönelmekte acele etmemişti. Diğer taraftan Ali de Ziyad bin Nadr el-Hurizi ile birlikte sekiz bin kişilik bir öncü kuvvet göndermişti. Arkasından Ali Şurayh b Hani ile birlikte dört bin kişilik bir yardımcı kuvvet de gönderdikten sonra kendisi Medain halkının savaşçılarından bir miktar adam alarak yola koyulmuştu. Medainde Muhtar bin Ebu Ubeyd es-Sakafinin amcası Saad bin Mesudu vali olarak bıraktıktan sonra Nuhayleden yola çıkmıştı. Mabiğa bin Cade Onunla birlikte bulunuyordu. Diğer taraftan Ali Medain halkından Makal bin Kaysı üç bin kişilik bir kuvvetle Musula doğru göndererek Rakkaya varmasını istemişti. Makal Rakkaya vardığında oranın halkına nehir üzerinde bir köprü yapmalarını ve bu köprüden Şama geçileceğini söylemiş, ancak Rakka halkı buna pek yanaşmamış ve gemilerini Şamlılar tarafına göndermişlerdi. Makal bin Kays Menbic Köprüsünden geçmek üzere oradan ayrılıp gitmiş ve Rakkada yerine el-Eşteri bırakmıştı. el-Eşter, Rakka halkına şöyle demişti: “Allaha yemin ederim ki müminlerin emirinin üzerinden geçeceği bir köprü yapmadığınız takdirde sizi kılıçtan geçirir, erkeklerinizi öldÜrür, mallarınıza el koyarım.” el-Eşterin bu sözleri üzerine Rakka halkı bir araya gelip birbirlerine şöyle demişlerdi: “Buna Eşter derler ve gerçekten yeminini yerine getirecek adamdır. Hatta yemin ettiğinden daha fazla bir kötülükte de bulunabilir.” Bunun üzerine nehir üzerine bir köprü yapıp Ali ve adamlarının geçmelerini sağlamışlardı. Ali ve askerleri köprüden geçerken bir hayli izdiham olmuş, hatta bu arada Abdullah bin Ebu Husayn el-Ezdinin sarığı suya düşmüş, inip sarığını almış ve tekrar atına binmişti. Abdullah bin el-Haccac elEzdinin de sarığı suya düşmüş, O da sarığını almak üzere inmiş ve almıştı. Bunların her ikisi de Sıffın Savaşında öldürülmüştü.

Ali Fırat Nehrine vardığında Ziyad bin Nadr el-Harisi ile Şurayh bin Haniyi çağırarak onları Küfeden çıkıp geldikleri gibi, on iki bin kişilik bir ordu ile Muaviye üzerine göndermişti. Alinin kendilerini Küfeden Şama doğru göndermiş olduğu halde onların tekrar dönüp Aliye gelmelerinin sebebi şu idi: Onlar daha önce giderken Fırat Nehrinin öbür yakasına geç•• mişler ve Anat denilen yere vardıklarında Muaviyenin Şam askerleriyle üzerlerine geldiğini haber almışlar, bunun üzerine şöyle demişlerdi:
“Hayır, vallahi bizimle Müslümanlar ve müminlerin emiri arasında bu vadi bulunduğu müddetçe kesinlikle savaşa girmeyiz. Yanımızda bulunan bu az sayıdaki askerle Şam ordusunu karşılamamız doğru olmaz.” Bu sözleri söyledikten sonra Anattan nehri geçip karşı tarafa varmak için gitmişler, fakat Anat halkı kendilerine izin vermemişti. Oradan Hit şehrine gelip karşıya geçmek istemişler ve Alinin askerlerine katılmışlardı. Yanına vardıklarında Ali onlara: “Benim öncü kuvvetlerim arkamdan bana doğru geliyorlar.” diye söylenmişti. Şurayh ve Ziyad Ona olup bitenleri anlatmışlar, ancak Ali: “Siz her türlü kapıyı kapattınız.” demişti. Ali askerleriyle birlikte Fırat Nehrini geçtikten sonra yine öncü kuvvetlerini önden göndermişti. Bu gidenler Şam sınırına yaklaştıkları bir sırada Ebul-Avar es-Süleminin başında bulunduğu Şam kuvvetlerinden bazı askerlerle karşılaşmışlardı. Her ikisi durumu Aliye bildirmiş, Ali de el-Eştere süratle oraya varmasını emrederek şunları söylemişti: “Oraya vardığında onla-rın emiri sensin, ancak sakın karşındaki adamlarla birden savaşa girişmeyesin. Onlar savaşa başladıklarında, sen de savaşa girebilirsin. Onları beyat için davet et ve bu konudaki görüşlerini aL. Sakın onlara karşı beslemiş olduğun kinden dolayı beyat etmeğe davet etmedikçe ve bu daveti tekrar tekrar onlara iletip durumlarını öğrenmedikçe çarpışmaya girişmeyesin. Sağ kanat kuvvetlerinin başına Ziyadı, sol kanat kuvvetlerinin başına ise Şurayhi getir. Savaşa atılmak isteyen biri gibi sakın onlara çok yaklaşmayasın. Ve ben sana yaklaşıncaya kadar da korkuya kapılmış bir kimse olarak uzaklarda kalmayasın. Allah nasip ederse ben de hemen senin arkandan orada olacağım.”
Sonra Ali Ziyad ve Şurayhe bir mektupla durumu bildirmiş ve elEştere itaat etmelerini tavsiye etmişti. el-Eşter Alinin tavsiyelerine uyarak onlara varmış ve savaştan uzak durmağa çalışmıştı. Akşama kadar Ebu-Avar es-Sülemi üzerlerine saldırıncaya kadar öylece bekleyip durmuşlardı. Nihayet bu saldırıya karşı koymuş ve bir saat kadar çarpışmışlardı. Sonra Şam askerleri geriye doğru çekilmiş ve ertesi gün Haşim bin Utbe ve el-Merkal adındaki şahıs onları takip etmişti. Ebul-Avar da ona karşı tekrar saldırıya geçmiş ve o gün akşama kadar sabırla ve birbirlerine kargı çekinmeden savaşmışlar, sonra her iki taraf çekilip gitmişti. Daha sonra el-Eşter onlara karşı saldırıya geçerek: “Bana Ebul-Avarı gösteriniz.” diye seslenmiş, onlar da buna karşı:
“inna lillah ve inna ileyhi raciun.” demeğe başlamışlardı. Ebul-Avar bir gün önce bulunduğu yerin arka tarafında durmuş, el-Eşter de gelip bir gün evvel durduğu yerde askerlerini safa koymuştu. el-Eşter, Sinan bin Malik en-Nehaiye şöyle demişti: “Kalk, el-Avara git ve Onu teke tek çarpışmağa davet et!” Sinan: “Benimle mi, yoksa seninle mi çarpışmağa çağırayım?” diye sormuş. el-Eşter: “Eğer seninle kapışmasını emretsem yapar mısın?” deyince de:
“Evet, vallahi eğer bana onların safları üzerine tek başıma hücum etmeyi emretsen derhal bunu yaparım.” diye karşılık vermiş, el-Eşter de Ona duada bulunmuş ve: “Ebul-Avarı benimle çarpışması için çağır” demişti. Sinan kalkıp Şamlıların tarafına gitmiş; “Bana eman veriniz, ben elçiyim.” diyerek eman almış ve Ebul-Avarın yanına gidip şöyle demişti: “el-Eşter seni teke tek çarpışmağa davet ediyor. Aramızda galip gelen suya ulaşsın ve suyu içsin.”
Bu haber Muaviyeye ulaşınca adamlarına: “Bu konuda ne dersiniz?” diye sormuş. Velid bin Utbe ve Abdullah bin Saad şöyle demişlerdi: “Onlar Affanın oğlunu su içmekten alıkoydukları gibi sen de onları alıkoy! Onları susamış olarak öldür, Allah da onların canlarını alsın.” Amr bin el-As ise şöyle demişti: “Onlarla suyun arasına girme, sen kana kana su içiyorken onları böyle susuz bırakma, onlarla suyun dışında başka türlü çarpış, kendinle Allaharasında olan duruma bak ve öyle karar ver.” Ancak Velid ile Abdullah bin Saad yukarıda zikrettiğimiz sözlerini tekrar ısrarla söylemiş ve şunları ilave etmişlerdi: “Onları suya yaklaştırma, geceye kadar bu şekilde bırak. Eğer onlar bu konuda güç yetiremezlerse zaten çekip gidecekler. Bu geri dönüşleri de onlar için bir hezimettir. Suya yaklaşmalarına engel ol. Allah onları kıyamet gününde susuz bıraksın.” Bu durum karşısında Sasaa şunları söylemişti: “Allah suyu facirlerden ve şu şarap içenlerden bile alıkoymaz. Allahın laneti sizin ve bu fasık adamın üzerine olsun.” (Fasık derken Velid bin Utbeyi kasdediyor). Sonra Sasaa Velide küfredip onu tehdit etmişti.
Başka bir rivayete göre ise Velid bin Utbe ile Abdullah bin Saad bin Ebi Şerh Sıffin olaylarında bulunmamışlardı.
Sonra Sasaa geri dönerek orada geçen konuşmaları ve Muaviyenin size görüşümü bildireceğim demesini Aliye bildirmişti. Muaviye diğer taraftan Ebul-Avarı suyun kenarına göndererek Ali taraftarlarını suya ulaşmaktan alıkoyması için emir vermişti. Ali, olup bitenleri işitince:
“Onlarla su için çarpışınız.” diye emir vermişti. Eşas bin Kays el-Kindi: “Onlara ben gideceğim.” diyerek Şamlıların üzerine yürümüş, yaklaştığında birbirlerine karşılıklı ok atmağa başlamışlar, bir saat bu şekilde çarpıştıktan sonra mızraklarla birbirle-rine saldırmış, sonra kılıçlarını çekerek bir saat kadar da sürekli kılıçlarla savaşmışlardı. Bu çarpışmaların akabinde Muaviye Halid bin Abdullah el-Kasrinin dedesi Yezid bin Esed el-Beceli el-Kasriyi Ebul-Avara yardım etmek üzere göndermişti. Bunların gelmesi üzerine Ali de, Şebes bin Ribi er-Reyahiyi kendi kuvvetlerine yardımcı olarak göndermiş ve çarpışmalar hayli şiddetlenmişti. Arkasından Muaviye Amr bin el-Ası büyük kuvvetlerle Ebul-Avar ve Yezid bin Esede yardım etmek üzere gönderince Ali de el-Eşteri büyük kuvvetlerle Eşas ve Şebese yardımcı olarak göndermişti. Bu arada çarpışmalar bir hayli şiddetlenip durmuştu.
Alinin taraftarları Şamlıların üzerine şiddetli hücumlarda bulunup onların ellerindeki su menfezlerini ele geçirerek şöyle demişlerdi: “Vallahi bu sudan Şamlılara bir damla bile içirmeyiz.” Ancak Ali, taraftarlarına haber göndererek: “Siz sudan kendi ihtiyacınız kadar alın ve onlara suyu kesmeyin. Yüce Allah onların isyan ve zulümlerinden dolayı size zafer ihsan edip yardım etmiştir.” demişti.
Sonra Ali bu şekilde iki gün kalmış, onlara adam göndermediği gibi onlar tarafından kendisine gelen de olmamıştı. Nihayet Ali Ebu Amr bin Beşir bin Amr bin Mihsan el-Ensariyi, Said bin Kays el-Hemdani ve Şebes bin Ridi et-Temimiyi çağırarak onlara şöyle demişti: “Kalkın bu adama gidin ve onu Allaha itaate ve cemaate bağlanmağa davet edin.” Bu arada Şebes Aliye şöyle demişti: “Ey müminlerin emiri! Sana beyat etmesi halinde kendisine bir görev verilip memnun olacağı bir noktaya ve mevkie getirileceği konusunda vaatte bulunacak ve onu bu konuda istekli kılacak olursan belki bu beyat etmesine etkili olabilir.” Bunun üzerine Ali de: “Kalkın, ona gidin ve beyat etmek konusunda ikna etmeye çalışın. Bu konuda delil ileri sürün ve ne dediğini öğrenin.” diye konuşmuştu.
Bu olaylar bu yılın zilhicce ayının ilk günlerinde meydana gelmişti. Nihayet kalkıp ona giderler ve sözü önce Beşir bin Amr el-Ensari alıp Allaha hamd ve sena ettikten sonra şöyle konuşur: “Ey Muaviye! Bilmiş ol ki bu dünyan kaybolup gidecektir ve sen ahirete yöneleceksin. Bil ki Yüce Allah seni dünyada yaptıklarından dolayı sorguya çekecek, bu yüzden ya mükafatlandıracak, ya da cezalandıracaktır. Sana şunu hatırlatayım ki sakın bu Müslüman cemaatin arasına ayrılık sokup bu ümmetin kanını heder etmeyesin. ”
Muaviye birden Onun sözünü keserek şöyle der: “Sen kendi adamına bunları tavsiye ettin mi?” Muaviyenin bu sözü üzerine Ebu Amr: “Benim adamım senin gibi değildir. O gerçekten iyilik konusunda bu işe daha layık olması yanında, fazilet, dine bağlılık ve islama ilk girenlerden olmak ve Resulallaha olan yakınlık bakımlarından da daha üstündür ve bu iş onun hakkıdır.” deyince de Muaviye şöyle sorar: “Peki, Ali ne istiyor?” Amr bu soruya: “Allahtan korkmanı, Allahtan korkmanı sana tavsiye edip amcanın oğluna icabet ederek Ona beyat etmeni ve hakka yönelmeni istiyor ki bu senin dinin ve ahiretin için mutlaka daha hayırlıdır.” diye cevap verir. Muaviye şöyle der: “Peki bizler böyle yapıp da Affanın oğlunun kanını terk mi edelim? Hayır, vallahi ben bunu kesinlikle yapacak değilim.”
Said bin Kays konuşmak ister, fakat Şebes bin Ribi sözünü keserek Allaha hamd ve sena ettikten sonra şunları söyler: “Ey Muaviye! Mihsanın oğluna neler söylediğini iyice anlıyor musun? Vallahi istediğin bizim için gizli kapaklı bir şey değildir. Onları kendine çekip heva ve hevesleriyle meylettirmen ve itaat ettirebilmen şu sözleri tekrarlayıp durmanla mümkün olmaktadır:
“Sen şöyle diyorsun: “Sizin imamınız haksız yere öldürüldü, biz de onun kanını talep ediyoruz.” işte bu sözlerin üzerine bir sürü isyancı sana uyuyor ve bu davetine katılıyor. Senin bugün istemiş olduğun noktaya gelebilmek için ona yardım etmekte geciktiğini, Onun öldürülmesine rıza gösterdiğini ve bunu arzuladığını iyi biliyoruz. Umulur ki bir kimse ile istemiş olduğu şeyarasına Yüce Allah girer ve Onu istediğine ulaştırmaz ve olabilir ki Yüce Allah bir gayeye ulaşmak isteyen kimseyi daha da ileri bir noktaya ulaştırır, muvaffak kılar. Vallahi bunların hiçbirinde de hayır olmayacaktır. Vallahi umduğun konularda eğer hataya düşecek olursan bugün Arapların en kötü insanı olarak tanınacaksın. Temenni ettiğin şeye ulaşabilmen ancak cehennem ateşine atılman karşılığında mümkün olabilecektir. Allahtan kork ey Muaviye! Şu anda istediğin şeyden vazgeç ve bu konuda ayrılıklar çıkarıp Ümmetin arasına tefrika sokma.”

Bu sözlere karşılık Muaviye Allaha hamd ettikten sonra şöyle demişti:
“Her şeyden evvel benim burada gördüğüm husus, kavminin efendisi ve son derece şerefli ve üstün olan bir adamın sözünü kesip haberli olmadığın bir konuya girmen ve bilmediğin bir hususta sözler söylemendir. Ey kaba bedevi! Sen bilmediğin bir konuda yalan söyledin ve anlattığın her konuda da bir sürü yalanlar uydurdun; çek git yanımdan! Aramızda kılıçtan başka hiçbir şey olmayacaktır! ”
Muaviye bu sözlerden sonra son derece kızmış ve gelen heyet de çıkıp gitmişti. Giderken Şebes bin Ribi Muaviyeye şöyle demişti: “Bizi kılıçlarla mı korkutuyorsun? Allaha yemin ederim ki bu kılıçları önce biz sana ulaştı racağız. ”
Bu heyet gelip durumu Aliye bildirince Ali etrafında bulunanlardan ileri gelen kimseleri çıkarmış, bunlara da bir hayli adam katılıp bir cemaat halinde savaş meydanına atılmışlardı. Muaviye de onlara karşı bir grup adam çıkarınca her iki taraf karşı karşıya gelip çatışmağa başlamışlardı. Adetlerine göre, çarpıştıktan sonra her iki grup yerlerine çekiliyorlardı. Irak halkı ile Şam halkının karşılıklı olarak hep birlikte çarpışmalarını pek hoş karşılamamışlar, bunun sonucunda pek çok insanın ölüp gitmesinden korkmuşlardı. Bu yüzden bu karşılıklı çarpışmalara bazen Ali, bazen el-Eşter, bir keresinde Hicr bin Adiyy el-Kindi, diğer bir seferinde Şebes bin Ribi, Halid bin Muammer, Ziyad bin Nadr el-Harisi, Ziyad bin Hasafa el-Temimi, Said bin Kays el-Hemedani, Makıl bin Kays er-Reyahi ve Kays bin Said el-Ensari birer birer cemaatleriyle çıkıp çarpışıyorlardı. Fakat bunlar arasında savaşa en çok atılan el-Eşter olmuştu. Muaviye de bunlara karşı Halid bin el-Velidin oğlu Abdurrahmanı, Ebu-Avar es-Sülemiyi Habib bin Mesleme el-Fihri, ibn Zilkila elHimyeri, Ubeydullah bin Ömer bin el-Hattabı, Şurahbil bin Sind el-Kindiyi Huınra bin Malik el-Hemdaniyi çıkarmış ve çarpışmalar bu şekilde Zilhicce ayının başından sonuna kadar devam edip gitmişti. Bazen bir günde iki sefer karşılıklı çarpışmaların olduğu görülüyordu.

Bu yılda Osmanın şahadetinden çok kısa bir müddet sonra Huzeyfe bin el-Yeman vefat etmiş ve Cemel Olayına yetişmemişti. Ancak Onun iki oğlu, Safvan ve Said babalarının vasiyeti üzerine Alinin yanında yer almış ve Sıffin Savaşında öldürülmüşlerdi. Diğer bir rivayette Onun H. 35. yılda vefat ettiği kaydedilirse de birinci rivayet, yani bu yılda vefat ettiği rivayeti daha doğrudur. Yine bu yılda Selman el-Parisinin vefat ettiği bazı tarihçiler tarafından kaydedilir. Onun, rivayetlere göre en az iki yüz elli yaşında vefat ettiği söylenir. Hatta öldüğünde üç yüz elli yaşında olduğu ve isanın bazı havarilerine yetiştiği rivayet edilmektedir. Yine bu yılda Abdullah bin Saad bin Ebi Şerh Askalanda vefat etmişti. Muaviye Sıffin Savaşına çıktığında bu savaşa onun yanında katılmak istememiş, bir kenara çekilmişti. Yine bu yılda Osmanın katli için Mısırdan gelenlerin başkanı olan ve Resulallaha ağaç altında beyat etmiş bulunan Abdurrahman bin Udeys el-Belevi vefat etmiştir. Başka bir rivayette onun Şamda öldürüldüğü kaydedilmiştir. Yine bu yılda Habeşistan muhacirlerinden ve Bedir ashabından olan Kudama bin Mazun el-Cümahi vefat etmiştir. Aynı şekilde yine Bedir ashabından Şeddadın babası olan Amr. bin Amr el-Pihri vefat etmiştir.
Yine bu yılda Ali Rey Valiliğine Teym el-Lat Kabilesine mensup Yezid bin Hüceyye et-Temimiyi tayin etmiş, o da Rey Şehrinin haracından otuz binlik bir meblağı yemişti. Ali bir mektup yazıp onu huzuruna çağırmış ve zimmetine geçirmiş olduğu malı ne yaptığını sormuştu. Yezid bir şey almadığını söyleyince Ali Ona kırbaçla bir kaç darbe vurduktan sonra hapse atmış, yerine kölesi Saadı görevlendirmişti. Bunun üzerine Yezid kaçıp Şama gitmiş, Muaviye Ona bir sürü mal vermişti. Muaviye hilafeti tamamen eline geçirene kadar Yezid Şamda kalır, sonra Muaviye ile birlikte Iraka gider ve Muaviye Onu tekrar Rey Valiliğine getirir. Başka bir rivayette ise Yezidin Ali ile birlikte Cemel, Siffin ve Nehrevan olaylarına katıldığı ve bundan dolayı Alinin Onu Rey valiliğine getirdiği kaydedilir. Daha evvel bunları zikrettiğimiz gibi doğru olan rivayet de budur.