"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Alinin basraya gitmesi ve cemel olayı

Daha önce belirttiğimiz gibi Ali Şama gitmek üzere hazırlıklarını yapmış, fakat tam bu sırada Talha, Zübeyr ve Ayşenin Mekkeden hazırlık yaparak ayrılıp kendisine karşı sefere çıktıklarına dair haber almıştı. Ali bunun üzerine Medinelilerin ileri gelenlerini toplayarak hamd-ü sena ettikten sonra şöyle hitap etmişti: “Bu ümmet içinde son zamanlarda kopan bu fitneyi gidermenin tek yolu islamın ilk günlerinde olduğu gibi kılıca sarılmaktır. Bunun başka bir şekilde ıslah edilmesi ve ortadan kaldırılması mümkün değildir. Allaha yardım ediniz ki Allah da size yardımcı olsun ve işlerinizi iyiye götürsün.” Ancak Medineliler son derece ağır davranmış, Ziyad bin Hanzal da Müslümanların böyle ağır davrandıklarını görünce Aliye giderek şöyle demişti: “Sana katılmakta ağır davrananlar olabilir, fakat biz çabuk davranacak ve seninle birlikte çarpışacağız.” Sonra ensardan ileri gelen iki salih kişi ayağa kalkarak Aliye icabet ederler. Bunlardan birisi Bedir ashabından olan Ebul-Heysem bin et-Teyahan, diğeri ise Huzeyme bin Sabit idi. Huzeyme bin Sabit Akabede ve Bedirde bulunanlardan idi.
el-Hakem ise şöyle der:
“Aliye yardım etmek üzere kalkan bu ikincisi Huzeyme bin Sabit değildi, çünkü o Osman zamanında vefat etmişti. ”
Şabi şöyle anlatır:
“Bu fitneyi gidermek üzere Aliye Bedir ashabından yalnız altı kişi katılmıştı. Onların yedincisinden söz etmek mümkün değildir. ”
Said bin Zeyd şöyle der:
“Resulallah ashabını hayırlı bir amele davet ettiğinde Onun etrafına ilk toplanan dört kişiden biri mutlaka Ali olurdu.”
Bu arada Ebu Katade el-Ensarinin Aliye şöyle dediği rivayet edilir: “Ey müminlerin emiri! Bu kılıcı bana Resulallah kuşatmıştı, ben de onu uzun zaman kınından çıkarmamıştım; fakat şimdi onu kınından çıkarmayı ve bu islam ümmeti için tehlikeye ve fitnelere karşı onu kullanmayı arzu ediyor ve bunun için de beni komutan olarak tayin etmeni diliyorum. ”
Ümmü Seleme de şöyle der:
“Ey müminlerin emiri! Eğer Allaha karşı isyan olmasından korkmasam ve senin de kabul edeceğini bilsem bu sefer için seninle birlikte çıkardım. Bu adam hem amcamın oğlu, hem de kendimden daha çok sevdiğim birisidir. Onun için o da seninle gelsin ve senin katıldığın bütün olaylara katılsın.” Sonra Ali ile birlikte çıkmış ve hep onunla birlikte kalmıştı.
Ali Onu Bahreyne vali tayin etmiş, daha sonra da azlederek yerine Numan bin Aclan ez-Zürakiyi getirmişti.
Alinin maksadı Basraya gitmek isteyen Talha ve Zübeyre oraya varmadan önce yetişip onları geri çevirmeğe çalışmak veya onlarla Basraya varmalarından önce çarpışmaktı. Medineden çıktığında kaymakam olarak Temmam bin Abbası bırakmış ve Mekke valiliğine de Kuşem bin Abbası getirmişti. Başka bir rivayete göre ise Medinede kendi yerine vekil ve kaymakam olarak Sehl bin Huneyfi tayin ettiği söylenir. Ali H. 36. yılın rebiulahir (656 Ekim ayı) sonlarına doğru daha önc Şama gitmek üzere hazırlamış olduğu askerleri ve ordusuyla birlikte Basrya yöneldi.
Ali ile birlikte Kufe ve Basra alkından dokuz yüze yakın gönüllü son derece hafif silahlarla yola koyuldular,. Alinin gayesi onlara Basraya varmadan evvel yetişmek, isyan bayrağını açmadan önce yetişip onları bu işten alıkoymaktı. Yolda giderken Abdullah bin Selam ile karşılaşmış ve O Alinin atının gemini tutarak şöyle demişti: “Ey müminlerin emiri! Medineden dışarı çıkma. Vallahi eğer sen buradan çıkacak olursan müminlerin hakimiyeti ebediyen bir daha Medineye dönemez.” Onun bu sözleri üzerine Alinin yanında bulunanlar bir hayli kızıp küfretmişlerdi. Ancak Ali böyle davrananlara şöyle dedi: “Bırakınız adamı! O Muhammedin ashabındandır. ”
Ali ve yanındakiler er-Rebzeye varıncaya kadar yollarına devam etmişler; Talha, Zübeyr ve Ayşenin geçtikleri haberini almış ve ne yapacaklarını düşünüp görüşmek üzere burada konaklamışlardı. Bu arada oğlu Hasan onlara yolda yetişmiş ve babasına şöyle demişti: “Daha önce bir kaç defa bir şeyler söyledim de sen karşı çıktın. Korkarım ki yarın son derece tenha bir yerde öldürülürsün ve sana yardım edecek bir tek adam olmaz.” Ali Ona: “Sen hala genizden konuşan bir cariye gibi konuşup duruyorsun. Bana ne söyledin de sana karşı koyup uymadım?” demiş, Hasan şöyle karşılık vermişti: “Osmanın kuşatıldığı günlerde Medineden çıkıp gitmeni ve öldürüldüğünde orada bulunmamanı söyledim, bana uymadın. Osman öldürüldüğü gün sana beyat etmek üzere geldiklerinde: “Bütün islam diyarından Araplar gelip de sana beyat edinceye, bu şekilde güçlenip hiç kimse sana danışmadan ve uymadan herhangi bir işe kalkışamayacak duruma gelinceye kadar beyat alma. dedim, yine o gün de beni dinlemedin. Şu kadın ve şu iki adam sana karşı hazırlıklara girişip Basraya doğru yöneldiklerinde: “Evinde otur, eğer onlar doğru yolu bulurlarsa bulurlar, yoksa fesat ve fitne senden başka bir kimsenin eliyle kurcalansın. diye söylediğim halde yine bana karşı çıktın ve bütün bunlarda bana uymadın.”
Ali Ona şöyle der: “Evet ey oğulcağızım! Osman kuşatıldığında Medineden çıkma konusundaki sözlerine bakarsak: Vallahi Medinede yalnız Osman kuşatılmamıştı, onun gibi biz de kuşatılmıştık. Bütün islam diyarından Müslümanlar gelip de bana beyat etmedikçe böyle bir beyatı kabul etmememi tavsiyene gelince: Her şeyden önce bu iş Medine halkının işidir ve onların hakkıdır. Bu haklarını kaybettirmeyi kesinlikle uygun görmedik ve hoş karşılamadık, çünkü Resulallah vefat ettiğinde bu işe benden daha layık ve hak sahibi bir kimsenin olmadığını görmüş, ancak Medine halkı Ebu Bekire beyat ettikleri için ben de ona uyup beyat etmiştim. Ebu Bekirden sonra, aynı şekilde O da bu ümmet arasında benden daha uygun birisini görmediği halde, Müslümanlar Ömere beyat edince ben de Ona beyat et m. Ömer de vefat etmeden önce -Allah rahmet eylesin- hilafete benden daha uygun ve hak sahibi birisini görmediği halde beni altı kişilik paydan sadec9 bir pay sahibi kıldı. Ancak Müslümanlar Osmana beyat edince ben de aynı şekilde beyat ettim. Sonra insanlar gelip Osmanı öldürdüler ve gayet itaatkar olarak ve isteyerek gelip bana bey at ettiler. işte ben de bunun için Allah hükmünü verinceye kadar bana itaat edenlerle birlikte muhalefet edenlerle çarpışacağım ve sonunda hakimlerin en büyüğü olan Allah hükmünü verecektir. Son olarak Talha ve Zübeyr Mekkeden çıkıp gittiklerinde evimde oturmamı söylemene gelince: Bana bir görev düştüğünde nasıl olur da yerimde otururum? Sen benim kuşatılmış bir sırtlan gibi olmamı mı istiyorsun? Bir sırtlan kuşatıldığında gizlendiği yerden arka ayaklarından çekilip çıkarılıncaya kadar burada olmadığı söylenir. Böyle olmamı mı istiyorsun? Ben üzerime düşen göreve atılmasam ve bu işlerde beni ilgilendiren meselelere el koymasam bu işlere kim gelip bakacak? Ey oğlum! Seni ilgilendirmeyen meselelerden biraz uzak dur. ”
Ali er-Rebzeye vardığında Talha ve Zübeyr grubundan bazı haberler alması üzerine ellerine verdiği mektuplarla Muhammed bin Ebi Bekir esSıddık ile Muhammed bin Caferi Küfeye gönderir ve Küfelilere şöyle yazar:
“Küfede ve islam beldelerinde kargaşalık çıkarmamanızı ihtar ediyorum. Başınıza gelecek olaylardan korkuyorum. Allahın dinine yardımcı olun ve gelin bize katılın. Asıl dirlik ve düzeni sağlamak ve bu kargaşalıkları yok etmek bu ümmetin tekrar kardeş olmasını arzu etmemizle mümkün olur. ”
Bu iki elçi Küfeye gitmiş, Ali ise er-Rebzede kalmıştı. Bu arada Medineye haberler gönderip oradan kendisine istediği miktarda davarla silahın gönderilmesini istemiş, etrafındakilere çeşitli emir ve görevler vererek şöyle hitapta bulunmuştu: “Yüce Allah (C.C.), son derece zelil iken, kıtlık içinde yüzüyorken, aramızda bir sürü kin, düşmanlık ve uçurumlar bulunuyorken bizi islam ile aziz kıldı ve yüceltip birbirimize kardeş yaptı. insanlar Allahın dilediği güne kadar dinleri islam olmak üzere hakka bağlandılar, Allahın kitabını kendilerine kılavuz edindiler ve bu hayatlarını sürdürdüler. Bu durum şeytanın kendilerini aldattığı kimselerin eliyle Osmanın başına gelenlerin vuku bulduğu güne kadar devam edip gitti. Şeytan bugün aynı şekilde o adamları aldattığı gibi bu ümmetin arasına da fitneyi sokmağa çalışıyor. Evet, bu ümmet kendisinden önceki ümmetler gibi fırkalara ayrılacaktır. Meydana gelecek bu tefrikanın şerrinden Allaha sığınırız.” Sonra devamla şöyle dedi: “Evet mutlaka takdir edilen olacak ve bu ümmet yetmiş üç küsur fırkaya ayrılacak, bu fırkaların en kötüsü ise bana uymayan ve benim amelimle amel etmeyen fırkalar olacaktır, işte siz kendi gözünüzle olayları gördünüz. Bunun için dininize iyi yapışınız ve benim yolumu izleyiniz. Bu yol Peygamberimizin yoludur, Onun sünnetine uyup yapışınız ve önünüze çıkan her türlü zorluk ve yanlışlıktan uzak durmaya çalışınız. Karşılaştığınız yanlışlıkları Kuran ile değerlendirip ölçüye vurun ve Kurana mutlaka yapışın, şayet Kurana uymuyorsa onu reddedin. Allahı Rab, islamı din ve Muhammedi peygamber olarak kabul edip Kuranı yegane kaynak ve rehber edininiz.”
Ali er-Rebzeden Basraya doğru yönelmek istediğinde Refaa bin Rafinin bir oğlu kalkıp Ona şöyle der: “Ey müminlerin emiri! Ne yapmak istiyorsun ve bizi nereye götürüyorsun?” Ali cevaben şöyle konuşur:
“Bizim arzumuz ve niyetimiz, şu fitneyi ıslah etmektir. Eğer onlar kabul eder de bize uyarlarsa mesele biter.” Refaanın oğlu: “Peki, barış için yaptığımız teklifi kabul etmezlerse ne olacak?” diye sorunca Ali: “Onları bu özürleriyle başbaşa bırakır, onlara hakkı bildirir ve bu hal üzere sabrederiz.” diye cevap verir. “Peki buna da razı olmazlarsa?” demesi üzerine: “Onları kendi halleriyle başbaşa bırakır ve bize ilişmedikleri sürece biz de onlara ilişmeyiz. ” der. ibn Refaanın: “Peki yine onlar bizim yakamızı bırakmazlarsa?” diye sorması üzerine ise: “Yine onlardan vazgeçer, uzak durmaya çalışırız.” şeklinde cevap verir. Refaa da: “Peki, o zaman doğrudur” der. Arkasından Haccac bin Gazye el-Ensari kalkar ve şöyle der: “Vallahi bizi söylediklerinle ikna ve razı ettiğin için biz de sana uyar ve fiillerimizle seni razı ederiz. And olsun, Allah bizi ensar (yardımcılar) diye isimlendirdiği gibi biz de Onun dinine yardımcılar olacağız.”
Bu sırada Ali daha er-Rebzede iken Tayy Kabilesinden bir cemaat gelip Ona katılmışlardı. Tayy Kabilesine mensup olan bu kimseler geldiklerinde Aliye şöyle denilmişti: “Sana bir cemaat geldi. Onlardan bazıları seninle birlikte savaşa çıkmak istiyor, bazıları da sadece ziyarete gelmişlerdir. ” Ali buna şöyle karşılık vermişti: “Allah her iki gruptan da razı olsun. Yüce Allah cihada çıkanları yerinde oturanlardan çok daha üstün tutmuş ve onlara büyük mükafatlar vaat etmiştir. ”
Bu cemaat gelip huzuruna varınca Ali onlara sorar: “Bizi nasıl gördünüz?” Şöyle cevap verirler: “Senin sevip razı olduğun şekilde gördük.” Bunun üzerine Ali: “Allah sizden razı olsun. Sizler itaat ederek Müslüman oldunuz, dinden dönenlerle savaştınız ve Müslümanlara zekat vererek haklarını gözettiniz.” diye karşılık verir. Bu arada Tayy Kabilesinden mensup Said bin Ubeyd şöyle der: “Ey müminlerin emiri! Bazı insanlar kalplerinde olanları dilleriyle ifade edebiliyorlar; fakat vallahi ben şu anda içimden geçenleri dilimle ifade edemiyorum, ancak mutlaka islam için çalışacağım. Başarı Allahtandır. Ve ben gizli de olsa, açık da olsa her yerde senin yardımcın olacağım, senin düşmanınla her yerde çarpışacağım. Faziletin ve Resulallaha yakınlığından dolayı seni zamanında yaşayan herkesten daha üstün ve bu işe daha layık ve hak sahibi olarak görüyorum.” Onun bu sözlerini Ali: “Allah senden razı olsun. Senin dilin kalbinde ve vicdanında olan şeyleri gayet güzel bir şekilde izah etmiştir.” diyerek cevaplar. Said bin Ubeyd daha sonra Ali ile birlikte Sıffın Savaşına katılmış ve orada şehit düş-müştü.
Ali er-Rebzeden hareket ettiğinde öncü kuvvetlerin başında Ebu Leyla bin Ömer bin el-Cerrah bulunuyor, Onun sancağını ise Muhammed bin elHanefiye taşıyordu. Ali kırmızı bir deveye binmişti, doru renkte bir atı da arkasından çekiyordu. AliFeyd denilen yere vardığında Esed ve Tayy kabileleri gelmiş ve emrinde olduklarını bildirmişlerdi. Ali onlara şöyle demişti: “Kararınızı kendiniz veriniz, muhacirler bize yeter.” Yine Feydde bulunduğu bir sırada Kufeden kendisine bir adam gelir. Ali: “Bu adam da kim?” diye sorar. Adam: “Ben Amir bin Matar eş-Şeybaniyim.” deyince Ali: “Geldiğin yerde neler bırakıp geldin, anlat bize.” der ve Ona Ebu Musa el-Eşariye dair sorular sorar. Bunun üzerine adam: “Eğer sen sulh istiyorsan Ebu Musa da ondan yanadır; yok eğer savaş istiyorsan Ebu Musanın böyle bir savaşa niyeti yoktur.” der. Ali de cevaben: “Vallahi ben sulhtan başka bir şey istemedim ve bir an evvel barış ortamının geri dönmesini arzu ettim.” diye konuşur.
Alies-Salebiyye denilen yere ulaştığında Osman bin Huneyf ve adamlarının başına gelenler kendisine haber verilmiş, bunun üzerine Ali şöyle demiştir: “Allahım! Talha ve Zübeyri imtihan ettiğin şeyden beni uzak tut.” Daha sonra ised denilen yere vardığında Hükeym bin Cebelenin başına gelenler ile Osmanın başına gelenlerin haberi ulaşmış: “Allahu ekber, Allahım ne büyüksün! Talha ve Zübeyrin bu yaptıklarından intikam almaya kalkışırlarsa beni bundan ne koruyacak?” diye söylenmişti.
Ali Zikar denilen yere vardığında Osman bin Huneyf gelmiş ve yüzünde tek bir kıl kalmadığı görülmüştü. Başka bir rivayete göre ise Osman bin Huneyf Ali er-Rebzede iken varmıştı. Daha önce zikrettiğimiz gibi Osman bin Huneyfin saçını sakalını yolup öyle göndermişlerdi. Osman bin Huneyf Aliye: “Ey müminlerin emiri! Sen beni sakallı olarak göndermiştin, fakat ben bir köse gibi sakalsız olarak geri döndüm.” demiş, Ali de Ona: “Ey Osman! Sen ecir alıp hayırlar kazandın. Benden önce Ömer ve Osman Basraya valiler gönderdi de Müslümanlar kitap ve sünnet ile amel ettiler. Üçüncüsü onlara vali gönderince ise işte böyle davrandılar. Onlar da, Talha ve Zübeyr de bana beyat etmişlerdi. Sonra her ikisi de beyatlarını inkar edip Müslümanları bana karşı kışkırttılar. Hayret doğrusu! Onlar Ebu Bekir, Ömer ve Osmana uydular da bana nasıloldu da muhalefet ettiler, anlayamıyorum. Vallahi her ikisi de daha önce gelip geçenler içinde benim nasıl bir kimse olduğumu iyi biliyorlar. Allahım, onların akdettiği her konuyu çöz, sağlam yapmak istedikleri her şeyi de sağlamlaştırma ve onların yapmak istedikleri kötülükleri de onlara göster.” diyerek karşılık vermişti. Sonra Ali Zikar denilen yerde ikamet edip Muhammed bin Ebi Bekri ve Muhammed bin Caferi beklemeye koyulmuştu. Bu arada Rabia Kabilesinden Abdikayslıların başına gelenler kendisine anlatılmış ve şöyle demiştir. “Abdikays Rabia Kabilesinin en iyilerinden ve hayırlılarındandır.” Sonra Bekir bin Vail Kabilesi gelip Aliye iltihak etmiş, Ali daha önce Tayy ve Esed kabilelerine söylediklerini bunlara da söylemişti.
Muhammed bin Ebi Bekir ve Muhammed bin Cafer Ebu Musa el-Eşarinin yanına varıp Ona Alinin gönderdiği mektupları vermiş ve halk arasında bir müddet kalıp onlara Alinin işlerini ve içinde bulunduğu durumları anlatmışlardı. Ancak onların hiç bir talebine uyan çıkmamıştı. Akşam olunca Hicaz halkından bazı kimseler Ebu Musa el-Eşarinin yanına varıp Ona: “Çıkıp gitme konusunda ne dersin?” diye sormuşlar, O da: “Görüş beyan etmek asıl daha önce gerekli ve geçerliydi. Bugün görüşümüzü açıklamamız gayet kolaydır çünkü daha önce böyle önemsemediğimiz adam işte gördüğünüz gibi bugün üzerimize gelmiş bulunmaktadır. Burada iki durumla karşı karşıyayız: Evlerimizde oturmamız ahiret için daha hayırlı, çıkıp savaşa gitmemiz ise dünyamız için daha hayırlıdır. Siz bu ikisinden birini seçiniz” diye cevap vermişti. Bunun üzerine hiç kimse çıkıp gitmez ve Ebu Musaya elçi olarak gelen iki Muhammed Ona son derece kızıp ağır sözler söylerler. O da onlara şöyle karşılık verir: “Vallahi Osmanın beyatı benim ve arkadaşınızın (yani Alinin) boynundadır. Biz Osmanın katli işini halletmedikçe ikinci bir kıtal işine girmeyiz.”
Ali, Zikar denilen yerde konaklamış iken bu iki Muhammed gelip olup bitenleri anlatırlar. Ali, o anda yanlarında bulunan el-Eştere şöyle der: “Sen aramızda bulunanlar içinde hem Ebu Musaya en yakın olan, hem de her konuda itiraz eden kimsesin: Bu sebeple sen ve ibn Abbas kalkın, gidin, bütün bu olup biten fesat ve kötülükleri düzeltmeye çalışın.” Bunun üzerine elEşter ve ibn Abbas kalkıp Kufeye giderler ve Ebu Musa ile bu durumu görüşerek Kufe halkından yardımcı kuvvet vermesini isterler. Bu isteklerine karşılık Ebu Musa kalkıp bir hutbe okur ve şöyle der: “Ey insanlar! Resulallahın ashabı Allahı ve resulünü, onunla sohbet etmeyenlerden çok daha iyi bilirler. Sizin bizim üzerimizde bir hakkınız vardır. Hakkınızı ödemek üzere nasihatte bulunmam ve bu görevimi yerine getirmem gerekir. işin gerçek bir yönü varsa, Allahın hakimiyetinin bu şekilde sarsılmaması gerektiğidir. Onun için Allahın hakimiyet ve sultasını hafife almayınız. Allahın hukukuna tecavüz etmek hususunda da cüretkar davranmayınız. Size düşen Medineden gelen bu insanları bir an evvel tekrar geri göndermenizdir. Onlar aralarında hilafete hak sahibi olan kimseyi bulup seçerler. Meydana gelen bu olaylar son derece kötü ve şiddetli bir fitnedir. Bu fitne esnasında uykuda olan uyanık olandan, uyanık olan oturandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan ata binenden, ata binen de atını koşturandan daha hayırlıdır. Siz de Arapların rasgele adamlarından olmayınız, şu kılıçlarınızı kınlarına, oklarınızı yerlerine koyunuz, yaylarınızın kirişlerini koparınız, mazlum ve işkence görmüş olanları, zulme uğrayanları koruyunuz; ancak bu şekilde bu işler kökünden kurur ve fitne ortadan kalkar. ”
Daha sonra ibn Abbas ile el-Eşter Alinin yanına dönüp Ona durumu anlatmışlar, bunun üzerine, Ali oğlu Hasanı ve Ammar bin Yasiri Kufeye göndermiş ve Ammara şöyle demişti: “Git, kendi fesada uğrattıklarını ıslah etmeye çalış.” Ammar, Kufeye varıp mescide girer ve Hasan ile birlikte oturdukları sırada ilk olarak gelip selam veren Mesruk bin el-Ecde olur. Mesruk Ammara yönelip şöyle der: “Ey Ebul-Yakazan! Osmanı neden öldürdünüz?” Ammar: “Irzlarımıza yapılan küfürden ve bize vurulan kırbaçlardan dolayı” diye cevap verir. Mesruk bunun üzerine şöyle konuşur:
“Vallahi siz size davramldığı gibi davranmadınız. Eğer sabretmiş olsaydınız bu sizin için daha iyi olurdu. Sabırlılar için mutlaka hayır vardır.” Sonra Ebu Musa çıkar, Hasanı görür ve Onu da yanına alarak Ammarın yanına gider ve: “Ey Ebul-Yakazan! Müminlerin emirine düşmanlık eden o facir ve günahkarlarla birlikte sen de mi bulundun?” diye sorar. Ammar şöyle cevap verir: “Hayır, ben kesinlikle böyle bir şeye katılmadım, fakat böyle bir şey de beni ilgilendirmez.” Hasan sözün uzamasından korkar, konuşmaları keser ve Ebu Musaya yönelerek şöyle der: “insanların bize doğru gelmelerini neden engelliyorsun? Vallahi bizim durumu düzeltmekten başka bir şey düşündüğümüz olmadığı gibi müminlerin emiri gibi de böyle fitnelerden korkan hiç kimse yoktur.” Ebu Musa cevaben şöyle konuşur: “Hey anam babam feda olası! Doğru söyledin, ancak kendisiyle danışılan kimse güven duyulan kimse demektir. Ben Resulallahtan işittim, şöyle diyordu:Öyle bir fitne olacak ki bu zamanda oturan ayakta durandan, ayakta duran yürüyenden, yürüyen ata binmiş olandan daha hayırlıdır. Yüce Allah bizleri kardeş, birbirimizin kanlarını ve mallarını ise haram kılmıştır.” Bu sözler üzerine Ammar bin Yasir son derece kızarak Ebu Musaya küfretmiş ve kalkıp şöyle demişti:
“Ey insanlar! O kendi kendini vasfetmektedir. Sen bu fitnede oturuyorsun, ancak ayakta duran senden daha hayırlıdır.” Sonra Benü Temimden biri kalkıp Ammara söz etmiş ve şöyle demişti: “Sen dün bizzat kavganın içindeydin. Şimdi kalkıp emirimize hakaret mi ediyorsun?” Sonra Zeyd bin Suhan ayağa kalkıp o da bağırıp çağırmaya başlamış, orada bulunan bir grup da aynı şekilde bu kavgaya katılmak üzere fırlayınca Ebu Musa halkı tutmağa ve onları susturmağa çalışmıştı. O ara Zeyd bin Suhan mescidin kapısında durarak Ayşeden kendisine gelen bir mektup okur ve kendisinden yardım istediğini halka bildirir. Kufe halkına gelen mektup da aşağı yukarı aynı anlamı taşıyordu. Zeyd her iki mektubu çıkarıp mescitte Müslümanların huzurunda okuyuvermiş ve bitirdikten sonra şöyle demişti: “Ayşeye evinde oturması, bize de yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar savaşmamız emredilmiştir. Ancak şu anda kendisine verilen emri bize duyuruyor ve kendisi de bu emri yüklenmiş bulunuyor” Zeydin bu sözleri üzerine Şebes bin Ribi adında birisi kalkar ve şöyle der: “Ey Ummanlı adam! (Çünkü Zeyd bin Sühan, Abdikays Kabilesine mensuptu ve bu kabile Ummanda ikamet ediyordu) Sen Celulada hırsızlık yaptın da elin kesildi. Şimdi gelip müminlerin annesine karşı çıkıyor ve insanları Ona karşı mı kışkırtıyorsun?”
Sonra Ebu Musa kalkıp şöyle hitap etmişti: “Ey insanlar! Bana itaat ediniz, Arapların as illerinden olunuz ki mazlum olan kimse gelip size sığınsın, korkuya kapılan kimse size karşı güven duysun, Fitne koptuğu zaman insanlar onda yanılır, bazı şeyleri birbirine benzetir ve yanlışlıklar yapabilirler, sırtını çevirip de gittiği zaman ise kendi kendini açıklar ve ne olduğunu ortaya koyar. Bugünkü fitne insanların canını yakan şiddetli bir fitnedir. Kuzeyden ve güneyden, doğudan ve batıdan esip durur ve son derece dirayetli insanları bile sanki dünkü çocuk, tecrübesiz bir kişiymiş gibi hayretler içinde bırakır. Kılıçlarınızı kımna sokunuz, mızraklarınıza sahip olunuz, yaylarınızı, krişlerinizi kırıp atınız ve evlerinize girip oturunuz ve Kureyşi kendi haline bırakınız. Eğer onlar hicret yurdundan dışarı çıkıp, oranın ilim ehlinden olan halkından ayrı düşerlerse işte benden nasihat beklerler. Fakat siz o anda beni sakın aldatmayasınız. Bana itaat ediniz ki din ve dünyanızı kurtarmış olasınız. Bu fitneyi körükleyen kimse onun şiddetinden ve ateşinden mutlaka büyük bir ıstırap çekecektir.”
Sonra Zeyd bin Sühan ayağa kalkarak kesik olan elini çıkarıp şöyle demişti: “Ey Abdullah bin Kays! Fırat suyu her tarafından çağlayarak akıp gelmeğe başlamıştır. Onu geldiği yere iade et ki ebediyen buraya dönmesin. Eğer buna gücün yeterse bil ki bundan sonra arzu ettiğin her şeye güç yetireceksin, fakat gücün yetmeyen şeyi bırak. Kalkın, müminlerin emirine ve Müslümanların efendisine gidin. Hep birlikte Ona doğru gidelim ki hakkı bulmuş olasınız.”
Daha sonra el-Kaka bin Amr kalkıp şöyle demişti: “Size samimiyetle bir öğütte bulunayım ve şefkatimi belirteyim. Size öğüt verilmesini istiyor ve hakkın söylenmesini arzu ediyorum. Eğer o bir kurtuluş çaresi olsaydı valimizin söylediği biliniz ki en doğru ve hak olandır. Zeydin söylediği sözlere gelince. O bu işlerin yabancısı ve düşmanıdır. Sakın, onu dinlemeyesiniz. Gerçek olan bir şey vardır ki o da şudur: Müslümanları yönlendiren, zulümleri önleyen, mazlumların hakkını koruyup onlara yardım eden bir halifenin olması gerekir. Müminlerin emiri bu işi kendisine yüklenildiği gibi yüklenmiş ve yaptığı çağrıda insaflı davranmıştır; çünkü o, ıslahtan başka bir şeye davet etmiyor, fitnenin kökünü kazımak istiyor. Onun için siz de bu konuda onun yanında olmak için kalkınız ve yürüyÜnüz ki emre itaat eden ve söz dinleyen kimseler olasınız.”
Bunun üzerine Abdulhayr el-Hayrani kalkıp şöyle sormuştu: “Ey Ebu Musa! Talha ve Zübeyr gerçekten beyat etmişler miydi?” Ebu Musa: “Evet!” diye karşılık verince Abdulhayr devamla: “Ali beyatını nakz edecek herhangi bir davranışta bulundu mu?” diye sormuş, Ebu Musa: “Bilmiyorum!” karşılığını verince de: “Hay bilmemiş olasın! Biz de bilip öğreninceye kadar seni terk ediyoruz. Bu fitnenin dışında kalan kimsenin bulunduğunu biliyor musun? Şu anda Müslümanlar dört fırkaya ayrılmış bulunuyorlar. Ali Küfenin yakınında, Talha ve Zübeyr Basrada, Muaviye ise Şamda bulunuyor. Diğer taraftan Hicazda kendilerinden vazgeçilemeyen ve bir tarafa itilemeyen, ancak hiç kimseye karşı çarpışma istemeyen Hicaz ehli bulunmaktadır.” demişti. Ebu Musa bunun üzerine: “işte bu sonuncular en hayırlılarıdır.” demiş, Abdulhayr da şöyle karşılık vermişti: “Sen aldanmış durumdasın.”
Bundan sonra Sayhan bin Suban kalkar ve şöyle hitapta bulunur: “Ey insanlar! Bu işi kökünden kazıyacak, insanları uğradıkları zulümden kurtaracak, mazlumu aziz kılıp insanları bir araya toplayacak bir emire ihtiyaç vardır. işte sizin bu emiriniz de iki arkadaşına karşı sizi davet ediyor, aralarında meydana gelen şu anlaşmazlığı görüp sulha kavuşturasınız diye çağırıyor. O ümmetin en eminlerinden olup dinde fakih bir kimsedir. Kim kalkıp Onun yanına giderse biz de onunla birlikte gideriz.” Sayhan sözünü bitirince Ammar ayağa kalkıp şöyle der: “işte bu Resulallahın amcası oğlu! Sizi Resulallahın zevcesine, Talha ve Zübeyre karşı ıslaha davet ediyor. Ben Ayşenin Resulallahın dünya ve ahirette zevcesi olduğuna şahadet ederim. Siz de olaya bakıp değerlendirme yapın, hakka bağlanın ve Onunla birlikte çarpışın.” Orada bulunanlardan birisi kalkıp Ammara şöyle seslenir:
“Ben kendisine cennet müjdelenen kimse ile birlikte, cennetle müjdelenmeyen kimseye ise karşı olurum.” Hasan bin Ali: “Bırak şimdi bu lafları, biz sulhu sağlamak için buraya geldik ve sulh ehliyiz” diye söylenir ve kalkıp şöyle hitapta bulunur: “Ey insanlar! Emirinizin davetine icabet edin; kalkın, kardeşlerinizin yanına gidin ve orada durumu inceleyin, görün. Vallahi kalkıp oraya gidecek olanlardan erken davranıp geç kalmayanlar sonunda hayırlı bir akıbete kavuşacaklardır. Bizim bu davetimize icabet edin. Kendisiyle imtihan edildiğimiz ve sizin de imtihana tabi tutulduğunuz bu durumda bize yardımcı olun. Müminlerin emiri size şöyle sesleniyor: “Bu sefere çıkarken zalim veya mazlum olarak kalkıp geldim. Hakka riayet eden her Allahın kuluna şunu hatırlatırım ki eğer mazlum isem bana yardımı olur, zalim isem gelir, benden hakkını alır. Vallahi Talha ve Zübeyr bana ilk beyat eden kimselerdi. Böyle olduğu halde ilk defa ihanet eden yine onlar oldu. Ben Müslümanların malına mı el koydum, yoksa Allahın hükümlerinden birini mi değiştirdim?” Onun için kalkınız, yürüyünüz ve iyiyi emredip insanları kötüden alıkoyunuz.” Bu sözler üzerine insanlar Hasana uyup katıldılar ve dediklerine razı oldular. Sonra Tayy ve Adiy bin Hatem kabilelerinden bir sürü kimse kalkıp Hasana şöyle dediler: “Neyi uygun görüyor ve bize neyi emrediyorsun?”
Hasan şöyle cevap verir: “Hepimiz kalkıp Aliye beyat ettik, O da bizi meydana gelen bu olayları çözmek üzere iyiliğe davet etti ve biz de bu yüzden onunla birlikte geldik ki meselelere bakıp değerlendirmeler yapalım.”
Sonra Hind bin Amr kalkıp şöyle der: “Müminlerin emiri bizi davet edip elçilerini gönderdi; hatta bize oğlu gelip Onun emirlerini bildirdi. Onun için bunlara uyun ve onların dediklerini dinleyin. Müminlerin emirinin söylediklerine uyun, kalkın, emirinizin emrine girin ve Onunla birlikte olun, meseleyi onunla birlikte tartışın, işte yapılacak olan budur, Ona reyleriniz ve görüşlerinizle yardımcı olunuz!”
Hicr bin Adiyy de şöyle konuşur: “Ey insanlar! Müminlerin emirinin yaptığı davete uyunuz. Genç, ihtiyar demeden kalkıp Ona gidiniz. Kalkın, işte ben sizin ilk kalkanlarınızdan olayım ve ilk defa ben yürüyeyim. ”
Gerçekten Müslümanlar harekete geçer ve Hasan onlara şöyle der: “Ey insanlar! Ben sizinle birlikte geleceğim. Karadan gitmek isteyenler karadan, nehirden gitmek isteyenler ise nehirden gitsinler. ”
Hasana dokuz bine yakın insan tabi olmuştu. Onlardan altı bin iki yüz kişisi karadan gitmiş, iki bin dört yüz kişisi ise nehirden gitmişlerdi.
Başka bir rivayete göre ise Ali Hasan ile Ammar bin Yasiri yukarıda sözkonusu ettiğimiz gibi Küfeye gönderdikten sonra el-Eşteri arkalarından göndermişti. el-Eşter oraya vardığında Ebu Musa el-Eşari Müslümanlara mescitte hitap ediyor ve onları yerlerinde durmağa ve orada ikamet etmeğe teşvik ediyordu. Ammar ve diğerleri bu arada bir tartışmaya girmişlerdi. elEşter Küfeye gelinceye kadar uğradığı her kabileyi kendilerine katılmağa çağırıyor ve onlara: “Haydi bana uyun, Ebu Musanın köşküne doğru gidiyoruz” diyordu. Müslümanlardan bir cemaatle Ebu Musanın halka hitap ettiği bir sırada köşküne girmişti.
Ebu Musa hitabe sırasında Küfelilere yerlerinden çıkmamalarını tavsiye ederken Hasan Ona şöyle demişti: “Bizim verdiğimiz görevi bırak, ayrıl bu görevden hayannesi yitiresi! Bizim minberimizden de in aşağı!” Bu sırada Ammar da aynı şekilde Onunla çekişip duruyordu. Bu arada el-Eşter Ebu Musanın köle ve hizmetçilerini köşkten çıkarmıştı. Onlar koşuşarak, Ebu Musaya seslenirler ve el-Eşterin köşke girdiğini ve kendilerini döverek çıkarıp kovduğunu söylerler. Ebu Musa minberden inerek köşküne gider, oraya vardığında el-Eşter kendisine bağırıp: “Hayannesi yitiresi! Çek git buradan, Allah seni buradan ihraç et-miştir.” der. Ebu Musa el-Eşterin bu sözü üzerine: “Bana bu gece müsaade et” derse de el-Eşter: “Hayır, vallahi bu köşkte artık bir tek gece bile gecelemeyeceksin.” diyerek karşılık verir. Bu arada etraftan birçok kimse gelip köşke girmek ve eşyalarını talan etmek istemiş, ancak el-Eşter gelenlere engelolmuş ve: “Ben onun koruyucusuyum.” diyerek onları engellemişti. Bu olaylardan sonra -yukarıda zikrettiğimiz gibi- dokuz bine yakın insan Küfeden çıkıp Aliye doğru yönelmişlerdi. Başka bir rivayette ise, Küfeden Aliye doğru gidenlerin on iki bin kişi oldukları kaydedilir.
Ebu Tufeyl şöyle anlatır:
Kufeliler Alinin yanına varmadan önce O, gelecek adamların kaç kişi olacaklarını söylemiş ve vardıklarında ben de onları tek tek saymıştım. Gerçekten Alinin dediği sayıda adam gelmişti.
Gelen kabilelerden Kinane, Esed, Temim ve Rübab ile Müzeyne kabilelerinin başında Makil bin Yesar er-Reyahi bulunuyordu. Kays Kabilesinin bir grubunun başında ise Muhtarın amcası Saad ibn Mesud es-Sakafi bulunuyordu. Bekir ve Tağlib kabilelerinin başında Vale bin Mahduc ez-Zehell, Muzhic ve Eşarilerin başında da Hicr bin Adiy Buceyle, el-Mar, Cusam ve Ezd kabilelerinin başında Mahnef bin Süleym el-Ezdi bulunuyordu. Bütün bu kabileler Ali Zikar denilen yerde iken yanına varmışlardı. O da yanında bulunan ibn Abbas ve bir cemaatle birlikte onları gayet iyi karşılamış, muhabbetlerle ve selamlarla kabul etmişti. Arkasından Ali Küfelilere seslenmiş: “Ey Küfeliler! Acem hükümdarlarına karşı savaşıp onları dağıttınız ve bütün mülk ve devletleri size intikal etti. Böylelikle her türlü dünyevi ihtiyaçlarınızı giderip düşmanlarınıza karşı diğer Müslümanlara yardım ettiniz. Ben Basrada bulunan kardeşlerimizin geri dönmelerini sağlamak için burada olmanızı istedim. Onlardan istediğimiz tek şey geri gelip Medineye dönmeleridir. Eğer bu işten dönmek istemezlerse onları gayet yumuşaklıkla yola getirmeğe çalışırız. Ancak zulme başvurduklarında tutacağımız yol da ona göre olur. içinde fesat bulunan bir işi salaha çevirmedikçe onu inşaallah bırakmayacağız.” demişti.
Gelen Küfelilerle birlikte Ali ve yanındakiler Zikar denilen yerde toplanmıştı. Diğer taraftan Basra ile Zikar arasında ise Aliyi yolda bekleyen binlerce kişilik Abdikays Kabilesi vardı. Basradan gelen grupların başında şu büyük şahsiyetler yer almıştı: el-Kaka bin Amr, Saad bin Malik, Hind bin Amr ve el-Heysem bin Şihab. çarpışmağa meyyal olanların başında ise Zeyd bin Sühan, el-Eşter, Adiyy bin Hatem, Müseyyeb bin Necbe ve Yezid bin Kays gibileri olup bunların dışında da savaşmağa ve çarpışmağa niyeti olan pek kimse yoktu. Küfeliler Zikara vardıklarında Ali el-Kakaı çağırarak Basralılara göndermiş ve şöyle demişti (el-Kaka Resulallahın ashabından idi.) “Git bu iki adamı bul, tatlılığa ve cemaata davet edip tefrikaya düşmenin tehlikesinden söz et.” Bu istek üzerine el-Kaka Aliye: “Benim aranızda hükümde bulunmam söz konusu değilken onlardan gelecek haberlere ve sözlere karşı nasıl davranacaksınız?” diye sormuş, Alinin: “Senin emredeceğin şekilde davranırız. Eğer onlardan gelecek tekliflerde senin bir görüşün ve içtihadın olmazsa biz reyimizle içtihat eder, onlarla o istikamette konuşur ve gerektiği şekilde hadiseleri sonuçlandırırız.” demesi üzerine de:
“Doğru söyledin.” dedikten sonra çıkıp Basraya gitmişti. Kaka Ayşeden başlar; yanına varır, selam verir ve sorar: “Ey anneciğim! Seni yerinden söküp bu şehre getiren durum nedir?” Ayşe: “Ey oğulcağızım! Benim buraya gelmemin tek sebebi Müslümanlar arasında meydana gelen fitneyi ıslah etmektir.” diye cevap verir. el-Kaka: “Talha ve Zübeyre haber gönder, onlar da gelsin. Aramızda geçecek konuşmalara sen de şahit ol.” der. Ayşe Talha ve Zübeyre haber gönderir, gelip oturduklarında el-Kaka onlara şöyle seslenir: “Ben müminlerin annesine buraya neden geldiğini sorduğumda Müslümanların arasını bulmağa geldiğini söyledi. Siz ne dersiniz? Tabi mi olacaksınız, yoksa muhalif misiniz?” Talha ve Zübeyr tabi olacaklarını söylerler. Bunun üzerine el-Kaka şöyle der: “Bana söyler misiniz: Bu ıslah yoluna nasıl gideriz? Vallahi ıslah edilmesini uygun gördüğünüz şeyi ıslah eder, hoş karşılanmayan şeyi de reddederiz.” Talha ve Zübeyr şöyle cevap verirler:
“Osmanın katilleri… Eğer bunlar terk edilecek olursa vallahi bu Kuranın terki demektir.” el-Kaka bunun üzerine şöyle konuşur: “Siz Basra halkından Osmanın katilleri olan bir sürü kimse öldürdünüz.” Bugün doğruluğa herkesten daha önce sizin yönelmeniz gerekir. Altı yüz adam öldürdünüz, altı bin kişi size karşı çıktı, sizi terk edip gittiler, yanınızdan ayrıldılar. Hurkus bin Zü-heyri öldürmek istediniz, altı bin kişi Onu size karşı korudu. Eğer onları kendi hallerine terk ederseniz bu söylediğinizi de terk etmiş olursunuz. Eğer onlarla çarpışacak ve sizden ayrılan bu adamlara karşı koyacak olursanız hoş karşılamadığınız bu olaylardan daha büyüğüyle karşılaşır ve nefret duyarsınız. Rabia ve Mudar kabilelerini bu şehirlerden uzaklaştırmak isterseniz onlar size karşı toplamr, sizinle savaşır ve sizi dehşet verici bir yenilgiye uğratırlar ki aynen Osmanın katli gibi büyük bir günahtan daha büyük bir hadiseyle karşı karşıya kalırsınız.”
Ayşe: “Peki sen ne dersin?” diye el-Kakaa sorar, O da şöyle cevap verir: “Benim görüşüm şudur: Meydana gelen bu olayların ilacı hadiseleri ve insanları teskin etmektir. Eğer bu durum sakinleştirilirse insanların heyecanları söner ve iş sona erer. Bize beyat ederseniz bu hayra bir alamettir, rahmete ve iyiliğe doğru giden bir yolun müjdesidir, fakat buna yanaşmaz da işi daha çok büyüterek yan çizerseniz durum şerre ve kötülüğe doğru kayıp gider ki bu hakimiyetin ve mülkün zevali demektir. Afiyeti, sağlığı ve selameti isteyiniz ki Yüce Allah onu size ihsan etsin. Siz daha önce, islamın başlangıcında olduğu gibi hayra ve iyiliğe anahtar olunuz. Ne olur belaya ve musibete başvurup da onu başımıza ve kendi başınıza sardırmayın. Vallahi benim söyleyeceklerim bundan ibarettir. Sizi bu sözlere uymağa ve hayra davet ediyorum. And olsun, bu ümmetin başına bu günlerde gelen bu musibetlerin sonunda Yüce Allahın bizi daha büyük bir musibete uğratacağından korkuyorum. Başımıza gelen bu felaketler gerçekten daha evvel düşünülen ve tasarlanılan şeyler değildir. Bu işler bir adamın bir başkasını öldürmesi veya ondan nefret etmesi, ya da bir kabilenin bir adamı öldürüp de ondan nefret etmesine benzemez.” Bu sözler üzerine onlar da el-Kaka: “Doğru ve yerinde söyledin. Kalk şimdi, Aliye git; eğer Ali de bu görüşlerine aynen uyar ve bu görüşlerle bize yaklaşırsa o zaman bu iş sulh ile neticelendi demektir.” derler.
el-Kaka Aliye dönüp durumu anlatmış, O da son derece sevinip her iki taraf sulha yönelmişti; ancak bu sulhu hoş karşılamayanlar olduğu gibi bundan son derece memnun olanlar da vardı. el-Kakaın Alinin yanına varmasından önce Basradan bir sürü Arap heyeti Aliye gelerek. Küfe halkından olan diğer kardeşlerinin görüşlerinin ne olduğunu öğrenmek istemişler, kendilerinin hangi duruma mey lettiklerini açıklamışlar, sulh yapmayı daha uygun bulduklarını, çarpışmaların tehlikelerini ve hiçbir zaman çarpışmayı düşünmediklerini bildirmişlerdi.
Basradan gelen bu kimseler Kufe halkından olup burada kendi aşiretlerinden kimselerle karşılaştıklarında onların da aynı şekilde düşündüklerini görmüş ve onları alıp Alinin huzuruna götürerek haberi iletmişlerdi. Ali bu gelenlerden Cerir bin Serise Talha ve Zübeyrin ne düşündüklerini sormuş, Cerir de onların durumlarını anlatarak şöyle demişti: “Zübeyr kerhen ve zorla beyat ettirildiklerini söylüyor, Talha da aynı minval üzere, şiirler okuyarak bu yolda görüşünÜ belirtiyor.”
Basra halkından gelen heyetler Küfelilerle de aynı görüşleri taşır olarak geri döndükleri gibi el-Kaka da Basradan dönmüş ve her iki tarafın da sulh istedikleri ortaya çıkmıştı. Bunun üzerine Ali kalkıp bir hutbe okumuş, Allaha hamd-ü sena ettikten sonra cahiliye devrinin şekavetinden ve mutsuzluğundan, islamın gelişiyle erişilen mutluluktan, Allahın bu ümmete verdiği nimetlerden, Resulallahtan sonra hilafetle ve cemaatle nasıl bir nimete erdiklerinden söz ederek Resulallahtan sonra gelen her iki halifenin döneminde de aynı mutluluğun sürdüğünü, fakat daha sonra Cenab-ı Allahın insanlara ihsan ettiği bu üstünlükleri kıskanan ve dünyayı talep eden şerli bir grubun çıkıp bu olaya sebep verdiğini söylemiş ve bunların islamı tekrar gerisin geriye çevirmek istediklerini ifade etmiş, sonra sözlerini şöyle bitirmişti: “Allah mutlak arzu ettiğini ortaya koyar ve dilediğini yapar. Haberiniz olsun ki ben yarın çıkıp gidiyorum. Siz de bana uyarak çıkıp gidiniz.”
Bu konuşmadan sonra Osmana karşı gelip Onun öldürülmesine yol açan kimseler yerlerinden kıpırdamamış, bu sefihler tekrar kendi heva ve heveslerine uyarak bir araya toplanmışlardı. Bu toplananlar arasında Alba bin Heysem, Adiyy bin Hatem, Salim bin Salebe el-Kaysi, Şüreyh bin Evfa ve elEşter ile birlikte Osmanı kuşatanlardan ve Ona karşı Medineye gidenlerden bazı kimseler bulunuyordu. Mudar Kabilesinden bazı kimseler ile Abdullah bin Sebe, Halid bin Mülcem de bunlarla bir araya gelmiş ve istişare etmişlerdi. “Bu konuda söyleyecekleriniz nedir?” diye sorulduğunda şu fikirler ortaya atılmıştı: “Ali, Allahın kitabını en iyi kavrayan ve en iyi bilen bir kimse olduğu için Osmanın katillerini er geç yakalayıp Allahın emrini uygulayacak ve bu konuda titiz davranacak ilk insandır. Ali bu şekilde konuşuyor, ancak Osmanın katillerinden nefret ettiği kadar da hiç kimseden nefret etmiyor. Talha ve Zübeyr kendi yanlarındaki kalabalığa bakıp da Alinin yanında bulunanların azlığını görürse bunlar birbirlerine düşebilirler. Buna ne dersiniz? Yoksa herhalde sizler bir gün aranacaksınız ve sağ kalmaktan uzak düşebilirsiniz.”
Bu konuşmalardan sonra el-Eşter şöyle der: “Talha ve Zübeyrin hakkımızda neler düşündüğünü öğrenmiş bulunuyoruz. Ancak Alinin ne düşündüğünü bu güne kadar öğrenemediğimiz gibi diğer insanlardan da kimlerin bize karşı neler düşündüğünü bilmiyoruz. Bunlar eğer aralarında birlik sağlarlarsa bizim kanımızı akıtmak üzere de anlaşabilirler. Geliniz Aliyi de Osmana katalım, Onu da öldürelim. O zaman öyle bir fitne kopar ki bu fitneyi durdurmak için bizim her dediğimize razı olurlar.” Abdullah bin Sebe (ibn es-Sevde) Eşterin bu görüşüne karşı şöyle demişti: “Bu görüşün ne kadar kötü bir görüş! Siz Osmanı öldürenler şu Zikarda iki bin veya altı yüz kişi civarındasınız, -Talhayı kastederek- Hanzalanın oğlu ve adamları ise sizi öldürmek için sürekli fırsat kollayan ve bu işe gayet hevesli olan beş bin kişiden meydana gelmektedir.” Arkasından Amr bin Heysem kalkıp şöyle der:
“Gelin onları kendi hallerine bırakıp gidelim. Eğer Alinin yanındakiler zayıflayacak olurlarsa düşmanları onlara karşı galip gelirler, eğer çok olurlarsa sizin aleyhinize sulh akdedebilirler. Onları kendi hallerine bırakın ve gelin uzak şehirlerden birine gidip orada yerleşin, iyice güçleninceye kadar da bu insanlardan uzak durun.” Ancak ibn es-Sevde tekrar söze karışıp şöyle konuşur: “Senin görüşün de ne kadar kötü bir görüş! Vallahi herkes sizin ayrı bir grup olup gitmenizden dolayı sevinir. Eğer siz bu iyi ve her türlü kötülükten uzak olan insanlarla bir arada olursanız mesele yok, eğer ayrılıp da kendi başınıza bir grup olursanız nerede bulunursanız bulunun, vallahi insanlar sizi doğrarlar.” Sonra Adiyy bin Hatem şöyle der: “Allaha yemin olsun ki, bütün bu söylenenleri tam olarak ne beğendim, ne de reddettim. Ancak bu konuşmalar esnasında Alinin öldürülmesi konusunda tereddüt gösterenlerin tereddüdünü beğendim. Burada yapılacak tek şey varsa o da bu insanları bir- birine düşürmektir. Bizim bu konuda yapacağımız şey ise otlarımızı ve silahlarımızı kullanmamızdır. Eğer sizler ileriye atılırsanız biz de ileriye atılırız, eğer duracak olursanız biz de dururuz.” Adiyyin bu sözlerini ibn es-Sevde:
“Doğru ve güzel söyledin” diye karşılar. Arkasından Salim bin Salebe şöyle der: “Dünyayı arzu edenler edebilir, fakat ben istemiyorum. Vallahi yarın onlarla karşılaşırsam mutlaka çarpışacak ve onlardan da asla geri kalmayacağım. Allaha yemin ederim ki, sizler ister istemez ve er geç kılıçla karşı karşıya kalacaksınız. Onun için bu kılıçtan ayrı durmayınız.” ibn es-Sevde Salimin bu sözlerine karşı şöyle der: “Bu adam amma da doğru konuştu.” Arkasından Şüreyh bin Evfa şunları söyler: “işlerinizi çabuk tutun, buradan çıkarılıp sürgün edilmeden önce çabuk davranın ve bir an evvel yapmanız ve tacil etmeniz gereken işinizi de kesinlikle tehir etmeyin, geriye bırakmanız gereken bir işi de acele ile yapmayın. Biz, insanların nazarında en şerli ve kötü bir noktadayız. Vallahi bu iki grup çarpışmazlarsa sonunda bize karşı nasıl davranacaklar bilemiyorum.” ibn es-Sevde bu sözler üzerine şöyle der: “Beyler! Sizin üstün olmanız ve bu işten sıyrılmanız her iki grubun çarpışmasıyla mümkündür. Eğer onlar yarın birbirlerine düşerlerse siz aralarından yavaşça çekilip çıkınız ve onlara herhangi bir şekilde yardım konusunda da söz vermeyiniz. Siz kimin yanında olursanız onun savaştan vazgeçmesi mutlaka kaçınılmazdır. Burada yapılacak tek şey Aliyi Talha ve Zübeyr ile çarpıştırıp onları birbirine düşürmektir O zaman Ali, Talha, Zübeyr ve onların görüşünde olanlar birbirleriyle uğraşıp dururlar. işte o arada neticeyi görün ve hiç kimse farkına varmadan çekip gidin.”
Ertesi gün Ali öğleye doğru çıkar gider, onunla birlikte bulunanlar da Abdikays Kabilesinin yanına varırlar ve bir araya toplanıp giderler. Ali oradan ayrılıp ez-Zaviya denilen yere varır ve oradan da Basraya gitmeyi tasarlar. Talha, Zübeyr ve Ayşe de el-Parda denilen yerden ayrılır ve her iki topluluk Ubeydullah bin Ziyadın köşkü yanında karşılaşırlar. Her iki taraf konaklayınca Şakik bin Sevr, Amr bin Merhum el-Abdiye haber göndererek çıkıp gelmesini, böyle yapması halinde kendisiyle birlikte bir sürü kimsenin çıkacağını, varıp Alinin askerlerine meyletmesini tavsiye eder. Ayrıca Abdikays ve Bekir bin Vailden de bazı askerler gelip Alinin askerlerine katılırlar. O zaman bazıları şöyle demişlerdi: “Bu Kays ve Bekir bin Vail kabileleri kiminle birlikte ve kimin yanında olursa o mutlaka galip gelir.” Nihayet her iki taraf üç gün müddetle karşı karşıya durmuş ve aralarında hiçbir çarpışma olmamıştı. Bu müddet içinde Ali onlara haber gönderip konuşmak istediğini söylemişti. Her iki taraf H. 36. yıl cemaziyelahir ayının ortalarına doğru (M. 656 Aralık) buraya gelip konaklamışlardı. Ali burada konakladıktan sonra adamları gelip Ona katılıyorlardı. Ali orada konakladığında Ebu el-Cerbil adında birisi Zübeyre: “Alinin adamları henüz gelip katılmadan üzerine bin atlı göndersen iyi olur.” demiş, Zübeyr de cevaben şunları söylemişti: “Biz savaşın neticelerini ve ortamını çok iyi biliriz. Onlar bizim davamızın adamlarıdır. Bu iş şimdiye kadar hiç düşünülmemiş ve olmamış bir şeydir. Bu günde meydana gelecek olaylardan sonra Allaha özürle gidecek olan kimsenin kıyamet gününde özrü kopar gider. Onların bize gelen heyetleri bizden ayrıldığı zaman sulh akdetmek üzere ayrılmışlardı. Ben de aynı şekilde sulhun meydana gelmesini ve bunun sulh ile neticelenmesini arzu ediyorum. Sabrediniz! Sizin için müjdeler olsun.” Sonra Sabra bin Şeyman, Talha ve Zübeyre giderek şöyle söyler: “Şu adama karşı fırsat kollayınız, asıl isabetli olan savaşa girişmektir.” Talha ve Zübeyr şöyle karşılık verirler:
“Aramızda meydana gelen bu ihtilaflar daha önce hiç vaki olmamıştı ki bu hususta Cenab-ı Allah Kuranda bir hüküm zikretsin veya Resulallahın bir sünneti olsun. Aramızda bazıları bu işin kesinlikle kurcalanmamasını ve bir an önce kapatılmasını istemişlerdir. Bu kimseler Ali ve yanındaki kimselerdir. Bizler de şunları söyledik: “Bu sulhu terk etmememiz ve bunu geciktirmememiz gerekir.” Bunun üzerine Ali de: “Bu adamları terk edip gitmek bir kötülüktür, fakat daha büyük bir kötülükten hayırlı bir davranıştır.” diye söylemiş bulunmaktadır. Ve bu durumun hayırlı olduğu bizce de görülüyor. Müslümanların üzerine inen ahkam ise onların genellikle haklarını koruyan hükümlerdir.” Sonra Kaab ibn Süver: “Ey topluluk, şu karşınızdaki topluluktan şu ilişkiyi kesiveriniz.” demiş, Ona da aynı şekilde daha evvel zikredildiği gibi cevap vermişlerdi. Sonra Ali kalkıp yanındakilere hutbe okumuş, bu arada Avar bin Benan el-Münkari niçin buraya geldiklerini sormuş, Ali de cevaben şunları söylemişti: “Buraya gelişimizin sebebi sulh akdetmek ve bu yanan ateşi söndürmektir. Umulur ki Cenab-ı Allah bu ümmeti bir araya getirir, aralarındaki ihtilafları ortadan kaldırır ve bizim buraya gelişimizle Müslümanlar arasında meydana gelecek bir savaş önlenmiş olur.” elAvar: “Şayet onlar bizim bu isteklerimizi kabul etmezlerse ne yaparız?” diye sorunca Ali: “Onlar bizi terk ettiği müddetçe biz de onları kendi başlarına bırakırız” diye karşılık verir. el-Avar: “Peki, yine onlar bizim yakamızı bırakmazsa ne yaparız?” diye sorunca da, Ali: “Onları kendimizden uzaklaştırmaya çalışırız.” der. Bunun üzerine el-Avar Aliye şöyle sorar: “Peki onların yapacakları kötü davranışlara aynısıyla mukabele edilecek mi?” Ali: “Evet.” diye karşılık verir.
Ebu Seleme ed-Delani kalkıp Aliye sorar: “Eğer bu adamlar Osmanın kanını istemekte gerçekten samimi iseler bu hususta delilleri var mıdır?” Ali: “Evet, vardır.” diye cevap verir. Sonra konuşma karşılıklı olarak şöyle devam eder: “Peki, bu kanı aramakta gecikme konusunda kendin için bir delil var mıdır?” Ali: “Evet, vardır; eğer bir şeye bir anda ulaşmak mümkün değilse onu tehir etmek daha faydalıdır.” Ebu Seleme: “Eğer biz ve onlar yarın karşı karşıya gelir çarpışırsak kıyametteki durumumuz ne olacaktır?” Ali: “Bizden ve onlardan kalbi Allaha safça bağlı olan bir kimsenin öldürülüp de Cenab-ı Allah tarafından cennete konulmamasını temenni etmem.”
Ali yanındakilere okuduğu bir hutbede şöyle demişti: “Ey Müslümanlar! Karşımızda bulunan bu Müslümanlar için dillerinizi, ellerinizi tutun. Sakın bu konuda bizden ileri gitmeyin. Çünkü yarın kıyamet gününde bugün düşmanlığı başlatanlar dava edilecek.” Sonra karşıdaki gruba Hükeym bin Seleme ve Malik bin Habibi gönderip şöyle der: “Eğer siz el-Kaka ile konuştuğunuz gibi aynı fıkirlerinizi koruyorsanız biz dönüp de durumu görüşünceye kadar sakın herhangi bir harekete girişmeyesiniz.” Sonra Ahnef bin Kays ve Hudrus bin Züheyri koruyan ve halen bir kenarda duran Saadoğulları Aliye gelirler. Ahnef bin Kays Osmanın şahadetinden sonra hacdan dönmüş ve hac dönüşünde gelip Aliye Medinede beyat etmişti.
el-Ahnef şöyle anlatır: “Talha, Zübeyr ve Ayşe ile danışmadan Aliye beyat etmedim. Osman muhasara altında bulunduğu günlerde hacca gitmek istedim. Onların her birine varıp tek tek şunları söyledim:Bu adam muhasara altındadır ve her an öldürülebilir. Kime beyat etmemi istersiniz? Onların her biri bana:Aliye, beyat et, dediler.Yapacağım bu beyattan razı olur musunuz? diye sorduğumda:Evet, diye karşılık vermişlerdi. Hac görevimi ifa edip de Medineye döndü-ğümde Osmanın öldürülmüş olduğunu gördüm, gidip Aliye beyat ettim. Sonra çoluk çocuğumun yanına döndüğümde gerçekten işlerin yoluna girdiğini gördüm. Çoluk çocuğumun arasında böylece otururken birisi gelip şöyle bir haber getirdi:Ayşe, Talha ve Zübeyr seni filan yerde bekliyor ve çağırıyorlar. Ben:Onlara ne oldu? diye sorduğumda adam bana şöyle dedi:Osmanın kanını talep etmek konusunda Ali ile çarpışmak üzere senden yardım diliyorlar. O anda dünya başıma yıkılır gibi oldu ve şöyle dedim:Benim müminlerin annesini ve Resulallahın havarisini karşıma alıp onlarla çarpışmam ne kadar kötü bir şeydir. Fakat Resulallahın amcasının oğluna karşı savaşmak -ki bana Ona beyat etmem söylendi- çok daha kötü bir durumdur. Nihayet onlara vardığımda bana:Seni şunun şunun için çağırdık. dediler, ben de onlara şöyle karşılık verdim:Ey müminlerin annesi, ey Zübeyr ve ey Talha! Allahınızı severseniz, ben size kime beyat edeyim, kime beyat etmemi istersiniz? diye sorduğumda, Aliye beyat etmemi söylemediniz mi? Bunun üzerine onlar:Evet, fakat o, işleri değiştirip halden hale soktu deyince ben de:Vallahi, müminlerin anası aranızda olduğu sürece size karşı çarpışacak değilim, fakat, aynı şekilde Resulallahın amcasının oğluna karşı da çarpışacak değilim, çünkü siz bana Ona beyat etmemi emretmiştiniz. Ben kendi evime çekilir, oturur ve hepinizden ayrı kalırım. dedim.”
Bu yüzden onlar da onu haklı görerek bu konuda kendisine izin vermişler, o da yanında altı bin küsur adamla birlikte el-Celha denilen yere çekilmiş ve onlardan ayrı kalmıştı. Celha, Basraya iki fersah uzaklıkta bir yerdir.
Ali oraya vardığında el-Ahnef gelerek şöyle der: “Basrada bulunan adamlarımız yarın kendilerine karşı saldırıya geçeceğinizi, erkeklerini öldürüp kadınlarını esir alacağınızı zannediyorlar.” Ali Ona: “Benim gibi bir adam böyle davranmak hususunda Allahtan korkmaz mı? Böyle bir işi yapmak, hele hele Müslüman bir kavme karşı böyle yapmak ancak küfre düşen ve helak olan bir kimse için helal olabilir.” diye karşılık verir. Sonra aralarında şöyle bir konuşma olur: el-Ahnef: “Benden şu iki husustan birini yapmamı iste:

Ya seninle birlikte onlara karşı çarpışayım veya sana karşı çarpışmaya hazır olanlardan on bin adamı kılıçlarıyla birlikte savaş meydanından alıp gideyim. ” Ali: “Sen adamlarına bu işten uzak duracaklarına dair söz verdikten sonra nasıl böyle diyebilirsin?” el-Ahnef: “Bugün vefaya uymak gerekirse onlara karşı çarpışmak lazımdır.” Ali: “O halde bana karşı savaşacak şu adamlardan on bin kişiyi alıp götür.” Bunun üzerine el-Ahnef Aliye karşı tavır takınan bu insanlara dönüp: “Ey Hindefoğulları!” diye seslenir ve birçok kimse Ona icabet eder. Arkasından “Ey Temimoğulları!” diye seslenince yine birçok kimse Onun yanına varır. Daha sonra Ey Saadoğulları diye seslendiğinde yanına koşup gitmeyen Saad Kabilesine mensup tek bir kişi kalmaz. Bütün bunları alıp gider ve her iki tarafın ne yapacaklarını bekler durur. Nihayet çarpışmalar meydana gelip de Ali bu işten zaferle çıkınca onlar da diğer Müslümanların davrandıkları gibi davranmış ve topluma karışmışlardı.
iki cemaat karşı karşıya gelince Zübeyr bir ata binmiş ve eline silahını alarak ortaya atılmıştı. Aliye: “Bu gelen Zübeyrdir.” denilince Ali şöyle demişti: “Vallahi o kendisine Allahın emirleri hatırlatıldığı zaman ilk olarak uyacak iki adamdan ilkidir.” Arkasından Talha çıkar. Bunun üzerine Ali her ikisinin yanına gider ve birbirlerine öyle yaklaşırlar ki atlarının başları ve boyunları birbirine karışır ve kimin atının kime ait olduğu seçilemez olur. Ali onlara şöyle seslenir: “And olsun sizler silah, at ve bir sürü askerler hazırladınız. Eğer bunu yaparkenoAllaha karşı sunacak bir özrünüz varsa bile yine de Allahtan korkun.” ArkasındanO ipliğini kuvvetle büktükten sonra tekrar çözen kadın gibi olmayın. (en-Nahl suresi, 92) ayetini okur ve onlara şöyle der: “Ben ikinizin de dinde kardeşi değil miyim? Ve sizin benim kanımı benim de sizin kanınızı haram kılmamız gerekmez mi? Kanımın akıtılmasını helal kılacak herhangi bir olay meydana geldi mi?” Talha şöyle karşılık verir: “Sen insanları Osmana karşı kışkırttın.” Ali:O gün Allah onlara hak (ettikleri) cezalarını tam verir ve onlar da bilirler ki Allahapaçık haktır. (en-Nur suresi, 25) ayetini okur ve devamla: “Ey Talha! Osmanın kanını talep ediyorsun değil mi? Allah Osmanı öldürenlere lanet etsin! Ey Talha! Sen Resulallahın hanımını yanına alıp kendine kalkan olarak kullanıyorsun da kendi hanımını evde saklıyorsun değil mi? Sen bana beyat etmemiş miydin?” Talha şöyle cevap verir: “Sana beyat ettiğimde kılıçlar boynumun üzerinde tutulmuştu.” Ali sonra Zübeyre dönerek sorar: “Ey Zübeyr! Senin buraya kadar gelmene sebep olan şey nedir?” Zübeyr: “Buraya gelmeme sebep sensin. Ben seni bu hilafet görevine ehil görmüyorum, üstelik bu konuda bizden daha hak sahibi bir kimse de değilsin.” diye karşılık verir. Bunun üzerine, Ali şöyle konuşur: “Ben Osmandan sonra bu işe ehil değil miyim? Biz seni Abdülmuttalibin evlatlarından sayarken senin şu kötü huylu oğlun çıkıp aramıza tefrika soktu.” Daha sonra Ona bazı şeyler hatırlatır ve şöyle der: “Hatırlıyor musun, bir gün Resulallah ile birlikte bir yerde yürüyordum da Benu Ganemden geçtiğimiz sırada, Resulallah bana bakıp tebessüm etti ve ben de Ona bakıp tebessüm ettim. Sen o anda Resulallaha: “Ebu Talibin oğlu niye bu kibrini bırakmış değildir?” dediğin zaman Resulallah , sana şöyle demedi mi? “Ebu Talibin oğlunda kibir yoktur ve bir gün sen onunla haksız yere çarpışmış olacaksın.” Bu sözleri işiten Zübeyr: “Vallahi doğrudur! Şu anda Resulallahın dediklerini hatırladım. Eğer bunları daha evvel hatırlamış olsaydım kesinlikle buraya gelmezdim, bundan sonra da ebediyen sana karşı savaşacak değilim.” diye karşılık vermişti.
Ali, sonra arkadaşlarının yanına döner ve onlara: “Zübeyr sizinle kesinlikle çarpışmamak üzere Allaha söz vermiş bulunmaktadır.” der. Gerçekten Zübeyr Ayşenin yanına gider ve şöyle der: “Ben dünyaya geldiğim ilk günden beri, bugünkü kadar şu anda bulunduğum yerin benim olmadığını ve burada durmamam gerektiğini hissetmiş değildim.” Ayşe: “Peki ne yapmak istiyorsun?” diye sorunca Zübeyr: “Sizi olduğunuz gibi bırakıp hemen gitmek istiyorum.” diye cevap verir. Oğlu Abdullah babasına şöyle seslenir: “Bu iki muhalif grubun birbirlerine karşı çıkmalarından ve keskin kılıçlarını çekip bu noktaya gelmelerinden sonra onları yüzüstü bırakıp gitmek mi istiyorsun? Korktun ve Ebu Talibin ordusundaki o sancaklarla onları taşıyan gencecik adamları ve bunun arkasında dehşet verici bir ölümün olduğunu gördün de dehşete kapıldın değil mi? Olduğun yerde dur ve bekle.” Fakat Zübeyr:
“Hayır, ben Ona karşı çarpışmamak üzere yemin ettim.” diye karşılık verir. Oğlu Abdullah ise ısrar ederek: “Yeminine kefaret öde ve Onunla çarpış.” der. Sonra Zübeyr kölesi Mekhulu, başka bir rivayete göre ise Selce adındaki kölesini kefaret olarak azat etmişti.
Başka bir rivayete göre ise Zübeyr Ammar bin Yasiri Alinin yanında görünce savaştan vazgeçmişti. Bu çarpışmalarda Ammar bin Yasirin öldürülmesinden korkmuştu, çünkü Resulallahın: “Ey Ammar! Seni isyancı bir grup öldürecek” dediğini işitmişti. Ancak kendisi savaştan vazgeçmişken oğlu yukarıda zikrettiğimiz gibi Onu tekrar savaşa sokmuştu. Bu şekilde Basralılar üç ayrı gruba ayrılmış oldular. Bir grup Talha ve Zübeyrin yanında yer alanlar, bir grup Aliye katılanlar ve bir grup da savaşı kesinlikle kabul etmeyenlerdi. Bunlar arasında el-Ahnef, Amr bin Husayn ve onlara benzer kimseleri saymak mümkündür. Daha sonra Ayşe gelip Huddan Mescidinde Ezd Kabilesi arasına konaklamıştı. O gün Ezd Kabilesinin reisi Sabra bin Şeyman idi. Kab bin Süver Ona şöyle demişti: “Ordular karşı karşıya geldiklerinde onları birbirinden ayırıp uzaklaştırmak çok zordur, aynen kükreyip dalgalanan denizler gibidirler. Onun için bugün bana itaat et, beni dinle, onların arasında bulunma ve adamlarını alıp çekil; çünkü bu durumda artık sulhun gerçekleşmemesinden korkuyorum. Mudar ve Rabia kabilelerini kendi hallerine bırak. Onlar birbirlerine kardeş kabilelerdir. Eğer sulh akdederlerse zaten bizim de istediğimiz odur; şayet çarpışacak olurlarsa onların arasına girer, hakemlik yaparız. ”
Kaab, islama girmeden evvel cahiliye devrinde hristiyan idi. Onun bu sözleri üzerine Sabra bin Şeyman şöyle demişti: “Senin hala hristiyanlıktan kalan bazı anlayışlar taşıdığını görüyorum, insanların arasını ıslah etmek konusunda uzak durmamı mı bana emrediyorsun? Müminlerin annesini, Talha ve Zübeyri terk etmemi mi istiyorsun? Eğer sulh bile akdedilmiş olsa ben Osmanın kanını talep etmekten vaz mı geçeyim? Vallahi ebediyyen böyle bir şeye girişmem. ”
Nihayet bütün Yemen halkı ve Mineab bin Raşid er-Ribab kabileleriyle birlikte Ayşenin yanında yer almıştı. Bu kabileler de Teym Kabilesi, Adiyy, Sevr, Ukel, Abdimenaf bin Udd ibn Tabiha bin ilyas bin Mudar ve Dabbe bin Udd bin Tabiha kabileleri idiler. Aynı şekilde Amr bin Temimoğulları ile birlikte Ebu el-Cerba, Hanzalaoğulları ile birlikte Hilal bin Veki, Sabra bin Şeyman Ezd Kabilesinin başında, Mücaşi bin Mesud es-Sülemi Süleym Kabilesinin başında, Züfer bin Hars, Amir ve Gatafanoğullarının başında, Malik bin Mesma Bekroğullarının başında, el-Hirreyt bin Raşid Naciyeoğullarının başında ve nihayet el-Himyeri Yemen halkının başında olmak üzere savaşa hazır hale gelmişlerdi.

Talha ve Zübeyr ortaya atıldıklarında sulhun akdedileceği hususunda zerre kadar şüphesi olmayan Mudar Kabilesi onlarla birlikte ortaya çıkmış ve arkasından aynı şekilde barıştan hiç de şüphe etmeyen Rabia Kabilesi de onlara katılmıştı. Onların yanı başında sulhun kesinlikle gerçekleşeceğine inanan Yemen halkı da ortaya çıkmış, Hüddan oğulları Ayşe ile birlikte ve diğer tarafta sayılan kabileler reisIeriyle birlikte otuz bin kişiye yakın bir ordu oluşturarak yerlerini almışlardı. Hepsi sulhun akdedileceğine inamyorlardı. Nihayet bu noktadan sonra Hakim ve Maliki Alinin yanına göndererek: “Biz el-Kaka ile yaptığımız görüşmelere halen sadığız.” diye haber iletirler. Ali de onların saf tuttukları yere kadar varmıştı. Mudar Kabilesine mensup olanlar diğer taraftaki Mudarlılara karşı, Rabia Kabilesine mensup olanlar diğer taraftaki Rabiaoğullarına karşı ve Yemenliler de Yemenlilere karşı yer almış durumdayken hepsi sulhun akdedileceğinden başka hiçbir şey düşünmeksizin birbirlerine yaklaşmışlardı. Alinin yanında bulunanlar yirmi bin kişiye yakın idiler. Nihayet Ali, Talha ve Zübeyr birbirlerine yaklaşmış, konuşmuş ve savaşı bir tarafa bırakıp barış akdetmek dışında hiçbir yol görmemişlerdi. Bu şekilde anlaşarak birbirlerinden ayrılıp yerlerine geri döndüler. O günün akşamında Ali Abdullah bin Abbası Talha ve Zübeyrin yanına göndermiş, aynı şekilde Talha ve Zübeyr de Talhanın oğlu Muhammedi Alinin yanına göndermişlerdi. Ali yanında bulunan bütün kabilelerin reisIerine bu durumu bildirmiş, Talha ve Zübeyr de yanlarındaki bütün kabile reisIerine ve ileri gelenlerine bu sulh durumunu aktarmışlardı. O gece şimdiye kadarki günlerinde geçirmedikleri bir gece olarak esenlik ve huzur içinde, sulha büyük bir adım atılmışçasına geçirildi. Osmanın kanını heder edenler ise son derece kötü bir gece geçirmiş ve yok edilmekle karşı karşıya olduklarını hissetmişlerdi. Yine o gece birbirleriyle istişare etmek üzere bir araya gelmiş ve savaşma yollarını aramak üzere toplamnışlardı. Gece karanlığında, kimsenin görmeyeceği bir anda çıkıp kılıçlarını çekerek Mudar Kabilesinden olanlar Mudarlılara, Rabia Kabilesinden olanlar Rabialılara ve Yemenlilerden olanlar da Yemenlilere karşı hücum ederek onları kırmaya başlamışlar, Basra halkı karşı koymağa çalışarak her biri üzerine gelen bu askerleri geri püskürtmeye çalışmış ve şüpheye düşmüşlerdi. Nihayet Talha ve Zübeyr, sağ tarafta bulunan Rabialıların başına komutan olarak Abdurrahman bin Harsı ve sol taraftaki kuvvetlerin başına ise Abdurrahman bin Attabı göndererek kendileri de merkezde yer almışlardı. “Bu ne haldir?” diye sorduklarında onlara şöyle demişlerdi: “Küfelilerin bulunduğu taraftan bize geceleyin bir saldırı meydana geldi.” Talha ve Zübeyr de: “Evet, Alinin niyetinin farklı olduğunu ve bizi kandırıp kanlarımızı dökmek istediğini anladık. ” demişler, sonra Basralılar üzerlerine saldıran Küfelileri karargahlarına geri püskürtmüşlerdi.
Ali ve Küfeliler meydana gelen bu kargaşalığı duymuşlardı. Bu Sebeiyyeye mensup olanlar Aliye yakın bir yere adam yerleştirmiş ve olanların sebebini sorduğunda cevap vermek üzere hazır bulundurmuşlardı. Ali: “Ne oluyor, bu nedir?” diye sorduğunda oraya yerleştirilen adam şöyle der: “Birdenbire karşıdan çıkagelen kimselerin bizi gafil avlayıp hücum ettiklerini gördük, biz de onları geri püskürttük. Birden üzerimize atlarla saldırdılar ve hücuma geçtiler.” Ali bu andan sonra sağ taraftaki kuvvetlerin başına bir kumandan ve sol taraftaki kuvvetlerin de başına bir kumandan göndererek şöyle demişti: “Talha ve Zübeyrin bizim kanlarımızı dökmeden buradan ayrılmayacaklarını ve bize asla uymayacaklarını anladım.” Ancak Sebeiyyeliler yaptıklarını hissettirmeden işlerine devam ediyorlardı; O arada Ali Müslümanlara şöyle hitap eder: “Olduğunuz yerde durun, hiçbir şey yoktur.” Onların ortak görüşü, ellerine delil geçirmek ümidiyle karşı taraf başlamadan savaşmamak, kaçanı öldürmemek, yaralıların işini bitirmemek, maktullerin üzerindeki eşyayı almamak, Basradan silah, elbise ve mal almamak şeklinde idi.
Bunun üzerine Kaab bin Süver Ayşeye doğru koşar ve Ona: “Ey müminlerin annesi! Bu adamlar savaşmaktan bir türlü vazgeçmiyorlar. Belki Yüce Allah senin vasıtanla sulhu temin eder.” der, Ayşe de kalkıp devesine biner. Onun deve üzerindeki hevdecini zırhlarla kaplamışlardı. Ayşe oraya yaklaştığı sırada devesinin üzerinde bulunuyorken meydana gelen çarpışmaları duymağa başlamıştı. Durduğu yerde Müslümanlar çevresini almış, çarpışıp duruyorlardı. Zübeyr de çarpışmalara girişmiş, o anda Ammar bin Yasir Zübeyrin üzerine atılarak mızrağıyla kollamağa başlamıştı: Ancak, Zübeyr sürekli kaçıyor ve: “Beni öldürecek misin ey Ebal-Yakazan?” diye soruyordu. Ammar da Ona şöyle diyordu: “Hayır, ey Abdullahın babası!” Zübeyr, Re-sülullahın “Ammarı isyancı bir kitle öldürecek” diye buyurması üzerine Ammara dokunmamıştı. Eğer Resulallahın bu sözü olmamış olsaydı Zübeyr Ammarı öldürebilirdi. Bu arada Ayşe son derece dehşet verici bir ses işitir. Ne olduğunu sorduğunda ona askerlerin sesi olduğunu söylerler. “Askerlerin bu sesi hayır için mi, yoksa şer için midir?” diye sorunca: “Şer içindir.” diye cevap verirler. Bu arada Zübeyr bir kenara çeker gider ve es-SiM Vadisine varır. Onun bu çarpışmalardan ayrılmasının sebebi Alinin Resulallahın yukarıda geçen hadisini hatırlatması idi. Talhaya gelince, çarpışmalar sırasında ona serseri bir ok isabet etmiş, ayaklarından yaralanmıştı. Talha ayaklarını atın iki yanına yapıştırarak şöyle bağırıyordu: “Gelin, gelin, bana gelin ey Allahın kulları! Sabrediniz, sabrediniz! ” Onu gören el-Kaka bin Amr: “Ey Muhammedin babası! Sen yaralısın, hastasın. Ne isteyip duruyorsun. Git şu evlerden birine gir.” Talha yandaki evlerden birine gider, giderken şöyle söyler: “Allahım! Osmanın kanı için benden dilediğini al ki bizden razı olasın.” Ayakkabısı kan ile dolup taşınca kölesine: “Beni al, bir yere götür ve orada indiriver.” der. Kölesi Onu alıp Basraya götürür, harabe bir eve koyar ve orada ölür.
Anlatıldığına göre, bu harabe evde olduğu bir sırada Alinin yanında bulunan adamlardan birisi kendisine uğrar ve şöyle der: “Sen müminlerin emirinin tarafından mısın?” Talha “Evet.” diye cevap verince adam: “O halde uzat elini, senden beyat alayım.” der. Bunun üzerine Talha ölüp de bir mümine beyat etmemekten korktuğu için elini uzatmış ve Ona beyat etmişti. Vefat edince Saadoğulları mezarlığına gömülmüştü.

Talhayı öldürenin Mervan bin el-Hakem olduğu söylendiği gibi bir başkası tarafından öldürüldüğü de kaydedilir.
Zübeyre gelince, O da Ahnef bin Kaysın karargahına giderek şöyle demişti: “Vallahi bunun yaptığı sadece çarpışmalara katılmamak değildir. O Müslümanları bir araya topladı, sonra onlar birbirlerini vurup kırmağa başlayınca kendisi çekilip, evine kapandı. Bu sözleri işiten el-Ahnef etrafındakilere şöyle der: “Bana Zübeyrden haber getirecek kimse var mıdır?” Amr bin Cermuz “Ben” diye cevap verir, Zübeyri takip ederek bir yerde yetişir. Zübeyr Onu görünce: “Geldiğin yerle ilgili ne gibi haberler var?” diye sorar. O da: “Ben de sana aynı şeyi sormak istiyorum.” diye karşılık verir. ZÜbeyrin, adı Atiyye olan kölesi ibn Cermuza: “Namaz vakti yaklaşmış durumdadır. Namaza kalkmak üzere olan bir adamdan ne istiyorsun?” diye sorar. ibn Cermuz: “Haydi namaza, haydi namaza.” diye bağırır. Zübeyr de: “Namaz vakti geldi, namaza kalkın.” der. Namaza durduklarında ibn Cermuz, Zübeyrin tam arkasında durur ve namaz esnasında zırhının yakası tarafından hançerle vurup öldürür; atını, silahını ve yüzüğünü alarak çeker, gider. Kölesi, Zübeyri alır, es-SiM Vadisine defneder ve geri dönüp Müslümanlara durumu bildirir. ibn Cermuz, el-Ahnefin yanına döndüğünde Ahnef Ona: “Vallahi bilmiyorum, iyilik mi yaptın yoksa kötülük mü?” der.
ibn Cermuz Alinin yanına varıp kapıcısına şöyle der: “Zübeyri öldüren adama görüşme izni aL.” Aliden adamın girmesi için izin istenince Ali: “Ona girmesi için izin ver, fakat cehennem ateşiyle müjdele.” der.
ibn Cermuz, Zübeyrin kılıcını getirip Alinin önüne koyunca Ali kılıca bakıp: “Resulallahtan sıkıntıyı gideren kılıç.” demiş, sonra bu kılıcı alıp Ayşeye göndermişti. Bu arada çarpışmalar da sona ermişti. Basralılar yenilgiye uğramışlardı ve Basraya doğru çekilmek istiyorlardı, ancak atların tekrar Ayşenin devesi etrafında biriktiğini görünce ilk başta olduğu gibi yeniden Onun etrafında toplanmışlardı ve yeni bir harekete koyulmak üzereydiler. Rabia Kabilesinin bir kısmı bu toplananların sağ tarafına, bir kısmı da sol tarafına birikmişti. Ayşe olaylar bitip de Basralılar hezimete uğrayınca Kaab bin Süvera şöyle demişti: “Şu devenin önünden çekil ve al şu Kuran-ı Kerimi, insanları ona davet et.” Kaab, Mushafı alıp Ali taraftarlarının bulunduğu yöne doğru giderken Abdullah bin Sebe taraftarları Onu görmüş, hemen ok yağmuruna tutarak öldürmüşler ve müminlerin annesinin devesine de ok atmağa başlamışlardı. O sırada Ayşe: “Ey oğullarım! Geriye bir ben kaldım, bir ben kaldım.” diye sesleniyor ve sesinin olanca gücüyle şöyle bağırıyordu: “Allah Allah! Allahı ve hesabını hatırlayınız.” Ancak onlar onu dinlemiyor ve hala üzerine doğru geliyorlardı. Sözlerine aldırış etmediklerini gören Ayşe şöyle demişti: “Ey insanlar! Osmanı öldüren kişilere ve onların taraftarlarına lanet edin.” Arkasından beddua etmeğe başlamış ve etrafındakiler de Ona katılmışlardı. Ali bu sesleri duyunca ne olduğunu sormuş, ona Ayşenin Osmanın katilleri ve onların taraftarlarına lanetler okuduğu ve onlar için bedduaya çağırdığını söylemişler, Ali de bunun üzerine: “Allahım, Osmanın katillerine lanet et!” demişti.
Sonra Ayşe Abdurrahman bin Attaba, Abdurrahman bin Hars bin Hişama haber göndermiş ve yerlerinde durmalarını bildirmişti. O, etrafındakilerin savaşa devam etmek istediklerini görünce onları teşvik etmişti. Nihayet Basra tarafındaki Mudarlılar Kufeliler tarafındaki Mudarlılara bir hamle yapıp çarpışmağa girişmişlerdi. çarpışmalar öylesine şiddetlenmişti ki Ali olduğu yerde sıkışmış ve ordunun sancağını taşıyan oğlu Muhammedi arkasından dürtmeye başlamıştı. Onu dürterken: “Haydi ileri atıl!” demiş, ancak önünde ilerleyen hiç kimsenin olmadığını görünce sancağı bizzat kendisi eline alarak oğluna: “Eyoğlum, ilerle, ilerle ve öyle çarpış!” diye seslenmişti.
Kufeliler tarafında bulunan Mudar Kabilesi mensupları bütün güçleriyle karşı tarafa hücum etmişler ve her iki taraf devenin durduğu yerde tükeninceye ve takatleri kesilinceye kadar çarpışıp durmuşlardı. O sırada Mudarlılardan başka kimseler Alinin yanında bulunuyordu, bunların arasında Zeyd bin Sühan da vardı. Adamın birisi Zeyd bin Suhana: “Kendi adamlarının yanına çekip gitsene! Burada ne işin var? Mudarlıların seni kollayıp durduklarını ve ölümün de şu devenin etrafında olduğunu ve onların yanından başka bir yerde bulunmanın senin için ölüm olduğunu bilmiyor musun?” der. O da: “Evet, ölüm yaşamaktan çok daha hayırlıdır. Benim de istediğim ölümdür” diye karşılık verince hücum edip kardeşiyle birlikte Onu katlederler. Bu arada kardeşleri Sasa da yaralanmış, çok ağır yaralı iken oradan kaldırılmış ve götürülürken ölmüştü.
Bu olaydan sonra çarpışmalar tekrar şiddetlenmişti. Ali bu durum karşısında Rabia ve Yemen kabilelerine haber gönderip bütün güçleriyle toplanmalarını ister. O sırada Alinin taraftarı olan Abdikays Kabilesinden biri kalkıp: “Sizi Allahın kitabına davet ediyoruz.” der. Ona şöyle karşılık verirler: “Kendileri doğru yola girmemişlerken, Allahın emirlerini yerine getirip onları uygulamıyorlarken ve Allahın bir davetçisi olan Kaab bin Süver gibisini öldürüyorlarken nasıloluyor da bizi Allahın kitabına davet ediyorlar?” Arkasından Rabialılar o adama bir hamle ile hücum etmiş, ok yağmuruna tutup öldürmüşlerdi. Müslim bin Abdullah el-Acli Onun yerinde durmuş, Onu da aynı şekilde ok yağmuruna tutup öldürmüşlerdi. Bu arada Küfe tarafında yer alan Yemenliler Basra tarafındaki Yemenlileri davet edip onları ok yağmuruna tutmuşlardı. Bu olaylar üzerine Küfeliler artık savaştan başka hiçbir şey istemez hale gelmişlerdi ve Ayşeyi öldürmeğe niyetleniyorlardı. Ayşe bu durumu kavramış ve etrafındakileri ikaz etmişti. Nihayet birbirlerini savaşa davet ederek şiddetli çarpışmalara girişmişler, geri çekilip tekrar hamle ederek kapışmışlardı. Böylece birbirlerini kırıp duruyorlardı. Sonra Basra tarafında yer alan Yemenliler Küfe tarafındaki Yemenliler üzerine şiddetli bir saldırıya geçip onları hezimete uğratmışlardı. Aynı şekilde Basra tarafında yer alan Rabia Kabilesine mensup kimseler Küfe tarafındaki kabiledaşları üzerine hücum etmiş, onları bozguna uğratmışlardı. Küfe tarafındaki Yemenliler geri dönerken sancaklarını taşıyan on kişi öldürülmüştü. Bunlardan beşi Hemdan Kabilesinden, geri kalan beşi de diğer Yemen kabilelerinden idiler. Sancağı taşıyan on kişinin öldürülmesi üzerine Yezid bin Kays sancağı eline alıp götürmüştü.
Sonra Küfe tarafındaki Rabia Kabilesi savaş meydanına tekrar geri dönmüş, şiddetli çarpışmalar sonunda sancaklarını taşıyan kişi öldürülmüştü. Bunlar Ali taraftarlarının sol kanadını teşkil ediyorlardı. Rabianın sancağını taşıyıp öldürülenler arasında Zeyd Ve Abdullah bin Rakbe, Ebu Ubeyde bin Raşid bin Sülma vardı. Ebu Ubeyde, şöyle diyordu: “Allahım! Biz sapık yolda iken bize doğru yolu gösterdin. Bizi cehaletin çukurundan çıkardın. Arkasından bu fitne ile bizi imtihan ettin. Biz bu konuda bir şüphe içindeydik. ” O bu sözleri söyleyip gitmekte iken öldürülmüştü.
Çarpışmalar öyle şiddetlenmiş bir durumda idi ki, Küfelilerin sağ kanadı merkez kuvvetlerine yanaşıp dayanmış, Basralıların sol kanadı da merkez kuvvetleri ile birleşmişti. Ancak Küfelilerin sağ kanadında bulunan askerler merkeze çok yakın bir noktada olmalarına rağmen merkez askerlerine karışmamağa dikkat etmişlerdi. Aynı şekilde Küfelilerin sol kanadı da Basralıların sol kanadını böyle sıkıştırmıştı. Mudar Kabilesinden gerek Basralılar ve gerek Küfeliler tarafında bulunan askerler savaşın bu şekilde sabırla yürütüldüğünü görünce birbirlerine şöyle seslenmişlerdi: “Eğer sabır tükenir de savaş durursa kenara çıkın, orada çarpışalım.”
Gerçekten bu büyük bir olaydı. Bu çarpışmalardan daha büyüğü ne Cemel vakasından önce, ne de sonra görülmüştür. Bu çarpışmalarda kesilen kolların, kopan ayakların haddi hesabı yoktu. Bu arada Abdurrahman bin Attab ın da şehit edilmeden önce eli kesilmişti.
Bir ara Ayşe sol tarafına bakarak: “Sol yanımda kimler vardır?” diye sorunca, Sabra bin Şeyman, “Evlatların Ezd Kabilesi var.” diye cevap vermiş, Ayşe de: “Ey Gassanoğulları! Daha önce işitmiş olduğumuz kahramanlıklarınızı bugün de koruyunuz.” diye seslenmişti. Ezd Kabilesi Ayşenin binmiş olduğu devenin pisliğini alıp kokluyor ve: “Annemizin devesinin pisliği mis gibi kokuyor.” diyorlardı. Yine Ayşe sağ tarafındakilere bakarak: “Sağ yanımda kimler vardır?” diye sorunca: “Bekr bin Vail Kabilesi var.” diye cevap vermişler, bir darb-ı me selle şiir okuyarak aynı şekilde onları da teşvik etmiş ve şöyle demişti: “Sizin karşınızda Abdi Kaysoğulları vardır.” Bunun üzerine onlar da daha evvel girişmedikleri biçimde son derece şiddetli çarpışmalara girişmişlerdi. Ayşe bir askeri birliğin önüne gelmiş ve onların kim olduklarını sormuş, Naciyeoğulları olduklarını söyleyince de: “Bravo, bravo, aferin hasmını yere seren Kureyşli kılıçlar.” demişti. Bu konuşmalardan sonra onlar da gerçekten söz edilmeğe değer büyük çarpışmalara girişmişlerdi. Sonra Dabbeoğulları Ayşenin etrafını çevirmişlerdi, onlara da şöyle demişti:
“Haydi bakalım süvarilerin süvarileri, göreyim sizi!” Onların bu şekilde moralleri yükseltilince Adiyy bin Abdimenatoğulları da onlara gelip katılmış ve böylece Ayşenin etrafında bir hayli çoğalmışlardı. Ayşe bunların kim olduklarını sorunca Adiyyoğulları ile birlikte olduklarını söylemişlerdi. Bunlar hep birlikte devenin ön tarafına geçip şiddetle, yılmadan ve asla yerlerini terk etmeden çarpışıp duruyorlardı. çarpışmalar çok şiddetli bir noktaya varmış, her iki tarafta da ölümler meydana gelmişti. Nihayet deveyi artık ok yağmuruna tutmağa başlamışlar ve: “Bu deve öldürülmedikçe bu adamlar yok olup gitmez.” diye söylemişlerdi.
Alinin yanında bulunan askerlerin sağ ve sol kuvvetleri merkez kuvvetlerinin yanına katılmış, Basralılar da aynı şekilde davranmışlardı. Her iki taraf birbirinden iyice nefret eder duruma gelmişlerdi. Kaab bin Süverdan önce Basra Kadısı bulunan Amire bin Yesribi ile kardeşi Abdullah devenin ön tarafına geçmişlerdi, deveyi koruyorlardı. Diğer taraftan Ali: “Kim bu devenin üzerine atılıp onu yok edecek?” diye seslenince Hind bin Amr ortaya atılmış ve ibn Yesribi ile çarpışmağa girişmişti. ibn Yesribi bir darbe indirmiş ve onu öldürmüştü. Arkasından Alba bin Haysem üzerine atılmış, fakat ibn Yesribi onu da öldürmüştü. Bu arada Seyhan bin Sühan ve kardeşi Sasa da öldürülmüşlerdi.

Sonra Ammar bin Yasir ibn Yesribiye seslenerek şöyle der: “Sen koruduğun kimseden dolayı mazaretli sayıldın. Fakat eğer gerçekten doğru söylüyorsan o yanında bulunduğun birlikten ayrıl ve tek başına, ortaya çık. Senin için öldürülmekten başka bir yol kalmadı.” Bunun üzerine ibn Yesribi devenin yularını Adiyyoğullarından bir adamın eline vererek ortaya atılır ve her iki tarafın tam ortasına gelir, Ammar bin Yasir de Ona doğru ilerler. Ammar, doksan küsur yaşında idi. Üzerinde eski bir post vardı ve onu bir hurma lifi ile belinden bağlamıştı. Gerçekten onu teke tek dövüş e davet eden hasmından çok zayıf görünüyordu. Ammar, tek başına ortaya atılmış ve kendisini izlemek isteyenlere gelmemelerini söylemişti. Onu böyle gören Müslümanlar: “Bu da diğerlerine yetişmek üzeredir, öldürülecek galiba.” diye söylenirler. ibn Yesribi, Ammara bir darbe indirir, Ammar bunu kalkanı ile önler ve kılıcını elinden düşürür. Ancak Ammar galip geldiği halde ibn Yesribi yerinden kımıldayıp gitmez. Bunun üzerine onun gitmediğini gören Ammar bir kılıç darbesi indirip ayaklarını keser ve kıçı üzerine oturtur. Nihayet ibn Yesribi esir alımr ve Alinin yanına götürüıür. Aliye: “Ne olur beni bu halimle bırak!” deyince Ali: “Üç kişiyi öldürdükten sonra sağ mı bırakılacaksın?” demiş ve öldürülmesini emretmişti. Nihayet öldürüldü.
Başka bir rivayette ise burada öldürülen kişinin Amr bin Yesribi olduğu söylenir. Amira bin Yesribi ise daha sonraya kadar, yaşamış ve Muaviye zamanında Basra kadılığı yapmıştı.
Devenin yularını tutan Adiyyoğullarına mensup kişi ibn Yesribinin öldürüldüğünü görünce yuları kabile başkanlarından birine bırakarak ortaya atılmış, ona karşı da Rabia el-Ukayli çıkmıştı. Rabia şöyle sesleniyordu: “Ey annemiz! Seni annelerin en iyisi biliyoruz. Anneler ise çocuklarına karşı son derece şefkatlidirler. Görüyor musun kaç tane cesur adam öldürülüp gitti, öldürülenlerin kanlarına da kaç tane masum adamın elleri girdi?” (Gerçekten Ayşe bildiğimiz kadarıyla annelerin en iyisidir.) Sonra bu ikisi çarpışmış, her ikisi birbirini yaralamış, sonra ölmüşlerdi. Adiyy Kabilesine mensup bu kişinin öldürülmesinden sonra Dabbe Kabilesine mensup Hars adında birisi -ki ondan güçlü bir kimse görülmüş değildi- ortaya atılır ve şöyle der:Biz deveyi koruyan Dabbenin evlatlarıyız. Eğer karşımızda yıkılıp giden olursa bir başkasıyla teke tek çarpışmaya gireriz. Biz Affanın oğlunun etrafinı kollayan adamlarız. Ölüm bize baldan daha tatlı gelir.
Fakat bu sözlerin Vesim bin Amr ed-Dabbiye ait olduğu da ifade edilir. Bu şekilde kırk kişi öldürülene kadar devenin yuları bırakılmadı. Ayşe bu konuda şöyle demişti: “Dabbe Kabilesi evlatlarının sesleri kesilinceye kadar bu öldürmeler devam etmişti.” Başka bir rivayete göre ise devenin yularını tutan yetmiş Kureyşli öldürülünceye kadar bu çarpışma devam etmişti. Devenin yularını tutanlardan birisinin de Talhanın oğlu Muhammed olduğu söylenir. Muhammed bin Talha devenin yularını tutunca Ayşeye şöyle der:
“Ey müminlerin annesi! Ne yapmamı emredersin?” Ayşe Ona şöyle cevap verir: “Eğer sağ kalırsan, Ademoğullarının en hayırlılarından biri olmanı tavsiye ederim.” Arkasından kendisine karşı çıkan her adamı bir hamlede vurup öldürmüş ve: “Hamim. Onlar yardım edilmezler” deyip durmuş ve önüne çıkan her adamı tepelemişti. Onu öldürmek üzere MuKaabir el-Esedi, MuKaabir ed-Dabyi, Muaviye bin Şeddad el-Absi, Affar es-Saadi en-Nasri gibileri ortaya atılmış, ancak hepsini mızrak darbesiyle öldürmüştü. Daha sonra devenin yularını Kaab bin Eşref tutmuş ve önüne çıkan her kişiyi kılıç darbeleriyle yere sermişti.
Sonra karşısına Hars bin Zeüheyr el-Ezdi çıkmış, her ikisi birbirini yaralamış ve biri diğerini öldürmüştü. Nihayet gerçekten güçlü ve kuvvetli kimseler Ayşenin etrafını çevirmiş, fakat buna rağmen devenin yularını tutan her kim olursa olsun mutlaka öldürülmüştü. Devenin yularını tutan kişilerin her biri “Ben falanın oğlu falanım” diye kendini tanıtıyordu.
Bu devenin önünde çarpışanlar, and olsun, ölüm yolundan başka bir yola gitmiyor ve ondan başka bir şeyi talep etmiyorlardı. Alinin adamları devenin yularını tutan kişilere her hücum edişlerinde bunlar mutlaka ya ölüyor, ya da serbest bırakıldıklarında kesinlikle geri dönmü yorlardı.
Nihayet Adiyy bin Hatem et-Tai üzerlerine atılmış, fakat gözlerini kaybetmişti. Sonra Abdullah bin Zübeyr Ayşenin yanına sessizce sokulmuş ve devenin yularını tutmuştu. Ayşe Ona: “Kimsin sen?” diye sorunca: “Senin ve ablanın oğluyum.” diye cevap vermiş, Ayşe de Ona: “Vah Esmanın başına gelenlere!” demişti. el-Eşter Ona karşı çıkmış, her ikisi şiddetle çarpışmaya başlamışlardı. el-Eşter Abdullahın başına indirdiği bir darbe ile kafasında büyük bir yara açmış, Abdullah da Onu hafifçe yaralamıştı. Sonra her iki hasım birbirlerinin boyunlarına atılarak atlarından yere düşmüşler ve yerde boğuşmaya devam etmişlerdi. Boğuşma sırasında Abdullah ibn Zübeyr: “Benimle birlikte Maliki de öldürünüz.” der. Rivayete göre Malikin kim olduğunu bilmiyorlardı. Eğer bilselerdi onu da öldüreceklerdi. Başka bir rivayette ise Malikin el–Eşter olduğu anlatılır.
Boğuşmanın bu şekilde devam ettiğini gören Ali taraftarları ile Ayşenin yanındakiler koşup her iki hasmı birbirinden çekip ayırmışlardı.
el-Eşter şöyle anlatır:
“Abdurrahman bin Attab ile çarpıştım. O çarpıştığım insanlar içinde en güçlüsü ve yerinde en iyi ayak direyenidir. Fakat Onu hemencecik öldürüverdim. Sonra Esved bin Afv ile karşılaştım. O da aynı şekilde insanların en güçlülerinden ve en cesurlarından birisiydi. Onun böyle güçlü olduğunu hiç de tahmin etmemiştim. Elinden zorla kurtuldum, fakat öyle bir adamla karşılaşmayı hiç istemezdim. Sonra Cündeb bin Züheyr el-Gamidi ile dövüşmüş Onu da öldürmüştüm. Sonra iyi dövüşen adamlardan Kureyşin sancağını taşıyan Abdullah bin Hakim bin Hizamı Adiyy bin Hatem ile çarpışırken gördüm. Her ikisi de en yiğit erkeklerin birbirlerine saldırdıkları gibi saldırıyorlardı. Hemen koşup Adiyy bin Hateme yardım ettik ve öbürünü öldürdük.
Daha sonra Kureyş Kabilesine mensup olan el-Esved bin Ebil-Buhteri devenin yularını tutmuş ve O da öldürülmüştü. Arkasından yuları Amr bin elEşref eline almış, kendisi ve akrabalarından on üç kişi öldürülmüştü. Bunlar Ezd Kabilesine mensup idiler. Sonra Marvan bin el-Hakem ile Abdullah bin Zübeyr yuları tutup da yaralananlardan idiler. Abdullah bin Zübeyr yediği ok ve mızrak darbeleriyle otuz yedi yerinden yaralanmıştı.”

el-Eşter şöyle devam eder:
“Ben bu Cemel Günü gibi büyük bir gün görmedim. Bizden bir tek kişi yenilgiye uğramıyor ve biz yüksek dağlar gibi dimdik ayakta duruyorduk. Devenin yuları tamamen kayboluncaya kadar onu tutan her adam mutlaka öldürülmüştü. Nihayet onların hep böyle öldürüldüğünü gören Ali:Devenin ayaklarını kesiniz. Eğer deve yere çöktürülür, ayakları kesilirse onlar tamamen dağılır giderler. demiş, onun bu sözü üzerine adamın birisi devenin ayaklarına vurmuş ve onu yere çöktürmüştü. Deve o anda öyle dehşetli bir ses çıkarmıştı ki bir daha böyle bir ses işitmedim.”
Kufeliler tarafında bulunan Ezdlilerin sancağı Mihnef bin Süleymin elindeydi. O öldürüldüğünde es-Sakab sancağı eline almış, onun da ölümü üzerine Mihnefin kardeşi Abdullah bin Süleym sancağı taşımış, fakat o da öldürülmüştü. Daha sonra zafer elde edilene kadar sancağı elinde tutan Ala bin Drve olmuştu. Abdi Kaysoğullarının sancağı da yine Kufelilerden Kasım bin Süleymin elinde iken o öldürülmüş, onunla birlikte Sühanın oğulları Zeyd ile Seyhan katledilmişlerdi. Arkasından yine bu sancağı birçok kimse eline almış, fakat hepsi de öldürülmüşlerdi. Bu öldürülenler arasında Abdullah bin Rukiye zikredilmektedir. Arkasından Munkiz bin en-Numan sancağı eline almış, daha sonra da oğlu Murre bin Munkiz teslim almıştı. Harp sona erdiğinde bu sancak Murrenin elinde bulunuyordu. Bekir bin Vail Kabilesinin sancağı da Züheloğullarından el-Hars bin Hassan ez-Zühelinin elinde idi. Hars ileriye atılarak şöyle demişti: “Ey Bekroğulları topluluğu! Haberiniz olsun ki Resulallaha sizin şu anda başınızda bulunan kimseden daha yakın bir kimse yoktur. Bunun için ileriye atılın, yürüyün.” Kendisi ileriye atılıp bir hayli çarpışmış, sonra O, oğlu ve akrabalarından beş kişi bu olayda öldürülmüştü.
Mahducoğullarından bir çok kimse öldürüldüğü gibi Züheloğullarından da otuz beş kişi öldürülmüştü. çarpışmaların çok şiddetlendiği bir anda iki kardeşten birisi diğerine: “Ey kardeşim! Eğer biz hak yolda isek bu savaşımızdan daha güzel bir savaş olamaz.” demiş, kardeşi de ona şöyle cevap vermişti:
“Evet, bizler hak üzereyiz; çünkü insanlar sağa sola dağılmışken biz Peygamberimizin ehl-i beytine uymuş ve onların etrafında toplanmış bulunuyoruz.” ikisi de bu şekilde çarpışmış ve öldürülmüşlerdi. Yine o gün Umeyr bin Ahleb ed-Dabbi yaralanmış olarak yerde yatıyorken Alinin taraftarlarından biri kendisine uğramış ve şöyle dediğini işitmişti: “Ailemiz bizi şiddet dolu harp alanına ve ölüme doğru çekti, fakat biz hayatta olduğumuz müddetçe bu savaşa sırtımızı dönmeyiz. Dabbeoğullarının annelerine ve taraftarlarına yardım etmesinde son derece cömertlik, bolluk ve zenginlik vardır. ”
Sonra adam yanına yaklaşarak Ona: “LA. ilahe illallah deyiver.” diye seslenmiş, Umeyr bin Dabbe: “Yaklaş da beni telkin ediver, kulaklarım biraz ağır işitiyor, bende sağırlık var.” deyince adamın yaklaşması üzerine de onu tutmuş ve kulağını ısırıp kesmişti.
* * *
Ayşenin devesinin ayakları kesilerek yere çöktürülmesi konusunda başka bir rivayette şunlar kaydedilir: el-Kaka, el-Eştere rast gelmişti. elEşter o anda devenin önünde çarpışmaktan geri dönüyordu. el-Kaka elEştere: “Bir daha geri dönmeyi arzu eder misin?” diye sormuş, fakat el-Eşter cevap vermemişti. Bunun üzerine el-Kaka: “Ey Eşter! Bizim bir kısmımız diğer bir kısmımızın nasıl savaştığını ve senin de nasıl savaştığını iyi bilirler.” demiş, sonra devenin bulunduğu yere atılmıştı. O anda devenin yuları Züfer bin el-Harsın elinde bulunuyordu. Züfer bin el-Hars devenin yularını elinde tutan en son kişiydi. Amiroğullarından devenin önünde durup da çarpışan gençlerin hepsi öldürülmüş ve yaşlılardan başka hiç kimse kalmamıştı. el-Kaka ZÜferin üzerine atılmış, her ikisi karşılıklı şiirler söylemeye başlamış, o anda Amiroğulları da çarpışma alanına girmiş ve bir sürü yara almışlardı. O anda Alinin taraftarları arasında bulunan Buceyr bin Delceye seslenen el-Kaka şöyle demişti: “Ey Belcein oğlu Buceyr! Şu akrabalarına seslen de devenin ayaklarını kesiversinler; yoksa ya siz mağllibiyete uğrarsınız, ya da müminlerin annesi zarar görür.” Becir o anda şöyle bağırır: “Ey Dabbeoğulları, ey Amr bin Delce! Yanına geliyorum.” Bunun üzerine o da onu çağırmış ve Buceyr şöyle demişti: “Sizin yanınızdan dönünceye kadar emniyette miyim?” Amr:
“Evet.” diye cevap vermiş, devenin ayaklarını kesip kendisi de ortaya atılarak deveyi sağa sola çekmeye başlamıştı. el-Kaka Onun arkasında duranlara şöyle demişti: “Sizler de emniyettesiniz.” Sonra o ve Züfer bir araya gelerek devenin iplerinin kesilerek hevdecinin taşınmasına karar vermiş ve hevdeci taşıyıp bir kenara koymuşlardı. Hevdec atılan ve saplanan oklardan aynen kirpi sırtına dönmüştü. Sonra el-Kaka ile Züfer hevdecin etrafında dolanarak onu yere yerleştirmiş ve çekip gitmişlerdi.
Ayşe, Talha ve Zübeyrin adamları bozguna uğradığında Ali bir adama seslenerek şöyle bağırmasını emretmişti: “Sakın, sakın kaçanları izlemeyesiniz, onların peşine düşmeyesiniz ve herhangi bir yaralıya dokunmayasınız ve asla evlere girmeyesiniz!” Daha sonra Ali hevdecin savaş alanında öldürülenlerin arasından taşınıp götürülmesini istemiş, Ayşenin kardeşi Muhammed bin Ebi Bekre bir çadır hazırlamasını emretmiş ve Ona:
“Bir bakıver, herhangi bir yarası beresi var mı?” diye söylemişti. Muhammed başını hevdecin içine sokunca Ayşe kim olduğunu sormuş, o da ona:
“Senin akrabalarından sana en çok buğzeden kimse.” demişti. Ayşe:

“Hasamiyyenin oğlu musun?” diye sormuş, “Evet.” diye cevap vermesi üzerine de Ayşe: “Ah babacığım! Allaha binlerce şükürler olsun ki seni sıhhat ve afiyette bıraktı.” diye şükretmişti.
Başka bir rivayete göre ise, deve yere düşünce Muhammed bin Ebi Bekir ve Ammar bin Yasir birlikte koşup hevdeci tutup almış, kenara çekmişlerdi. Sonra Muhammed elini hevdecin içine sokunca Ayşe: “Bu da kim?” diye seslenmiş, Muhammed de ona: “iyiliksever kardeşin!” diye cevap vermişti. Ayşe: “Asi çocuk!” diye seslenince Muhammed: “Ey kardeşçiğim! Yaran var mı?” diye sormuş, Ayşe: “Seni ne ilgilendirir?” diye karşılık vermişti. Muhammed: “Peki, o halde şu anda yanlış yolda olanlar kimlerdir?” diye karşılık vermişti. O anda Ammar bin Yasir söze karışarak: “Ey anneciğim! Bugün çocuklarının böyle birbirlerini kırmalarını nasıl karşıladın?” deyince Ayşe: “Ben senin annen değilim” diye karşılık vermişti. Bunun üzerine Ammar Ona: “Sen razı olmasan ve kabul etmesen bile benim annemsin.” demiş, Ayşe de bu sözü “Zafere erince gururlanmağa başladınız ve intikam almış bir kişinin edasını takındınız. Heyhat! Vallahi bu gayede olan bir kimse asla zafere eremez.” diye karşılamıştı.
Daha sonra hevdeci bir tarafa çekip kimsenin bulunmadığı bir yere koyuvermişlerdi. Ali yanına giderek: “Nasılsın ey anneciğim?” diye sormuş, Ayşe: “Allaha şükür, hayır içindeyim.” şeklinde karşılık vermiş, Ali ardından: “Allah seni affetsin!” deyince de: “Seni de affetsin.” diye söylenmişti.
Sonra Ayun bin Dübeya bin Ayun el-Mücaşi Ayşenin yanına gelerek başını hevdecin içine sokar ve Onu görür. Ayşe Ona: “Allahın laneti senin üzerine olsun, behey adam!” diye beddua eder, adam da: “Ben burada Humeyradan başka kimseyi görmüyorum.” şeklinde karşılık verir. Ayşe: “Allah senin sırrını açığa vursun, heyeli kesilesice adam; avretlerini de insanların gözü önüne sersin!” diyerek tekrar bedduada bulunur.
Gerçekten bu adam daha sonra Basrada öldürülmüş, elbiseleri üzerinden alınmış, eli kesilmiş ve çırılçıplak bir halde Ezd Kabilesinin harabe evlerinden birisine atılıp, bırakılmıştı.
Daha sonra Müslümanların ileri gelenleri Ayşeyi ziyarete gelmişlerdi. Bunların arasında el-Kaka bin Amr da bulunuyordu. el-Kaka Ayşeye selam vererek konuşmuş, Ayşe Ona: “Dün birbirleriyle çarpışan ve karşılıklı söz düellosuna giren iki adam vardı. Onları tanıyor musun?” diye sorunca şöyle demişti: “Evet, tanıyorum; birisi diğerine: “Bildiğimiz annelerin en asisinin oğlu” demiş, diğeri de ona: “Bildiğimiz annelerin en hayırlısı ve en iyisi ancak kendisine itaat edilmeyenin oğlu.” şeklinde karşılık vermişti.” Ayşe bu sözleri işitince: “Vallahi bu günden yirmi yıl önce ölmeyi arzu ederdim.” diye söylenmişti.
Sonra el-Kaka Ayşenin yanından ayrılıp Aliye gider, Ali de kendisine şöyle söyler: “Vallahi ben bu olaydan yirmi yıl önce ölmeyi arzu ederdim.”
O gün akşam olunca Muhammed bin Ebi Bekir Ayşeyi alarak Basraya götürmüş ve Abdullah bin Halef el-Huzainin evinde misafir etmişti. Burada Hars bin Ebi Talhanın kızı Safiye bulunuyordu; Ebu Talhanın babası Abduluzza, Onun babası Osman, Onun da babası Abdidar idi. Safiye Abdullah bin Halefin kızı Ümmü Talha diye biliniyordu. Diğer taraftan yaralanan kimseler ölüler arasından çıkarılarak Basraya götürülmüş, Ali Basranın dışında üç gün ikamet edip Müslümanlara ölülerini defnetmeleri için izin vermişti, onlar da çıkıp ölülerini kaldırmışlardı.
Bu arada Ali ölülerin bulunduğu yerde dolaşmış, Kaab bin Süverin cesedinin yanına gelince şöyle demişti: “Siz zannediyor musunuz ki onlarla birlikte hep sefih ve kötü kimseler gelmişlerdi. işte bu alim insana bakınız.” Sonra Abdurrahman bin Attabın cesedi başına gelerek: “işte bu da büyük bir başbuğ! Kavmi ve yanındakiler çevresinde dönüp dolaşıyor ve Ona uyuyorlardı. Ayrıca Onu namazlarında imam tayin etmişlerdi” diye söylemişti. Daha sonra Talha bin Ubeydullahın başına gelir, Onu yere yıkılmış olarak görür ve şöyle der: “Ey Muhammedin babası! Senin bu haline gönlüm razı olmuyor. Çok yazık!inna lillahi ve inna ileyhi raciun= Biz Allahınız ve tekrar Allaha dönücüleriz. Vallahi hiçbir Kureyşlinin bu şekilde yere serilmesine ne şekilde olursa olsun gönlüm razı olmazdı.”
Ali ölüler arasında böylece dolaşıp da her hayırlı ve iyi adamın yanına vardığında şöyle konuşmuştu: “Kavgacı ve fesatçı kimselerin dışında kimselerin bize karşı çıkmayacağını zannedenler yanılmıştır. işte, bakın aralarında bu adil ve müctehid kimse de bulunuyor.”

Sonra Ali Basra ve Küfe ahalisinden öldürülenlerin ayrı ayrı namazlarını kıldırmış, ölen bütün Kureyşlilerin namazlarında ise ayrıca imamlık etmiş, arkasından Hicaz bölgesinin dışından olan kimselerin büyük bir kabristana defnedilmelerini emretmişti. Daha sonra askerler arasında bulunan her türlü eşyayı toplamış, onları Basra mescidine göndererek şöyle demişti:
“Kendisine ve akrabalarına ait olduğunu bilip gören herkes tanıdığı eşyaları alıp götürebilir, ancak devlet hazinesine ait silahlar hariç; çünkü bu silahların yetkisi devlet başkanının elindedir. ”
Cemel Vakasında öldürülenlerin sayısı on bine yaklaşmıştı. Bunların beş bini Ali taraftarlarından beş bini de Ayşenin taraftarlarından idiler. Başka bir rivayette ise bu rakamdan daha değişik rakamlar verilir. Dabbe Kabilesinden bin kişi, Benu Adiyy Kabilesinden de yetmiş kişi öldürülmüştü. Adiyy Kabilesinden öldürülen bu yetmiş kişiden çoğu -bazı gençleri ve bir kısmı hariç- genellikle Kuranı öğrenen ve okuyan kimseler idiler.
Cemel Vakasının sona ermesinden sonra Ahnef bin Kays Saadoğullarıyla birlikte Alinin yanına varmıştı. O bu olayın dışında kalmış, bir kenara çekilip durmuştu. Yanına vardığında Ali Ona: “Sonucun meydana çıkmasını mı bekledin?” diye sormuş, Ahnef de: “Ben davranışımın isabetli ve daha iyi olduğunu görüyorum. Ey müminlerin emiri! Senin emrinle olan olmuştur ve ben yine senin emrindeyim. Senin şu anda koyulduğun yol hayli uzun bir yoldur ve ben senin dününden ziyade yarınına muhtacım. Ben yapacağım iyiliği biliyor ve yarın için de bağlılık ve sevgimi arındırıyorum. Sakın bana bu söylediğin sözler gibi serzenişte bulunma. Ben senin yanındayım ve senin yardımcılarından olurum.” diyerek karşılık vermişti.
Sonra Ali pazartesi günü Basraya girmiş, Basralılar Ona beyat ettikleri gibi olayda yaralananlar ve kendilerine eman verilenler de gelip beyat etmişlerdi. Abdurrahman bin Ebi Bekre de kendilerine eman verilen kişilerle birlikte gelmiş ve Aliye beyat etmişti. Ali Ebu Bekrenin oğluna -babasını kasdederek- “Şu fırsatı kollayan ve sonucu bekleyip de yerinde oturan adam hakkındaki görüşün nedir?” diye sormuş, Abdurrahman da şöyle cevap vermişti: “Vallahi o şu anda hastadır ve sana bağlı olmak konusunda son derece samimi bir kimsedir.” Ali Abdurrahmana: “Düş önüme bakalım.” diye seslenmiş, ikisi birlikte babasına gitmişlerdi. Ebu Bekrenin yanına giden Ali Ona şöyle demişti: “Sen yerinde oturup da sonuca mı kaldın?” Ebu Bekre elini göğsüne koyarak: “Bak, görüyor musun, bu apaçık bir hastalıktır. ” deyip özrünü beyan edince Ali de özrünü kabul etmişti. Ali Onu Basraya vali tayin etmek istemiş, ancak O bunu reddetmiş ve: “Hayır, senin adamlarından veya akrabalarından birisi olsun, ben de onun müsteşarı olayım; böylesi daha iyidir” diye söylemişti.
Ali ile Ebu Bekre Basra valiliğine ibn Abbasın getirilmesi konusunda anlaşarak ayrılmışlardı. Diğer taraftan Ali Basranın haracına ve Beytülmal in başkanlığına Ziyadı tayin etmişti. Sonra ibn Abbasa Ona itaat etmesi ve sözünü dinlemesini emretmişti. Ziyad da kenara çekilenlerden idi.
Sonra Ali Ayşenin yanına gider. Ayşe o anda Basranın en büyük evi olan Abdullah bin Halefin evinde idi. Bu arada Ali kadınların Halefin iki oğlu Abdullah ve Osman için ağladıklarını görür. Abdullah Ayşenin, Osman da Alinin taraftarları arasında öldürülenlerden idiler. Abdullahın hanımı Safiye ağlar ve sızlar bir halde iken Ali ile karşılaşmış ve Ona şöyle demişti: “Ey Ali, Ey sevgililerin katili, ey insanların arasını ayıran kişi! Allah senin de çocuklarını yetim bıraksın, Abdullahın çocuklarını yetim bıraktığın gibi.” Ancak Ali Ona hiç cevap vermeden yoluna devam etmiş, Ayşenin yanına gidip selam vererek yanına oturuvermiş ve şöyle demişti: “Safiye olup bitenleri yüzümüze vurdu. Ben Onu cariye olduğu zamandan şimdiye kadar hiç görmediydim.”
Ali oradan çıkıp gidince Safiye aynı sözleri tekrar söylemiş, ancak Ali yolunu değiştirerek şöyle demişti: “Bu kapıyı açmak isterdim, -sonra kapıya parmağıyla işaret ederek- bu evde bulunanları öldürmeğe çalışırdım.”
Burada çarpışmalarda yaralananlar vardı. Aliye bunların nerede barındırılacağı sorulunca sesini çıkarmamış ve onları kendi hallerine bırakmıştı. Onun emrettiği gibi kaçan hiç kimse takip edilmemiş ve yaralılar da öldürülmemişti. Ayrıca hiçbir kimsenin sırrı ifşa edilmemiş ve hiç kimsenin malına el konmamıştı.
Ali Ayşenin yanından ayrılınca Ezd Kabilesine mensup birisi Ona şöyle der: “Vallahi bu kadın bize galip gelmemeliydi.” Ali Onun bu sözlerine son derece kızar ve: “Sus bakalım! Onların hiçbirinin ayıpları ortaya çıkarılmaz. Onların hiçbirinin evine girilip de korkuya verilmez. Hiçbir kadına sizin ırzlarınıza küfretse, sizin yaptığınız işleri kötü gör se ve sizin yakın adamlarınıza karşı çıksa bile kesinlikle eziyet etmeyiniz; çünkü kadınlar zayıf yaratıklardır. Müşrik kadınlardan bile uzak durmamız ve onları öldürmememiz emredilmişken bugün Müslüman kadınlara nasılolur da saldırırız?” diyerek karşılık verir.
Daha sonra Ali yürüyüp giderken adamın birisi peşinden koşup şöyle demişti: “Ey müminlerin emiri! iki kişi bu gencin kapısına dayanmış ve senin için söylenip duran Safiye ve yanındakileri kötüleyip durmuşlardır.” Ali: “Yazıklar olsun! Yoksa onlar Ayşeye mi söz söylediler?” deyince adam: “Evet, onlardan birisi: “Eyannemiz, bize asi oldun!”, öbürü de: “Ey annemiz, hataya düştün; bunun için Allaha tövbe et!” dedi.” diye karşılık vermişti. Sonra el-Kaka bin Amrı kapıya göndermiş, o da orada Kufede yaşayan Ezd Kabilesinden olan iki adamın bazı kimseler tarafından çevrelendiğini görmüştü. Bu iki adam Abdullahın çocukları Aclan ve Saad adındaki şahıslar idiler. Her birine yüzer kamçı vurarak onları oradan çıkarmış ve üzerlerinden elbiselerini soyup öyle salmıştı.
Ayşe bir gün Müslümanlarla birlikte oturuyorken Cemel olayında kendi yanında bulunanlarla karşı tarafta bulunanlardan kimlerin öldürüldüğünü sormuştu. Her iki taraftan öldürülenler tek tek zikredildikçe Ayşe: “Allah ona rahmet etsin.” diye dua ediyordu. Orada bulunanlardan birisi Ayşeye:
“Nasıloluyor da bu her iki taraftakilere de rahmet okuyorsun?” diye sorduğunda Ayşe: “Resulallahtan: “Falan adam cennetliktir, filan cennetliktir, filan cennetliktir” diye tek tek işitmiştim, onun için onlara rahmet okuyorum.” şeklinde karşılık vermişti.
Ali de bu konuda şöyle demişti: “Ben bu öldürülenler arasında kalbi tertemiz olan bütün kişilerin Yüce Allah tarafından mutlaka cennete sokulacağını ümit ediyorum. ”
Daha sonra Ali Ayşe için gerekli olan her türlü hazırlığı yapmış, kendisine lazım olabilecek bütün binekleri, eşyayı, azığı hazırlattıktan sonra Onunla birlikte Hicazdan Basraya gelenler içinde yerlerine geri dönmek isteyenleri Hicaz a geri göndermiş, Basra da kalmak isteyenleri de yerlerinde bırakmıştı. Ayrıca Basranın ileri gelen hanımlarından kırk tanesini seçip Onunla birlikte yola çıkartmıştı. Diğer taraftan kardeşi Muhammed bin Ebi Bekri de Onunla birlikte Medineye göndermişti. Ayşenin Basradan hareket edeceği gün Ali gelip huzurunda durmuş ve Müslümanlar da orada hazır bulundukları bir sırada Ayşeçıkıp Müslümanlara veda ederek şöyle demişti: “Ey oğullarım! Hiç biriniz diğer bir kardeşine asla serzenişte bulunmasın. Vallahi daha evvel benimle Ali arasında meydana gelen olay her ailede bir kadın ile kayınları arasında meydana gelen dedikodulardan başka bir şey değildi.” Ali de bunun üzerine: “Evet, doğru söyledi. Benimle Onun arasında bundan başka hiç bir çekişme söz konusu değildi. Ve şunu çok iyi biliniz ki, o sizin Peygamberinizin dünyada ve ahirette zevcesidir.” demişti.
Ayşe o yılın Recep ayının birinci gününde yola çıkmış, Ali Onu bir kaç millik bir mesafeye kadar uğurlamış ve evlatlarından bazılarını da bir günlük mesafeye kadar göndermişti.
Ayşe, Mekkeye doğru yönelmiş, o yılın hac mevsimine kadar orada bulunup sonra tekrar Medineye dönmüştü.
Ayşe, Basralılara veda ederken Ammar bin Yasir Ona şöyle demişti:

“Senin çıktığın bu yolculuk ile asıl ifa etmen gereken rol birbirinden ne kadar uzak!” Ayşe Ona cevaben: “Vallahi senin böyle haklı konuştuğunu bilmiyordum” deyince de Ammar: “Senin dilinle benim hakkımda hüküm verdiren Yüce Allaha hamd ederim.” diye karşılık vermişti.
Cemel olayında yenilgiye uğrayanlara gelince, onların hallerini az çok anlatmıştık. Bunların içinde Utbe bin Ebi Süfyan, Hakemin çocuklarından Abdurrahman ve Yahya ile birlikte çıkmış, yollara düşmüştü. Asma bin Ubeyr et-Teymi onlara rastlayınca: “Ne dersiniz, bizim yanımızda oturup da bize komşu olmak ister misiniz?” diye sormuş, onlar da: “Evet.” deyip orada kal•• mışlardı. Teym Kabilesine mensup olan bu Ubeyrin evlatları kendilerini misafir etmiş ve yaraları bereleri iyileşinceye kadar onları orada barındırmışlar, daha sonra dört yüz atlıyla birlikte onları Şam tarafına doğru yola çıkarmışlardı. Dumetül-Cendele vardıklarında Teymlilere: “Görevlerinizi yerine getirdiniz ve size düşeni yaptınız, artık geri dönebilirsiniz?” demişler, uğurlayanlar da böylece oradan geri dönmüşlerdi.
ibn Amire gelince; O da aynı şekilde yaralı olarak yola düşmüş, HurkUzoğullarından Murri adında birisi bir müddet yanında misafir ettikten sonra Şam tarafına göndermişti.
Mervan bin el-Hakeme gelince, o da Mesmaoğlu Malikin yanında misafir olmuş ve Malik onu iyice ağırlayarak izzet ve ikramda bulunup yolcu etmişti. Bundan dolayı Mervanoğulları kendi hilafetleri döneminde Malikin bu iyiliğini unutmamış, ona bir sürü menfaat temin ettikleri gibi önemli görevlere de getirınişlerdi. Başka bir rivayete göre de Mervan bin el-Hakem, Ayşe ile birlikte Abdurrahman bin Halefin evinde misafir olmuş, Onunla birlikte Hicaza kadar gitmişti. Ayşe Mekkeye vardığında Mervan da Medineye varmıştı.
Abdullah bin Zübeyre gelince, o da Ezdoğulları Kabilesine mensup Vezir adında birisinin evinde misafir olmuştu. Abdullah bin Zübeyr ev sahibine:
“Kalk, müminlerin annesinin yanına git Muhammed bin Ebi Bekre duyurmadan benim nerede olduğumu söyle” demiş, Vezir de Ayşeye gelip Abdullah bin Zübeyrin nerede olduğunu haber vermişti. Ayşe bu haberi alınca gelen adama: “Muhammedden korkmasın, Onun kefili benim” şeklinde konuşmuş, O da Ayşeye: “Hayır, Ona haber vermemem konusunda bana tembihte bulunmuştur.” demişti. Ancak Ayşe buna aldırış etmeden Muhammed bin Ebi Bekre, yani kardeşine haber göndererek: “Bu adamla birlikte gidin ve bana yeğenim Abdullahı getirin.” diye emretmiş, O da giderek Abdullah bin Zübeyrin yanına varmıştı. Abdullah bin Zübeyr ile dayısı Muhammed Ayşenin bulunduğu Muhammed bin Halefin evine birlikte gelmişlerdi.
Ali, Basralılardan beyat aldıktan sonra Bey tülmal i teftiş etmiş ve orada altı yüz bin dirhemlik bir fazlalık bulmuştu. Bu fazlalığı kendisiyle birlikte Cemel olayına katılan adamlara dağıtmış ve her birine beş yüz dirhemlik bir pay düşmüştü. Ali onlara: “Eğer Yüce Allah Şamlılara karşı da bir zafer ihsan ederse bunun kadar, hatta daha fazlasını sizlere veririm.” diye söylemişti. Ancak Abdullah bin Sebenin adamları hemen bu meseleyi dedikodu etmiş ve Alinin arkasından sürekli olarak aleyhinde konuşmuşlardı. Yine aynı şekilde, Alinin onlara hiçbir mala ganimet diye el uzatmamalarını emretmesi üzerine de aynı dedikoduya başlamışlar ve onun hakkında şöyle demişlerdi: “Nasıloluyor da onların kanlarını mubah, mallarını ise haram kılıyor?” Ali bunun üzerine: “Bu adamlar sizin gibi Müslüman kimselerdir. Bizimle sulh yapıp musafaha eden herkes bizdendir; ancak bundan vazgeçip de yan çizen kimse olursa o zaman onunla dövüşmek de bana düşen bir görevdir.” şeklinde cevap vermişti.
el-Kaka şöyle anlatır: “Cemel Vakasıyla Sıffin Savaşında merkez kuvvetlerinin çarpışması kadar birbirine benzeyen başka bir çarpışma görmedim. Kendimizi onlara karşı mızraklarımızın uçları ile korumaya çalışır ve demirlerine de dayanıyorduk, onlar da aynı şekilde bizim gibi yapıyorlardı. Eğer insanlar bunların üzerinde yürüyecek olsaydı rahatlıkla yürüyebilirdi.”
Abdullah bin Sinan el-Kahili şöyle anlatır:Cemel Gününde oklarımızı tamamen tüketinceye kadar birbirimize atıp durduk ve elimizdeki kılıçlar kırılıp dökülünceye kadar çarpıştık. Göğüslerimiz onların göğüslerine değecek kadar yakın olduk; öyle ki, eğer göğüslerimiz üzerinde atlar koşturulsaydı rahatlıkla koşabilirlerdi. ”
Ali de şöyle söylemişti: “Ey muhacir çocukları! Kılıçlarınız, kılıçlarınız… Ve o kılıçların şakırtıları demircilerin çıkarmış olduğu sesten başka bir sese de benzemiyordu.”
Medineliler Cemel Vakasının meydana geldiği gün, güneş batmadan önce olan bitenlerin haberini almışlardı. O gün Medine civarlarına uçup gelen bir kartalın ağzında bir şey vardı. Bu kartal Medineye yakın bir yerde bir insan eli düşürmüştü. Bu elin parmaklarının birinde bir yüzük vardı ve yüzüğün üzerinde Abdurrahman bin Attab yazılıydı. Bu şekilde Medineliler ile Hicaz ve Basra arasındaki bölgelerin insanları kartalların kendilerine taşıyıp durdukları insan elleri ve ayaklarıyla bu olayı öğrenmişlerdi.
Ali Basrada meydana gelen bu karışıklıkları önlemek için bir müddet daha orada ikamet etmek istemişti, ancak Abdullah bin Sebenin adamları acele edip durmuşlar ve Aliden izin almadan Basradan çıkıp gitmişlerdi. Bunun üzerine o da bu adamların yapma ihtimali olan kötülükleri önlemek için Basradan ayrılmıştı.