Ali ve Medineliler Suriye grubu üzerine sefer hazırlıklarına giriştikleri bir sırada Talha, Zübeyr ve Ayşenin Mekke halkı ile birlikte başka bir grup oluşturdukları ve Aliye karşı muhalefet içinde oldukları haberi yayıldı. Ali bu durumu Medinelilere bildirdi. Gelen haber
Ayşe, Talha ve Zübeyrin Alinin hilafetini reddettikleri ve Müslümanları bu işi yoluna koymağa davet ettikleri şeklinde idi. Ali onlara şöyle demişti:
“Onların bana saldıracaklarından çekinmediğim sürece cemaatinize hücum etmeyeceğim. Onlar bana el uzatmazlarsa ben de uzatmayacağım. Bana yaptıklarına aynen karşılık vermekle yetineceğim.”
Sonra bunların Basraya doğru yöneldikleri ve oraya gitmek üzere oldukları haberini alan Ali buna bir hayli sevinmiş ve şöyle demişti:
“Kufede Arapların ileri gelenleri ve onların etrafında başka kimseler vardır.” Ancak ibn Abbas Ona: “Seni sevindiren şey maalesef beni üzüyor. Küfe içinde Arapların ileri gelen şahsiyetlerini barındıran bir şehirdir. Bunlar ise, sayıca ellerine geçirmek ihtimalini görmedikleri bir şeye uzanmamaktadırlar. Durum böyle olduğuna göre kızgınlıkları geçip istediklerini elde edinceye kadar şerrin dinmeyeceğini sanıyorum.”
Ali Ona: “Gerçekten durum söylediğin gibidir” demiş ve onlara karşı çıkmak üzere hazırlıklara girişmişti. Ali Medine halkını bu sefere hazırlanmaları için davet ettiyse de onlar hayli yavaş davranmışlardı. Daha sonra Ali Kümeyi en-Nehaiyı Abdullah bin Ömere gönderip onu çağırır. Abdullah bin Ömeri getirirler. Ali de Onu sefere davet eder. Abdullah:
“Ben Medine halkından bir kişiyim. Eğer onlar bu işe girecek olursa ben de onlara katılırım, eğer onlar böyle bir sefere çıkarlarsa ben de onlarla birlikte sefere çıkarım, evlerinde otururlarsa ben de otururum.” diye karşılık verir. Alinin: “Peki, o halde bu sözünde duracağına dair bir kefil ver” demesi üzerine: “Hayır kefil vermem, kefile gerek yok” der. Bunun üzerine Ali de: “Vallahi senin küçükken de büyükken de bu kötü huyunu bilmemiş olsaydım senin yalan söylediğini söylerdim. Bırakınız gitsin, Onun kefili benim” der. Abdullah bin Ömer Medineye geri döndüğünde halk şöyle diyordu:
“Vallahi ne, yapacağımızı bilmiyoruz. Durumlar hayli karışık, biz de durumlar aydınlanıncaya kadar yerimizde bekleyip duracağız.”
Abdullah bin Ömer o gece Alinin kızı ve kendisinin de üveyannesi olan Ummu Külsuma gelerek duyduklarını ve Aliye bağlı ve Ona itaatkar olarak Mekkeye umre için gidip orada yerleşmek istediğini ve böyle bir çarpışmaya girişmek istemediğini söyler. Ertesi gün sabah olunca Aliye şöyle denilmişti: “Bu gece Talha, Zübeyr, Ayşe ve Muaviyenin yaptıklarından daha kötü bir olay meydana geldi” Ali: “Nedir bu kötü olay?” diye sorunca da şöyle karşılık verilmişti: “Ömerin oğlu Şama giderek şehrin çarşı ve pazarlarına çıkmış, bir sürü adam ve binekler hazırlamış, her yola başvurarak bir takım kimseler tespit etmiş ve halk da galeyana gelmiştir.” Ancak Alinin kızı ve Ömerin hanımı olan Ummu Gülsüm babasına gelerek durumu anlatır. Onun bu sözleri üzerine babası Ali bir hayli sevinir ve bu haberi getirenlere “Çekip gidiniz buradan. Vallahi kızım yalan söylemediği gibi Abdullah bin Ömer de yalan söylemez. Ona gerçekten inanıyor ve doğruluğunu biliyorum. Çekin gidin buradan.”
Diğerlerinin Mekkede toplanmalarının sebebine gelince: Osmanın muhasara edildiği günlerde Ayşe Mekkeye çıkıp gitmişti. Hac mevsimi bittikten sonra Medineye dönerkenŞerif denilen yerde Benü Leysten, yani kendi dayılarından Ubeyd bin Selime adında birisiyle karşılaşır. Bu şahıs Ummu Kulabın oğlu idi. Ayşe “Neler oldu Medinede?” diye sorunca Ubeyd:
“Osman öldürüldü” diye cevap verir. Ayşe: “Peki ondan sonra ne yaptılar?” diye sorar. Ubeyd bu soruya: “Aliye beyat etmek üzere birleştiler” diye cevap verir. Ayşe bunun üzerine: “Senin bu bahsettiğin adama beyat edileceğine keşke gökyüzü yerin üzerine çöküp düşseydi. Beni geri çeviriniz, geri çeviriniz.” demiş ve Mekkeye geri dönmüştü. Ayşe şöyle diyordu: “Vallahi Osman mazlum olarak katledildi ve ben Onun kanını mutlaka arayacağım.” Ubeyd Ona: “Neden kanını arıyorsun? ilk defa Osmanın yanlış uygulamalara giriştiğini ve yoldan inhiraf ettiğini söyleyen ve “Şu yaşlıyı öldürünüz, o küfretti.” diyen sen değil miydin?” diye sorunca, Ayşe: “Onlar Osmanın tövbe etmesini istediler, O da tövbe etti; fakat arkasından dönüp öldürdüler. Ben bunları söylemiştim onlar da aynı şeyleri söylemişlerdi, ancak benim sonradan söylediğim sözlerim ilk defa söylediklerimden daha doğru ve hayırlıdır.” diye karşılık verir.
Sonra Ayşe Mekkeye doğru yönelip gitmiş,Hicr mevkiine gelerek orada gizlenmiş ve etrafında bir kısım Müslüman birikivermişti. Onlara şöyle hitap ta bulunmuştu: “Ey insanlar! Biliniz ki muhtelif şehirlerden gelen bir sürü ayak takımı ile Medineden bir sürü kölemsi kimseler bu zulmen öldürülen adamın etrafını çevirmiş, yaşının gereği yapmış olduğu bazı uygulamaları reddetmişlerdi. Halbuki o kendinden önceki arkadaşlarının yaptıklarını tekrarlamıştı. O koruması gereken şeyleri korumuş ve uzaklaşması gereken şeylerden de uzak durmuştu. Bu adamlar herhangi bir delil ve özür bulamayınca Ona düşmanlık etmeğe başlamış ve nihayet haram bir kanı haksız yere dökmüş, haram bir beldede, haram bir ayda, kendilerine haram olan mallara el koymuşlardır. Vallahi Osmanın bir tek parmağı bu tip insanların yeryüzünü dolduran sayısız benzerlerinden çok daha hayırlıdır. Vallahi onların ileri sürdükleri hususlarda ve Ona düşmanlık ettikleri konularda o günah işlemekten tamamen arınmış ve altının, içinde bulunan yabancı maddelerden temizlenmesi veya bir elbisenin yıkanıp kurutulması gibi bu türlü kötülüklerden tamamen uzaklaşmıştı.”
Abdullah bin Amir el-Hadremi Osmanın Mekke valisi olup Ayşenin bu sözleri üzerine şöyle demişti: “Ben senin bu davetine ilk icabet eden kimse olayım.” Ve gerçekten ilk uyan O oldu. Arkasından Ümeyyeoğullarından bazı kimseler de Onun bu davetine katılmışlardı. Bu Ümeyyeoğulları Osmanın şahadetinden sonra Medineden kaçıp Mekkeye gelmiş ve burada baş kaldırmışlardı. Mekkede ilk toplanan bu muhalifler arasında Said bin el-As, Velid bin Ukbe gibi adamların yanında bazı Emevi ailesi mensupları olup ayrıca Abdullah bin Amir de Basradan getirdiği büyük miktarda mallarla bunlara katılmıştı. Diğer taraftan Osmanın Yemen valisi Yala bin Ümeyye bin Münye Yemenden altı yüz deve ile altı yüz bin dirhem getirip onları bu iş için teslim etmişti. Bu arada Talha ile Zübeyr de Medineden gelmiş, Ayşe ile karşılaşmışlardı. Ayşe onlara: “Geldiğiniz yerde neler vardı?” diye sorunca Talha ile Zübeyr şöyle demişlerdi: “Biz Medinedeki karışıklıklardan ve oradaki bedevilerin şerrinden kaçıp geldik, orada ise ne yapacaklarını bilmeyen, hakkı bilmedikleri gibi batıla karşı da koyamayan ve kendilerine isabet eden zulmü önleyemeyen kimseleri bıraktık.” Bunun üzerine Ayşe: “Haydi bu karışıklığı önlemeğe gidelim.” demiş, onlar buna karşılık: “Şama gidelim” deyince ibn Amir şöyle konuşmuştu: “Muaviye Şama yeter, gelin Basraya gidelim. Benim orada yapacağım bir sürü şey var ve Basralılar Talhaya bir hayli meyillidirIer.” Onun bu sözleri üzerine diğerleri:
“Hay Allah seni kahretsin! Vallahi sen ne sulh zamanında, ne de savaş zamanında bir işe yaramışsındır. Sen de Muaviyenin yaptığı şeyleri yapmağa kalkıştın. Sana ihtiyacımız yok. Biz oradan Küfeye gider, orada da Müslümanların bu ayrılıkçı gruplarını anlaştınız.” diye karşılık vermişler, Onun kendilerini ikna edecek herhangi bir sözü ile de karşılaşmamışlardı. Nihayet Basraya gitmek üzere anlaşmışlar ve Ayşeye şöyle demişlerdi: “Medineyi terk ettik, çünkü Medinede bulunanlara ve bu kargaşaya güç yetiremeyecek kimseler var yanımızda. Biz öyle bir yere gidelim ki Aliye yapılan bey atı ileri sürecek olsalar bile Mekke ehlini topladığın ve ikna ettiğin gibi orayı da toplayabilesin. Eğer Yüce Allah bu durumu ıslah eder, düzeltmeyi dilerse bizim de istediğimiz olmuş olur, yoksa biz de Onun istediği oluncaya kadar mücadelemizi sürdürürüz.”
Ayşe onların bu dediklerini kabul etmiş. Sonra Abdullah bin Amiri kendileriyle birlikte gelmesi için çağırmışlar, fakat O onların bu çağrısına uymamış ve: “Ben Medine halkındanım, onlar ne yaparsa ben de onu yaparım” diye karşılık verince Onu kendi haline bırakmışlardı.
Resulallahın diğer hanımları da Ayşe ile birlikte Medineye doğru yol almışlardı, ancak yukarıda anlattığımız gibi yolda görüşü değişip de Basraya gitmeğe karar verince onlar bu işten uzak durdular. Hafsa onlarla gitmek istemişse de kardeşi Abdullah bin Ömer engelolmuştu. Yemenden gelen Yala bin Münye yukarıda söylediğimiz gibi getirmiş olduğu altı yüz deve ile altı yüz bin dirhemi Talha, Zübeyr ve Ayşeye vermiş, ibn Amir de aynı şekilde bir sürü mal vermiş ve onları donatmışlardı. ibn Amir:
“Müminlerin annesi Ayşe, Talha ve Zübeyr Basraya doğru gidiyorlar. islamı aziz kılmak isteyip onu bozmak isteyenlere karşı çarpışmayı arzu edenlerle Osmanın intikamını almak isteyen ve bunlardan bineceği herhangi bir bineği olmayanlar bana gelsinler” diye çarşılarda bağırmıştı. Nihayet bu grup altı yüz deve üzerinde altı yüz kişi olarak yola çıkmış ve bin kişi olmuşlardı. Başka bir rivayette ise yalnız Medine ve Mekkelilerden altı yüz kişi vardı. Bunlar Basraya doğru giderlerken onlara katılan diğer kimselerle birlikte üç bin kişiye ulaşmışlardı. Onların bu şekilde çıkıp gittiklerini gören Abdullah bin Abbasın annesi, Cüheyna Kabilesinden Zafer adında birisini tutup ücretini vermiş ve onu Aliye bu haberi iletmek üzere Medineye göndermiş, bu da Abdullah bin Abbasın annesinin göndermiş olduğu mektubu Aliye iletmişti.
Ayşe ve yanındakiler Mekkeden yola çıkacakları sırada Mervan bin el-Hakem ezan okuyup Talha ve Zübeyrin yanına gelmiş ve onlara: “Emirlik için ve namaz kıldırmak üzere hanginize selam vereyim?” diye sorunca Abdullah bin Zübeyr kendi babasını kastederek: “Abdullahın babasına” demiş, Muhammed bin Talha da yine kendi babası Talhayı kastederek: “Muhammedin babasına selam ver” diye söylemişti. O sırada Ayşe Mervana şöyle seslenmişti: “Sen bizim birliğimizi bozmak mı istiyorsun? Müslümanlara namazı ablamın oğlu Abdullah bin Zübeyr kıldıracak.” Başka bir rivayette ise namazı öldürülünceye kadar Abdurrahman bin Attab bin Esidin kıldırdığı kaydedilir.
Muaz bin Ubeyd şöyle anlatır:
“Vallahi eğer biz zafere ulaşmış olsaydık mutlaka kendi aramızda iki grup olup çarpışacaktık, çünkü ne Zübeyr emidiği Talhaya bırakıyordu, ne de Talha Zübeyre kalsın diye göz yumuyordu.”
Resulallahın diğer hanımları Ayşe ile birlikte Zat-i Irka kadar gelmişler, orada Ondan ayrılmışlar ve ayrılırken bir hayli ağlamışlardı. Gerçekten o gün islam için ağlayan insanların sayısı o kadar çoktu ki bir başka gün islam için bu kadar ağlandığı müşahede edilmemişti. Bundan dolayı o güneAğlama Günü adı verilir. Zat Irka vardıklarında Said bin el-As, Mervan el-Hakem ve adamlarıyla karşılaşmış ve Mervana şöyle demişti: “Siz intikam almadan ve şu arkanızda develere binmiş olanları halletmeden nereye gidiyorsunuz?” Said bin el-As bu sözleriyle Ayşe, Talha ve Zübeyrin öldürülmelerini ve ondan sonra Mervan bin el-Hakem ve adamlarının evlerine dönmelerini kastediyordu. Mervan ve yanındakiler Saide şöyle demişlerdi: “Bir gidelim bakalım, belki Osmanın bütün katillerini toptan öldürürüz.” Sonra Said bin el-As Talha ve Zübeyrin yanına gelip onlarla gizlice görüşmüş ve onlara şöyle demişti: “Eğer zafere ulaşırsanız hilafet görevini kime devredeceksiniz? Bana doğruyu söyleyin” Onlar: “Bu işi Müslümanların aramızdan seçeceği birine devrederiz” deyince Said: “Siz Osmanın kanını almağa çıkmışsınız. Bu işi Onun evlatlarından birine devretmeniz gerekir” diye konuşmuş, bunun üzerine Talha ve Zübeyr: “Muhacirlerin ileri gelenlerini bırakalım da bu işi bir iki yetime mi devredelim?” diye karşılık vermişlerdi. Said: “Talha benim hilafet görevinin Abdimenafoğullarının elinden çıkmasından başka bir gayretimin olmadığını zannetti.” diyerek döner ve Abdullah bin Halid bin Esid de Onunla birlikte gider. Muğire bin Şube bunun üzerine şöyle der: “Gerçekten Said doğru ve yerinde söylüyor. O halde burada Sakif Kabilesine mensup kim varsa geri dönsün.” Gerçekten bir grup insan oradan geri döner, Osmanın Eban ve Velid adındaki çocukları da onlarla birlikte geri dönerler.
Yala bin Münye Ayşeye seksen dinara satın almış olduğuAsker” adındaki devesini vermiş, O da bu deveye binip gitmişti. Başka bir rivayette ise, Ayşenin bindiği deve Ureyne Kabilesine mensup bir adamın devesi idi.
Ureyne Kabilesine mensup kişi şöyle anlatır:
“Ben bir gün deveme binmiş gidiyorken atlının birisi karşıma çıkıp:Deveni satar mısın? diye sorunca:Evet. dedim. O:Peki kaça satarsın? diye sorunca ben:Bin dirheme. dedim. Adam:Sen deli misin?” deyince ben:Neden deli olayım? Benim bu deve ile yarışıp da geçmediğim hiçbir kimse olmadığı gibi beni geçmek isteyip de geride bırakmamış olduğum kimse de olmamıştır. diye karşılık verdim. Bunun üzerine bana şöyle dedi:Peki, bu deveyi kimin için alacağımızı biliyor musun? bu deveyi müminlerin anası Ayşe için almak istiyoruz. Onun bu sözü üzerine:O halde para istemiyorum, al, götür dedim.Hayır bizimle gel, kafilenin yanına varalım, orada sana biraz para ile bir de dişi deve v relim demesi üzerine onunla birlikte kafilenin yanına vardık. Bana biraz yaşlı bir deve ile beş altı yüz dirhemlik bir para verip şöyle dediler:Ey Ureynezade! Sen bu yolu iyi biliyor musun? Ben:Herkesten daha iyi bir delilim deyince:Haydi bizimle gel dediler ve ben de onlarla birlikte gittim. içinden geçtiğim her yamaç ve vadi hakkında bana sorular sordular, ben de onlara cevaplar verdim. NihayetHavab denilen suyun kenarına geldik. Bu suyun kenarına vardığımızda burada bulunan bazı köpekler havlamaya başladılar. Bana:Bu hangi sudur? diye sorduklarında onlara:Bu Havab Suyudur diye cevap verdim. O anda birden Ayşenin yüksek sesle bağırıp:inna lillah ve inna ileyhi raculn. inşaallah ben o değilim! Çünkü Resulallahın zevcelerine şöyle dediğini işittim:
Keşke Havab köpeklerinin hanginize uluyacağını bir bilebilseydim. Sonra eliyle uyluklarına vurmağa başladı ve devesine de vurarak ıhtırdı ve şöyle dedi:Beni geri çeviriniz. Vallahi ben Havab köpeklerinin kendisine uluduğu kadınım. Bundan dolayı etrafındakiler de Onun yanında develerini ıhtırdılar ve orada bir gün bir gece kaldılar. Abdullah bin Zübeyr Ona: “Bu yalandır, burası Havab değildir.” dedi ve bu sözünü tekrarlayıp durdu. Fakat Ayşe hiç aldırış, etmedi. Nihayet şöyle dedi: “Kurtuluş, kurtuluş! Biliniz ki Ali bin Ebi Talib size ulaştı. Kalkınız ve Basraya doğru yöneliniz.” Onlar Basranın yakımnda bir yerde iken Umeyr bin Abdullah et-Temimi onlarla karşılaşmış ve şöyle demişti: “Ey müminlerin anası! Hay Allah senden razı olsun! Kendilerine hiç bir haber göndermemişken nasıl oluyor da bir yerin halkına doğru yol alıp gidiyorsunuz. Hemen ibn Amiri oraya gönderiniz. Onun orada yapacağı çok şeyler var. En azından sizin oraya ulaşacağınızı Basra halkına duyurup onların size tabi olmalarını sağlar, buraya niçin geldiğinizi anlatır.” Nihayet Abdullah bin Amiri Basraya gönderdiler. Abdullah Basraya varıp Ayşenin Basra halkından Ahnef bin Kays, Sabra bin Şeyman ve benzeri kimselere yazdığı mektupları iletmiş, Ayşe deel-Hafir denilen yerde konaklayıp cevap beklemeğe başlamıştı. Ayşenin Basraya doğru geldiğini haber alan Basranın ileri gelenlerinden Osman bin Huneyf imran bin Husayni çağırıp yanına da Ebu Esved ed-Düeliyi verip her ikisini Ayşeye göndererek onlara şöyle der:
“KalkIn, gidin, bu kadın ne yapmak istiyor öğrenin, yanında kimler var, bana bildirin.” Bunun üzerine her ikisi kalkıp Ayşenin konaklamış olduğu elHafir denilen yere gittiler ve Ayşe görüşmek üzere bu iki adama izin verdi. Ayşeye selam verip şöyle dediler: “Bizim emirimiz sizin niçin buraya geldiğinizi öğrenmek istiyor, bizi bu yüzden gönderdi. Sen bize daha önce bir haber gönderdin mi bu konuda?” Ayşe cevap olarak: “Vallahi benim gibi bir ananın evlatlarına böyle bir haber iletmesi gerekmez, çünkü görüyorsunuz ki kavgalar ve kargaşalıklar başını alıp gitmiş, bedevi kabileleri Resulallahın haremine hücum etmiş ve arzu edilmeyen bir çok olaya sebep olmuş, Allahın ve Resulünün lanetine müstahak olmuşlardır. Bununla kalmayıp hiç bir mazeretIeri ve delilleri olmadan Müslümanların imamının kanını dökmüş ve Beytülmala hücum ederek haram bir ayda haram bir beldeyi yağmalamışlardır. Ben de bu durumu Müslümanlara bildirmek üzere yanımdakilerle birlikte çıkıp geldim. Kastımızın geldiğimiz yerlerde neler olup bittiğini anlatmak ve bunları ıslah etmek olduğunu ifade etmek isterim.” diyerek:Onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hayır yoktur… (Nisa suresi, 114) ayetini okur ve “işte bu ayet size bildirmek ve emretmek istediğimiz bir maruf olup, sakındırmak istediğimiz bir münkeri ifade eder.” şeklinde konuşur.
imran ve Ebu Esved Ayşenin yanından çıkıp Talhanın yanına varırlar ve Ona: “Buraya gelmenizin sebebi nedir?” diye sorarlar. Talha: “Osmanın kanını istemek üzere buraya geldik” der. Onlar: “Neden Aliye beyat etmediniz?” diye sorunca Talha: “Evet, kılıç boynumun üzerinde iken Aliye beyat ettim, ancak Ali bizim ile Osmanın katilleri arasındaki meseleyi halletmedikçe beyatı tam olarak almış sayılmaz” diye cevap verir. Sonra imran ve Esved kalkıp Zübeyrin yanına giderler ve Talhaya söylediklerinin aynısını Ona da söylerler. O da aynı şekilde Talhanın söylediklerini tekrarlar. Bunun üzerine her ikisi kalkar Basraya Osman bin Huneyfin yanına gelirler. O sırada Ayşenin tellalları hareket için çağrıda bulunmuşlardı. Nihayet Basraya Osmanın yanına gelen Ebu Esved imrandan evvel söze başlayarak Osmana şöyle der: “Ey Huneyfin oğlu! Sana gelindi, sen de savaşa çık, mızrakla vuruş, kılıçla savaş ve diren! Zırhını giyinerek ve kılıcını kuşanarak onlara karşı çık.” Bu lafları duyan Osman şöyle der: “inna lillah ve inna ileyhi raciün. Kabenin rabbine andolsun ki islamın değirmeni ters dönmeğe başlamıştır. Bakınız, bundan sonra ne gibi bozukluklar meydana gelecek, görünüz” imran da Ona: “Evet, vallahi siz bir hayli zor ve uzun çarpışmalara girişeceksiniz” diye karşılık verir. Osman: “O halde ey imran, bana nasihat et, ne yapalım?” diye sorunca: “Bir kenara çekil, işte görüyorsun ben de bir kenara çekilmiş durumdayım.” diye cevap verir. Osmanın: “Hayır, müminlerin emiri gelinceye kadar onları alıkoymak isterim” demesi üzerine imran çekip evine gider, Osman da görevini sürdürmeğe devam eder. Abdullah bin Amir Osmana gelerek şöyle der: “Senin yapmak istediğin şey bizleri şerre götürecek ve sonradan nefret edeceğin bir netice doğuracak. Bu öyle bir yaradır ki kapanması mümkün değil, öyle bir deliktir ki onarılması imkansız. O halde onlara yumuşak davran, anlayış göster ve Alinin emri gelinceye kadar bekleye dur.” Ancak Osman Onu dinlememiş, adamlar çıkartarak Basra halkını silahlanmağa çağırmış, halk mescide toplanmış, Osman da hemen onlara savaş meydanına hazırlanmaları için emir vermişti. Daha sonra son derece hileci Küfeli Kays Kabilesi nden birisini çağırtıp onun halka çağrıda bulunmasını ister. Bu adam kalkar şöyle der: “Ey ehali! Ben Kays bin Akadiyye el-Hümeysiyim. Bu gelenler eğer sizden korkarak geldilerse biliniz ki güvercinlerin bile emniyette olduğu bir şehirden geliyorlar. Ve eğer Osmanın kanını talep etmek üzere geliyorlarsa biz zaten Osmanın katilleri değiliz. O halde dinleyiniz ve bana itaat ediniz. Bu adamları geldikleri yere geri çeviriniz ve burada ikametlerine müsaade etmeyiniz.” Fakat arkasından Esved bin Seri es-Saadi kalkıp şöyle der: “Onlar bizim Osmanın katilleri olduğumuzu mu zannettiler? Hayır! Onlar Osmanın katillerini bulmak ve onlara karşı çarpışmak üzere bizden ve başkalarından yardım dilemek üzere buraya gelmişlerdir.” Onu bu sözü üzerine Müslümanlardan birçok kimse kendisini doğrulamış, bunun üzerine de bunların Basrada taraftarlarının olduğunu gören Osman yapmak istediğinden vazgeçmişti.
Ayşe yanındakilerle birlikteel-Mirbed denilen yere ulaşmış ve buranın en yüksek yerinde konaklayıp Osmanın çıkışını beklemeğe başlamışlardı. Nihayet bir taraftan Osman çıkıp gelmiş, diğer taraftan Basradan bir kısım kimseler gelerek Ayşenin yanındakilere katılmışlardı. Böylece her iki taraf da el-Mirbedde toplandı. el-Mirbedin sağ tarafında konaklamış olan Ayşenin yanında bulunan Talha ayağa kalkıp konuşmaya başlamış, her iki taraf Onu dinlemeğe koyulmuştu. Talha Allaha hamd-u sena ettikten sonra Osmanın faziletinden bahsetmeğe başlamış, Onun kanının akıtıldığını zikrederek bu kanın bedelini istemiş ve katillere kısas uygulanmasını istediklerini belirterek her iki taraftakileri buna teşvik etmeye çalışmıştı. Osman, elMirbedin sol tarafında bulunuyordu. Talhanın konuşmasından sonra Zübeyr de ayağa kalkarak aynı şeyleri söylemiş ve insanları Osmanın kanını almaya teşvik etmişti. el-Mirbedin sağ yanında bulunanlar Talha ve Zübeyr için: “Doğru söylediler ve iyiliği emrettiler” demişler, sol yanındakiler ise:
“Bunlar yaptıklarını yaptılar, gadrettiler ve batıl ile emrettiler. Aliye beyat ettikleri halde insanları intikam almağa teşvik ediyor, fitneyi kızıştırıp deşmeye çalışıyorlar.” diye konuşmuşlardı.
Sonra Ayşe konuşmağa başladı. O, sesi gayet gür bir kadın idi. Allaha hamd-ü sena ettikten sonra şöyle dedi:
“Bir zamanlar Müslümanlardan bazıları Osmana gelip valilerinin yaptıklarından şikayet ediyorlar ve bizi Medinede ziyaret ederek istişarede bulunup bu valilerin yaptıkları uygulamaları anlatıyorlardı. Biz de olaylara bakıp değerlendirmeler yapıyor ve gerçekten Osmanın bu işlerden uzak olduğunu, tertemiz ve vefalı olduğunu anlıyor, diğer taraftan bu haberler” getiren adamların facir, gaddar ve yalancı olduklarını görüyorduk. Onlar gerçekten bize söylediklerinin dışında başka işler çevirmek istiyorlardı. Ancak güçlendiler, çoğaldılar ve nihayet gelip Osmanın evini kuşatarak haram olan bir kanı haram olan bir ayda ve haram olan şehirde haksızca ve hiç bir özürleri olmaksızın akıttılar. işte size düşen tek bir şey varsa o da Osmanın kanını talep etmek ve katillerini yakalayarak Allahın kitabının hükümlerini uygulamaktır.” Sonra şu ayet-i kerimeyi okudu:Kitaptan kendilerine bir pay verilmiş olanlar aralarında hüküm versin diye Allahın kitabına nasıl çağırdıklarını görüyor musun? Sonra da onlardan bir topluluk yüz çevirip gidiyorlar (Al-i imran suresi, 23)
Ayşenin bu konuşması üzerine Osmanın yanında bulunanlar iki gruba ayrılmışlardı. Bu gruplardan biri: “Ayşe doğru söylüyor, o haklıdır.” derken ikinci gruptakiler ise: “Hayır, vallahi yalan söylüyorsunuz. Bize ulaştırılan bu haberlerin doğru olup olmadığını bilmiyoruz.” diyorlardı. Nihayet her iki taraf birbirlerini teşvik etmiş ve fitnenin koparılması ve deşilmesine sanki yol açmağa başlamışlardı. Ayşe bu durumu görünce hemen oradan uzaklaşmağa başlamış ve el-Mirbedin sağ tarafında bulunan gruplar da oradan ayrılmışlardı. Nihayet el-Mirbedined-Debbağin denilen mevkiine ulaştılar. Ancak Osman ve yanındakiler oldukları yerde bekliyorlardı. Onlardan bazıları Ayşeye meyletmiş, bazıları da Osmanın yanında kalmayı tercih etmişlerdi.
Sonra Cariye bin Kudama es-Saadi Ayşeye doğru giderek şöyle der:
“Ey müminlerin anası! Vallahi senin buraya gelmen, evini terk etmen ve bu melun devenin üzerine binip de silahların kızıştırılmasına sebep olman Osmanın öldürülmesinden çok daha kötü bir iştir. Senin Yüce Allahın sana ihsan etmiş olduğu ve açılıp ortaya serilmemesi gereken bir kıymetli tarafın vardır. Fakat sen bunu açığa serdin ve ayaklar altına atmış oldun. Vallahi senin böyle savaşa çıktığını görenler kanını da mubah kılarlar. Eğer sen gerçekten buralara kendi isteğinle gelmişsen hemen evine geri dön, zorla getirilmişsen hemen Müslümanlardan yardım iste ve bu işten vazgeç.”
Sonra Benu Saaddan genç bir adam Talha ve Zübeyrin yanına giderek onlara şöyle seslenir ve sorar: “Ey Zübeyr! Hani sen Resulallahın en yakın arkadaşlarındandın. Ve sen ey Talha! Sen Resulallahı kendi elinle koruyan bir adamdın. Şimdi ikiniz anneniz Ayşeyi almış, buraya gelmişsiniz. Peki, hanımlarınızı da buraya getirdiniz mi?” Onlar: “Hayır.” diye cevap verirler. O genç de bunun üzerine: “Vallahi ben sizin yaptıklarınızdan hiçbirine katılmıyorum.” demiş ve onlardan ayrılarak bu acıyı şu şiirle dile getirmişti:
Kendi hanımlarınızı koruyup annenizi getirdiniz, Ey Ayşe! Ömrüne and olsun ki bu onun insafsızlığındandır. O evinde oturup iffetini korumakla emredilmişken Sahraları süratle katetmeyi arzuladı. Talha ve Zübeyr yüzünden Onun sakınması gereken kıymeti, yok oldu. işte bu onların nasıl bir kötülük yaptıklarını anlatmağa yeter.
Sonra bir ara Hükeym bin Cebele el-Abdi bir at sırtında çıkar gelir ve savaşı başlatır. Ayşenin yanındakiler de mızraklarını çekip Hükeym ve arkadaşlarını durdurmak isterler, ancak çarpışmalar durdurulamaz ve Ayşenin yanındakiler de çarpışmağa başlarlar. Bu arada kendilerini korumağa çalışırlarken Hükeym bin Cebele atını üzerlerine sürüyor ve onları zorla savaşa çekiyordu. Böylece bir süre mızrak uçlarıyla çarpışıp durdular. Sonra Ayşe yakınındakilerin oradan ayrılıp Benü Mazen Mezarlığı tarafına çekilmelerini istemiş, nihayet o gece orada kalmışlardı. Osman bin Huneyf o gün Basradaki köşküne çekilmiş, Ayşe ve yanındakiler deDar er-Rızk bölgesine çekilmiş ve geceyi orada korku içinde geçirmişlerdi. Etraftan bazı kimseler de onların yanında, Dar er-Rızk alanında toplanmışlardı. Hükeym bin Cebele tekrar çıkıp geliyor ve elindeki mızrakla etrafa saldırıp durmadan küfredip duruyordu. Abdi Kays Kabilesinden bir adam Hükeymin böyle küfredip durduğunu görünce: “Bu küfürleri kime savuruyorsun?” diye sormuş, Hükeym:
“Ayşeye.” diye cevap vermişti. Adam: “Ey kötü kadının oğlu, müminlerin anasına mı küfrediyorsun?” deyince de Hükeym onu mızraklayarak öldürmüştü. Sonra bu küfürlerine devam ederek gitmiş ve karşısına çıkan bir kadın:
“Müminlerin anasına mı küfrediyorsun ey kötü kadının oğlu?” diye seslenince Hükeym o kadını da vurup öldürmüş ve sonra Dar er-Rızkda çarpışmalar şiddetlendikçe şiddetlenmişti. O günün zeval vaktine kadar çarpışmalar sürmüş, Osman bin Hüneyfin adamlarından pek çok kimse ölmüş ve her iki taraftan da bir hayli yaralananlar olmuştu. Savaş her iki tarafa da zarar vermeğe başlayınca aralarında barış yapmak için çağrıda bulundular. Yaptıkları antlaşmaya göre aralarında bir ahitname yazarak Medineye bir elçi gönderecekler, Talha ve Zübeyrin Aliye zorla mı beyat ettirildiği, yoksa kendi istekleriyle mi beyat ettiklerini soracaklardı. Eğer zorla beyat ettirilmişlerse Osman bin Huneyf Basradan çıkıp gidecek ve şehri onlara terk edecekti; yok eğer zorla beyat ettirilmemişlerse Talha ve Zübeyr Basrayı terk edecekti. Bu konuda aralarında yazılı bir anlaşma yapmışlar ve Kaab bin Süveri durumu öğrenmek üzere Medine halkına göndermişlerdi. Kaab bin Süver Medineye ulaşınca halk Onun etrafına toplanmıştı. O gün günlerden cuma idi. Kaab onlara şöyle seslenmişti: “Ey Medineliler! Ben Basra halkının elçisiyim. Buraya Talha ve Zübeyrin Aliye kendi rızalarıyla mı yoksa zorlanarak mı beyat ettiklerini öğrenmeğe geldim.” Ancak kendisine Usame bin Zeydden başka cevap veren olmamıştı. Üsame ayağa kalkıp: “Her ikisi de gerçekten zorla getirilip beyat ettiler.” demiş, Onun böyle demesi üzerine Temmam bin el-Abbas, Sehl bin Huneyfe üzerine atılmasını söylemiş, Sehl de Üsamenin üzerine atılınca Süheyb ve Ebu Eyyub el- Ensari ile Resulallahın ashabından bazıları bağırmaya başlamışlardı. Aralarında Muhammed bin Mesleme de vardı. Bunlar Üsamenin öldürüleceğini görünce: “Evet, vallahi doğrudur.” diye bağırmışlar, bunun üzerine de Üsameyi bırakmışlardı. Süheyb Üsamenin elinden tutup evine götürmüş: “Sana ne oluyor? Bizim sustuğumuz gibi susuverseydin ne olurdu?” diye çıkışmış, Üsame: “Vallahi durumun böyle olacağını tahmin etmemiştim” demişti. Nihayet Kaab geri döner ve bu durumlar Aliye iletilir. Bunun üzerine Ali, Osman bin Huneyfe mektup yazarak beceriksizliğini yüzüne vurup şöyle der: “Vallahi onların her ikisi de böyle belirli bir grup tarafından zorlanmış değillerdir. Onlar ashabın ileri gelenlerinden bir cemaat ve fazilet sahibi kimselerin zorlamasıyla beyat etmişlerdi. Eğer onlar beni bu görevden azletmek istiyorlarsa bu konuda bir mazeretleri yoktur, fakat bunun dışında başka bir şey istiyorlarsa biz duruma bakar, inceleriz, Onlar da durumu incelesinler.”
Alinin bu mektubu ile Kaab bin Süver Osmana ulaşır. Onun geldiğini görmeleri üzerine Osmana haber gönderip dışarı çıkmasını isterler. O da gelen mektubu delilolarak gösterip: “Bu bizim kendiliğimizden ileri sürdüğümüz bir durum değildir der.” Bunun üzerine Talha ve Zübeyr son derece karanlık, yağışlı ve fırtınalı bir gecede adamlarını toplayarak yatsı namazı için mescide giderler. Onlar mutat olarak namazı geç kılarlardı. O gün Osman da namaza geç kalmıştı. Onun fazla gecikmesi üzerine Abdurrahman bin Attabı namaza geçirirler. Sonra aralarında çarpışmalar başlar, mescidin içinde savaşırlar ve aralarından kırk kişi öldürülür. Arkasından Osmana adamlar gönderip zorla yerinden çıkararak alır gelirler. Yanlarına varıncaya kadar Osmanın sakalını yolmuşlardı, yüzünde tek bir kıl bile kalmamıştı. Talha ve Zübeyr buna üzülmüş ve durumu Ayşeye bildirerek ne yapmaları gerektiğini sormuşlar, Ayşe de: “Onu serbest bırakınız” demişti.
Başka bir rivayette ise şöyle anlatılır:
Osman bin Huneyf yakalanıp getirildiğinde Ayşeye durumu hakkında sorular sormuş ve istişare etmişlerdi. Ayşe: “Onu öldürünüz” diye emir verince orada bulunan bir kadın şöyle demişti:Hay Allah kahrını versin! Bu adamın Resulallah ile arkadaşlığı e sohbeti vardır. Ne yapıyorsunuz?” Bu kadının sözleri üzerine Ayşe:. “O halde Onu hapsediniz” diye emir vermiş, Mücaşi bin Mesud ise: “Onu kırbaçlayınız; sakalını, kirpiklerini ve başlarını yolunuz.” demişti. Onlar da Osmana kırk sopa vurmuş; sakalını kaşlarını ve kirpiklerini yolarak hapsetmişler, sonra da serbest bırakmışlardı.
Bu olaydan sonra Talha ve Zübeyr Basradaki Beytül malin başına Ebu Bekirin oğlu Abdurrahmanı tayin etmişlerdi.
Osman bin Huneyfin Basradan çıkartılması konusunda başka bir rivayet kaydedilir. Şöyle ki:
Ayşe ile Talha ve Zübeyr Basraya yaklaştıklarında Ayşe Zeyd bin Suhana mektup yazarak şöyle der: “Müminlerin annesi ve Resulallahın sevgili eşi Ayşeden samimi ve sadık oğlu Zeyd bin Suhana… Bu mektubum sana ulaştığında yanındakilerle birlikte gel ve bize yardım et. Bize böyle bir yardımda bulunmayacak olursan insanlara Aliye yardım etmemeleri konusunda teşvikte bulun.” Zeyd bin Suhan da Ayşeye şöyle cevap yazar: “Emma badu… Ben senin samimi ve sadık oğlunum. Sen bu işten vazgeçip de kendi evine dönersen ne ala; eğer böyle davranmayacak olursan ilk defa sana karşı çıkan ben olacağım. ”
Zeyd bin Suhan şöyle anlatır: “Allah müminlerin anası Ayşeye rahmet eylesin! Ona kendi evine kapanıp oturması, bize de savaşmak emredilmişti. O kendisine verilen bu emri dinlememiş, bizi savaşa teşvik ederek kendisine emredilmediği halde çarpışmaya girişmiş ve bizi de bu işten alıkoymuştu.”
Ayşenin Basraya vardığı sırada Basra Valisi Osman bin Huneyf idi Osman, Ayşe ve yanındakilere: “Bu arkadaşınıza neden karşı gelip intikam almak istiyorsunuz?” diye sormuş, onlar da şöyle cevap vermişlerdi: “Biz Onu hilMete bizden daha layık biri olarak görmüyoruz. O kendi yaptığını kendi adına ve kendisi için yapmıştır.” Bunun üzerine Osman şöyle demişti:
“Bu adam beni buraya vali olarak tayin etmiştir: Ben de sizin gelişinizi ve bu gelişin sebebini Ona bir mektupla bildirip sadece burada Müslümanlara namaz kıldırmakla yetineceğim.”
Osmanın böyle demesi üzerine onlar durup beklemişler ve Osman durumu Aliye mektupla bildirmişti. Ancak iki veya üç gün bekledikten sonraer-Rızk denilen yerde Osmana saldırmış ve Onu öldürmek istemişlerdi. Daha sonra ise Osmanı yakalamış, saçını, sakalını yolup kırbaçlamışlar ve hapsetmişlerdi. Bu olaydan sonra Talha ve Zübeyr kalkıp Basralılara karşı hitapta bulunmuş ve şöyle demişlerdi: “Ey Basra halkı! Meydana gelen bu çarpışmalardan dolayı Allaha nasuh bir tövbe ile tövbe ederiz. Bizler Osmana serzenişte bulunmak istemiştik, fakat sefih kimseler iyi niyetli ve halim selim kimselere karşı üstünlük sağlayarak Onu öldürdüler.” Bunu üzerine Basra halkından bazı kimseler ortaya atılıp Talhaya şöyle demişler:
“Ey Muhammedin babası! Bize gelen mektuplarında böyle şeyler söylemiyordun. Bize yazdıkların başka türlü idi.” Arkasından Zübeyr: “Bu konuda benden size bir mektup geldi mi hiç?” diye sormuş ve Osmanın öldürülmesi hadisesini hatırlatarak Alinin ayıplarını dökmeye başlamıştı. O arada Abdikaysoğullarından birisi kalkıp Zübeyre şöyle demişti: “Be heyadam, dur da biraz biz konuşalım, sen de dinle!” Bunun üzerine Zübeyr susmuş, adam şöyle demişti: “Ey muhacirler topluluğu! Siz Resulallahın çağrısına ilk icabet eden kimselersiniz ve bundan dolayı sizin ayrı bir üstünlüğünüz vardır. Sizin islama girişinizden sonra diğer insanlar da girmiş ve islamı sizin gibi kabul etmişlerdir.
Resulallah vefat edince siz yine kendinizden birine beyat ettiniz ve biz de bu beyate rıza göstererek teslim olduk ve siz herhangi bir konuda bize kesinlikle başvurmadan ve bizi bir göreve getirmeden işlerinizi hallettiniz. Yüce Allah bu ilk halife ile islamı bereketlendirdi. Sonra o vefat edince yerine başka birini başa getirdiniz ve yine bize danışmadınız. Biz yine razı olup teslim olduk; O da vefat edince kendi işinizi altı kişilik bir şuraya havale edip Osmanı seçtiniz ve aynı şekilde bize hiç danışmadan ve başvurmadan Ona beyat ettiniz. Sonra yine Osmanda bazı şeyleri görerek hoş karşılamadınız ve tutup yine bize hiç de danışmadan öldürüverdiniz. Arkasından yine bize danışmadan Aliye beyat ettiniz. Peki, Alide beğenmediğiniz ve reddettiğiniz ne gibi şeyler vardır ki Ona karşı savaşalım? O ganimetlere istediği gibi mi el koydu, yoksa hakkın dışında bir uygulamaya mı girişti veya sizin beğenmediğiniz ve reddedeceğiniz bir şey mi yaptı? Söyleyin, eğer böyle bir şey yapmışsa sizinle birlikte olalım; yok eğer Ali böyle bir davranış ta bulunmamış sa sizin bu yaptıklarınız nedir?” Onun bu konuşması üzerine hemen üstüne atılıp öldürmek istemişler, ancak aşireti kurtarmış ve onlara engelolmuştu. Ertesi gün olunca Talha ve Zübeyrin taraftarları Osmanın üzerine hücum ederek Onu ve yanında bulunan yetmiş kişiyi öldürmüşlerdi. Osman bin Huneyfin bertaraf edilmesinden sonra Talha ve Zübeyr Basraya tamamen hakim olmuşlar, Beytül mali, emniyet kuvvetlerini ele geçirmişler, Basra halkı da onlara uymuştu. Onlara uy-mayanlar ise kendilerini gizlemişlerdi. Osmanın başına gelenleri işiten Hükeym bin Cebele: “Vallahi ben Osmana yardım etmezsem Allahtan korkarım.” demiş, sonra yanındaki Abdikaysoğullarından ve onlara tabi olan Rabiaoğullarından bir cemaatle birlikteDar er-Rızk denilen yere kadar gelmişlerdi. Hükeym vardığında orada bulunanlar yemek yiyorlardı. Abdullah bin Zübeyr Hükeyme ve adamlarına bu yemekten yedirmek istemiş, Ona: “Ey Hükeym, ne isti:yorsun?” diye sorunca, Hükeym: “Bu yemeği yemek istiyor ve ayrıca Osmanı serbest bırakmanızı ve anlaşmanız gereği olarak Aliden haber gelinceye kadar valilik makamında kalmasını diliyorum. Vallahi eğer size k rşı yardımcılar bulsaydım bu yaptıklarınıza razı olmaz ve öldürdükleriniz karşılık sizi öldürürdüm. Bizden öldürdüğünüz adamlara karşılık şu anda sizin kanlarınız da bize helaldir. Allahtan korkmuyor musunuz? Allahını haram kıldığı bir kanı neyle helal kılıyorsunuz?” diye karşılık vermiş, bunun üzerine Abdullah bin Zübeyr: “Osmanın kanıyla” deyince de: “Sizin öldürdüğünüz bu adamlar mı Osmanı öldürdü? Siz Allahın bir gün sizi sorguya çekeceğini düşünmüyor ve Ondan korkmuyor musunuz?” demişti. Abdullah bin Zübeyrin: “Sen Aliye beyatınden vazgeçmedikçe bu yemekten ne sana ne de adamlarına yediririz ve ne de Osmanı serbest bırakırız” demesi üzerine Hükeym: “Allahım! Sen yegane hakim ve adilsin. Onun bu dediklerine şahit ol” diyerek adamlarına dönüp şöyle seslenmiş: “Ben artık bu adamlarla savaşmak konusunda hiç bir şüphe taşımıyorum. Aranızda şüphe taşıyan varsa buyursun, çekip gitsin.” Arkasından onların üzerine atılarak savaşa girişti. O anda Talha ve Zübeyr şöyle demişlerdi: “Basra halkından intikam almayı bize nasip eden Allaha hamdolsun. Allahım, onlardan tek bir şahsı sağ bırakma!” Nihayet her iki taraf son derece şiddetli bir çarpışmaya girmişlerdi. Hükeymin yanında dört kumandan daha bulunuyordu. Bu çarpışmalar sırasında Hükeym sürekli olarak Talhayı, Zureyh de Zübeyri gözetiyordu. Diğer taraftan ibn el-Muhteriş Abdurrahman bin Attabı, Hukus bin Züheyr de Abdurrahman bin Hars bin Hişamı sürekli kollayıp durmuşlardı. Talha Hükeymin üzerine atılmıştı. Hükeymin yanında üç yüz atlı bulunuyordu. çarpışmaların şiddetlendiği bir anda Hükeym, etrafına kılıçla saldırıyorken adamın birisi Ona bir darbe indirip ayağını kesmişti. Hükeym emekleyerek ayağının yanına kadar varmış ve eline alıp kesen adama fırlatarak arkasından koşmuş ve onu öldürmüştü. Sonra ayağını yeniden eline almış ve ona dayanıp oturmuştu. Bu sırada adamın birisi gelip Ona: “Ne oluyorsun ey Hükeym?” diye sorunca: “Öldürüldüm” demiş, adam: “Seni ne öldürdü?” diye sorunca da: “Şu üzerine dayandığım yastık beni öldürdü” şeklinde cevap vermişti. Sonra bu adam onu alarak adamlarından yetmiş kişilik bir grubun yanına götürmüştü. Hükeym tek ayakla kalmış ve kılıçların şakırtısı, gürültüsü altında yıkılmış olarak şöyle diyordu: “Biz şu Aliye beyat edip itaat ettikten sonra ona muhalefet ederek Osmanın kanını talep etmek üzere çarpışmağa gelmiş bu iki adama karşı çıktık ve çarpışmalara giriştik. Halbuki birbirimizin komşusu ve aynı evin evlatları idik ve bunlar aramıza girip bizi ikiye böldüler. Allahım, sana yemin olsun ki, bunlar Osmanın kanını talep ediyor değiller.” O böyle söylerken adamın birisi Ona seslenerek şöyle der: “Ey rezil adam! Mazlum ve maktul imama karşı yüklenmiş olduğunuz bu kötü tavrınıza karşılık Cenab-ı Allahın cezası ve ikabı isabet edince etrafı ısırmağa başladın değil mi? Siz cemaate saldırıp onları ikiye böldünüz ve onların kanını akıttınız, işte al, Allahın senden almış olduğu intikamı gözlerinle gör!” Arkasından Hükeym ve yanındakiler tümüyle öldürülmüştü. Hükeymi, Yezid bin Eşlem el-Hüdani öldürmüş ve çarpışmaların sonunda Yezid ve kardeşi Kaabın cenazeleri arasında Hükeym de bulunmuştu.
Başka bir rivayette ise Hükeymin Duhaym adında birisi tarafından öldürüldüğü belirtilir.
Hükeym, oğlu el-Eşref ve kardeşi er-Riil bin Cebele ile birlikte öldürülmüştü. Hükeymin öldürülmesinden sonra Osman bin Huneyfi de öldürmek istemişlerdi. Bunun üzerine Osman onlara şöyle dedi: “Bu kolay bir iş değildir. Eğer siz beni öldürecek olursanız biliniz ki size karşı zafer elde edeceğim.” Bu sözleri üzerine Onu serbest bırakmışlar, o da çekip Alinin yanına varmıştı. Aynı şekilde muhaliflerden Züreyh ve yanındakiler de öldürülmüş, HurkUz bin Züheyr ile yanında bulunan bir grup arkadaşı ise birlikte kaçıp kurtulmuş ve kendi kabilelerine sığınmışlardı. Bu arada Talha ve Zübeyrin bir tellalı şöyle bağırmıştı: “Basraya gidip de bir kimseyi yakalayarak alıp gelmiş olan varsa onu bize getirsin. Böylelikle yakalanan herkes getirilerek öldürülmüş, ancak HurkUz bin Züheyr, aşireti olan Saadoğullarının kendisini koruması üzerine kaçıp kurtulmuştu. Bundan dolayı da Saadoğullarının başına büyük bir felaket gelmişti. Talha ve Zübeyrin adamları üzerlerine atılmış, onlardan birçok kimsenin göğsünü yarmışlardı. Çünkü Saadoğulları Osman bin Huneyf yanlısı idiler. Ancak bu olaylardan sonra Saadoğullarıyla Abdikaysoğulları hem Ali yanlısı olan kendi adamlarının, hem de onlara sığınan kimselerin öldürülmeleri üzerine bir hayli gazaplanmışlardı. Talha ve Zübeyr kendilerine itaat edenlere atiyye verilmesini ve yiyecek dağıtılmasını emretmişler ve böylece bunlara diğerlerine göre bir ayrıcalık tanımışlardı. Bunun üzerine kabilelerinin ileri gelenlerinin engelolmak istemelerine rağmen Abdikaysoğullarıyla Bekir bin Vail Kabilesinden birçok kimse Beytülmal mensuplarının onlara verdikleri mallara hücum etmiş ve bir çok şeyler alarak Alinin yolunu gözetlemek üzere çıkıp gitmişlerdi. Talha ve Zübeyr de intikam alacakları HurkUz bin Züheyrden başka kimse kalmamış olduğundan Basrada ikamet ederek; Şam halkına burada meydana gelen hadiselerden söz eden mektuplar yazmışlardı. Ayrıca Ayşe Kufelilere bir mektup yazarak Basrada olup bitenleri anlatmış ve Müslümanların Aliye beyat etmemekte direnmeleri için onları kışkırtmalarını ve Osmanın katillerinin istenmesi konusunda ısrar etmelerini istemişti. Aynı şekilde Ayşe Yemame ve Medine halkına meydana gelen olayları ve başlarına gelenleri anlatan mektuplar yazmış ve bunları oralara iletmişti.
Bu olay H. 36. yılın 25 Rebiül-evveli e (M. 11 Eylül 656) meydana gelmişti.
Talha ve Zübeyr Basrada ikamet edince Basra halkı kendilerine beyat etmişlerdi. Bu beyatın tamamlanması üzerine Zübeyr: “Buraya varmadan önceki günün sabahında veya akşamında Aliyi öldürmeğe benimle birlikte gelecek bin atlı yok mudur?” demiş, fakat onun bu sözüne hiç kimse cevap vermemişti. Arkasından devamla şunları söylemişti: “işte bizim kendisinden söz ettiğimiz asıl fitne budur.” Bunun üzerine Zübeyrin bir kölesi şöyle der: “Bu meseleyi fitne diye nitelendiriyor ve onun için mi çarpışıyorsun?” Bu sözü duyan Zübeyr: “Yazıklar olsun sana! Sen kendi önünü görmediğin halde millete yol göstermeğe mi kalkışıyorsun. Ben her konuda ayağımı attığım yeri biliyorum, ancak bu konuda nasıl adım atacağımı bir türlü kestiremiyorum. Yürürken ileri mi gidiyorum, yoksa geri mi, anlamıyorum.” diye konuşur.
Alkame bin Vakkas el-Leysi şöyle anlatır:
“Talha, Zübeyr ve Ayşe Basraya doğru yola çıktıklarında gizlice topladığı bir mecliste Talhayı son derece memnun olarak oturmuş ve göğsüne uzanan sakalını okşayıp dururken gördüm. Ona şöyle dedim:Ey Muhammedin babası! Seni böyle güzel ve sevdiğin meclislerin birinde göğsüne uzanan sakalını da okşayıp dururken görüyorum. Eğer uygun bulursan oturabilir miyim? Bana şöyle karşılık verdi:Ey Alkame! Biz dışımızda olanlara karşı tek bir el gibiyiz. Demirden iki ayrı dağ olsak bile birbirimize muhtaç oluruz. Osman hakkında istediğim tek bir şey varsa o da kanını akıtılıncaya kadar Onun kanını talep etmektir. Sonra Talhaya şöyle dedim:Senin bir köyün ve çoluk çocuğun var. Şu oğlun Muhammedi gönder de senden sonra iyi bir halef olsun. Bana:istiyorsan Ona söyle deyince Muhammede gidip şöyle dedim:Baban Talhanın başına bir şey gelecek olursa sen Ona halef olacaksın. Onun için köyüne gidip ikamet etmen gerekir. Bu sözümü işiten oğlu Muhammed şöyle karşılık verdi:Ben babam hakkında gelip giden kafilelerden bilgi almak yerine onunla birlikte olmayı isterim.”