"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Osmanın muhasara altına alınması

Anlatıldığına göre bu yıl içinde Mısırdan bir grup kimse gelip Zu-Huşuba ve bir kısım kimseler de Iraktan gelip Zil-Merveye yerleşmişlerdi.
Bunun sebebi olarak şu olayanlatılır: Abdullah bin Sebe adında bir Yahudi Osman zamanında Müslüman olduğunu ilan etmişti. Hicaz bölgesinde bir müddet dolaştıktan sonra Basraya, oradan Kufeye ve oradan da Şama giderek insanları dalalete sürüklemeye çalışıyor, fakat bu konuda bir türlü başarıya ulaşamıyordu. Şamlılar bu fesadını görünce Onu şehirden çıkarmışlar, bunun üzerine Mısıra giderek bir müddet orada ikamet etmişti. Bu müddet içinde bazı fikirleri yaymağa çalışıyordu. Şöyle dermiş: “insanların isanın tekrar geri geleceğine inanıp da Muhammedin tekrar geri gelmeyeceğine inanmaları şaşılacak bir şeydir.” Böylece etrafındaki bazı kimseleri Peygamberin tekrar dünyaya geleceğine ikna etmeğe uğraşıyordu. Bazıları onun bu görüşlerini kabul etmişti. Ortaya attığı görüşlerden biri de şuydu: “Her peygamberin bir vasisi vardır, Ali de Peygamberin vasisidir. Resulallahın vasiyetini yerine getirmeyenden daha zalim kimse olabilir mi?” Böyle diyerek Alinin vasi olduğunu söylüyor ve Osmanın bu görevi haksız yere ele geçirdiğini iddia ederek insanlara şunları telkine çalışıyordu: “Bu konuda başkaldırmanız lazım. Kalkın, bu işe girişin ve emirlerinize bunları bildirip onları bu konuda kınayın. Kötülükten sakındırmayı bu konuya hasrederek insanları doğru yola iletmeniz mümkün olur. ”
Abdullah bin Sebe bu şekilde görüşlerini yaymağa çalışıyor ve islam diyarının muhtelif yerlerinde fitne çıkarmak isteyenlerle sürekli mektuplaşıyordu. Onlar da bu görüşleri gizlice yayıp, çeşitli illere mektuplar yazarak ortalığı karıştırmaya ve bir sürü kötülük yaymağa çalışıyorlardı. Osmana karşı bir sürü ithamlarda da bulunuyorlardı. Bir şehirde bulunan bu anlayıştaki insanlar diğer bir şehirdeki insanlara mektuplar yazarak uydurma bir sürü şeyler anlatıyorlar ve hatta bu mektuplar Medineye kadar ulaşıyordu. Bir şehrin halkı bir mektubu alıp okuduğu zaman kendilerinin son derece rahat, huzur ve afiyet içinde olduklarını görüp diğer şehirlerde meydana gelen fitnelerden dolayı son derece üzülüyorlar ve oradaki hallerden ötürü müteessir oluyorlardı. Medine halkı da diğer bütün şehirlerin halklarına nazaran kendilerini huzur ve rahat içinde görüyor, başka şehirlerdeki fitneden dolayı üzülüyor ve “Bizler Allaha şükür afiyet ve rahat içindeyiz” diyorlardı. Bir grup Müslüman Medinede Osmanın yanına giderek şöyle demişlerdi: “Ey müminlerin emiri! Bize diğer şehirlerden gelen haberler sana da ulaşıyor mu?” Osman şöyle karşılık verdi: “Bana iyilik ve esenlikten başka bir şeyin ulaştığı yok. Siz benim yönetim işinde ortaklarımsınız ve müminlerin de şahitlerisiniz. Bana bu konuda gelen haberleri iletin ve öğütte bulunun.” Onlar da: “Diğer şehirlerde olup bitenleri öğrenmen için oralardan sana haberler getirmek üzere güvendiğin adamlardan bazılarını göndermeni tavsiye ederiz.” demişlerdi.
Bunun üzerine Osman Muhammed bin Meslemeyi çağırarak Küfeye, Usame bin Zeydi Basraya, Ammar bin Yasiri Mısıra ve Abdullah bin Amrı Suriyeye ve onlara benzer başka kimseleri de diğer yerlere göndermişti. Ammar hariç hepsi geri dönmüş ve şöyle demişlerdi: “Ey insanlar! Biz oralarda hoşumuza gitmeyen bir şey görmediğimiz gibi oralardaki Müslümanların ileri gelenleriyle avamın dahi hoşuna gitmeyen bir şey tespit etmedik.” Ancak Ammar Mısırdan geri dönmemiş, Müslümanlar Onun başına bir felaket geldiğini tahmin etmişlerdi. Bu arada Mısır Valisi Abdullah bin Ebi Serhten gelen bir mektupta şöyle deniyordu: “Ammar orada bulunan bir grup insana meyletmiş, onlara uymuştur. Bu adamlar arasında da Abdullah ibn es-Sevde, Halid bin Mülcem, Seydan bin Hümran ve Kinane bin Bişr yer almaktadırlar.”
Bu olaydan sonra Osman bütün şehirlerin ahalisine mektuplar yazıp şöyle demişti: “Emma badu… Ben bundan sonra Valilerimi her mevsimin sonunda toplayıp onlarla görüşeceğim. Medine halkı bana bazı kimselerin etrafa küfredip durduklarını, vurup kırdıklarını haber verdiler. Bu konuda zarara uğramış veya böyle şeyleri görüp işiten kimseler mevsimin sonunda gelip uğramış oldukları haksızlıkları benden veya valilerimden istesin. Doğruları söyleyenleri Yüce Allah mükafatlandırır. ”
islam aleminin muhtelif şehirlerinde bu mektuplar okununca Müslümanlar sevinçlerinden ağlamış ve Osmana dualar etmişlerdi. Daha sonra Osman bütün şehir valilerine mektuplar yazarak onları hac mevsiminde Medineye davet eder. Gelenler arasında Abdullah bin Amir, Abdullah bin Saad ve Muaviye başta olmak üzere Said bin el-As ve Amr el-As da bulunuyorlardı. Bunlar gelip de Osmanın yanında toplanınca onlara şöyle demişti:
“Yazıklar olsun size! Bu şehirlerden gelen şikayetler ve şayialar nedir? Vallahi bu söylenenlerin doğru olmasından ve sizlerin aleyhinde bazı şeylerin dönüp dolaşmasından korkuyorum. Ayrıca bütün bu fitnelerin benim etrafımda olması da beni korkutuyor.” Gelen valiler de Osmana şöyle demişlerdi: “Sen bize adamlarını göndermedin mi? Onlar sana Müslümanların tümünden iyi haberler getirmediler mi? Senin gönderdiğin bu adamların şehirlerde birçok kimseyle görüştükleri halde, hiç kimseden kötü bir haber aldıkları vaki oldu mu? Vallahi onlar doğruyu söylemiyorlar ve terbiye de edilmezler. Bu işin aslının ne olduğunu ve böyle şayiaların nereden kaynaklandığını bilmiyoruz. Bildiğimiz bu şayiaların asılsız olduğu ve onlara kulak asılmaması gerektiğidir.” Bunun üzerine Osman: “O halde bana ne yapmam gerektiği hususunda tavsiyelerde bulununuz.” dedi. Onun bu teklifi üzerine Said şöyle konuştu: “Bu bahsettiğiniz iş son derece gizli olarak yürütülen uydurma bir iş olup insanların bahsettikleri de bundan ibarettir. Bunun da ilacı ve tedavisi bu işi yürütenleri tespit edip bu fitneyi çıkaranları öldürmek ve insanları bunlardan kurtarmaktır.” Abdullah bin Saad da şöyle demişti: “insanlara hakları olan şeyleri vereceğin yerde yerine getirmeleri gereken görevleri onlardan iste. Bu da onları kendi halleri üzerine bırakmaktan daha iyidir.” Muaviye de: “Beni bir görevin başına getirdin, ben de bazı kimseleri görevlendirdim. Bu adamlardan bana hayır ve güzellikten başka bir şey ulaşmıyor. Aslında herkes bulunduğu bölgenin insanlarının nasılolduğunu ve orada ne olup bittiğini iyi bilir. Benim görüşüme gelince bu konuda edepli davranmak daha uygun düşer.” diye konuşmuştu. Arkasından Amr bin el-As da şöyle fikir beyan etmişti: “Bana göre sen onlara karşı son derece yumuşak davranıp yönetimi onlara karşı gevşettin, Ömerin onlara verdiklerinden çok daha fazlasını vermeğe başladın. Ne yapman gerektiğini bana soracak olursan diyeceğim şudur: “Senden önceki iki halifenin yolunu tutup şiddet ve zor kullanman gerektiği yerde kullanmalı, yumuşakça davranman gerektiği zamanda da yumuşak davranmalısın. ”
Osman söylenenlere karşılık olarak şöyle konuştu: “Söylediklerinizi işittim ve nasihatleri aldım. Herkesin bakış açısı kendine göredir, değişik olması da tabiidir. Bu ümmetin başına bir felaket getirmesinden korktuğumuz bu iş bir gün patlak verebilir. Bir taraftan bu kapı kapanırsa öbür taraftan açılabilir. Bundan dolayı biz de bu fitneyi iyilikle, tatlılıkla ve insanlara Allahın emrettiği sınırlar çerçevesinde ihsanlarda bulunarak yok etmeğe çalışacağız. Eğer bu fitne kapısı bir gün açılırsa hiç kimsenin bana karşı ileri süreceği bir hak ve delili olmasın. Cenab-ı Allah benim insanlara hayırdan başka bir şey istemediğimi biliyordur. Fakat maalesef fitne değirmeni de dönüp durmakta. Bu değirmeni karıştırmadan Osman ölecek olursa ne mutlu ona. insanlara sakin olmalarını tavsiye edin, bu konuda çalışın ve onlara haklarını gerektiği şekilde verin. Eğer Allahın emrettiği haklar insanlara iletilecek olursa siz de bunun vebalinin dışında kalırsınız. ”

Osman ve yanında bulunanlar oradan birlikte çıkıp gidince el-Hadi adındaki şair tek başına bir yoldan geçerken Recez bahrindeki şu beyitleri söyler:
Herkesin kalplerinde beliren bir şey vardır, O da Osmandan sonra emirin Ali olacağı, Arkasından da Zübeyrin ona hale! olacağı Arkasından ise Talhanın koruyucu ve Onun veliahdı olacağıdır.
Bunu duyan Kaab: “Yalan söyledin; vallahi, ondan sonra emir olacak kişi şu beyaz katır sahibi kişidir, çünkü o ta gününden beri bu göreve tamah etmiştir.” demişti. Kaab bu sözleriyle ve beyaz katır sahibi derken Muaviyeyi kasdediyordu.
Osman Medineye vardığında Aliyi, Talhayı ve Zübeyr i çağırmış ve Muaviyeyi de hazır bulundurarak onlarla konuşmuştu. Muaviye, Allaha hamd ettikten sonra şöyle demişti: “Siz Resulallahın ashabı ve yakınlarının en hayırlılarısınız. Siz ondan sonra bu işi yüklenen ve bu ümmetin de işlerini yürüten kimselersiniz. Bu işe de sizden başka kimse tamah etmesin. Siz bu arkadaşınızı hiç bir tamah ve hile olmadan kendi rızanızla seçtiniz, fakat şimdi Onun yaşı ilerledi ve yaşlandı. Eğer iyice yaşlanmasını bekliyorsanız artık son noktasına gelmesi pek yakındır. Ona Cenab-ı Allahın en uzun ve hayırlı bir ömür vermesini de yine Allahtan temenni ediyorum. Ancak sizin hakkınızda bazı söylentiler yayılıp duruyor da ondan korkuyorum. Sizin kınayıp serzenişte bulunduğunuz bazı şeyler var. Fakat ben sizinle birlikteyim ve işte beyatım sizedir. insanları sizi göreve getirmekte tamahkar kılmayınız. Eğer insanlar bu konuda bir dünya tamahına düşecek olurlarsa vallahi siz bu işten felaketten başka bir şey göremezsiniz.”
Ali ona şöyle der: “Hay Allah canını alasıca, annen seni kaybedesice! Sen bu işlere neden karışıyorsun. Bu işlere karışmağa senin ne hakkın vardır?” Muaviye: “Şimdi annemi bırak. O sizin annelerinizin de en şerlisi değildir. O Müslüman olmuş ve Resulallaha, beyat etmiştir. Şimdi sen bana bu söylediklerim konusunda bir cevap ver?” diye karşılık verir. Osman söze karışarak: “Evet, kardeşimin oğlu doğru söyledi. Ben size kendim ve yüklenmiş olduğum işlerle ilgili bazı şeyler söylemek isterim. iki kişi kendi nefislerine bazı konularda zulmetmişlerdi. Ancak onların yaptıkları şeyler de gerçekten takdire şayan şeylerdi. Resulallah akrabalarına veriyordu. Ben de aynı şekilde zorluk içinde yaşayan ve geçim darlığı çeken kimselere verip durdum. Elimi sonuna kadar bu ihtiyaç sahibi kimseler için açtım. Eğer bu konuda beni hatalı görüyorsanız bu yaptıklarımı bana söyleyin ve yanlış olduğunu belirtin ki sizin vereceğiniz kararlara ben de kesinlikle tabi olacağım.” diye konuştu. Onlar Osmana şöyle dediler: “isabet ettin ve iyilikte bulundun ancak Abdullah bin Eside elli bin, Mervana da on beş bin dirhem verdin!” Bunun üzerine Osman bu verdiklerini geri almış, onlar da Osmandan razı olarak dağılıp gitmişlerdi.
Muaviye Osmana şöyle demişti: “Sana karşı isyan ettiklerinde kendilerine mukavemet edemeyeceğin kimseler sana hücum etmeden evvel bize gel, bize son derece itaat eden Suriyeye gidelim.” Osman ise Onun bu sözlerine şöyle karşılık vermişti: “Ben, Resulallahın komşuluğunu hiç bir şeye değişmem; velev ki bu, başımı koparıp götürecek ip dahi olsa.” Muaviye: “Peki o halde seni onlara karşı koruyacak bir ordu göndereyim mi?” deyince Osman: “Ben Resulallahın komşularını sıkıntıya sokmam.” demiş, Muaviye: “Vallahi tuzağa düşürülecek ve suikasta uğrayacaksın.” deyince Osman buna: “Allah bana yeter. O ne güzel bir vekildir!” diye cevap vermişti.
Muaviye yol elbiselerini giyinmiş olarak çıkıp giderken muhacirlerden Ali ve Talhanın da bulunduğu bir cemaate uğrayıp onlara şöyle hitap etmişti: “Sizler de biliyorsunuz ki Resulallah , insanlara peygamber olarak gönderildiği ana kadar insanlar başkanlık için yarışır ve ona sahip olmak için çalışırlardı. insanlar bu görevi elde etmek için öncelik üzerine, güç ve kuvvet üzerine dayanır, cehd ve gayretlerini ileri sürerek bu konuda üstün olduklarını iddia ederlerdi. Bunu ele geçiren kimseler ise artık hakimiyeti sağlamış ve diğer insanları kendilerine tabi kılmış oluyorlardı. Bu gün de eğer insanlar bunu talep edip de dünya işleri konusunda yarışa girişseler bu iş onların elinden alınır ve Cenab-ı Allah onu başkalarına devreder. Cenab-ı Allah işleri tebdil etmede kadirdir ve güçlüdür. Biliniz ki sizin aranızda yaşlı bir adamı bırakıp gidiyorum. Siz Onun hakkında birbirinize hayırlar tavsiye ediniz, Ona yardımcı olunuz ki herkesten daha mutlu olasınız.” Bunları söyledikten sonra çekip gitmişti. Ali: “Vallahi ben bu adamın söylediklerinde bir hayır göremiyorum.” demiş, Zübeyr de şunları ilave etmişti:
“Vallahi bugüne kadar bu adamın söyledikleriyle ilgili olarak ne senin kalbinde ne de bizim kalbimizde bu kadar büyük bir sıkıntı olmamıştır. ”
Osmanın aleyhinde olan bu sapık kimseler valiler illerden ayrıldıkları anda hep birlikte bütün şehirlerde Osmana karşı isyan etmek hususunda anlaşmışlar, ancak böyle bir fırsatı elde edememişlerdi. Valilerin geri dönmesinden sonra ise hiçbir zaman böyle bir fırsat elde edememişler ve tekrar birbirleriyle mektuplaşarak Medineye gitmek konusunda anlaşmışlardı. Bundan maksatları Medineye gidip oradaki durumları görmek ve Osmana bazı konularda sorular sorup insanlar arasında fitne ve fesat yaymaya çalışmaktı. Bunlar arasında Mısırda bulunan Muhammed bin Ebi Bekir ve Muhammed bin Huzeyfe de bulunuyor ve başkalarını Osman aleyhinde kışkırtmaya çalışıyorlardı. Mısırlılar oradan çıkıp Medineye doğru yola koyulduklarında Abdurrahman ibn Udeys el-Belevı ile birlikte beş yüz kişi, diğer bir rivayete göre ise bin kişi idiler. Bunların arasında Kinane bin Bişr el-Leysi, Sevdan bin Ümran es-Seküni, Kuteyre bin Fülan es-Seküni bulunuyordu. Bütün bunların başında ise el-Gafiki bin Harb el-Akki bulunuyordu. Küfeliler de yola koyulmuşlardı ve başlarında Zeyd bin Sühan el-Abdi ve Ester en-Nehainin yanısıra Ziyad bin Nadr el-Harisi, Abdullah bin el-Asam el-Amiri yer alıyordu. Bunlar Mısırlılarla anlaşmış durumdaydılar. Basradan da bir grup çıkıp gelmişti ve bunların da arasında Hükeym bin Cebele el-Abdi, Züreyh bin Abbad, Bişr bin Şüreyh el-Kaysı ve ibn el-Muhteriş bulunuyordu. Bunlar da aynı şekilde Mısırlıların hazırlamış oldukları gruplar idiler. Basradan gelenlerin başında Hurküs bin Zübeyr es-Saadi vardı. Bu üç şehirden gelenlerin hepsi Şevval ayında hareket etmiş ve hacca gitmek için yola çıktıklarını belirtmişlerdi. Medineye üç günlük bir mesafeye yaklaşmış bulunuyorlardı. Basralılar Zu Huşuba yerleşmişlerdi ve gönülleri Talha bin Ubeydullaha yatkındı. Küfeliler el-Avasa yerleşmiş bulunuyorlardı, onların da gönülleri Zübeyre meyletmekteydi. Mısırlılar da gönülleri Aliye yatkın olarak gelmiş ve hep birlikte Zil-Mervede konaklamışlardı. Mısırlılarla Basralılardan Ziyad bin Nadi ve Abdullah bin el-Asam bir araya gelerek onlara şöyle demişlerdi: “Biz Medineye gidip gelinceye kadar siz burada bekleyiniz. Sakın acele etmeyiniz, çünkü Medinelilerin bize karşı bir ordu hazırladıklarını işittik. Vallahi eğer onların ordu hazırladıkları doğru ise, bizim kanlarımızı da mubah saymışlarsa biliniz ki bizim sonumuz çok kötüdür. Yok, eğer bize ulaşmış olan bu haberler yalan ise biz size hayırlı haberlerle geri döneriz.” Bu fesatçıların topluluğu da onlara: “Haydi gidiniz.” demişlerdi. Bu iki şahıs Medineye gelerek Resulallahın hanımlarından bazılarıyla ve Ali, Talha ve Zübeyrle görüşerek: “Biz başımızda bulunan valilerden bazılarını azletmeyi talep etmek üzere geldik. Bize Osman ile görüşmek için izin isteyiniz” diye konuşmuşlardı. Übey bin Kaab onlarla bazı konularda görüşmüş ve böyle bir talepten vazgeçmeleri için ikazlarda bulunarak onları alıkoymuştu. Bunun üzerine arkadaşlarının yanına geri döndüler. Daha sonra Mısırlılardan bir grup Aliye, Basralılardan bir grup Talhaya ve Küfelilerden bir grup da Zübeyre gelerek kendi adayları olan bu kimselere şöyle demişlerdi: “Eğer biz sana beyat edip de diğerlerini yalanlarsak onların cemaatlerini dağıtır ve onları geldikleri yere geri göndeririz.”
Mısırlılar Aliye gelip Onu Medinede zeytinyağı sıkılan bir yerde bulmuşlar ve kılıcı belinde iken yanına varmışlardı. Ancak Ali onların bu şekilde gelip toplandıklarını görünce oğlu Hasanı Osmana göndererek gelenlerin durumundan halifeyi haberdar etmişti. Mısırlılar Aliye selam verip bir takım şeyler söylemişlerdi. Ali, yaptıkları teklif üzerine onlara şiddetle bağırmış ve hemen oradan kovarak şöyle demişti: “Bu ümmetin salih insanları Zil-Merve Zi-Huşub ve Avasda toplanan askerlerin Resulallahın diliyle lanetlendiklerini biliyorlar.” Mısırlılar bu sözü işitince hemen çekip gitmişlerdi. Diğer taraftan Basralılar Talhanın yanına vararak yukarıda zikredilen sözleri söylemişlerdi. Fakat O da aynı şekilde bunların gelmesi üzerine oğlunu Osmana gönderip durumu bildirmişti. Küfeliler de aynı minval üzere Zübeyre gelip diğerlerinin sözlerini aynen iletmişler, O da oğlu Abdullahı Osmana gönderip durumu haber vermişti. Bunlar geri gidip Zi-Huşub, Zil-Merve ve Avasdaki askerlerini dağıtmış, Medine halkı arasına tefrika sokmak için tekrar Medineye gelmeye başlamışlardı. Birden Medinenin etrafına gelmiş, Müslümanların hiçbir şeyden haberleri yokken tekbirler getirmeğe ve bağırıp çağırmağa başlamışlardı. Sonra gelip Osmanın evini kuşatmışlar, şöyle demişlerdi: “Kim elini bizden uzak tutarsa o eman içindedir.” Osman onların bu hallerine ve muhasaralarına aldırış etmeden günlerce namazı kıldırmıştı. Müslümanlar evlerine kapanmışlar, ancak isyancılar Osmanı Müslümanlarla temas etmekten alıkoyamamışlardı. Ali ve Medinelilerden bir grup bu isyancıların yanına gelerek:
“Buradan çıkıp gittiğiniz halde neden geri geldiniz?” diye sormuş, onlar da: “Posta ile birlikte bizim öldürülmemizi emreden bir mektubun gönderilmiş olduğunu gördük.” demişlerdi. Talha da Küfelilere dönüp neden geri döndüklerini sormuş onlar da aynı şeyi söylemişlerdi. Zübeyr Basralılara gelip aynı soruyu sorunca onlardan da aynı cevabı almış ve sanki söz birliği etmiş gibi hepsi aynı şeyi söylemişlerdi: “Biz kardeşlerimize gelecek zararı önleyecek ve onlara mutlaka yardım edeceğiz.” Ali onlara: “Ey Kufeliler ve Basralılar! Siz günlerce yol aldıktan sonra Mısırlıların başına ne geldiğini haber aldınız da bu kadar uzak bir yoldan geri geldiniz? Vallahi bu son derece iyi tezgahlanmış bir tuzak gibidir!” Alinin bu sözleri üzerine onlar: “Bunu istediğiniz gibi yorumlayınız, ancak bizim tek söylediğimiz bir şey vardır, o da bu adamı istemediğimizdir. Artık Onun azledilmesi gerekir.”
Bu münakaşaların sürdüğü günlerde Osman mescide iner, namaz kılar, onlar da arkasında namaza dururlardı. Osman onları son derece dikkatle izliyor, fakat onlar da halkın toplanmasını önlemeğe çalışıyorlardı.
Osman bu durum üzerine islam dünyasının diğer şehirlerine mektup yazarak oradaki Müslümanlardan bu gelen isyancılara karşı yardım istemiş ve durumu onlara bildirmişti. Bu şehirlerden birçok kimse son derece üzgün ve Osmana itaatkar olarak çıkıp gelmişlerdi. Muaviye, Habib bin Mesleme el-Fihriyi, Abdullah bin Saad Muaviye bin Hudeyci göndermişlerken Küfeden de Kaka bin Amr hazırladığı bir grubu göndermiş ve bunlar Medinelilere yardım etmek üzere yola çıkmışlardı. Bu gelenler arasında Peygamberin ashabından Ukbe bin Amir, Abdullah bin Ebi Evfa ve Katip Hanzala bulunuyorlardı. Tabiinden de Mesrük el-Esved, Şüreyh, Abdullah bin Hakim ve diğerleri yer almaktaydı. Basrada Ümran bin Hüseyn ve Enes bin Malik, Hişam bin Amir ve diğer bazı sahabelerle birlikte tabiinden Kaab bin Sıver ve Herim bin Hayyan ve diğerleri de bir araya gelerek Medinelilere yardım etmek istemişlerdi. Aynı şekilde Suriye ve Mısırda da sahabeden ve tabiinden birçok kimse bu yardım için hazırlanmıştı.
Bu cemaat Medineye tam gireceği sırada Osman Müslümanlara namaz kıldırmış ve minbere çıkarak onlara şöyle demişti: “Ey isyancılar, Allaha sığının Allaha! Bütün Medine halkı sizin Allahın Resülünün diliyle lanet edildiğinizi biliyor. Hatalarınızı iyiliklerle yoketmeye çalışınız.” Muhammed bin Mesleme ayağa kalkıp: “Vallahi ben Muhammedin bunları lanetlediğine şahadet ederim.” demiş, ancak Hakim bin Cebele Onu zorla oturtmuştu. Arkasından Zeyd bin Sabit de ayağa kalkınca Muhammed bin Ebi Kuteyre Onu da zorla çekip oturtmuştu. isyancılar hep birlikte ayaklanıp Müslümanları mescidin içinde sıkıştırmış ve onları mescitten dışarı çıkarmışlardı. Hatta Osmanı da hırpalamışlardı ve minber üzerinde bayılıp kalmıştı. Nihayet Osmanı alıp evine götürdüler. Medinede bir grup kimse aralarında Saad bin Ebi Vakkas, Hüseyn bin Ali, Zeyd bin Sabit ve Ebu Hüreyre olmak üzere Osmanın evini korumaya çalışıyorlardı. Ancak Osman bu sahabelere haber gönderip buradan gitmelerini ister, onlar da bu istek üzerine çekilip giderler. Arkalarından Ali, Talha ve Zübeyr gelerek Osmanı ziyaret ederler ve başına gelenlerden dolayı “Geçmiş olsun” derler ve bu olayın nasıl hallolunması gerektiğini konuşurlar. Bu sırada aralarında Mervan bin el-Hakemin de bulunduğu Ümeyyelilerden bir grup Osmanın yanında bulunuyorlardı. Bu Emevilerin hepsi Aliye şöyle demişlerdi: “Bizi helak ettin ve bu tuzakları sen hazırladın. Vallahi ulaşmak istediğin hedefe vardığında bu dünyayı senin başına yıkacağız!” Ali bu sözleri işitince son derece kızgın olarak oradan ayrılmış, yanındakilerle birlikte geri dönmüş ve hepsi evlerine kapanmışlardı. isyancıların tam otuz gün süren kuşatmaları boyunca Osman Müslümanlara namaz kıldırmıştı. Bundan sonra onu namaz kılmaktan alıkoymuşlar ve namazı da bu isyancıların başı olan el-Gafiki kıldırmıştı. Medineliler paramparça olmuş, kendi evlerinin duvarları arkasına gizlenmiş ve evlerine kapanmışlardı. Hatta evde otururken ve dışarı çıkarken hiç kimse silahsız bulunmaz ve dolaşmazdı. Silahını yanında bulundurur, kendisine yapılacak saldırıyı bununla önlemeye çalışırdı.
isyancıların Osmanı muhasaraları tam kırk gün sürmüştü. Bu müddet içinde onlara karşı koymak isteyen herkese silahla mukabele etmişlerdi.
Anlatıldığına göre, Muhammed bin Ebi Bekir ve Muhammed bin Huzeyfe Mısırda olup ahaliyi Osmanın aleyhine kışkırtıp duruyorlardI. Muhammed bin Ebi Bekir bu gelen isyancılarla birlikte Medineye gelmiş, Muhammed bin Huzeyfe ise ileride anlatacağımız gibi Mısırda kalıp Abdullah bin Saad bin Ebi Serhin oradan ayrılması üzerine Mısıra hakim olmuştu. Mısırlılar Osmanı muhasara etmek üzere geldiklerinde bunlar Recep ayında çıkmış ve niyetlerinin umre yapmak olduğunu bildirmişlerdi. Başlarında da Abdurrahman bin Udeys el-Belevi bulunuyordu. Bu arada Mısır valisi Abdullah bin Saad bin Ebi Serh Osmana bir elçi göndererek bu gelenlerin durumlarını bildirmiş ve gayelerinin umre yapmak olduğunu söylemelerine rağmen asıl gayelerinin Onu görevinden uzaklaştırmak veya öldürmek olduğunu haber vermişti. Bu mektubun gelmesi üzerine Osman Müslümanlara bir hutbe okumuş, onlara bu isyancıların durumunu bildirmiş ve şöyle de-mişti: “Bunlar sırf fitne çıkarmak üzere gelmişlerdir. Benim ömrümün fazla uzadığını görüyorlar, bir an evvel bunun sona ermesini istiyorlar. Vallahi eğer başlarından ayrılacak olursam benden sonra görecekleri kan dökmelerden, kin ve öfkelerden, açık seçik kayırıcılıktan, değiştirilen hükümlerden dolayı başlarında geçirmiş olduğum her bir güne karşılık bir sene kalmış olmaklığımı temenni edecekler.”

Abdullah bin Saad Osmana yardım etmek ve Mısırlılara karşı korumak üzere Onun izniyle Mısırdan çıkıp gelmişti. Eyleye geldiği zaman Mısırlıların tekrar geri dönüp Osmanı muhasara ettiklerini işitti. Muhammed bin Ebi Huzeyfenin bu arada Mısıra hakim olduğunu, oranın halkının da kendisine uyduğu haberini aldı. Abdullah bin Saad Mısıra tekrar döndüğünde oraya sokulmamış; Filistine gidip Osmanın şehit edilişine kadar orada ikamet etmişti, isyancılar Zi-Huşuba gelip de istediklerini yapmadığı takdirde kendisini öldürmek istedikleri belli olunca Osman, Aliye çıkıp gelmiş, evine girerek şöyle demişti: “Ey amcamın oğlu! Sana olan yakınlığımı biliyorsun, ayrıca senin üzerinde benim büyük bir akrabalık hakkım vardır. Bu adamların gelip beni nasıl kuşattıkları ve bugün yarın beni katletmek üzere olduklarını görüyorsun. Senin Müslümanların katında bir hayli değerin ve itibarın vardır, seni dinler, sana itaat ederler. Bu adamları benden uzaklaştırmanı diliyorum. Onların gelip bu şekilde kuşatmaları bana akıbetim hakkında büyük bir korku veriyor ve durumdan endişelendiriyor.” Ali bu isteğe karşılık olarak: “Peki neye karşılık bunları geri çevireyim?” diye sorunca Osman: “Senin işaret edeceğin ve tavsiye edeceğin her konuda sana uymak karşılığında” demiş, Ali ise şöyle cevap vermişti: “Ben sana defalarca gelip birçok konuda bir sürü şeyler söyledim, ancak her seferinde konuştuktan sonra sen yine bildiğini okudun. Bugün meydana gelen bu olaylar ise Mervanın, ibn Amirin, Muaviye ve Abdullah bin Saadın yaptıklarının meyvesidir. Sen bu adamlara uydun da bana uymadın.” Alinin bu sözlerine karşılık Osman: “Hayır onlara uymam, sana uyarım” der.
Bunun üzerine Ali yanında muhacirler ve ensardan oluşan otuz kişilik bir cemaatle onlarla konuşmak üzere gider. Alinin yanında bulunanlar arasında Said bin Zeyd, Ebu Cenin el-Adevi, Cübeyr bin Mutim, Hakim bin Hizan, Mervan, Said bin el-As ve Abdurrahman bin Attab bin Esid ile Ensardan Ebu Useyd es-Saidi, Ebu Humeyd, Zeyd bin Sabit, Hassan bin Sabit, Kaab bin Malik bulunuyordu. Bunların yanısıra yine Medinedeki Araplardan Neyyar bin Nikrez de yer almıştı. Bunların hepsi kalkıp Mısırlıların yanına gelmiş ve onlarla tartışmışlardı. Onlara muhatap olarak Ali ve Muhammed bin Mesleme konuşuyorlar idi. Gerçekten Mısırlılar Ali ve Muhammed bin Meslemenin söylediklerine uymuş ve Mısıra geri dönmeğe başlamışlardı. Bu arada Mısırlıların reisi bulunan ibn Udeys Muhammed bin Meslemeye şöyle demişti: “Bize tavsiye edeceğin ve bizden isteyeceğin bir şey var mıdır?” Muhammed bin Mesleme: “Evet, Allahtan korkmam, seninle birlikte buraya gelen kimseleri alıp götürmeni ve onları imamımızdan uzak tutmanı isterim; çünkü O da bundan sonra bize yaptıklarından geri döneceğine ve bizim söylediklerimize uyacağına dair söz vermiştir.” diye cevap vermiş, ibn Udeys de şöyle demişti: “Evet, senin bu dediklerini inşaallah yerine getireceğim.” Arkasından Ali yanındakilerle birlikte Medineye dönmüş ve Osmanın yanına çıkarak Mısırlıların geri döndüğünü ve onlarla gerekli şekilde konuştuğunu söylemiş ve Osmanın yanından çıkıp gitmişti. Osman Mısırlıların dönmesinden sonra bir gün beklemiş, ertesi gün erken saatte Mervan bin Hakem çıkıp gelerek Ona şöyle demişti: “Senin Mısırlıların geri döndüğünü, onların senden herhangi bir kötülüğün gelmediğini anladıklarını ve böylece çekip gittiklerini Müslümanlara bildirmen gerekir. Yoksa diğer şehirlerden de birçok kimse toplanır gelir ve sen onları geri çevirmeğe güç yetiremezsin.” Osman Onun bu dediklerine uyarak o gün mescitte Müslümanları toplayıp hutbe okur ve Mervanın söylediklerini tekrarlar. Hutbe esnasında mescidin bir kenarında oturan Amr bin el-As: “Allahtan kork ey Osman! Sen bir sürü günah yüklendin, biz de seninle birlikte o günahlara katıldık. Allaha tövbe et ve Allaha dön” diye seslenince Osman: “Demek sen buradasın ha ey Nabiganın oğlu! Seni görevden aldığım günden beri kaşınıp duruyorsun. Senin cübben bitlerle doludur” der, fakat mescidin öbür tarafından bir ses daha: “Allaha tövbe et” diye bağırınca Osman ellerini kaldırıp: “Allahım, ben sana ilk tövbe edenlerden biriyim!” der.
Amr bin el-As bu olaydan sonra Filistindeki yerine çekip gider. O şöyle derdi: “Vallahi dağ başlarında gördüğüm çobanlara varıncaya kadar herkesi Osmanın aleyhinde kışkırtıp duruyordum.”
Sonra Ali, Talha ve Zübeyre uğrayarak onları Osmanın aleyhinde kışkırtır.
Amr bin el-As Filistindeki köşkünde oğulları Muhammed ve Abdullah ile birlikte otururken Seleme bin Ravh el-Cüzami de yanlarında bulunduğu bir sırada Medineden bir atlının gelip kendilerine uğradığını görürler. Amr bin el-As Ona Osmanın durumunu sorunca şu anda isyancılar tarafından muhasara altına alındığını söyler. Amr şöyle der: “BanaAbdullahın Babası derler. Dağlama şişi daha ateşin içinde iken deve zorundan osurmaya başlar.” Daha sonra Medineden bir başka adam gelip geçerken durumu sorduğunda Osmanın şehit edildiği haberini verir. Amr şöyle der: “BanaAbdullahın Babası derler. Eğer ben bir yarayı kaşıyacak olursam mutlaka onu azdırırım. ” Seleme bin Ravh Ona şöyle der: “Ey Kureyşliler! Sizinle Araplar arasında bir kapı vardı, onu da vurup kırdınız.” Amr Ona cevaben: “Biz hakkı batılın kenarından sıyırıp çıkarmayı istedik ki insanlar tümüyle hak içinde olsunlar.”
Başka bir rivayette ise şunlar anlatılır: Ali Mısırlıların geri dönmesinden sonra Osmanın huzuruna çıkar ve şöyle der: “Müslümanlara bir hitapta bulun; onlar da, Cenab-ı Allah da senin kalbinde herhangi bir hilenin ve ayrılık fikrinin olmadığını bilsinler ve sana emaneti teslim etsinler. Şu anda bütün şehirler senin aleyhinde çalkalanıp duruyor. Bunu yap da bir kaç gün sonra Basradan veya Küfe den bazıları çıkıp gelirseHaydi Ali, çık git, onları ikna et demene ihtiyaç kalmasın. Eğer böyle yapmayacak olursan işte o zaman göreceğin gibi ben de seninle olan akrabalık bağlarımı koparmış ve senin bana olan hakkını da hafife almış olurum.” Bunun üzerine Osman kalkıp hutbe okumuş ve bu hutbe Müslümanlar arasında biraz ihtilaflara sebep olmuştu. Hutbenin sonunda kendisi tövbe ederek: “ilk öğüt alanlardan ve kendisine yapılan nasihati kabul edenlerdenim. Bundan dolayı Allahtan mağfiret diliyor ve tövbe ediyorum.” demiş ve herhangi bir ayrılığa sebebiyet vermediğini ve tövbe ettiğini belirtmiş ve sonra şöyle demişti: “Ben minberden indikten sonra sizin ileri gelenleriniz bana gelsinler ve görüşlerini beyan etsinler. Vallahi eğer aranızda bir köle dahi beni hakka iletecek olursa onun dediğini yerine getirir, bir köle gibi boyun eğer ve Allaha giden yolun dışında hiçbir yolun olmadığını beyan ederim. Vallahi sizi arzu ettiğiniz gibi razı edeceğim ve Mervanı ve yakınlarını sizden ve kendimden uzaklaştıracağım, onları sizinle aramızda perde edinmeyeceğim.” Müslümanlar Onun bu sözleri üzerine son derece duygulanmış, ağlamış, sakalları ıslanıncaya kadar gözyaşları dökmüş, O da onlarla birlikte ağlamıştı.
Osman mescitten eve döndüğünde Mervan, Said ve Ümeyyeoğullarından bir grup kimseyi orada bulmuş mescitte okuduğu hutbeyi dinlemediklerini görmüştü. Oturduğu anda Mervan ona şöyle demişti: “Ey müminlerin emiri! Konuşayım mı, yoksa susayım mı?” Bu arada Osmanın hanımı Naile binti el-Ferasa söze karışır: “Hayır, susarsan çok iyi olacak. Sizler vallahi Onu günaha sokan ve insanların baş kaldırmalarına yol açıp Onun öldürülmesine vesile olan adamlarsınız. O böyle bir söz söyledi ki artık bu sözünden geri dönmesi hiçbir zaman mümkün değildir.” Mervan Ona şöyle karşılık verir: “Sana ne oluyor, bu işlere neden karışıyorsun? Vallahi senin baban öldüğü zaman daha abdest almasını bilmiyordu!” Naile: “Dikkat et ey Mervan, babalardan bahsetmeye kalkışma, babam burada hazır değilken onun aleyhinde konuşup durma! Vallahi senin baban kendi nefsini müdafaa etmekten acizdi. Eğer o Osmanın amcası olmasaydı ve Osman da bu söylediklerimden üzülmeyecek olsaydı ona hiçbir zaman yalan isnat etmeden şu anda sana birçok şeyler söylerdim.” Bunun üzerine Mervan Ona cevap vermekten vazgeçip Osmana şöyle der: “Ey müminlerin emiri! Konuşayım mı, susayım mı?” Osman Mervana: “Konuş” der. Mervan şunları söyler:
“Annem babam sana feda olsun. Senin bu söylediklerine ilk uyanlardan biri ben olayım. Sana bu konuda yardımcı olmayı arzu ederim, ancak sen öyle sözler söyledin ki artık kemer sıkılacak kadar sıkılmış, son noktasına kadar gelmiş ve akan sel çekilip gitmiş, arkasından tortularını bırakmıştır. Zelil olan da artık planını kurmuş ve gerekenleri söylemiştir. Daha sonra tövbe ve istiğfar edilecek bir günahı işlemek sürekli korku verecek bir tövbeden daha iyidir. Sen istiyorsan tövben üzerinde dur da günaha yaklaşma, fakat şu anda dağlar misali bir sürü insan kapında bekleyip durmaktadır. Bu sözler üzerine Osman: “O halde çık, onlarla konuş. Ben onlarla konuşmaya utanıyorum” deyince Mervan kapıya çıkmış ve insanların Osmanın kapısında kalabalıktan üst üste bindiği bir sırada onlara: “Ne oluyor size! Bir talan yapmak üzere gelen adamlar gibi toplanmış duruyorsunuz? Hey yüzleri çirkin insanlar, ne istiyorsunuz? Siz bizim hükümdarlığımızı elimizden almak niyetiyle mi geldiniz? çıkınız gidiniz buradan. Allaha yemin ederim, bize saldırıp kastedecek olursanız, bizden hoşlanmayacağınız şeyler görürsünüz. Başınıza geleceklerden de memnun olmayacaksınız, çekin evlerinize gidin. Vallahi, biz şu anda elimizde bulundurduğumuz yönetim işini kimseye kaptırmaz ve bunda mağlup olmayız.” şeklinde seslenmişti.
Orada biriken Müslümanlar geri dönmüş ve Aliye gelerek durumu haber vermişlerdi.

Bunun üzerine Ali Abdurrahman bin el-Esved bin Abdi Yağusun yanına varıp sorar: “Osmanın hutbesini dinledin mi?” Abdurrahman: -Evet” der. Sonra Ali: “Mervanın insanlara söyledikleri sözleri duydun mu?” diye sorar. Abdurrahman: “Evet” der. Bunun üzerine Ali şöyle konuşur: “Ey Allahın kulları, ey Müslümanlar, görünüz! Ben evimde oturup bu işlerden uzak kaldığımda gelir:Beni terk ettin. Hani akrabalığımız, hani hukukumuz? der. Konuşup da işlere karıştığımda tutup Mervan kendisiyle oynar, yaşının ilerlemesinden istifade eder ve Onu istediği şekilde yönlendirmeye kalkışır. Halbuki o Resulallahın en yakın bir sahabisidir. ”
Ali bu kızgınlık içerisinde kalkıp Osmanın yanına gider ve şöyle der: “Mervanın yaptıklarından razı olan sen değil misin? Seni dininden saptırıncaya kadar senden razı olan da O değil mi? O seni dininden ve aklından saptırmak istiyor. Aynen sahibinin çekip götürdüğü yere yönelen deve gibi Onun elinde mi kaldın? Vallahi Mervan ne din konusunda, ne de kendi nefsiyle ilgili olarak hiçbir görüş beyan edecek adam değildir. Vallahi ben Mervanın seni bir bu tarafa, bir o tarafa yöneltip durduğunu görüyorum. Ben bu sözlerimden sonra sana bir daha gelip hitap ta ve serzenişte bulunmayacağım. Sen şerefini kaybettin, itibarını yitirdin ve kendi görüşüne sahip çıkamadın.”
Ali çıkıp gidince Osmanın hanımı Naile içeri girip şöyle der:..; Ali nin söylediklerini işittim. Sen Onu bırakıp Mervana uydun, Mervan da seni arzu ettiği şekilde yönlendirmeye çalışıyor. Osman şöyle karşılık verir: “Fakat ne yapabilirdim ki?” Naile de: “Allahtan korkup senden evvelki iki halifenin yoluna uyman gerekir. Sen Mervana itaat ettiğin anda O seni helake götürür. Mervanın insanların katında hiçbir itibarı, heybeti ve sevgisi yoktur. Bundan dolayı da insanlar seni bir tarafa iter, bırakırlar. Onun için Aliye haber gönder, gönlünü al ve Ona yakınlığını, akrabalığını ve itaat edeceğini söyle.” diye konuşur. Osman Aliye haber gönderip çağırttığı halde icabet etmez ve şöyle der: “Ben Ona yakın olmadığımı artık anlamış oldum.”
Nailenin söyledikleri Mervanın kulağına gidince Osmanın huzuruna gelir ve onun yanında ona: “Ey Ferasenin kızı!” diye kızacak olur. Osman: “Sakın ona tek bir söz söylemeyesin hey yüzü kara adam! O bana senden daha çok iyilik gösterir ve daha iyi nasihat eder” diye çıkışınca Mervan susar.
Osman geceleyin Alinin evine gelerek Ona şöyle der: “Evet, ben söylenenlere uymadım, fakat bundan sonra uyacağım.” Ali: “Sen Resulallahın minberinde konuşup insanlara söz verdikten sonra evine girdin, arkasından Mervan senin evinden çıkıp kapının önünde millete küfretti ve hakaret ederek onlara eziyet etti.” diye cevap verir. Osman Alinin yanından çıkıp giderken: “Beni yalnız ve yardımsız bırakıp insanları bana karşı cesaretli davranmaya sebep oldun” der. Ali de cevaben:
“Vallahi ben insanları şerleri dokunmasın diye hep senden uzaklaştırmağa çalıştım. Sana her gelip konuştuğumda razı olduğun ve uygun bulduğun hususlarda Mervan gelip sana başka şeyler söyledi ve seni başka yerlere yöneltti, sen de Onun, sözlerine uydun ve dediklerimi kulak ardı ettin.” diye konuşur.
Ali su içmekten alıkonuncaya ve evine suyun girmesi engelleninceye kadar Ona uğramamış ve işlerine hiç karışmamıştı. Osman su içmekten alıkonunca Ali Talhaya şöyle der: “Ona su götürmeni istiyorum.” Böylece Ali, Osmana su götürülünceye kadar kızgınlığını sürdürmüştü.
Başka bir rivayette şunlar kaydedilir: Osman muhasara edildiği sırada Ali Hayberde bulunuyordu. Medineye vardığında Müslümanlardan bir grubun Talhanın yanında toplandıklarını görür. Burada toplananlar üzerinde Alinin etkisi olabilecek kimselerdi. Ali Medineye ulaşınca Osman Ona giderek şöyle der: “Emma badu… Benim senin üzerinde islamın hakkı olduğu kadar kardeşliğin, akrabalığın ve sihriyyetin de hakları vardır. Eğer bütün bunlar olmasaydı ve biz de cahiliye devrinde olsaydık Teymoğullarından birisinin emirleri olan Abdimenaftan birisini çekiştirmesi ayıp olurdu.” Bunun üzerine Ali Ona: “inşallah sana iyi haberler gelir” diye karşılık verir ve çıkar. Mescide giderek orada Usameyi görür. Usamenin omuzuna dayanarak Talhanın evine varıncaya kadar etraftakilerden gizlenir. Ali Talhaya şöyle der: “Ey Talha! Bu içine düştüğün hata nedir?” Talha ise: “Ey Hasanın babası! Benim bu yaptığım bıçak kemiğe dayandıktan sonra yapılan şeylerdir” diye cevap verir. Ancak Ali beytülmale varıncaya kadar gelir ve oradakilere kapıyı açmalarını söyler. Ancak o anda anahtarlar bulunmayınca Ali kapıyı kırar ve Müslümanlara oradan mal dağıtmaya başlar. Alinin böyle davranması üzerine Talha yalnız başına kalıncaya kadar insanlar etrafında dağılmağa başlarlar ve Osman da buna son derece sevinir. Talha Osmana gelerek şöyle söyler: “Ey müminlerin emiri! Ben bir iş yapmak istedim, ancak Cenab-ı Allah bana o işi yaptırmadı. ” Osman da Ona: “Sen tövbe ederek geldin, fakat bu gelişinde de mağlup olarak buraya ulaştın. Allah sana yeter ey Talha!” diye karşılık verir.