Bu yıl içinde Resulallahın ashabından bazı kimseler bu konuda birbirlerine mektuplar yazarak: “Geliniz, asıl cihad buradadır.” demişler ve bazı insanlar Osmanın etrafında birikip ondan menfaatler elde etmişlerdi. Ancak ashabdan çok az kimse bu konuda bazı şeyleri nehyediyor ve bazı hususları ondan uzaklaştırmaya çalışıyordu. Bunların içinde Zeyd bin Sabit, Ebu Useyd es-Saidi, Kaab bin Malik ve Hassan bin Sabit gibileri vardı. Müslümanlardan bazıları Ali bin Ebi Talibin yanına giderek onunla bu meseleleri konuşmuşlar, o da kalkıp Osmanın huzuruna gidip şöyle demişti: “Müslümanlar bana gelip senin hakkında görüştüler ve beni sana onlar gönderdiler, kendileri de dışarıda bekleşip duruyorlar. Vallahi, sana ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Senin de bilmediğin bir şeyi biliyor değilim. Bilmediğin bir hususu sana iletecek ve onu sana bildirecek değilim. Benim bildiklerimi sen de biliyorsun. Herhangi bir bilgi senden gizli kalmış değildir ki onu sana bildirelim, senden gizli tuttuğumuz bir şey yoktur ki onu sana ileteyim, senin dışında herhangi bir konuda da bizim bir ayrıcalığımız ve özelliğimiz yoktur. Sen Resulallahın sohbetinde bulunup Ondan birçok şey işittin ve Onun damadı oldun. ibn Ebi Kuhafa senden daha üstün bir amel işlemiş değildir. ibn el-Hattab da senin işlediğin hayırlardan daha üstün hayırlar işlemiş kimse değildir. Sen akraba olarak Resulallaha daha yakınsın. Sen hiç kimsenin erişemediği bir akrabalığa eriştin. Senden evvelki iki halife seni hiçbir konuda geçmiş değillerdir. Ey Osman, Allahtan kork Allahtan! Kendi nefsini Allahtan sakındır. Vallahi senin gözlerin kapalı değildir ki sana bazı şeyleri gösterelim. Sen cehalet içinde değilsin ki sana bir şeyler öğretip duralım. Yol gayet açık ve bellidir. Dinin emirleri ve düsturları da gayet açık ortadadır. Ey Osman! Şunu çok iyi bil ki Allah kullarının en üstünü ve en faziletlisi adil bir halifedir, öyle bir halife ki kendisi hidayete erer ve başkalarını da doğru yola iletir. Malum olan sünnetleri ikamet eder ve terkedilmiş olan sünnetleri de tümüyle öldürür. Vallahi işte bütün bunlar apaçık ve bellidir. islamın sünnetleri dimdik ayaktadır ve belli ölçüleri vardır. Bidatler de bellidir ve onların da ölçüleri vardır. insanların Allah katında en şerli ve kötü olanları ise dalalette olan ve insanları da dalalete sokan zalim devlet başkanlarıdır. Onlar bilinen sünnetleri öldürür, terkedilmiş bidatleri icra ederler. Ey Osman! Ben seni Allahın darbelerinden ve intikamından tahzir ederim, senin uzak olmanı dilerim. Allahın azabı şiddetli ve elimdir. Ey Osman! Seni bu ümmet içinde öldürmeye ve ölüm kapısını açıp kıyamet gününe kadar bu ölüm kapısının devam etmesine sebep olacak bir Devlet Başkanı olmandan sakınmanı dilerim. Böyle bir Devlet Başkanı insanlara bu fitne elbisesini giydirir ve onları paramparça bir halde terk eder, onlar da batılın gözlerini kapatmasından dolayı hakkı göremez olur, bu batıl içerisinde dalgalar onları sürükleyip götürür ve onlar da bu batıl içerisinde yüzüp giderler.”
Alinin bu sözleri üzerine Osman ona şöyle der: “Vallahi, senin bu söylediklerini söyleyen kimselerin kimler olduğunu anladım. Vallahi, sen benim yerimde olmuş olsaydın sana böyle serzenişte bulunmaz ve kınamaz, seni böyle ayıplamazdım. And olsun, sen bir ihtiyaç sahibinin ihtiyacını giderseydin ve Ömer bin el-Hattabın yaptığı gibi zayıf bir kimseyi barındırmış olsaydın kesinlikle sana gelip böyle kınamalarda bulunmazdım. Muğire bin Şube şu anda burada değildir.” Ali: “Evet şu anda burada değildir.” Osman: -Ömer Onu görev başına getirmişti” deyince Ali: “Evet” der. Osman: “Ben akrabam ve yakınım olan ibn Amiri vali tayin ettim diye beni niye kınıyorsun?” Ali de şöyle der: “Ömer tayin ettiği valilerinden herhangi birisinin en ufak bir hatasını işittiği anda onu en büyük bir cezaya çarptırır ve sürekli olarak kulağının dibinde ona baskı yapardı. Fakat sen bunu yapmıyorsun. Bu konuda da biraz zayıf düştün ve akrabalarına karşı da yumuşak davrandın.” Osman Ona: “Onlar aynı şekilde senin de akrabalarındır.” diye karşılık verir. Ali: “Onlar akraba olarak en yakınlarımdır, ancak fazilet ve hayır onlardan başkasındadır.” deyince Osman şöyle sorar:Muaviyeyi Ömerin tayin ettiğini biliyor musun? Ben de Onu görevinde bıraktım.” Ali de buna karşılık: “Allahını seversen Muaviyenin Ömerin kölesi Yerfeden daha çok Ömerden korktuğunu bilmiyor musun?” deyince, Osman: “Evet biliyorum” diye cevap verir. Ali devamla: “”Fakat bugün Muaviye sana danışmadan bir sürü işler çeviriyor veOsman böyle emretti, diye konuşup duruyorken sen bunu biliyorsun fakat onu alıkoymuyorsun.”
Sonra Ali yanından ayrılıp gidince Osman da arkasından çıkarak mescide gider ve minbere çıkarak Müslümanlara şöyle hitap eder: “Emma badu… Her bir şeyin afeti olduğu gibi her işin de bir afeti ve zorluğu vardır. Bu ümmetin ve hilafet nimetinin afeti de ümmet arasında bir sürü kınayıcı ve gammazlayıcı kimselerin olmasıdır. Bunlar sizin sevdiklerinizi size gösterir ve sevmediklerinizi de sizden gizlerler. Sizlere şöyle derler: Onlar aynen hayvanlar gibidirler ilk bağırıp çağıranın izinden giderler. Onların en çok hoşlandıkları yol, onlara en uzak olanlardır. Onlar kendi susuzluklarını gidermeyecek sudan içerler ve ancak bulanık sulara giderler, olaylar onları perişan ettiği halde başlarına geçecek bir rehberleri olmaz. Vallahi ibn el-Hattabı kınamadığınız hususlarda beni ayıplayıp kınıyorsunuz. Böyle bir durumda size ayağıyla bir tekme vurur ve eliyle şamar atar veya lisanıyla size gerekeni söylerdi de ondan. Siz de Ona sevdiğiniz, sevmediğiniz her hususta uyup sesinizi çıkarmamıştınız. Ben ise size karşı son derece yumuşak davrandım, size omuzlarımı destek yaptım, elimi ve dilimi sizden uzak tuttum, size bana karşı cesaretli olmanıza meydan verdim. Fakat Allaha yemin ederim ki, taraftarlarımın sayısı sizden daha çoktur, yardımcılarım daha yakındır, sayıca daha kalabalığım ve yardım görmeğe de yakınım. Adamlarımı çağırırsam bana toptan ve hemen gelirler. Ben size denk kimseler hazırlamıştım, size karşı gereğinden fazla iyilikte bulundum fakat size karşı dişlerimi gıcırdatmak zorunda kaldım. Daha önceden yapamadıklarımı bana yaptırdınız, ağzıma almadığım şeyleri söylettiniz. Artık bana dil uzatmayınız. Beni ayıplamayınız, yöneticilerinize tan etmeyiniz. Ben sizin başınıza öyle bir takım kimselerin geçmesine mani oldum ki eğer sizinle benim konuştuğum bu şekilden başka türlü konuşsaydı yine de öpüp başınıza koyardınız.” Osmanın bu konuşmasından sonra Mervan bin Hakem ayağa kalkıp şöyle demişti: “Eğer dilerseniz bizimle sizin aranıza kılıçlar girsin ve sizinle bir şairin dediği gibi olalım:Biz size her şeyimizi feda ettik Siz neye sahip oldunuzsa bundan oldunuz. ”
Osman Mervanın bu sözleri üzerine Ona: “Sus ey kör olasıca!
Bırak beni ve arkadaşlarımı, aramıza girme. Senin bu konuda laf söyleyecek hiçbir hakkın yoktur. Ben sana daha evvel bu konularda hiç konuşmayacaksın dememiş miydim?” diye çıkışır. Bunun üzerine Mervan susmuş ve Osman da minberden inip gitmişti. Fakat insanlar arasındaki dedikodular ve konuşmalar bir hayli artmış ve bu alev daha çok körüklenmişti.
Bu yılın hac görevini yine bizzat Osman yerine getirmişti. Bu yılda Ömer zamanında Müslüman olan ve Kaab bin Mati adıyla bilinen KaabulAhbar vefat etmişti. Bu yıl içinde Bedir ashabından Ebu Abes Abdurrahman ibn Cebr el-Ensari ve elli altı yaşındaki Mistah ibn Üsase el-Muttalibi vefat etmişlerdi. Başka bir rivayete göre Mistah ibn Ü sase daha sonralara kadar yaşamış ve Sıffın Savaşında Alinin yanında yer almıştı. O da Bedir ashabındandı. Yine bu yıl içinde Akabe beyatında bulunup nakip olan ve daha sonra Bedir Gazvesine katılan Ubade bin es-Samit ile yine Bedir ashabından Akil ibn Bukeyr vefat etmişlerdi.