Bu şehrin fethedilmesi de yine 16. yılın Safer (4 Mart – 1 Nisan 637) ayında gerçekleşmişti. Denildiğine göre Saad Behüresirde Safer ayının ilk birkaç günü kaldıktan sonra, Fars kafirlerinden birisi gelerek ona, Farsların tam ortasına çıkan bir su geçidi gösterdi. Ancak Saad bunu kabul etmeyip tereddüt etti. Fakat daha sonra seller gelip onları zorlamaya başladı. Bu yıl oldukça fazla sel geliyor ve Dicle taşıp duruyordu. Bu katirin Onun yanına bir daha gelerek: “Burada ne diye hala kalıyorsun? Üç gün sonra Yezdecird Medainde bulunan her şeyi alıp gidecektir” demesi üzerine Saadde karşı tarafa geçmek düşüncesi uyandı. Müslüman atlarının Dicleyi aşıp karşı tarafa geçtiğine dair bir rüya da görüldü. Bunun üzerine bu rüyayı yerine getirmeyi kararlaştırdı. Askerleri toplayıp Allah Tealaya hamd ü senada bulunduktan sonra şöyle konuştu: “Sizin düşmanınız şu nehir ile kendisini korumaktadır. Karşınızda bu nehir bulundukça sizler düşmanınızın yanına varamazsınız, fakat onlar arzu edecek olurlarsa gemileriyle yanınıza gelip sizinle çarpışırlar. Diğer taraftan sizin arkadan geleceğinden korktuğunuz her hangi bir tehlikeniz yoktur, çünkü bu konuda sizden önceki savaşlara katılmış bulunanlar sizi endişeden kurtarmış ve onların karakollarını çalışamaz hale getirmiş bulunuyor. Benim görüşüm odur ki, dünya sizleri tırpanlayıp gitmeden önce düşman ile cihad ediniz. Haberiniz olsun, ben bu nehri aşıp onların yanına gitmeye karar vermiş bulunuyorum.”
Hazır bulunan bütün askerlerin hep bir ağızdan: “Allah bize de, sana da doğru bir karar verdirmiş bulunuyor. Haydi, uygun gördüğünü yap” diye cevap vermeleri üzerine, onları karşı tarafa geçmeye teşvik etti ve: “Şimdi ilk olarak kimler karşıya geçip nehrin karşı tarafını korumak ve böylelikle düşmanların, askerlerimizin karşıya geçmelerini engellemek şeklindeki gayretlerini önlemek ister” diye sordu. Önce Asım bin Amr Zul-Bes, güçlü, kuvvetli, yiğit altı yüz kişi ile birlikte ortaya çıktı. Saad onların başına Asımı tayin etti. Asım önce altmış kişi ile ileri geçti ve atların daha rahat yüzmelerini sağlamak amacıyla bu altmış kişinin atlarını erkek ve dişi olarak karışık seçti. Daha sonra kendilerini Diclenin sularına bıraktılar. Acemler onları ve bu yaptıklarını görünce aynı şekilde karşı atlılar çıkardılar ve her iki atlı grubu Diclede karşılaştı. Asım nehrin karşı kıyısına yaklaşmışken onunla karşı karşıya geldiler. Bu sefer Asım “Mızraklarınızı çekiniz ve gözlere isabet ettirmeye çalışınız” diye emir verdi. Her iki grup atlı karşı karşıya birbirleriyle mızraklaşmaya başladılar. Müslümanlar onların gözlerine nişan alırken Fars atlıları geri kaçmak zorunda kaldılar. Arkalarından yetişip onların çoğunu öldürdüler. Kurtulanlar ise aldıkları isabetten dolayı bir gözleri kör kaldılar. Geriye kalan altı yüz kişi yorulmaksızın bu altmış kişiye peyderpey yetiştiler.
Saad, Asımın karşı tarafa geçip orayı koruduğunu görünce diğer askerlere de karşı tarafa geçmeleri için ilanda bulundu ve şunları söyledi: “Yardımı yalnız Allahtan dileriz. Yalnız Ona tevekkül ederiz. Bize Allah yeter, O ne güzel vekildir” deyiniz. Allaha yemin ederim, Allah kendisine dost olan kimselere zafer nasip edecektir. Kendi dinine yardım edecek, düşmanlarını da hezimete uğratacaktır. Büyük ve yüce olan Allah kuvvet vermeyecek olursa hiç kimse hiç bir şey yapamaz.”
Daha sonra askerler peşpeşe Dicleye atıldılar ve karada sohbet ettikleri gibi sohbet ederek karşı tarafa geçtiler. Diclenin her tarafı askerle dolmuş olduğundan kıyı görülemiyordu. Saad ile birlikte Selman-ı Farisi yanyana gidiyordu. Atları suda yüzüyor ve Saad şunları söylüyordu: “Allah bize yeter. O ne güzel bir vekildir. Yemin ederim, Allah kendisine dost olanlara zafer verecek, kendi dinini galip kılacak, düşmanını hezimete uğratacaktır. Eğer bizim askerlerimizde bir serkeşlik veya günahkarlık yoksa elbette ki iyilikler galip gelecektir.” Bunun üzerine Selman kendisine: “islam yenidir. Karalar onların emrine verildiği gibi denizler de onların emirlerine verilmiş bulunuyor. Selmanın nefsini elinde tutan Allaha yemin ederim, nasıl grup grup bu denize girmişlerse aynı şekilde çıkacaklardır” diye cevap verdi. Gerçekten de Selmanın dediği gibi karşıya geçtiler ve hiç bir kayıp vermediler. Malik bin Amir el-Anberiden bir ok düşmüş ve su akıntısı onu getirmişti. Onunla yan yana yürüyen kişi ayıplamak amacıyla: “Senin okuna kader isabet etti. O da düşüp gitti.” demişti. Bunun üzerine Malik şöyle cevap verdi: “Allaha yemin ederim; ben öyle bir durumdayım ki Allah benim okumu bu iki grup asker arasında kaybettirmez.” Karşı kıyıya geçtiklerinde rüzgar onun okunu kıyıya getirmiş, askerlerden birisi bu oku almış, okun sahibi okunu tanıyarak geri almıştı. Yine Müslüman askerlerden adı Garkede diye bilinen Barikli birisi dışında suya düşen olmadı. Garkede doru atının sırtından düşmüş, daha sonra Kaka atının yularını Ona uzatarak elinden yakalamış ve sağ, selim çekip çıkartmıştı. Bütün Müslüman askerler esenlikle sudan çıkınıştı, atları kafalarını sallayarak silkiniyorlardı.
Farshlar bunu görünce ve hiç de hesaplarında olmayan bir durumla karşılaşınca Hulvan taraflarına kaçışmaya başladılar. Yezdecird de ailesini bundan önce Hulvan taraflarına götürmüş ve orada Razlı Mehran ile Nahirhanı bırakmıştı. Farsların hazinesi Nehrevanda idi. Bunları gören Farslar mallarının, yükte hafif, pahada değerli olan şeylerinin alabildikleri kadarını, hazineden ve kadınlarla çocuklardan da güç yetirebildikleri kadarını aldılar. Hazinelerindeki elbise, mal, kap kacak, çeşitli taşlar ve değerli eşyalar değeri bilinemeyecek, takdir edilemeyecek kadar çoktu. Yine kuşatma için getirmiş oldukları sığır, koyun ve yiyecekleri geri bırakıp kaçtılar. Hazinelerinde üç milyar dirhem bulunuyordu. Rüstem, Kadisiyyeye gittiğinden bunların yarısını yanına almış, diğer yarısı da hazinede kalmıştı. Medaine ilk gidenlerMüthiş Adamlar Birliği diye bilinen Asım bin Amrın birliği olmuş, daha sonra arkasından:Sessizler Birliği diye bilinen Kaka bin Amrın birliği girmişti. Birlikler kentin yollarında yol almaya başladılar. Beyaz Sarayda bulunanların dışında korkacakları hiç bir şeyle karşılaşmadılar. Beyaz Sarayın etrafını çevirip onları teslim olmağa çağırdılar Orada bulunanlar da cizye verip karşılığında zimmet altına girmek suretiyle teslim çağrısını kabul ettiler. Medain halkı da aynı şartlar altında onların yanına geri geldiler. Bunlar arasında Kisra ailesinden kimse yoktu.
Saad Beyaz Saraya indi. Zühreyi Fars ailesinin peşine, Nehrevana ve dört bir yanda uzaklıkları Nehrevan kadar olan bölgelere gönderdi. Selman-ı Farisi, Müslümanların önünden giden ve karşılarında bulunan kimseleri barışa çağıran kişi idi. Behüresir halkını ve Beyaz Sarayda bulunanları üçer defa davet etti. Saad, Kisranın Eyvanını namazgah edinerek orada bulunan resim ve heykellerde herhangi bir değişiklik yapmadı. Medainde suyu aşıp geçmekten daha hayret verici bir şeyolmamıştı. Bu güne “Cerasim Günü” adı verilmişti, çünkü bugün suya giren her kişinin altında, üzerinde rahathkla gidebileceği bir toprak parçası belirmiş o da bu toprak parçası üzerinde rahatlıkla yürüyüp gitmiş ve atının yuları suya değmemişti. Bu bakımdan Ebu Buceyd Nafi bin Esved şöyle demiştir:
Medaine su gibi süvari akıttık,
Oranın nehri de karası gibi boyun eğdi.
Kisra denen adamın hazinelerini zaptettik
Onlar geri kaçıp ölmek üzereydiler
Saad Kisranın Eyvanına girince:Onlar nice bahçeler, pınarlar ve ekinler terk etmişlerdi. Nice güzel konaklar ve içlerinde sevinç ve mutlulukla yaşadıkları nice yerleri bırakıp gittiler. işte böylece biz bunları başka bir kavme miras olarak verdik. (Duhan 25-28) mealindeki ayetIeri okudu. Daha sonra sekiz rekat olarak Fetih namazı kıldı. Bu namazı rekatlar arasında selam vermeyerek ve cemaatle olmaksızın kılmıştı. Saad ikamet etmeye niyet ettiğinden namazı kasretmeyerek tamam kıldı. Irakta ilk Cuma burada kılındı. Medainde toplanılıp cuma namazı kılındı. Bu olay Hicretin 16. yılının Safer ayında olmuştu.
Müslümanlar kaçan Farsların peşine düştüler. Onlardan birisi diğer arkadaşlarını koruyan bir Farslıya yetişti. Fakat bu Farslı Müslümanın üzerine gitmek üzere atını sürünce at direnip gitmedi. Kaçmak isteyince bu kez atı tökezledi. Müslüman yetişip onu öldürdü ve üzerindeki kıymetli eşyaları aldı. Bir başka Müslüman Farslardan bir topluluğa yetişti. Bunlar da savaştan kaçtıkları için birbirlerini kımyor, bu arada hedef olarak diktikleri bir pisliğe birisi atış yapıp duruyor ve hedefe isabet etmeyen tek bir atışı olmuyordu. Bunlar geri döndüğünde Müslümanlarla karşılaştılar. Hedefe atış yapan bu Farslı ona yaklaştı, daha önce atış yaptığı hedeften daha yakın mesafeden atış yapmasına rağmen isabet ettiremedi. Bunun üzerine Müslüman yanına varıp onu öldürdü, diğer arkadaşları da kaçıp gitti.