Hicretin on beşinci yılında Ömer, Müslümanlara belirli maaşlar tahsis etti ve divanları tanzim etti. Önce Müslüman olanlara atiyyeler verdiği gibi, Mekkenin fethi gününde Müslüman olan Safvan bin Ümeyye, Haris bin Hişam, Süheyl bin Amr gibi kimselere de kendilerinden önce Müslüman olanlara verdiklerinden daha az verdi. Bunlar ise bunu almak istemeyerek: “Bizler, bizden daha kerim olabilecek bir kimsenin varlığını kabul etmiyoruz” dediler. Bunun üzerine Ömer kendilerine: “Ben, sizlere bu atiyyeleri islama önceden girişlerinizi esas alarak veriyorum, soy soplarınızı esas alarak değil” deyince, onlar da: “O zaman oldu” dediler ve bu atiyyeleri aldılar. Haris ile Süheyl aileleri ile birlikte Şam bölgesine giderek, bu yolların birinde isabet alıp ölünceye kadar cihad etmeye devam ettiler. Haris ile Süheylin Amevasta çıkan taunda öldükleri de söylenmiştir.
Ömer, divanı tanzim etmek isteyince, Ali ile Abdurrahman bin Avf kendisine: “Önce kendinden başla” dedilerse de O: “Hayır, önce Resulallahın amcasından başlayacağım, daha sonra yakınlık sırasına göre diğerlerine geleceğim.” diyerek önce Abbasın maaşını tayin etti ve böylece Ondan başlamış oldu. Daha sonra Bedir Savaşına katılmış olanlara beşer bin dirhem, Bedir Savaşı ile Hudeybiye Antlaşması arasında Müslüman olanlara dörder bin dirhem, Hudeybiye Antlaşması ile Ebu Bekir mürtetIerin kökünü kazıyıncaya kadar olan dönem arasında Müslüman olanlara üçer bin dirhem tahsis etti. Bunlar arasında Mekkenin fethine katılmış olanlarla Ebu Bekir döneminde mürtetlerle savaşmış olanlar ve Kadisiyye öncesine kadar savaşlara katılmış gaziler vardı. Bunların hepsine üçer bin dirhem maaş bağladı.
Daha sonra Kadisiyye Savaşına katılmış olan gazilerle Şamda bulunan gazilere ikişer bin dirhem, fakat bunlar arasında savaşlarda önemli faydaları görülmüş olan kimselere iki bin beş yüzer dirhem bağladı.
Kendisine: “Kadisiyyeye katılmış olan mücahitleri de önemli günlerde bulunmuş kimseler gibi değerlendirsen nasılolur?” denilince O: “Hayır, onları erişemedikleri kimselerle eşit sayamam” diye cevap verdi. Kendisine: “Sen yurtlarından uzak yerlerde savaşanları kendi yurduna yakın bir yerde savaşan kimselerle eşit olarak değerlendirdin.” denilince: “Aslında yurtlarına yakın bir yerde savaşan kimselere, daha fazla vermemiz uygun gelir, çünkü onlar ölüme daha yakın, düşmanlar için daha zorludurlar. Fakat niçin Muhacirlerin ilk Müslüman olanlarıyla Ensar arasında ayırım gözetmediğimiz zaman Muhacirler aynı şeyi söylemediler? Çünkü Ensarın dine yardımları kendi yurtlarında olmuş, daha sonra ise Muhacirler onların yanına hicret ederek gelmişti.” diye karşılık verdi.
Kadisiyye ile Yermuktan sonrakilere biner dirhem maaş bağladı. Bunlardan sonra ikinci sırada yer alanlara beş yüzer, üçüncü sırada gelenlere üç yüzer dirhem maaş bağladı.
Ömer bu maaş ve atiyyeleri bağladığında zayıflarla güçlüler arasında, Araplarla Arap olmayanlar arasında hiçbir ayırım gözetmedi.
Dördüncü sırada yer alanlara iki yüz ellişer dirhem, onlardan sonra gelenlerle Hecer ile ibad halklarına iki yüzer dirhem maaş bağladı.
Ayrıca, Bedir Savaşına katılanlardan olmadıkları halde dört kişiyi Bedir Savaşına katılanlarla birlikte değerlendirdi. Bunlar: Hasan, Hüseyin, Ebu Zerr ile Selman hazretleri idi.
Abbasa yirmi bin dirhem maaş bağlamıştı. On iki bin diyenler de vardır.
Peygamberin bir takım mülk gelirleri olanların dışında kalan hanımlarına onar bin dirhem bağlayınca, Resulallahın hanımlarının, “Resulallah paylaştırdığı şeylerde bizleri onlardan üstün tutmazdı, bu bakımdan bizler arasında eşitliği gözet” demeleri üzerine, onlar arasında eşitliği gözetti, fakat Ayşeye, Resulallahın ona olan sevgisi dolayısıyla iki bin dirhem daha fazla verdiyse de o kabul etmedi.
Bedir Savaşına katılmış olanların hanımlarına beş yüzer dirhem, Bedir sonrası ile Hudeybiyye Antlaşmasına kadar Müslüman olanların hanımlarına dört yüzer, onlardan sonraki savaşlarda ve olaylarda yer almış hanımlarına ise üç yüzer dirhem maaş bağladı.
Kadisiyye Savaşına katılmış olanların hanımlarına iki yüzer dirhem maaş bağladıktan sonra, geri kalan hanımlar arasında ayırım gözetmediği gibi, çocuklar arasında da ayırım gözetmeksizin yüzer dirhem maaş bağladı.
Daha sonra altmış fakiri toplayarak onlara ekmek yedirdi. Yedikleri ekmek hesaplandı, bu ekmeğin iki cerib buğdaydan elde edilebileceği görülünce, onlara ve ailelerine her ay iki cerib buğday tahsis etti.
Ömer vefat etmeden önce şöyle demişti: “Ben herkese dörder bin olarak maaş bağlamak isterdim. Adam bunun bir binini ailesinin geçimine, binini kendi azığına, biniyle savaşa hazırlanmak için gerekli harcamaları yapmağa, biniyle de tasaddukta bulunmağa ayırırdı.” Fakat bunu yapamadan vefat etti.
Maaşların belirlenmesi sırasında birisi Ona: “Beytulmallerde, olabilecek bazı durumlara karşı ihtiyaten bir şey bıraksan” deyince, Ömer: “Bu Şeytanın senin diline bıraktığı bir sözdür. Allah beni onun şerrinden korusun. Bu ise benden sonra gelecekler için bir fıtne olacaktır. Ben onlara Allahın emrini ve Resulünün bıraktığını, Allaha ve Resulüne itaati bırakıyorum. işte bu, bizi şu gördüğümüz duruma getiren silahımızdır. Mal sizlerden birinizin dininin karşılığındaki değer haline gelmeye başladı mı, helak oldunuz demektir.” diye cevap verdi.
Ömer Müslümanlara kendi hakkında şunları sordu: “Ben ticaretle uğraşan bir kişi idim. Allah bu ticaretimle çoluk çocuğumu ihtiyaçtan kurtarıyordu. Şimdi sizler beni kendi işinizle meşgul etmiş bulunuyorsunuz. Görüşünüze göre bu maldan bana ne kadarı helal olur?”
Ali konuşmadan duruyordu. Söylenen sözler çoğaldıkça çoğalınca Aliye: “Sen ne dersin ya Ali?” diye sorması üzerine Ali “Maruf ölçüler içerisinde senin ve ailenin ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar. Fazlasına hakkın yok!” diye cevap verdi. Bunun üzerine orada hazır bulunanlar: “Söz Alinin dediğidir” diye doğruladılar.
Ömer, geçimliğini aldı ve zamanla çokça geçim sıkıntısı çekmeye başladı. Aralarında Osman, Ali, Talha ve Zübeyrin bulunduğu bir grup sahabi bir araya gelerek: “Ömere geçimini belirli bir miktarda artırmak için teklifte bulunsak” diye görüştüler. Osman onlara: “Haydi gelin, uzaktan uzağa yanında ne bulunduğunu bir araştıralım” diye teklifte bulundu. Bunun üzerine kızı Hafsanın yanına giderek durumdan haberdar ettiler ve Hz, Ömere kendilerinin geldiğinden söz etmemesini söylediler. Hafsa bu konuda Ömer ile görüşünce, hiddetlenerek şöyle dedi: “Onları cezalandırmak için bana bunların kim olduklarını söyle!”
Hafsa: “Onların kim olduklarını öğrenebilmene imkan yok”, deyince, Ömer ona şunları söyledi: “Benimle onlar arasında sen hakem ol! Resulallahın senin evinde giymek amacıyla sakladığı elbiseler neydi?” Sonra aralarında şu konuşma geçti:
Hafsa: – Gelen heyetlere karşı ve cuma günlerinde giydiği iki pamuklu elbise. Ömer:
– Peki senin yanında yemiş olduğu en iyi yemek hangisidir? Hafsa:
– Bir parça sıcak arpa ekmeği üzerine yağ tulumumuzun dibinde kalan yağı döktük. Ondan sonra bu ekmek bir parça yağlı ve bir parça da tatlı oldu ve ondan yedi.
Ömer: – Benim üzerinde yürüdüğüm yerdeki sergin ne idi? Hafsa:
– Kaba dokunmuş bir örtümüz vardı. Yazın onu boydan boya yayardık.
Kış gelince de yarısını örter, öbür yarısıyla örtünüp ısınırdık.
Daha sonra Ömer, Ona şunları söyledi: “Ya Hafsa! O gelenlere de ki:Resulallah oldukça kısarak geçinmeye çalışırdı. Artan şeyleri de yerlerine harcadı. En azla yetinmek konusunda çok titiz davrandı. Allaha yemin ederim, ben de artan şeyleri uygun yerlerine harcayacak ve asgari miktarlarla yetinmek için elimden geldiğince çalışacağım. Benim ile benden önce giden iki arkadaşımın misali, bir yola koyulan üç kişinin misali gibidir. Bunlardan birincisi gerekli azıklarını hazırlayarak varılması gereken yere vardı. Daha sonra diğeri de Onun gittiği yoldan giderek yanına vardı. Daha sonra üçüncüleri onların yoluna koyuldu. O, her ikisinin de gittiği yoldan gider ve onların azıklarını yeterli görürse onlara kavuşturulur, yok onların izledikleri yoldan başka bir yol izleyecek olursa onlarla bir araya gelemeyecektir. ”