Carud bin Mualla el-Abdi, Peygamberin huzuruna gelip dini bilgilerini ilerlettikten sonra Nebi, kavmi olan Abdulkaysoğullarına geri göndermişti. Carud onlar arasında hatırı sayılır bir noktada bulunuyordu. Peygamber vefat ettiğinde el-Münzir bin Savi el-Abdi hasta idi. Peygamberden kısa bir süre sonra o da vefat etti. el-Münzir bin Savi öldükten sonra Bahreynliler irtidat etti. Bekir kabilesi de onların peşinden irtidat etmekle birlikte Abdulkaysoğullarını Carud bir araya topladı. Çünkü onların: “Şayet Muhammed bir peygamber olsaydı ölmezdi” dediklerini işitmişti. Bir araya gelip toplandıkları zaman onlara: “Geçmiş zamanlarda da Allahın bir takım peygamberlerinin bulunduğunu biliyor musunuz?” diye sorunca, onlar: “Evet” dediler. Bu sefer onlara: “Peki ne yaptı bunlar?” diye bir soru daha sordu. Onlar da: “Öldüler” diye cevap verdiler. Bu sefer Carud onlara: “Gerçek şu ki onların öldüğü gibi Muhammed de ölmüştür. Ben şahadet ederim ki Allabtan başka hiçbir ilah yoktur. Ve yine şahadet ederim ki Muhammed Allahın Resulüdür.” Bunun üzerine Abdulkayslılar islama girdiler ve islamlarında sabit kaldılar.
Ancak Münzirden sonra Onun etrafında bulunanlar, el-Ala bin elHadrami gelip onları kurtarıncaya kadar bu kuşatmanın altında kaldılar.
Rabialılar da Carud ve ona tabi olanların dışında Bahreynde irtidat etmek konusunda söz birliği ettiler ve: “Bizler krallığı Münzir bin en-Numan bin Münzire teslim etmeyiz” dediler. Münzir çok gururlu anlamına gelenel-Garur diye adlandırılırdı. Fakat islama girdikten sonra “Ben Garur değil (aldanmış anlamına gelen) “Mağrurum” diye söylenmeye başlamıştı.
Bekr bin Vail Kabilesinin bir kolu olan Kays bin Salebeli el-Hutam bin el-Dubaya, ortaya çıkıp henüz müşrik olan ve irtidat etmemiş kimseleri etrafında toplayıpel-Katif veHecer denilen yerlere kadar gitti. el-Hatlıları ve onlar arasında bulunan Zutlarla Sebabicelileri de bu konuda aldattılar. Darin denilen yere bir askeri birlik gönderdiği gibi Cuvasaya da aynı şekilde bir birlik gönderip Müslümanları kuşattı. Cüvasada bulunanların üzerindeki kuşatmanın şartları gittikçe ağırlaşınca, Abdullah bin Hazer açlıktan ölmek noktasında oldukları bir durumda şu anlamdaki beyitleri söylüyordu:
Ey haberci, Ebu Bekire haber ver.
Ve tüm Medine gençlerine;
Kerim olan ve Cüvasada mahsur
Bulunanlara yardım edemez misiniz?
Ki onların yollardaki kanları,
Gözleri kamaştıran güneş gibidir,
Rahmana tevekkül ettik biz,
Çünkü zafer tevekkül edenlerindir
el-Ala bin el-Hadraminin onları kurtarmasının sebebi şu idi: Ebu Bekir Onu Bahreynin mürtetleriyle savaşmak üzere göndermişti, el-Ala, Yemame dolaylarında iken Hanifeoğullarından olan Sümame bin Usal, kendilerinden Müslüman olanlarla birlikte gidip Ona katılmıştı. Aynı şekilde Kays bin Asım el-Minkari de Ona yetişmiş ve Peygamberin vefatından sonra etrafındakilere paylaştırmış olduğu zekatın bedelini vermişti. Ayrıca elAlaya Amr ile el-Ebna, Sa d bin Temim ve er-Ribablılar da katılmış ve aşağı yukarı Onun askeri kadar askerle birlikte yanında yer almıştı. el-Ala bütün bu beraberindekileri alarak ed-Dehnayı aşıp Onun geniş bir düzlüğüne vardığı sırada güneyinden inmiş ve beraberinde bulunanlara da geceleyin konaklamalarım emretmiş idi. Develeri ürküp üzerindeki yüklerle kaçtı. Böylece yanlarında ne bir azık, ne de su kalmıştı. Onların üzüntü ve tasalarının büyüklüğünü ancak Allah bilebilirdi. Birbirlerine vasiyette bulunmaya başladılar. Bu sefer el-Ala onları çağırdı. Etrafında toplanınca onlara: “Neden bu kadar üzüntüye gark olup gittiniz?” diye sorunca, ona: “Bizler öyle bir durumdayız ki yarın güneş etrafı ısıtmadan ölmüş olacağız. Bizi nasıl kınayabilirsiniz?” diye cevap vermeleri üzerine el-Ala onlara: “Hiçbir şeyden korkmayınız. Sizler Müslümansınız, Allah yolundasınız. Allahın dininin yardımcılarısınız. O bakımdan müjdeler olsun. Allaha yemin ederim, sizler kesinlikle bu halde terk edilmeyeceksiniz.” diyerek müjde verdi.
Sabah namazını kıldıklarında el-Ala ve beraberindekiler Allaha dua etmeye başladılar. ileride bir su parıltısı görüldü. Ona doğru yürüdüler. Sudan içtiler ve yıkandılar. Güneş yükseldiğinde develer her taraftan toplanıp yanlarına doğru gelmeye başladılar. Develeri çöktürüp onlara su içirdiler. Ebu Hureyre de onlar arasında idi. Oradan ayrıldıktan sonra Mincab bin Raşide: “Nasıl, suyun olduğu yeri biliyor musun?” diye sorunca, Mincab: “Evet biliyorum” diye cevap verdi. Ebü Hüreyre: “Peki oraya varıncaya kadar benimle beraber gel” diye söyledi. Ebü Hüreyre anlatıyor: “Mincab ile birlikte aynı yere vardık. Fakat küçük bir su birikintisinden başka bir şey bulamadık. Bu sefer ben Ona: “Allaha yemin ederim, şu su birikintisi olmasaydı ayrıldığımız yerin bu olduğunu sana söyleyecektim. Fakat ben bu yerde bugünden önce su görmüş değildim. dedim.” Aniden orada su dolu bir kab göründü. Bunun üzerine Ebü Hureyre: “Allaha yemin ederim, asıl yerimiz burasıdır. işte, bunun için seni alıp geri döndüm. Ben, daha önce kabımı doldurduktan sonra suyun kenarına bırakmış ve kendi kendime şayet bu Allahın bir Lutfu ise, bunu öğrenmiş olacağım. Yok, eğer bir pınar ise bunu da öğrenmiş olacağım, diye düşünmüştüm. Buna göre bu Allahın bir Lutfudur, diyerek Allaha hamdettim.”
Daha sonra yollarına devam ettiler ve Hecerde konakladılar, el-Ala, Caruda haber gönderip Abdulkayslıları alarak kendisine bitişik taraftan Hutam üzerine inmesini emretti. Kendisi de beraberinde bulunanlar ile birlikte Hecer tarafından Hutama yaklaşıncaya kadar yoluna devam etti. Müşrikler de Darin halkı dışında Hutam etrafında toplandılar. Müslümanlar ise, el-Ala etrafında toplandılar. Müslümanlar etraflarına hendek açtılar. Müşrikler de Müslümanların bulundukları yere gelip, çarpışıp daha sonra da kendi hendeklerinin arkasına çekilirlerdi. Bu durum böylece bir ay süreyle devam etti. Yine böyle bir durumda iken Müslümanlar bir bozgun ya da bir çarpışmanın gürültüsüne benzer bir gürültü duydular. Bunun üzerine el-Ala: “Bize onların durumunun haberini kim verecek?” deyince, Abdullah bin Hazer: “Ben” diye cevap verip, onların hendeklerine yaklaştı. Onu yakaladılar. Abdullahın annesi icllilere mensuptu. Bu bakımdan: “Ey Ebcerliler, ey Ebcerliler” diye bağırmağa başladı. Bunun üzerine Ebcer bin Büceyr geldi, Onu tanıdı. Ona: “Bu durumun ne?” diye sordu. Abdullah: “Ben, nasıl ileri gidebilirim ki? Benim etrafımı tel ve Teymul-lat ile başkalarının askerleri sarmış bulunuyor” deyince, Ebcer Onu kurtarıp: “Allaha yemin ederim, sen çok kötü bir yeğensin, bu gece tutup dayılarına geliyorsun” diye çıkışınca Abdullah: “Bu sözleri bırak da bana yemek getir, açlıktan ölüyorum” dedi. Dayısı bir yemek ikram etti. Abdullah yemeği yedikten sonra sarhoş birisine: “Bana ayrıca bir miktar azık ve bir binek ver” dedi. Adam kendisine bir deve ve azık ile birlikte hediyeler verdi. Müslümanların yanına gelerek onlara karşı tarafın sarhoş olduklarını bildirdi. Bu sefer Müslümanlar onların üzerine giderek diledikleri gibi kılıçtan geçirdiler. Kafirler kaçtı… Kimisi ne yapacağını şaşırdı; kimisi kurtuldu, kimisi öldürüldü, kimisi de esir alındı. Kaçanlar da ancak üzerlerindeki eşya ve silahla kaçıp kurtulabiliyordu.
Ebcer kurtulurken Hutam öldürüldü. Hutamı Kays bin Asım, Temimli Afif bin el-Münzir ayağını kestikten sonra öldürmüş idi. Müslümanlar onların peşinden gittiler. Afif de el-Münzir bin en-Numan bin el-Münzir el-Ganlru esir aldı. Daha sonra da Müslüman oldu. el-Ala ertesi sabah ganimetleri paylaştırdı ve bazı yaralar almış olanlara ganimetten payları dışında bir takım elbiseler verdi. Hanifeoğullarından Sümame bin Üsale, Hutama ait olan ve caka satarak giyindiği süslü bir elbiseyi verdi. Sümame Darmin fethinden sonra geri dönünce Kays bin Salebenin oğulları onun üzerindeki bu elbiseyi görüp: “Hutamı sen öldürdün” dediler. Fakat kendisi: “Hayır onu ben öldürmedim, ben bunu ganimetler arasından seçip satın aldım” dediyse de üzerine atıldılar ve şehit ettiler.
Kaçanların büyük çoğunluğu Darine gitmek üzere gemilere binerken diğerleri de kendi kabilelerinin bulunduğu yere sığındılar. Bunun üzerine elAla Bekir bin Vailden islam üzere sebat eden ve aralarında Uteybe bin enNahhas, Müsenna bin Harise ve başkalarının da bulunduğu islam dini üzere sebat eden kimselere yazılı emirler gönderip onlara bozguna uğrayan ve irtidat eden kimselerin geçebilecekleri bütün yolları tutmalarını söyledi. Onlar da bu emirleri yerine getirip riayet ettiklerine dair el-Alaya elçilerini gönderdiler. O da kendisini arkadan takip etmelerini emretti. Bu sefer etrafında bulunanları Darine gitmek üzere teşvik ederek onlara: “Yüce Allah sizlere karada öyle bir takım mucizeler göstermişse, denizde bunlardan ibret almanız içindir. O bakımdan halkın, düşmanınızın peşinden gidin ve bu amaçla denizi yarıp geçin” dedi. Daha sonra kendisi de, beraberinde bulunanlar da atlar, develer, eşekler ve benzeri hayvanların sırtında oldukları halde denize daldılar. Onlar arasında tamamıyla bineksiz olan kimseler de vardı. O ve beraberindekiler hep dua ediyorlardı. Şu sözler onların bu sırada yaptıkları dualar arasındadır:
“Ya Erhamerrahimin, ya Kerim, ya Halim! Ey bir olan, ey Samed, ey Hayy! Ey ölüleri dirilten, ey Kayyum olan! Senden başka hiçbir ilah yoktur. Ey bizim Rabbimiz!”
Bu şekilde onlar develerin topuklarına kadar varan ve altında kum bulunan bir sudan geçiriyorlarmışcasına Allahın izniyle körfezi geçtiler. Sahil ile Garin arasında gemilerin bir günde yol alabilecekleri kadar bir uzaklık vardır. el-Ala ve askerleri ile bozguna uğrayıp kaçanlar karşılaştılar ve çetin bir çarpışmaya tutuştular. Müslümanlar muzaffer olurken müşrikler büyük bir yenilgiye uğradılar. Müslümanlar ellerine geçirdiklerini öldürdüler, pek çok ganimet ve esir aldılar. Bu şekilde işlerini bitirdikten sonra denizi aşıp geri döndüler. Böylece Darinde ve çevresinde islam yayılmış oldu.
el-Ala, Ebu Bekire yazıp mürtetIerin uğradıkları hezimeti ve Hutamın öldürülmesi haberini bildirdi. Müslümanlarla birlikte Hacerlilerden bir rahip vardı. Bilahare Müslüman olunca, kendisine: “Neden islam dinine girdin?” diye sorulduğunda şu cevabı verdi: “Ben, üç şey sebebiyle Müslüman oldum. Eğer buna rağmen Müslüman olmayacak olsaydım Allahın beni bir hayvan suretine değiştirmesinden korkmuştum. Birincisi, kumlardan suyun kaynaması, ikincisi denizin dalgalarının dinmesi, üçüncüsü ise onların askerlerinin arasında rüzgarlarda seher vakti söylendiğini işittiğim şu dua:
“Allahım! Sen rahman ve rahimsin. Senden Başka hiçbir ilah yoktur. Senden önce hiçbir şeyin bulunmadığı, her şeyi yoktan var eden yaratıcısın. Asla gaflete kapılmayan, daim olansın, ölümü sözkonusu olmayan Hayysın. Görünenin ve görünmeyenin yaratıcısısın. Sen her gün ayrı bir şandasın. Öğrenmek için çaba söz konusu olmaksızın her şeyi bilensin.” Eğer bunlar hak üzere olmamış olsalardı, meleklerle onlara yardım edilmezdi, diye düşündüm ve islama girdim.” Peygamberin sahabeleri bundan sonra da Onun bu sözlerini kendisinden işitip dururlardı.