Hicretin 3. yılının Şevval ayının 7. (24 Mart 625) gününde Uhud Vakası olmuştur. Şevval ayının ortasında olduğu da söylenmiştir. Bu savaşın nedeni, asıl kışkırtan sebebi, Bedir Olayı olmuştu. Çünkü bilindiği gibi, Bedirde müşriklerin ileri gelenleri öldürülmüştü. Bu nedenle Bedirde babaları, çocukları, kardeşleri öldürülenlerden Abdullah bin Ebi Rabia, ikrime bin Ebi Cehil, Safvan bin Umeyye ve benzeri kimseler Ebu Süfyana ve kervanda ticareti bulunan diğer bazı kimselerin yanına giderek, bu mallardan Resulallaha karşı açılacak savaşta yardımda bulunmalarını ve intikam almalarında katkıda bulunmalarını istediler. Kervan ticaretinde bulunanlar da bunu kabul ettiler ve böylece Mekke müşrikleri savaş hazırlıklarına başladılar. Bu maksatla da Amr bin el-As, Hübeyre bin Ebi Vehb, ibn ez-Zibari ile Ebu İzze el-Cumahiyi Araplara gönderdiler ve onların savaşa katılmalarını istediler. Sakiften, Kinaneden ve başka kabilelerden büyük bir asker topladılar. Kureyşte Ehabişleri, Kinane ile Tihameye mensup olup kendilerine itaat eden diğer kabile halkım da çağırdılar. Cübeyr bin Mutim de Habeşistanlı ve çok güzel harbe kullanan kölesi Vahşi bin Harbi çağırarak şöyle talimat verdi: “insanlarla beraber sen de savaş, eğer benim amcam Tuayma bin Adiyy karşılığında Muhammedin amcasını öldürecek olursan hür olacaksın” diye teşvik etti.
Savaştan kimse kaçmasın diye, yanlarına kadınları da aldılar. Ordunun komutanlığı Ebu Süfyanda idi. Eşi de Utbenin kızı Hind ile birlikte çıkmıştı. Öteki ileri gelenleri de hanıınlarını yanlarına almıştı. ikrime bin Ebi Cehil eşi olan Haris bin Hişamın kızı Umm Hakim ile el-Haris bin el-Muğire, Halidin kız kardeşi ve Velid bin Muğirenin kızı Fatıma ile Safvan bin Umeyye eşi Berie ile savaşa katılmışlardır. Berienin adının Berze olup Sakif kabilesinden Mesudun kızı ile Urve bin Mesudun kız kardeşi olduğu da söylenmiştir. Bu kadından Abdullah bin Safvan adında oğlu olmuş idi. Amr bin el-As, Münebbih bin el-Haccacın kızı olan hanımı Burayta ile çıkmıştı. Burayta, oğlu olan Ubeydullah bin Amrın “ümmü veled”i idi. Talha bin Ebi Talha, Saadın kızı Sülafe ile savaşa katıldı. Sülafe Talhanın çocukları olan Musafi, Cülas, Kilab ve diğerlerinin annesidir. Kadınlar beraberlerine tefler almış, Bedirde öldürülenlere ağıt yakıp ağlayarak, müşrikleri savaş için galeyana getirmeye çalışıyorlardı.
Müşriklerle birlikte hristiyan rahip Ebu Amir de bulunuyordu. Ebu Amir Mekkeye gitmiş, Resulallahı Medineden dışarı çıkarmanın yollarını aramıştı. Yanında Evsten elli kişi vardı. On beş kişi oldukları da söylenmiştir. Kureyşe, “Muhammed ile karşılaşacak olurlarsa Evsten kendisine katılacak iki kişi bile olmayacaktır” diye vaatlerde bulunuyordu. Uhudda her iki taraf karşılaşınca Ehabişler ve köleler arasında ilk görünen kişi Ebu Amir oldu. “Ey Evsliler, ben Ebu Amir” diye seslenince, kendisine: “Ey Fasık, Allah sana iyi gün göstermesin” diye cevap verdiler. Bu sefer Ebu Amir: “Benden sonra benim kavmime kötü şeyler oldu” diyerek Müslümanlara karşı çetin bir şekilde çarpıştı ve Sonunda onlara taş atmak noktasına kadar geldi. Ebu Süfyanın karısı Hind, Vahşi ile her karşılaştığında: “Ya Ebu Düsme, şifa ver, şifa buL.” diye söylüyordu. Vahşinin künyesi Ebu Düsme idi. Mekkeli müşrikler Medine tarafında vadinin başlangıcında bulunan bir geçitteki Sebhanın iç taraflarında yer alan bir dağda iki pınarın bulunduğu bir yerde konakladılar.
Resulallah ve Müslümanlar onların haberini alınca şöyle buyurdu: “Ben, rüyamda sığırlar gördüm ve bunları hayra yorumladım. Aynı şekilde kılıcımın sırtında da hafif bir körelme gördüm. Elimi çok sağlam bir zırha soktuğumu görüyordum. Bunu da Medine ile yorumladım. Eğer sizler Medinede kalmayı ve onları dışarıda bırakmayı uygun görüyorsanız Medinede kalalım. Onlar dışarıda kalırlarsa bu onların hayrına olmaz. Üzerimize gelecek olurlarsa onlarla da savaşırız.”
Abdullah bin Übeyy bin Selul da Medinenin dışına çıkmayı istemediği için Resulallah ile aynı görüşte idi. Uhud Gününde şehit düşen kimselerden bir grup da Medinenin dışına çıkma görüşünü ortaya atmıştı,
Kureyşliler çarşamba, perşembe, cuma günleri oldukları yerde ikamet ettiler. Resulallah cuma namazından sonra, cumartesi günü Şevval ayının (31 Mart – 1 Nisan) ortasında karşılaştılar. Resulallah silahını kuşanınca, Kureyşle karşılaşmak için Medinenin dışına çıkmak görüşünü savunanlar: “Biz Resulallahı zorladık, hoşuna gitmediği bir şeyi yapmak zorunda bıraktık. Ona vahiy geldiği halde, biz ona görüş belirttik” diyerek gidip ondan özür dilediler ve: “Arzuladığını yap,” dediler. Fakat Nebi: “Hiçbir peygambere zırhını giyindikten sonra savaşmadan onu çıkarmak yakışmaz.” dedi.
Bin kişilik bir ordu ile Medinenin dışına çıktı. Medinede yerine İbn Um Mektumu vekil bıraktı. Medine ile Uhud arasında bir yerde Abdullah bin Übeyy askerlerin üçte birini alarak geri döndü ve şunları söyledi: “Muhammed, onlara itaat etti ve bana itaat etmedi.” Abdullah ile birlikte geri dönenler, münafıklık eden ve şüphede bulunan kimselerdi. Selemeoğullarından Abdullah bin Haram peşlerinden giderek onlara Allahı hatırlattı ve peygamberlerini bu şekilde yardımsız bırakmamalarını söylediyse de onlar: “Savaşacağınızı bilseydik, sizi bu şekilde bırakmazdık.” deyip oradan ayrıldılar. Bunun Üzerine Abdullah bin Haram: “Ey Allahın düşmanları, Allah sizi rahmetinden uzaklaştırsın. Allah, size ihtiyaç bırakmayacaktır” diye seslendi. Resulallahla birlikte yedi yüz mücahit kalmıştı. Resulallah, Hariseoğullarının düzlüğünde ve mallarının arasından geçmek durumunda kaldı. Münafıklardan Mirba bin Kaysi adındaki gözleri kör birisinin malları arasında geçti. Resulallahın ve beraberindekilerin sesini işitince, onlara karşı eliyle toprak atmaya başladı ve “Eğer sen gerçekten Allahın Resulü isen, senin benim bahçe duvarımdan girmene müsaade etmiyorum” demeye başladı. Ondan sonra da bir avuç toprak alarak şunları söyledi: “Eğer bununla senden başkasına isabet ettirmeyeceğimi bilseydİm, yüzüne atardım” Sahabeler onu öldürmek için harekete geçtilerse de Peygamber: “Hayır, yapmayınız, bu kalbi de, gözü de kör birisidir” diye söyledi. Fakat Saad bin Zeyd yayıyla kafasına vurdu ve yaraladı.
Atlardan birisi kuyruğunu sallayınca üzerinde bulunan süvarinin kılıcına değdi ve kılıcını kınından çıkardı. Resulallah şöyle buyurdu: “Kılıçlarınız… Ben bugün kılıçların çekileceğini görüyorum. ”
Resulallah, vadinin yan tarafına varıp konaklayıncaya kadar yoluna devam etti. Uhudu kendisinin ve askerlerinin arkasına aldı.
Müşriklerin sayısı bunların yedi yüzü zırhlı olmak üzere üç bin kişi idi.
İki yüz atları ve on beş kadın vardı. Müslümanlar arasında ise yüz kişi zırhlı bulunuyordu ve sadece iki atları vardı. Bu atların birisi Resulallahın, öbürü de Ebu Bürde bin Niyarın idi. Resulallah savaşa katılmak üzere gelenleri gözden geçirdi. Bunlar arasından Zeyd bin Sabit, İbn Ömer, Useyd bin Hudayr, el-Bera bin Azib, İrabe bin Evs, Ebu Said el-Hudri ve benzerlerini geri çevirirken, Cabir bin Semura ile Rafi bin Hadicin savaşa katılmasına müsaade etti.
Ebu Süfyan, Ensara şöyle bir haber gönderdi: “Siz bizimle amcamızın oğlunun arasından çekilin. Biz de size ilişmeyelim. Çünkü bizİm sizinle savaşmaya ihtiyacımız yoktur.” Fakat Ensar, hoşuna gitmeyecek şekilde ona cevap verdiler.
Müşrikler savaş düzeni alarak, sağ kanada Halid bin Velidi, sol kanada Ebu Cehilin oğlu İkrimeyi komutan yaptılar. Bayraklarını Abdud-Daroğulları taşıyordu. Ebu Süfyan onlara şöyle söyledi: “İnsanlara bayraklarının karşı tarafından hücum edilir. Ya bizleri gereği gibi koruyacaksınız veyahut da bizi bayrağımızla başbaşa bırakacaksınız!” Bayrak taşıyanlar ise şöyle cevap verdiler: “Karşı karşıya geldiğimizde ne yapacağımızı göreceksiniz.” Zaten onun da istediği buydu.
Resulallah Medineye yüzünü çevirirken Uhudu ve okçuları da arkasında bırakmış oluyordu. Bu okçular elli kişi idi. Onların başına Havvat bin Cübeyrin kardeşi olan Abdullah bin Cübeyri komutan tayin etmiş ve ona şu talimatı vermişti: “Sen, atacağınız oklarla atlıları bizden geri püskürt ki, arkamızdan bizi çevirip hücum etmesinler. Savaş ister lehimize, ister aleyhimize dönsün, yerinden ayrılma.” Resulallah iki zırh üst üste giydi. Bayrağı Musab bin Umeyrin eline verdi. Zübeyr ile Mikdadı süvarilerin başına geçirdi. Hamza ise askerlerin başında öne geçti.
Halid ile İkrime ilerleyince ez-Zübeyr ile el-Mikdad onları karşıladı ve müşrikleri yenilgiye uğrattılar. Peygamber ashabı da hamle yaparak, Ebu Süfyanı bozguna uğrattılar. Müşriklerin bayrağını taşıyan Talha bin Osman ileri atılarak şöyle bağırdı: “Ey Muhammedin arkadaşları, sizin iddianıza göre kılıçlarınızla Allah bizi ateşe, kılıçlarımızla da cennete gönderir. Aranızda kılıcımla Cennete gidecek, ya da kılıcıyla beni Cehenneme gönderecek birisi var mı?” Bunun üzerine Ali bin Ebi Talib önüne çıkarak, ona bir darbe indirdi ve ayağını kesti. Ayağı yere düştü ve avreti ortaya çıktı. Allahadına ve akrabalık adına merhamet istedi, Ali de onu bıraktı. Resulallah tekbir getirerek, Aliye: “Niçin onun işini bitirmedin?” diye sorunca, Ali: “O Allahadına ve akrabalık adına kendisini terk etmemi istedi, ben de ondan utandım.” dedi.
Resulallahın elinde bir kılıç vardı. Şöyle buyurdu: “Bu kılıcı hakkını ödemek şartıyla kim alır?” Pek çok kişi almak isteyince, Resulallah, onlara vermedi. Sonunda Ebu Ducane şöyle dedi: “Bu kılıcın hakkı nedir, ey Allahın Resulü?” Resulallah: “Sonuna kadar onunla düşmanla çarpışmaktır” deyince, Ebu Ducane: “Ben alırım” dedi. Nebi de kılıcı verdi. Ebu Ducane kahraman bir kimse idi. Kırmızı bir kuşağı vardı. Onunla kafasını sardığı zaman herkes savaşa katılacağını biliyordu. Bu kırmızı kuşağıyla başını bağladı ve kılıcını aldı, iki saf arasında salına salına yürümeye başladı. Resulallah şöyle buyurdu: “Bu, Allahın böyle bir yer dışında hoşlanmadığı bir yürüyüş şeklidir.” Ebu Ducane önüne çıkan her şeyi darmadağın ediyordu. Bu haliyle dağın eteğinde defler çalan kadınların bulunduğu yere kadar vardı. Bunlar arasında bir kadın şöyle diyordu:
Biz, Tarıkın kızları Yastıklara basarız
Gelirseniz sarışırız Yatakları sereriz
Giderseniz ayrılırız Hiç sevmiyormuşuz gibi.
Yine bir kadın şöyle diyordu:
Abduddarın oğulları! Yurdumuzu koruyanlar!
Keskin kılıçlarla vurun.
Ebu Ducane bu kadını vurmak için kılıcını kaldırdıysa da Resulallaha ait olan bir kılıcın kadını öldürmek gibi bir küçüklüğe düşmemesi gerektiğini hatırladı. Bu kadın, Hind idi. Yanında bulunan diğer kadınlar da erkeklerin arka taraflarında def çalıp erkekleri savaşa teşvik ediyordu.
Her iki taraf arasında çok şiddetli bir çarpışma oldu. Hamza, Ali, Ebu Ducane ve diğer bazı Müslüman yiğitler, oldukça fazla kişi öldürdüler. Yüce Allah Müslümanlara zafer nasip etti. Müşrikler yenilgi içindeydi. Kadınlar dağa çıkarak kaçışmaya başladı. Müslümanlar da müşriklerin karargahına girip ganimet toplamaya başladılar. Bazı okçular kafirlerin alandan çekilip gittiğini görünce onlar da ganimet toplamak gayesiyle yerlerinden ayrıldılar. Bir başka grup ise yerlerinden ayrılmayarak: “Biz, Allahın Resulüne itaat ediyor ve yerimizde kalmaya devam ediyoruz.” dediler. Bunun üzerine Yüce Allah:Aranızdan kimisi dünyayı, kimisi de ahireti istiyordu. (Al-i İınran 152) mealindeki buyruğunu indirdi. Burada ahiret ile Allahın Resulünün emrine uymak kastedilmektedir.
Bazı okçular yerlerinden ayrılınca Halid bin Velid okçulardan geri kalanların azlığının farkına vardı. Onların üzerine bir hamle yaptı ve onları şehit etti. Peygamberin ashabına da arkalarından hücum etti. Müşrikler, süvarilerinin savaşmakta olduklarını görünce, toparlanıp Müslümanların üzerine yürüdüler. Onları bozguna uğratıp aralarından birçok kişiyi şehit ettiler. Müslümanlar da o sırada bayrak taşıyan kimseleri öldürmüş bulunuyorlardı. Böylece müşriklerin bayrağı yerde kalmış ve hiç kimse onu yerden kaldırmıyordu. Hariseoğullarından olan Alkamenin kızı Kureyşin bayrağını yerden alıp kaldırdı. Kureyşliler onun etrafında toplandı. O bayrağı Suab aldı ve bayrak elindeyken öldürüldü. Bayrak taşıyanları, -Ebu Rafie göre- Ali öldürmüştü. Der ki: Onları öldürünce Peygamber müşriklerden bir topluluk gördü ve Aliye: “Haydi bunlara hamle yap,” diye emretti. Ali onları dağıttı ve bazı kimseleri öldürdü. Daha sonra bir topluluk gördü. Yine aynı şekilde peygamber emretti, o da onları dağıttı, aralarından bazı kimseleri öldürdü. Cebrail şöyle dedi: “Ey Allahın Resulü, işte korumak böyle olur.” Bunun üzerine Resulallah: “O bendendir, ben de Ondanım” diye buyurunca Cebrail: “Ben de sizdenim” diye cevap, verdi. (Ravi der ki:) Etrafta şöyle bir ses işitildi: “Zülfikardan başka kılıç, Aliden başka genç yoktur.”
Resulallahın alt küçük azı dişi kırıldı, dudağı yarıldı, gözünün önünde ve alnında saçının başladığı yerde yara aldı. İbn Kamia, tepesine dikilip üzerine kılıç çekti. Bu yaraları ona verdiren de oydu. Nebiin yaralarını Ulbe bin Ebi Vakkas açmıştır diyenler olduğu gibi, Muhammed bin Müslimin dedesi Abdullah bin Şihab ez-Zühridir diyenler de vardır.
Denildiğine göre Utbe bin Ebi Vakkas, İbn Kamia el-Leysi el-Edremi, -Teym bin Galiboğullarındandır. İbn Kamianın çenesi bir parça eksiktiUbeyy bin Halef el-Cumahi, Abdullah bin Humeyd el-Esedi -ki Kureyşin aslanı diye bilinirdi- Resulallahı öldürmek üzere birbirleriyle sözleşmişlerdi. İbn Şihab, Peygamber Efendimizin alnındaki yarasını açtı. Utbe Ona dört tane taş atarak küçük sağ azı dişini kırdı ve dudağını yaraladı. İbn Kamia ise Onun gözünün alt tarafını yaraladı ve Peygamberimizin miğferinden birkaç halka içeriye girmesine sebep oldu. İbn Kamia kılıcım kaldırdı; Resulallah kılıcım kesemedi. Dizi üzerine kapaklandı. Ubeyy bin Halef bir harbe ile Ona vurmak istediyse de, Resulallah elinden alıp aynı harbe ile Onu öldürdü. Bir başka rivayete göre: Bu harbe Zübeyre ait idi ve onu Zübeyrden almıştı. Başka bir rivayette ise, el-Haris bin es-Simmeden almıştı, denilmiştir. Abdullah bin Humeyde gelince, Onu Ensardan Ebu Ducane öldürmüştü.
Resulallah yaralanınca yüzünden kan akmaya başladı. Kanını silerken şöyle diyordu: “Kendilerini Allahın yoluna davet eden peygamberlerinin yüzünü kana boyayan bir kavim nasıl felah bulabilir?” Peygamberi korumak amacıyla Ensardan beş kişi Onun önünde savaştı ve hepsi şehit oldular. Ebu Ducane, kendisini kalkan yaparak Resulallahı, korumaya çalışıyor, bu halde iken oklar gelip sırtına isabet ederdi. Saad bin Ebi Vakkas da Resulallahın önünde ok atışı yapıyordu. Resulallah Saad bin Ebi Vakkasa ok verir ve şöyle derdi: “Annem babam, feda olsun, at oku.”
O gün Katade bin Numanın gözü isabet almış, Resulallah da eliyle gözünü yerine koymuştu. Ve bu gözü öbüründen daha iyi görmeye başlamıştı. Musab bin Umeyr, elinde Müslümanların bayrağı ile savaşmış ve sonunda Leysli İbn Kamia onu öldürmüştü. Peygamber olduğunu zannederek, Kureyşe gidip: “Muhammedi öldürdüm” diye seslendi. Bu sefer herkes birbirine, “Muhammed öldürüldü, Muhammed öldürüldü” diyordu.
Musab şehit olduktan sonra Resulallah, bayrağı Aliye verdi.
Hamza da Siba bin Abduluzza el-Gubşam ile karşı karşıya gelinceye kadar savaştı. Hamza Sibaa şunları söyledi: “Ey kızları sünnet edenin oğlu, yaklaş.” Sibanın annesi Ümmü Enmar, Mekkede sünnetçilik ederdi. Karşı karşıya geldiklerinde Hamza Onu öldürdü. Vahşi der ki: “Allaha yemin ederim, Hamzayı gözetleyip duruyordum. İnsanlardan kime rastladıysa kılıcıyla onu biçiyor ve herkesi öldürüyordu. Siba bin Abduluzzayı öldürdü. Harbemi sallayıp üzerine attım. Harbem Hamzanın kasıklarından isabet aldı ve bacaklarının arasından çıktı. Bana doğru gelmeye başladı ve fakat yetişemeyip düştü. Ölünceye kadar yanına yaklaşmadım. Harbemi alıp askerlerin olduğu tarafa doğru gittim. Allah Hamzadan razı olsun ve onu da razı etsin.”
Asım bin Sabit Musafi bin Talha ile kardeşi Kilab bin Talhayı iki ayrı ok ile öldürdü. Bu iki kardeş, anneleri Sülafeye götürüldü ve ona Asımın bunları öldürdüğünü söylediler. Sülafe, “Eğer Allahasımın başını eline geçirecek olursa onun kafatasıyla şarap içeceğini” söyledi.
Abdurrahman bin Ebu Bekir, müşriklerle beraberdi. Meydana atılıp, karşısına er diledi. Ebu Bekir ona karşı çıkmak istediyse de, Resulallah: “Kılıcını yerine koy, ve bizi kendinden mahrum etme” diyerek bundan alıkoydu.
Enes bin Malikin amcası, Enes bin en-Nadr, Ömer ve Talhanın yanına muhacirlerden birkaç kişi ile birlikte vardı, onların savaştan el çekmiş olduklarını gördü. Onlara: “Neye böyle duruyorsunuz?” diye sorunca: “Peygamber öldürüldü” dediler. O: “Peki, ondan sonra yaşayıp ne yapacaksınız? O, neyin uğrunda öldüyse, siz de onun için ölünüz” diyerek, Kureyşlilere doğru yürüdü. Öldürülünceye kadar savaştı. Daha sonra vücudunda yetmiş ayrı yara tespit edildi ve Onu ancak kız kardeşi parmak uçlarının güzelliğinden tanıdı.
Denildiğine göre, Enes bin en-Nadr, Nebiin öldürüldüğünü haber alan bir grup Müslümanın şöyle dediğini duydu: “Keşke birisi Abdullah bin Übeyy bin Selulün yanına gitse de, gelip hepimizi öldürmeden önce Ebu Süfyandan bizim için eman istese… ” Bunu işiten Enes onlara şöyle söyledi: “Ey kavm, eğer Muhammed öldürülmüş bulunuyorsa, Muhammedin Rabbi öldürülmemiştir. Haydi, Muhammed ne için savaşmışsa onun için savaşınız. Allahım, ben bunların söylediklerinden dolayı sana özür beyan ediyorum ve bunların yaptıklarından uzak olduğumu bildiriyorum.” Daha sonra şehit düşünceye kadar savaşmaya devam etti.
Resulallahın hayatta olduğunu ilk olarak Kaab bin Malik anladı.
Der ki: “Sesimizin çıktığı kadar ey Müslümanlar müjdeler olsun, işte Resulallah hayattadır, öldürülmedi, diye seslendim.” Resulallah Ona: “Sesini çıkarma” anlamında bir işaret yaptı. Müslümanlar bunu öğrenince yolun kenarına doğru geldiler. Onunla birlikte Ali, Ebu Bekir, Ömer, Talha, Zübeyr, el-Haris bin es-Simme ve başkaları da vardı. Resulallah doğrultulup yaslandırılınca Ubeyy bin Halef Ona yaklaşıp: “Ya Muhammed, sen kurtulursan, ben kurtulmayayım.” diye söyleyince Nebi, Ona doğru eğilerek elindeki harbeyi boynuna vurdu. Ubeyy, Mekkede iken Resulallaha şöyle diyordu: “Benim yaşlı bir devem var, her gün ona bir kile yem veriyorum, o devenin sırtına binip seni öldüreceğim.” Nebi ise: “İnşallah sen değil, ben seni öldüreceğim” diyerek cevap veriyordu. Ubeyy, Resulallahın açtığı ve büyük sayılmayan yarasıyla Kureyşe doğru giderken: “Muhammed beni öldürdü” diye söylüyordu. Onu görenler: “Senin bir şeyin yok, vallahi” dediyseler de o şöyle cevap verdi: “O, bana: Seni öldüreceğim, demiştir. Allaha yemin ederim, bana tükürecek olsa, beni öldürecek.” Allahın bu düşmanı Serif denilen yerde öldü.
Resulallah Uhud günü çok çetin bir şekilde çarpıştı. Okları tükeninceye kadar ok attı. Yayı kırıldı ve yayının teli koptu. Resulallah yaralanınca Ali, kalkanıyla el-Mihras adıyla bilinen yerden su taşımaya ve yarasını yıkamaya başladıysa da kam kesilmedi. Fatıma ağlayarak Peygamberimizin boynuna sarıldı. Bir çul yakarak yaraya onun külünü bastırdı ve böylece Peygamberin kanı kesildi.
Malik bin Züheyr el-Haşimi, Peygambere bir ok attı. Talha bu oka karşı elini dikti, ok onun başparmağına isabet etti. Denildiğine göre ona bu oku atan Hibban bin el-Arakadir. Bu sefer “Hiss” diye söyledi. Resulallah: “Eğer bunun yerine, bismillah diyecek olursa insanların gözü önünde Cennete girecekti.” Denildiğine göre, işaret parmağı ile orta parmağı hariç bütün eli felç olmuştu. Fakat birinci rivayet daha sağlamdır.
Ebu Süfyan, yanında bir grup müşrikle dağa çıktı. Resulallah şöyle buyurdu: “Onlar bizden daha yüksek yere çıkamamalıdır.” Bunun üzerine Ömer ve bir grup muhacir onlarla çarpışıp aşağı indirdiler. Resulallah üzerine çıkmak için bir kayalığa doğru yürüdü. İki tane zırh giyinmişti. Bu bakımdan oraya çıkamadı, Talha, onun önüne eğildi, Peygamberimiz de sırtı üzerinde kayaya çıktı. Bunun üzerine Resulallah: “Talha üzerine düşen görevi gerçekten yaptı” diye buyurdu.
Aralarında Osman bin Affan ve başkalarının da bulunduğu bir grup Müslüman bozguna uğradı ve Avas denilen yere vardılar. Osman üç gün kaldıktan sonra peygamberin yanına geldiklerinde Nebi onları görünce: “Orada uzun bir süre kaldınız” diye söyledi.
Meleklerin yıkadığı Hanzala bin Ebi Amr ile Ebu Süfyan bin Harb karşılaştılar. Hanzala, Ebu Süfyanın üstüne çıkmışken Şeddad bin el-Esved, -ki İbn Şaubdur- Onu gördü. Ebu Süfyan, yardıma çağırınca Şeddad geldi ve Hanzalaya indirdiği darbe ile şehit etti. Resulallah: “Hiç şüphesiz melekler onu yıkayacaktır” diye buyurdu. “Arzu ederseniz, ailesine sorunuz.” Bunun üzerine, hanımına soruldu, hanımı şöyle dedi: “O, cünüp iken, dışarı çıktı. Savaşa çıkılmakta olduğunu haber aldı.” Bunun üzerine Resulallah: “İşte melekler bunun için onu yıkadılar” diye buyurdu. Ebu Süfyan da Hanzala karşısında (direnmesini ve İbn Şaubun kendisine Hanzalayı öldürmek konusundaki yardımı dile getiren bir şiir söylemiş buna karşılık Hassan ona şöyle cevap vermiştir:
Haşimoğullarından SÖZ ettin. Söylediğin yalandır, doğrusu yoktur Hamzaya isabet ettirdiniz diye -ki sen ona zaten soylu demişsinAmrı Utbeyi ve oğlunu, sonra da
Şeybe, Haccac ve İbn Habibi öldürmedik mi? el-Ası, Aliyi çağırdığında
Bir darbeyle onları kana boyamadık mı?
Hind ve diğer kadın arkadaşları şehit edilen Müslümanların üzerine, yürüdüler ve onların ellerini, kulaklarını ve benzeri organlarını kesmeye başladılar. Hind, kestiği kulak ve burunlardan kendisine halhallar ve gerdanlıklar yaptı. Ayrıca, bu gerdanlıkları Vahşiye verdi. Hamzanın ciğerinden bir parça alarak onu çiğnemek istediyse de çiğneyemeyince ağzından dışarıya fırlattı.
Ebu Süfyan Müslümanlara yaklaşıp şöyle bağırdı: “Aranızda Muhammed var mıdır?” Resulallah yanındakilere: “Ona cevap vermeyin.” diye tembihledi. Ebu Süfyan, daha sonra: “Aranızda İbn Ebi Kuhafe (Ebu Bekir) var mıdır?” diye üç defa yine bağırdı. Ondan sonra bu sefer: “Aranızda İbnul-Hanab (Ömer) var mı?” diye bağırdı. Ebu Süfyan arkadaşlarına dönerek: “İşte bunların hepsi öldürülmüş bulunuyor.” dedi. Buna dayanamayan Ömer: “Ey Allahın düşmanı, yalan söylüyorsun. Allah seni rezil ve rüsvay edecek şekilde bunların hepsini hayatta bıraktı.” Ebu Süfyan: “Hübel yücelsin, Hübel yücelsin.” diye haykırınca Resulallah: “Siz de ona: Allah daha yüce ve daha üstündür diye cevap veriniz.” dedi. Ebu Süfyan, tekrar: “Bizim Uzza diye tanrımız vardır, sizin ise Uzzanız yoktur.” Resulallah: “Siz de şöyle söyleyin: “Allah bizim mevlamızdır, sizin mevlanız yoktur” Ebu Süfyan: “Allah aşkına söyle ya Ömer, biz Muhammedi öldürdük mü?” diye sorunca Ömer: “Vallahi hayır. O şu anda senin konuştuklarını işitiyor.” deyince Ebu Süfyan: “Sen İbn Kamiadan daha doğrusun” diyerek şunları ekledi: “Bugün, Bedire karşılık olsun. Savaşta zafer bazen o tarafa, bazen beriki tarafa olur, size gelince, sizin ölüleriniz arasında burunları, kulakları kesilmiş kimseler göreceksiniz. Vallahi, bundan hoşnut da olmadım, kızmadım da. Ne yasakladım, ne de emrettim.”
Ebu Süfyan mızrağının ucuyla, Hamzanın ağzına vurmakta iken, Ehabişlerin reisi olan el-Huleys bin Zebban onun yanından geçti. O sırada Ebu Süfyan şunları söylüyordu: “Al sana vefasız.” Bunu gören el-Huleys: “Ey Kinaneoğulları, bu Kureyşin efendisi olacak adam amcasının oğluna işte gördüğünüz muameleyi yapıyor” deyince, Ebu Süfyan: “Bunu gizle, zayıf bulundum ve yanıldım” dedi.
Nebiin dadısı Ümmü Eymen ve Ensardan bazı kadınlar mücahitlere su götürüyordu. Hibban bin el-Araka, ona bir ok attı ve onun eteğine isabet ettirdi ve Hibban bundan dolayı güldü. Peygamber Saad bin Ebi Vakkasa bir ok vererek: “Bunu ona at.” diye emretti. Saad attığı okla Hibbanı vurdu. Bunun üzerine Peygamber gülmeye başladı ve şunları söyledi: “Saad onun intikamını aldı. Ya Saad Allah senin duanı kabul etsin ve oklarını da hedefe isabet ettirsin. ”
Daha sonra Ebu Süfyan ve beraberindekiler geri dönerken Ebu Süfyan: “Gelecek sene bir daha karşılaşalım.” diyordu. Resulallah Aliyi peşlerinden göndererek şunları söyledi: “Dikkat et bakalım, eğer atları bırakıp develere binerlerse Mekkeye gidecekler. Yok, eğer atlara binecek olurlarsa Medineye gitmek istedikleri anlamına gelecektir. Nefsim elinde bulunan Allaha yemin ederim ki, eğer Medineye gitmek istiyorlarsa, onlarla mutlaka savaşacağız.” Ali, anlatıyor: “Peşlerine takıldım, develerine bindiklerini ve atları yanlarına alarak Mekkeye gitmek istediklerini gördüm. Ben de durumu mümkün olduğu kadar gizlemeye çalışıyordum. ” Çünkü Resulallah ona, işi gizli tutmasını emretmişti.
Resulallah birisine emrederek, öldürülenler arasında dolaşmasını emretmiş idi. Ensardan Saad bin er-Rabii son nefesIerini vermekteyken buldu. Saad kendisini gören şahsa şunları söyledi: “Resulallaha benden selam söyle ve de ki: Allah sana bir peygambere ümmeti yerine en hayırlı şekilde nasıl mükafat veriyorsa seni de öylece mükafatlandırsın. Kavmime de selam söyleyerek de ki: Eğer gözünüzü kırpacak kadar bir haliniz varsa, buna rağmen Resulallaha bir şey isabet edecek olursa Allahın yanında kabul edilecek hiçbir özrünüz olamaz.” ve akabinde vefat etti.
Vadinin orta taraflarında karnı delinmiş ve ciğerleri alınmış, burnu, kulakları kesilmiş bir şekilde Hamzayı buldular. Resulallah Onu görünce, şunları söyledi: “Eğer Safiye üzülmeyecek ya da benden sonra uyulacak bir sünnet olmasından çekinmeseydim, Hamzayı bu şekilde bırakır ve vahşi hayvanların karnına veyahut da kuşların kursağına bırakırdım. Yemin ederim Allah, Kureyşe karşı bana zafer nasip edecek olursa, onlardan otuz kişinin burun ve kulaklarını keseceğim.” dedi. Müslümanlar da: “Araplardan hiçbir kimsenin şimdiye kadar yapmadığı bir şekilde kulak ve burun gibi organları keseceklerine” yemin ettiler. Bunun üzerine yüce Allahtan:Eğer size bir kötülük yapılmışsa, siz de size yapılan kötülüğün benzerini aynı şekilde yapınız (Nahl 126) mealindeki buyruk nazil oldu. Daha sonra Resulallah bunu bağışladı, sabretti ve müsle (öldürülenlerin kulak, burun ve benzeri organlarını kesmek) den vazgeçti.
Abdülmuttalibin kızı Safiyyeye gelince, Resulallah oğlu ez-Zübeyre onu geri çevirmesini ve böylece kız kardeşinin Hamzanın halini görmemesini istedi. ez-Zübeyr yolda Onu karşıladı ve Peygamberin emrini bildirince Safiye şöyle dedi: “Ben, kardeşime müsle yapıldığı haberini aldım. Bu ise Allah yolunda çok az bir musibettir. Biz bu konuda çok razıyız. Allaha yemin ederim, bunun ecrini Allahtan umacak ve sabırla katlanacağım” deyince ez-Zübeyr bunu Peygambere haber verdi. Bu sefer Nebi: “Onu bırakabilirsin” dedi. Safiye, Onun yanına vardı, dua etti ve: “İnna lillah ve İnna ileyhi raciun” diyerek istircada bulundu. Resulallah emir verdi, Hamza defnedildi.
Müslümanlar arasında adı Kuzman olan bir adam vardı. Resulallah: “O cehennemliktir” diyordu. Kuzman Uhud günü çok şiddetli bir şekilde çarpıştı. Müşriklerden sekiz kişi öldürdükten sonra yaralandı ve evine götürüldü. Müslümanlar ona: “Müjdeler olsun, ya Kuzman” deyince: “Neyin müjdesinden söz ediyorsunuz? Ben yalnızca kavmimin şerefi için çarpışmış bulunuyorum” dedi. Arkasından da yarası ağırlaştı, bir ok alıp kolunun damarlarını kesti ve kan akmaya başladı. Bunun sonucunda öldü. Durum Resulallaha haber verilince Resulallah şöyle dedi: “Şehadet ederim ki ben Allahın Resulüyüm.”
Uhud Gününde öldürülenler arasında Yahudi Muhayrik de vardı. Muhayrik o gün, Yahudilere şöyle demişti: “Ey Yahudiler, biliyorsunuz ki Muhammede yardım etmek sizin için bir görevdir.” Onlar: “Ama bugün cumartesi günüdür” demelerine rağmen, O: “Artık cumartesi yoktur” deyip silah ve savaş aletlerini alıp şunları ekledi: “Öldürülecek olursam, malım Muhammedindir, onunla istediği şekilde tasarruf etsin.” Daha sonra savaşta öldürülünce, Resulallah şöyle buyurdu: “Muhayrik, Yahudilerin hayırlısıdır.” Huzeyfenin babası el-Yeman da öldürüldü. Onu Müslümanlar öldürmüştü: Resulallah Onu Sabit bin Kays bin Vakas ile birlikte hanımların yanında bırakmıştı. İkisi de yaşlı idi. Birisi diğerine şunları söyledi: “Ne bekliyoruz, kılıçlarımızı alalım, Resulallahın yanına varalım, umulur ki Allah bize şahadeti nasip eder.” Dediklerini de yaptılar. İnsanlar arasına karıştılar. Onların askerler arasına katıldıklarından kimsenin haberi yoktu. Sabiti müşrikler öldürdü. Yeman ise Müslümanlardan çeşitli kimselerin kılıç darbeleriyle öldürüldü. Kimse de Onun kim olduğunu tanımadı. Huzeyfe: “Babam! Babam!” diye bağırınca; Müslümanlar: “Allaha yemin ederiz ki, tanımadık.” dediler. Bu sefer Huzeyfe: “Allah sizi affetsin,” diye cevap verdi. Resulallah diyet vermek istedi. Huzeyfe ise babasının diyetini Müslümanlara sadaka olarak bağışladı.
Bazıları şehit düşen yakınlarını alıp Medineye getirmek istediler. Resulallah onlara öldürüldükleri yerde defnedilmelerini emretti. Ayrıca iki veya üç kişinin bir tek kabirde defnedilmelerini, aralarında Kuranı daha çok ezberlemiş olanların kıble tarafına öne geçirilmesini buyurdu. Ondan sonra onların namazım kıldı. Nebie getirilen her şehitle birlikte Hamzayı alır ve onunla birlikte her ikisinin namazını kılardı. Denildiğine göre dokuz şehidi bir araya getirir, Hamzayı onuncusu yapar, namazlarını öylece kılardı. Hamzanın kabrine Ali, Ebu Bekir, Ömer ile Zübeyr indiler. Resulallah de kabrinin başında durdu ve: “Amr bin Cemuh ile Abdullah bin Haramın aynı kabre gömülmesini emretti ve onlar hakkında: Onlar dünyada iken de birbirlerine karşı çok samimi idiler” dedi.
Şehitler defnedilince Resulallah savaş alanından ayrıldı. Hamne bint Cahş ile karşılaşınca, kardeşi Abdullahın öldürüldüğü haberi verildi. Bunun için istircada bulundu. (Yani “İnna lillah… ” dedi). Sonra Ona dayısı Hamzanın ölüm haberi verildi. Ona da Allahtan mağfiret istedi. Arkasından kocası Musab bin Umeyrin şahadet haberi verilince feryat ve figana başladı. Daha sonra Resulallah: “Kadının kocasının işgal ettiği yer bambaşkadır” diye buyurdu.
Resulallah, Ensar evlerinden birisinin yanından geçerken orada ağlaşıp ağıt yakıldığını işitti. Ağlayarak şöyle buyurdu: “Fakat Hamza için ağlayan kimse yoktur.” Bunun üzerine Saad bin muaz, Abdul-Eşheloğullarının evine vararak, hanımlarına gidip Hamza için ağlamalarını emretti.
Resulallah yine bir kadının yanından geçti. Bu kadın Ensardandı. Babası ve kocası şehit edilmişti. Ona bunların şehit edildikleri haberi verilince, kadın: “Resulallah ne yaptı?” diye sordu. “Allaha hamdolsun istediğin gibidir” denildi. Bu sefer kadın: “O zaman Onu bana gösteriniz” dedi. Resulallahı görünce: “Ya Resulallah senden sonra her musibet küçük kalır” dedi.
Resulallahın Medineye dönüşü savaşın olduğu gün olan cumartesi günü olmuştu.