Büyük Bedir Gazvesi, Ramazanın on yedinci günü hicri ikinci yılında olmuştur. (15 Mart 624) Ramazanın on dokuzuncu (17 Mart) gününde, diyenler de vardır. Bu gazve cuma günü olmuştur.
Bu gazvenin sebebi, Amr bin el-Hadraminin öldürülmesi ve Ebu Süfyan bin Harbin başkanlığında Kureyşin büyük bir kervanının Şam tarafından gelmesi olmuştur. Bu kervanda büyük ölçüde mal ve otuz veya kırk kişi vardı. Bazılarına göre Kureyşten yetmiş kişi, bu kervanla birlikte idi. Bunlar arasında Mahreme bin Nevfel ez-Zühri ve Amr bin el-As da vardı. Resulallah onların haberini alınca, Müslümanları onlara karşı teşvik ederek, şöyle buyurdu: “Bu Kureyşin kervamdır ve onda Kureyşe ait mallar vardır. Haydi, bu kervana çıkınız, Umulur ki Allah, size ganimet olarak verir.” Müslümanlar, bunun için harekete gelmekle birlikte kimisi bu iş için vakit kaybetmeden hazırlandı, kimisi de ağır davrandı. Çünkü bu ağır davrananlar Resulallahın herhangi bir savaşla karşı karşıya kalacağını sanmıyordu.
Ebu Süfyan Peygamberin kendisine doğru geldiğini haber alınca korktu. Damdam bin Amr el-Gıfariyi ücretle kiralayarak onu Mekkeye gönderdi ve Kureyşi savaş için hazırlanarak, durumdan haberdar etmesini söyledi. Bunun üzerine Damdam Mekkeye gitti.
Abdülmuttalibin kızı Atike, Damdamın Mekkeye gelmesinden üç gün önce bir rüya görmüş, bundan dolayı da korkuya kapılmıştı. Kardeşi Abbasa rüyasını anlatmış ve bunu da kimseye söylememesini tembihlemişti. Rüyasını şöyle anlatmıştı: “Ben, devesi üstüne binmiş birisinin gelip, el-Abtah denilen yerde durduğunu, sonra da en yüksek sesle şöyle bağırdığını işittim: Ey Güder ailesi, öleceğiniz yere üç gün içinde çıkıp gidiniz. Şöyle devam etti: Bu sefer halkın onun yanında toplandığını, onun ise, Mescidin içerisine girerek, Kabeye devesini sürdüğünü gördüm. Sonra yine aynı şekilde bağırarak bu sefer devesini Ebu Kubeys Dağına doğru sürdü ve aynı şekilde bağırdı. Daha sonra büyük bir kaya alıp attı. Bu kaya vadinin dip tarafına ulaşınca, parçalandı ve her bir parçası istisnasız Mekkenin bir evine isabet etti.”
Abbas dışarıya çıkınca, Velid bin Utbe bin Rabiayla karşılaştı. Velid ile arkadaştılar. Ona Atikenin gördüğü rüyayı anlattı ve kimseye söylememesini istedi. Velid de bunu babası Utbeye anlatınca haber yayıldı. Ebu Cehil Abbasla karşılaşır ve ona şunları söyler: “Ey EbuI-Fadl, bize doğru gel bakalım.” Abbas anlatıyor: Tavafımı bitirdikten sonra yanına gidince şöyle dedi: “Bu kadın peygamber de sizde ne zaman ortaya çıktı?” Atikenin gördüğü rüyayı anlattıktan sonra şunları ekledi: “Erkeklerinizin peygamberliğe başlamasını yeterli görmeyerek kadınlarınız da mı peygamber kesildi? Bu üç gün bekleyeceğiz, eğer iş gerçek çıkarsa mesele yok, aksi takdirde sizi Arapların en yalancı ailesi olarak ilan edeceğiz.”
Abbas: “Ben ona karşılık sadece öyle birşey olmadığını ve bunu inkar etmekle yetindim. Akşam olunca Abdülmuttalibin kadınları gelerek bana şunları söylediler:Bu pis fasıka karşı sesinizi çıkarmadınız. Erkeklerinize söylediği yetmiyormuş gibi bu sefer kadınlarınıza dil uzattı. Sen de buna karşı sesini çıkarmadın. Bu sefer ben onlara:Allaha yemin ederim ki doğru söylüyorsunuz. Mutlaka ona karşı çıkacağım. Eğer tekrar dilini size uzatacak olursa bunun karşılığını ben ona gösteririm dedim. Atikenin gördüğü rüya üzerinden üç gün geçince, dışarıya çıktım. Ebu Cehil oldukça kızgındı. Onunla karşılaşmayı arzu ediyordum. Mescitte görünce ona doğru yürüdüm ve bana karşı bir şey söyler diye sataştım; böylece gereken tepkiyi gösterecektim. Hızlıca Mescidin kapısına doğru çıkageldi. Ben, Ona şöyle söyledim:Ey Allahın kendisiyle savaştığı kişi, ne oluyor, bütün bunları sana hakaret edeceğim korkusuyla mı yapıyorsun? Onun benim haber almadığım şeyleri haber almış olduğunu işittim. O Damdam bin Amrın sesini işitmişti. Damdam devesinin burnunu, kulaklarını kesmiş eğerini ters çevirmiş, kendi gömleğini yırtmış ve şöyle bağırınıştı:Ey Kureyşliler, kervana koşunuz, yetişiniz, mallarınız Ebu Süfyan ile birliktedir. Muhammed ve arkadaşları ona taarruz etmek üzeredirler. Bilmiyorum, onlara yetişebiliyor musunuz? İmdat! İmdat. Böylece ne ben Onunla uğraşabildim. Ne O benimle uğraşabildi. ”
Abbas anlatmasına devam ediyor: “Herkes acele hazırlandı. Geriye onların soyluları arasında Ebu Lehebin dışında kimse kalmamıştı. Ebu Leheb yerine As bin Hişam bin el-Muğireyi göndermişti. Umeyye bin Halef el-Cumahi de oldukça yaşlı ve ağır hareket eder birisi olduğu için savaşa çıkmamayı kararlaştırmıştı. Fakat Utbe bin Ebi Muayt yanına buhurdanlığa almış olduğu bir parça ateş ve biraz da buhur ile birlikte gitti ve Ona:Ey Ebu Ali, al şununla ısın ve kokla! Sen kadınlardan sayılırsın deyince bu sefer Umeyye:Allah seni de, getirdiğini de kahretsin dedikten sonra kalkıp hazırlıklarına başladı ve onlarla savaşa çıktı. Utbe bin Rebia da savaşa gitmemek kararında iken kardeşi Şeybe ona:Eğer kavmimizden ayrı kalacak olursak, bu durum bizim hakarete uğramamıza sebep olur. O halde kalk sen de kavminle birlikte yola çık deyince bu sefer Utbe de onlarla yola çıktı.”
Kureyşliler yola çıkmaya karar verdiklerinde kendileriyle Bekir bin Abd Menat bin Kinane bin el-Haris arasında olan düşmanlıkları hatırladılar ve arkadan kendilerine hücum etmelerinden çekindiler. İblis onlara Süraka bin Cuşum el-Müdlici kılığında göründü. Süraka, Kinane Kabilesinin en soylularındandı. Bu şekilde görünen İblis onlara şöyle dedi: “Sizi ben himayeme almış bulunuyorum, alelacele çıkınız.”
Kureyşliler dokuz yüz elli kişiydi. Bin kişi oldukları da söylenmiştir.
Yanlarında yüz tane at vardı. Bu atlardan yetmiş i kurtulmuş, otuz tanesini de Müslümanlar ganimet olarak almıştı. Ayrıca müşriklerde yedi yüz tane deve bulunuyordu.
Resulallah Ramazanın üçüncü günü (1 Mart) üç yüz on kişi ile birlikte yola çıktı. Üç yüz on dört veya üç yüz on küsur olarak da söylendiği gibi üç yüz on sekiz kişi olarak da söylenmiştir. Bunların yetmiş yedisinin Muhacirlerden olduğu söylenmiştir. Seksen üç kişinin Muhacir, geri kalanın Ensar olduğu da söylenmiştir. Resulallahın muhacirlere ganimetten payayırdığı kişilerin toplamı seksen üç kişi olduğu da belirtilmiştir. Evs Kabilesinden yetmiş bir, Hazrecden de yüz yetmiş kişi bu savaşa katılmıştır. Bütün askerler arasında yalnız ikisi atlı idi. Bunlardan birincisi Mikdad bin Amr el-Kindi olup, bu konuda farklı görüş rivayet edilmemiştir. İkincisinin ise Zübeyr bin el-Avvam olduğu söylenmekle birlikte Mersed bin Mersed ve yalnız Mikdad olduğu da rivayet edilmiştir. Yanlarında yetmiş tane deve vardı. Bu develere iki, üç veya dört kişi sıra ile biniyorlardı. Mesela, Peygamber ile Ali ve Zeyd bin Harise bir deveye nöbetleşe biniyorlardı. Ebu Bekir, Ömer ve Abdurrahman bin Avf kendi aralarında aynı şekilde bir deveye nöbetleşe biniyorlardı. Geri kalanın durumu bunun gibiydi. Mikdadın atının adı Sebha, Zübeyrin atının adı es-Seyl idi.
Peygamber Efendimizin bayrağını Musab bin Umeyr bin Abduddar, sancağını ise Ali bin Ebi Talib taşımakta idi. Kays bin Ebi Sasaa el-Ensari de artçı kuvvetlerin başındaydı.
Nebi ve yanındakiler es-Safra diye bilinen yere yaklaştıklarında Cüheyneli Besbes bin Amr ile Adiyy bin Ebiz-Zeğbayı Ebu Süfyanın haberlerini araştırıp getirmek üzere gönderdi. Daha sonra Resulallah es-Safrayi sol tarafına alarak yoluna devam etti. Besbes bin Amr, Bedire yaklaştıkları sırada Nebie yetişti ve onlara durumunu haber verdi. Resulallah ve Müslümanlar, Kureyşin kervanlarına yapılacak saldırıyı korumak için yola çıkmış olduklarından haberdar değildi. Bu sırada Nebi, Ali, Zübeyr ve Saadi Bedirde olup biteni araştırmak üzere göndermişti. Kureyşe su götürmek üzere olan bir grup kişiyi yakaladılar. Bunlar arasında el-Cahcahoğullarına ait bir köle ile el-As oğullarına mensup Ebu Yesar adında bir başka köle vardı. Bunları alıp Nebie getirdiler. Peygamber namaz kılmakta iken onları sorguya çektiler. Bu iki kişi onlara: “Biz Kureyşin sakalarıyız, onlara su bulup götürmek üzere bizi göndermişlerdi.” diye cevap verdiler. Ancak, Müslümanlar onların bu haberlerinden hoşlanmadılar ve Ebu Süfyandan haber vermeleri için dövmeye başladılar. Bu sefer bu iki kişi “Evet, biz Ebu Süfyanın adamlarıyız” deyince onları serbest bıraktılar. Resulallah namazını bitirince onlara: “Bu iki kişi size doğru söylediklerinde dövdünüz, yalan söyleyince de bıraktınız. Doğru söylediler. Gerçekten Kureyşin sakalarıdır.” diye buyurdu. Sonra bu iki kişiye dönerek: “Bana Kureyşin nerede olduklarını söyleyiniz.” dedi. Onlar: “Bunlar şu gördüğün uzak tepenin arkasında bulunuyorlar.” dediler. Resulallah onlara: “Kaç kişidirler?” diye sorunca, “Pek çokturlar” cevabını aldı. Peygamber tekrar: “Peki sayıları ne kadardır?” diye sordu. Bu iki kişi: “Bilmiyoruz” deyince, Nebi: “Peki, günde kaç deve kesiliyor?” diye sordu. Bunlar da: “Bir gün dokuz, bir gün on deve kesiyorlar” cevabını verdi. Nebi de: “Kureyşliler dokuz yüz ile bin kişi arasındadır” dedi.
Daha sonra Nebi bu iki kişiye: “Bu gelenler arasında Kureyşin soylularından kimler var?” diye sordu. İki kişi şöylece saymaya başladılar: “Rabianın iki oğlu Utbe ve Şeybe, el-Velid, EbuI-Bahteri bin Hişam, Hakim bin Hizam, el-Haris bin Amir, Tuayma bin Adiyy, en-Nadr bin elHaris, Zemea bin el-Esved, Ebu Cehil, Umeyye bin Halef, Haccacın iki oğlu Nübeyh ve Münebbih, Süheyl bin Amr, ve Amir bin Abdi Ved.”
Resulallah ashabına yönelerek: “İşte Mekke sizlere ciğerparelerini göndermiş bulunuyor” dedikten sonra ashabıyla istişare etmeye başladı. Ebu Bekir konuştu ve oldukça güzel şeyler söyledi. Arkasından Ömer de konuştu. O da güzel şeyler söyledikten sonra el-Mikdad bin Amr ayağa kalkarak şunları söyledi: “Ya Resulallah, Allah sana ne emrettiyse onu yerine getir. Biz seninle beraberiz. Allaha yemin ederim, İsrailoğullarının Musaya söyledikleri söz olan:Sen ve Rabbin gidiniz, çarpışınız bizler burada oturuyoruz (Maide 24) demeyeceğiz. Biz sana şunu söylüyoruz: “Sen ve Rabbin savaşınız, savaşmaya gidiniz, bizler de sizlerle birlikte savaşacağız. Seni hak ile gönderen Allaha yemin ederim ki eğer sen bizleri Habeşistanın Birk el-Gimad adlı kentine kadar götürecek olsan bile mutlaka oraya varıncaya kadar seninle birlikte savaşacağız” cevabını verdi.
Bunun üzerine Resulallah onlara hayır dua ettikten sonra: “Ey insanlar, bana görüşlerinizi bildiriniz” diye buyurdu. Bu sözleriyle Ensarı kastetmişti. Çünkü onlar savaşa çıkmış olanların çoğunu teşkil ediyordu. Ensarın, Nebi i ancak Medinede başına gelecek musibetlere karşı korumakla yükümlü olduklarını düşünmelerinden ve dolayısıyla onları alıp dışarıya götürmek hakkına sahip olmadığını hatırlarına getirebileceklerinden korkuyordu. Bunun üzerine Saad bin muaz şunları söyledi: “Ya Resulallah, bizi kastediyor gibisin.” Nebi: “Evet” deyince, Saad şu konuşmayı yaptı: “Biz sana iman ettik, seni tasdik ettik ve sana sözlerimizi vermiş bulunuyoruz. O bakımdan ey Allahın Resulü, emredildiğin şeyi yap. Seni hak ile gönderene yemin ederiz; eğer bizleri alıp denizin içerisine girecek olursan kesinlikle seninle geliriz; bizleri alıp ertesi günü düşmanla karşı karşıya getirmenden hoşlanmayan kimseler değiliz. Muhakkak savaşta sabır ederiz. Düşmanla karşılaştığımız takdirde çekinmeden savaşırız. Umarız ki Allah sana gözünü aydınlatacak şeyler gösterecektir bizden, Allahın bereketi ile bizi alıp yola çık.”
Resulallah yolda giderken şunları söyledi: “Müjdeler olsun, Allah bana iki topluluktan birisini (ya kervan veya Kureyşin savaşmak üzere gelen kafilesini) vaat etmiş bulunuyor. Allaha yemin ederim ki ben ölecek kimselerin, ölüp düşecekleri yeri görüyor gibiyim.” Arkasından Bedire vardı ve oraya yakın bir yerde konakIadılar.
Ebu Süfyan sahil yolunu takip etmiş Bediri soluna almış ve hızlıca yoluna devam etmiş, kurtulmuştu. Kendisinin kervanı kurtardığını görünce, Kureyşe haber gönderdi. Kureyş o sırada el-Cühfe diye bilinen yerdeydi. Gönderdiği haberde şöyle diyordu: “Allah sizin kervanınızı ve mallarınızı kurtarmış bulunuyor. Onun için, geri dönünüz.” Fakat Ebü Cehil bin Hişam direterek şöyle demişti: “Allaha yemin ederim Bedire varmadan geri dönmeyeceğiz.” Bedir Arapların her yıl panayır kurdukları ve belirli bir günde toplandıkları bir yerdi. Ebu Cehil şöyle devam etti: “Orada üç gün kalacağız, develerimizi keseceğiz, başkalarına yemek yedireceğiz, şarap içeceğiz ve Araplar bizim şanımızı işitecekler. Ve böylece ebediyyen bizden korkacaklar” Zühreoğullarının antlaşmalısı olan el-Ahnes bin Şerik es-Sakafi Cühfede bulunuyorlarken şöyle söyledi: “Ey Zühreoğulları, Allah sizin mallarınızı ve bunların başındaki arkadaşınızı kurtarmış bulunuyor. Onun için geri dönünüz.” Bunun üzerine kavminden olan kimseler geri döndüler. Böylece Bedir Gazvesine Zührelilere ve Adevilere mensup kimse katılmayıp, Kureyşin geri kalan kolları bu savaşa katıldılar.
Kureyş, Cühfe diye bilinen yerde olduklarında Cuheym bin es-Salt bin Mahreme bin el-Muttalib bin Abdi Menaf bir rüya gördü. Rüyasını şöyle anlattı: “Ben, rüyamda bir atlı, yanında da bir deve olduğu halde yanıma geldiğini gördüm. Bana şunları söyledi:Utbe, Şeybe, Ebü Cehil (ve o gün öldürülen başkalarının isimlerini de sayarak) bunların hepsi öldürüldü dedi. Ondan sonra adam devesinin boynuna vurdu, sonra da onu askerler arasına saldı. Bu devenin kanının değmediği hiçbir çadır kalmadı. Bunun üzerine Ebu Cehil:Bu da Muttaliboğullarından bir başka peygamber, yarın kimlerin öldürüleceğini görecektir dedi. Kureyş arasında bulunan Talib bin Ebi Talib ile bir Kureyşli arasındaki konuşmada:Allaha yemin ederiz, hala içten içe Muhammedle birlikte olduğunuzu biliyoruz. şeklinde sözlerin geçmesi üzerine Talib Mekkeye dönenlerin arasına katıldı. Talibin baskı sonucu onlarla geldiği de söylenmiş olup;Ne esirler arasında vardı, ne öldürülenler arasında, ne de Mekkeye geri dönenler arasındaydı denilmiştir. Bu şiir Onundur:
Ya Rab, Talib bu guruplardan birisiyle
Mutlaka savaşa çıkacak ise,
Malı alınan olsun alan değil;
Yenilen o olsun, yenen değil.”
Kureyş vadinin uzak tarafına konaklayıncaya kadar yoluna devam etti.
Allah, gökten bol bol yağmur indirdi. Oldukları vadi oldukça yumuşaktı, basmaya elverişsizdi. Resulallah ve ashabı için bu yumuşak araziyi sertleştirdi ve böylece rahat bir şekil aldı, yürümelerini engellemedi. Kureyşin bulunduğu yer ise yürünemez hale geldi.
Resulallah ashabını suyun bulunduğu yere öncelikle getirdi.
Bedir bölgesindeki ilk suya gelince orada kaldı. Bunun üzerine el-Hubab bin elMünzir el-Cemuh: “Ya Resulallah, bu bizim ne geri kalamayacağımız, ne de ilerisine gidemeyeceğimiz, Allahın senin konaklamanı istediği bir yer midir? Yoksa bu sadece savaş ve hile dolayısıyla, ortaya atılmış bir görüş müdür?” diye sorunca Nebi: “Hayır, bu savaş ile ilgili görüştür,” cevabını verince, el-Hubab şöyle dedi: “Ey Allahın Resulü, bu bizim için durulacak elverişli bir yer değiL. Hep birlikte kalkalım ve bunun dışında, düşmanlarımıza en yakın suyun bulunduğu yere gidelim, orada konaklayıp, daha sonra da geriye kalan bütün kuyuları kapatalım. Sonra da bir havuz yapar içini suyla doldururuz. Böylelikle biz su içebilecekken, onlar da içemeyecekler. Sonra da onlarla savaşırız.” Resulallah da bunu yerine getirdi.
Resulallah ve ashabı konaklayınca Saad bin muaz yanına gelerek: “Ya Resulallah, dedi, sana hurma dallarından bir gölgelik yapalım seni eşyan ve bineğinle orada birlikte bırakır, biz de düşmanlarımızla karşılaşmak üzere çıkarız. Eğer Allah bizi üstün kılıp onlara karşı zafer verecek olursa, zaten bizim arzu ettiğimiz şey budur. Başka türlüsü olursa bineğine atlar geride bıraktığımız ve bizden olan kimselerin yanına varırsın. Çünkü geride bırakmış olduğumuz kimselerin sana olan sevgisi, hiç de bizden az değildir. Senin savaşla karşı karşıya kalacağını ümit etselerdi kesinlikle geride kalmazlardı. Allah onlarla seni koruyacaktır. Bunlar sana samimiyetle bağlıdırlar ve gereğinde, seninle birlikte savaşacaklardır.”
Bunun üzerine Peygamber Ona övücü sözler söyledi. Daha sonra Resulallaha bir gölgelik yapıldı. Karşı taraftan Kureyş bütün kibir ve gururuyla göründü. Nebi Kureyşi görünce: “Allahım, işte Kureyş, bütün kibir ve azametiyle sana meydan okuyarak, Resulünü de yalanlayarak geliyor. Allahım, bana vaat etmiş olduğun zaferini ihsan et! Allahım onların son demleri sabah olsun!” Nebi Utbe bin Rabiayı kırmızı bir devenin üstüne binmiş olarak görünce: “Eğer bunların arasında hayır bulunan bir kişi varsa o da kırmızı deve sahibidir. Ona itaat ederlerse gerçekten doğruyu bulurlar” diye söyledi.
Hufaf bin İma bin Rahada el-Gifari veya Onun babası olan İma Kureyşe yanlarından geçtiklerinde hediye olmak üzere bazı develeri kendi oğluyla birlikte göndermiş ayrıca silah ve savaşçı yardımında bulunmayı teklif etmişti. Fakat Kureyşliler şöyle cevap vermişlerdi: “Eğer bizler insanlarla savaşmak üzere isek herhangi bir zayıflığımızın varlığı sözkonusu değildir. Yok, eğer Muhammedin ileri sürdüğü gibi Allah ile savaşmakta isek hiç kimsenin Allaha karşı gücü yeterli gelemez.”
Kureyş konaklayacakları yere varıp konaklayınca aralarında Hakim bin Hizamın bulunduğu bir topluluk çıkageldi. Bunlar Peygamberin havuzuna kadar vardılar. Resulallah: “Onları bırakın” dedi. O gün o havuzdan kim içtiyse hepsi öldürüldü. Yalnız Hakim kendisine ait ve adı:elVecih olan bir atın üzerinde idi; O kurtuldu. Daha sonra Müslüman olmuş ve İslama güzel bir şekilde bağlanmıştı. Büyük yemin yapmak istediğinde, “Bedir gününde beni kurtarana yemin olsun” diye yemin ederdi.
Kureyş bulunduğu yere iyice yerleşince Amr bin Vehb el-Cumahiyi Müslümanların sayısını tahmin etmek üzere gönderdiler. Amr atıyla Müslümanların çevresinde dönerek geri döndüğünde Kureyşlilere şunları söyledi: “Onlar üç yüz kişidirler. Ya üç yüz kişiden fazla ya üç yüz kişiden biraz eksik. Binekleri ölüm taşıyor gördüm. Yesribin su taşıyan develeri de ıslak ölümü taşıyor gibiydi. Onların kılıçlarından başka kendilerini koruyacak hiçbir şeyleri yoktur. Fakat Allaha yemin ederim ki onlardan hiçbirisi sizden birisini öldürmeden öldürülmeyecektir. Onlar, şayet kendi sayılarınca sizden adam öldürecek olursa bundan sonra yaşamanın hiçbir faydası olmaz. Görüşünüz neyse söyleyiniz.”
Hakim bin Hizam bunu işitince askerler arasından yol alıp Utbe bin Rabianın yanına vardı ve ona şunları söyledi: “Ey EbuI-Velid, sen Kureyşin büyüğü ve efendisisin, ebediyen Kureyş arasında iyilikle anılmak istemez misin?” diye sorunca o: “Nedir bu?” diye sorar. Bu sefer Hakim: “Halkı alır geri dönersin ve böylece senin antlaşmalın olan Amr bin el-Hadraminin kanını da üzerine alırsın.” Bunun üzerine Velid: “Tamam yaptım, ben onun kanını da, malından alınanı da üzerime alıyorum. Fakat (Ebu Cehili kastederek) Hanzaliyye oğluna git. Ben, halkın görüşünü ondan başka bozacak kimse bilmiyorum.” dedi. Utbe kalkıp şunları söyledi: “Siz, Muhammed ve ashabıyla karşılaşmakla hiçbir şey yapamazsınız. Allaha yemin ederim eğer onlara zarar isabet ettirecek olursanız bile kimse kimsenin yüzüne bakamayacaktır. Kimisi amcasının oğlunu, bir başkası dayısının oğlunu öbürü de aşiretinden birini öldürmüş olacaktır.” Hakim bin Hizam der ki: “Bunun üzerine Ebu Cehilin yanına gittim. Zırhım çıkartmış, hazırlıyordu. Ona Utbenin söylediklerini hatırlatınca: ” Allaha yemin ederim Muhammed i ve arkadaşlarını görünce, onun ciğeri şişti. Yemin olsun! Allah bizimle Muhammed arasında hükmünü verinceye kadar buradan geri dönmeyeceğiz. Utbe burada kendi esas görüşünü söylemiyor. Fakat oğlu Ebu Huzeyfenin onlar arasında olduğunu görünce, sizin onu öldürmenizden korktu.”
Daha sonra Amir bin el-Hadramiye haber göndererek şöyle söyledi: “Senin bu antlaşmalın Mekkeye insanları alıp geri dönmek istiyor. Fakat intikamı kendi gözlerinle görmüş bulunuyorsun. Artık kardeşinin öldürülmesinin karşılığını isteyiver.” Bu sefer Amir ayağa kalkıp “Amirin imdadına yetişin” diye bağırdı. Herkes savaşmakta karar kıldı ve kötülük üzere birleşmiş oldu.
Utbe, Ebu Cehilin söylediklerini işitince: “Bilakis, o korkusundan osuran, kimin ciğerinin, benim mi, onun mu şişeceğini pek yakında görecektir.” deyip kafasına geçirecek bir miğfer aradıysa da kafası oldukça büyük olduğu için bulamadı. Bunun üzerine kafasını elbisesiyle sardı.
el-Esved bin Abdulesed el-Mahzumi çok kötü huylu birisiydi. Bu adam ortaya çıkıp şöyle dedi: “Allaha söz veriyorum, ya onların havuzundan su içeceğim, ya yıkacağım veyahut da bu uğurda öleceğim.” Hamza ona karşı çıkıp bacağını ortadan böldü ve bacağının yarısı yere düştü. Fakat Esved sürüne sürüne havuzun yanına vardı. Ve kendisini yeminini gerçekleştirmek için havuzun üzerine atmak istediyse de Hamza bırakmadı ve havuzun kenarında ölünceye kadar ona vurmaya devam etti.
Rabianın iki oğlu Utbe ve Şeybe ile Velid bin Utbe ortaya çıkarak karşılarına er istediler. Afranın iki oğlu Avf ve Muavviz ve Abdullah bin Revaha karşılarına çıktı. Bunların hepsi Ensardandı. Onlara: “Siz kimsiniz?” diye sorduklarında, “Biz Ensardanız” cevabını verdiler. Bu sefer: “Bize denk ve şerefli kimselersiniz. Fakat bizim sizinle çarpışmak amacımız yoktur. Bizim kavmimizden bize denk olan kimseler çıksın karşımıza.” dediler. Bu sefer Peygamber: “Kalk ey Hamza, kalk ey Ubeyde bin Haris, kalk ey Ali” deyince üçü de kalkıp birbirlerine yaklaştılar. Ubeyde bin Haris bin el-Muttalib, kavminin emiri idi. Utbe ile karşılaştı. Hamza Şeybe ile Ali de Velid ile karşılaştı. Hamza hiç vakit kaybetmeden, Şeybeye fırsat tanımadan onu öldürdü. Ali de aynı şekilde Velide fazla bir zaman tanımadan öldürdü. Ubeyde ve Utbe ise karşılıklı olarak birer darbe vurdular ve biri diğerini yaraladı. Hamza ile Ali, Utbenin üstüne atılarak onu öldürdüler. Ubeydeyi de arkadaşlarının yanına alıp götürdüler. Çünkü ayağı kesilmişti. Onu bu haliyle Peygambere götürünce, Ubeyde: “Şehit değil miyim ey Allahın Resulü?” diye sorunca Nebi “Evet şehitsin” dedi. Bu sefer: “Ebu Talib beni görmüş olsaydı, mutlaka bizim ondan daha haklı olduğumuzu anlardı.” deyip şu beyiti okudu:
Onun etrafında tek tek ölüp düşmeden Çocuklarımızı ve hanımlarımızı unutmadan kimseye teslim etmeyiz.
Daha sonra da vefat etti.
İki taraf da karşılıklı birbirlerine yaklaştığında Ebu Cehil şöyle dua ediyordu: “Allahım, iki taraftan hangisi daha çok akrabalık bağlarına riayet etmiyorsa ve bilmediğimiz bir şeyi bize çıkarıp getirmişse, onun ölümü bu sabah olsun.” Bununla Ebu Cehil, aslında durumun kendi aleyhine tecelli etmesini istiyordu.
Resulallah ashabına, emir verinceye kadar hamle yapmamalarını tembih etmiş ve şu talimatı vermişti: “Kureyşliler size yaklaşacak olurlarsa o zaman onlara karşı ok atışında bulununuz.” Daha sonra Peygamber kendisi için yapılmış gölgeliğe Ebu Bekirle birlikte çekilip dua etmeye başladı. Duasında şunları söylüyordu:
“Ey Allahım, eğer bu küçük Müslüman topluluk helak olacak olursa, yeryüzünde sana bir daha ibadet edilmez. Allahım, bana vermiş olduğun sözünü yerine getir.”
Resulallah bu şekilde ridası omuzlarından düşünceye kadar duasına devam etti. Ebu Bekir onu alıp tekrar omuzlarına koyduktan sonra: “Rabbine bu kadar dua yeter. Mutlaka O sana vermiş olduğu sözü yerine getirecektir” diye söyledi. Peygamber gölgeliğinde biraz uykuya daldı. Uyandıktan sonra şunları söyledi: “Ya Eba Bekir, Allahın yardımı sana gelmiş bulunuyor. İşte Cebrail atının dizginlerini tutmuş, onu sürmüş geliyor ve yüce Allah da bununla ilgili olarak:
Hani siz Rabbinizden yardım istiyordunuz (Enfal 9) mealindeki buyruğunu inzal buyurmuştur.
Resulallah gölgeliğindenBugün o topluluk yenilecektir ve arkalarını dönüp kaçacaklardır (el-Kamer 45) mealindeki buyruğunu okuyarak çıktı ve Müslümanları savaşmaya teşvik ederek şunları söyledi: “Muhammedin nefsini elinde tutan Allaha yemin ederim, bugün onlarla kim savaşır ve sabredip sevabını Allahtan bekleyerek ileri atılıp geri çekilmeyerek savaşırsa yüce Allah mutlaka onu cennetine koyacaktır.”
Bunun üzerine Ensardan Umeyr bin el-Humam elindeki hurmaları yemekte iken, “Yeter yeter dedi. Benimle cennet arasında sadece bunların beni öldürmesi vardır” diyerek elinden hurmaları bir kenara attı ve öldürülünceye kadar savaştı. Ömer bin Hattabın azatlı kölesi Mihca bir okla isabet alarak öldürüldü. Ve böylelikle ilk şehit oldu. Ondan sonra Ensardan Harise bin Süraka da bir ok yarası alarak şehit oldu. Avf bin Afra da şehit oluncaya kadar savaştı. İnsanlar çok şiddetli bir savaşa başladılar. Resulallah bir avuç toprak alarak onu Kureyşin üzerine atıp: “Yüzleri kara olsun” diye söyledi. Ashabına dönerek: “Onların üzerine daha şiddetli saldırın,” buyurdu. Böylelikle Kureyş yenilmiş oldu. Allahın öldürülmelerini takdir etmiş olduğu kimseler öldürüldü, esir alınmaları mukadder olanlar da esir alındı.
Resulallah gölgeliğinde bulunmakta iken, Saad bin muaz gölgeliğin kapısında ve kılıcını kuşanmış olarak bir grup Ensar ile birlikte bekliyor ve Resulallahı koruyorlardı. Çünkü düşmanın Ona hücum etmesinden çekiniyorlardı. Resulallah, Saad bin muazın yüzünden alınan esirlerden dolayı hoşlanmadığını anladı. Ona şöyle dedi: “Ya Saad, sen bu durumdan hoşlanmıyor gibisin.” Saad: “Evet, Ey Allahın Resulü. Bu, Allahın müşriklerin başına getirdiği ilk musibettir. Ben, bunda erkeklerin hayatta bırakılmasından ziyade öldürülmesini daha çok severdim.” diye cevap verdi.
Ebu Cehil ile ilk karşılaşan Muaz bin Amr bin el-Cemuh oldu. Kureyş, Ebu Cehilin etrafını çevirmiş ve kimseyi yanına yaklaştırmıyordu. Muaz der ki! “Ben Ebu Cehili kendime hedef aldım, gözetleyip duruyordum. İmkan bulduğum sırada üzerine bir hamle yaptım ve bacağının ortasından ayağını kopardım. Oğlu İkrime de bana bir darbe indirdi ve omuzumdan kolumu kesti. Omuzum bir deri parçası ile vücuduma asılı kaldı. Gün boyunca bu halde arkamdan elimi sürüyerek savaşmaya devam ettim. Fakat beni rahatsız etmeye başlayınca ayağımla üzerine basıp çektim. Sonra da onu bir kenara attım.”
Muaz, Osmanın dönemine kadar hayatta kaldı.
Daha sonra Muavviz bin Afra Ebu Cehilin üstüne yürüdü, üzerine atıldı, ağır bir şekilde yaraladı ve hayat belirtileri bulunurken bıraktı. Arkasından İbn Mesud yanından geçti. Resulallah İbn Mesuda öldürülenler arasında dolaşmasını emretmişti. İbn Mesud onu son nefesini vermekteyken gördü. İbn Mesud anlatıyor: “Ayağımı boynuna yerleştirdim ve:Nasıl ey Allahın düşmanı, Allah seni rezil etti, değil mi? diye sordum. Ebu Cehil:Beni neyle rezil etti ki? Bir adam öldürdünüz diye mi böyle diyorsun? Şimdi bana söyle zafer kimin tarafında? diye sordu.Zafer Allahın ve Resulünündür, dedim. Ebu Cehil bana:Ey koyun çobancığı, sen gerçekten zorlu bir yere çıktın” deyince ben de:Seni öldüreceğim dedim. O bana:Efendisini öldüren ilk köle sen değilsin. Benim için en ağır gelen şey senin beni öldürmen ve beni iyi soylu birisinin öldürmemesi oldu. dedi. Abdullah bin Mesud bir darbe indirdi ve Ebu Cehilin başı ayaklarının önüne düştü. Abdullah, Ebu Cehilin kafasını alıp, Resulallaha götürdü. Bunu gören Resulallah da, Allah için şükür secdesine kapandı.”
Abdurrahman bin Avf ganimet olarak bir takım zırhlar eline geçirmişti. Umeyye bin Halef ile oğlu Aliye rastgelince Ona: “Biz, senin için bu zırhlardan daha hayırlıyız” dediler. Bunun üzerine Abdurrahman elindeki zırhları bıraktı ve bir eliyle Umeyyeyi öbür eliyle onun oğlunu yakalayıp götürdü. Umeyye: “Göğsünde devekuşu tüyü bulunan adam kimdir?” diye sorunca Abdurrahman: “O Hamza bin Abdülmuttalibtir.” dedi. Bunun üzerine Umeyye: “Bütün bunları bize yapan işte Odur.” diye söylendi.
Umeyye, Bilale Mekkenin o sıcak günlerinde kumlar üzerinde işkence yapıyordu. Onu sırt üstü yatırır daha sonra da büyük kaya parçalarının getirilip göğsü üzerine konulmasını emreder ve Bilale şunları söylerdi: “Muhammedin dinine küfredinceye kadar bu şekilde kalacaksın.” Bilal ise: “Allah birdir, Allah birdir.” diye cevap veriyordu. Bilal şimdi Onu böyle görünce: “Umeyye, küfrün başı! Sen ha! O kurtulursa ben kurtulmayayım. Ey Allahın yardımcıları! İşte küfrün başı! Umeyye bin Halef sen kurtulursan ben kurtulmayayım diye bağırdı.” Müslümanlar Onun çevresini sardı ve Umeyye ile oğlu Ali öldürüldü. Abdurrahman şöyle diyordu: “Allah Bilale merhamet buyursun, benim zırhlarım gittiği gibi almış olduğum iki esirimin de öldürülmesine sebep oldu. Onlardan hiçbir şeyelde edememiş oldum.” Ebu Süfyan bin Harbin oğlu Hanzala da Bedirde öldürüldü. Onu Ali bin Ebi Talib öldürmüştür.
Müşrikler yenilgiye uğrayınca Peygamber EbuI-Bahteri bin Hişamın öldürülmemesini emretti. Çünkü Resulallah Mekkede olduğu sürece Ona zarar vermeyen kişi idi. Aynı şekilde Müslümanların boykot edilmesini öngören antlaşmanın bozulmasına da sebep olmuştu. Ensarın antlaşmalısı olan el-Mücezzer bin Ziyad el-Belevi, bir arkadaşıyla birlikte iken EbuI-Bahteri ile karşılaştı. Ona, “Resulallah, senin öldürülmemeni emretti” deyince: “Ya arkadaşım?” diye sordu. Ziyad: “Hayır Allaha yemin olsun” diye cevap verince, Ebul-Bahteri: “O zaman Allaha yemin ederim ki ben de o da ölelim. Kureyşli kadınlar benden arkadaşını hayatta kalmak uğruna feda etti, diye söz etmesinler.” Bunun üzerine Mücezzer Onu öldürdü ve sonra da Resulallaha durumu haber verdi.
Ebul-Yeser tarafından esir alınan Abbas da eli-kolu bağlı olarak getirildi. Abbas iri yarı bir kişiydi. EbuI-Yesere: “Bunu nasıl esir aldın?” diye sorulunca Ebul-Yeser: “Daha önce hiç görmediğim ve bu şekilde hiç tanımadığım bir kişi bana yardımcı oldu” dedi. Resulallah: “Ona karşı sana çok kerim bir melek yardım etmiştir.” diye buyurdu.
Abbas esir alındıktan sonra Resulallah gecenin başını uykusuz geçirdi. Ashabı Ona: “Ey Allahın Resulü, niye uyumuyorsun?” diye sorunca: “Abbasın eli-kolu bağlı bir şekilde kıvranıp bağırmasını işittim de gözüme uyku girmedi” diye cevap verdi. Bu sefer ashap kalkıp bağlarını çözdü. O zaman Peygamber uyuyabildi.
Resulallah o gün ashabına şöyle demişti: “Ben biliyorum ki Haşimoğullarından ve başkalarından bazı kimseler istemeyerek Kureyşle birlikte savaşa çıkmıştır. Bu nedenle kim sizden Haşimoğullarından birisiyle karşılaşırsa onu öldürmesin. Abbas bin Abdülmuttalibi kim görürse Onu öldürmesin. O istemeyerek savaşa getirilmiştir.” Ebu Huzeyfe bin Utbe bin Rabia, şunu sordu: “Çocuklarımızı babalarımızı ve kardeşlerimizi öldürüp de Abbası mı bırakacağız? Allaha yemin ederim ki Onu bulacak olursam mutlaka kılıcımı yapıştıracağım.” Bu durum Peygambera ulaşınca Peygamber Ömere: “Ey Ebu Hafs, Ebu Huzeyfenin neler söylediğini duydun mu? Resulallahın amcasının yüzüne de kılıç çalınır mı?” diye söyledi. Ebu Huzeyfe şunları söyledi: “Şimdiye kadar bu sözden korkup duruyorum. Bu sözümün günahını ancak şahadet üzerimden kaldırır.” Ebu Hüzeyfe Yemame Gününde şehit edildi. Resulallah ashabına şöyle demişti: “Ben Cebraili her iki tarafına toz bulutu bırakarak geldiğini gördüm.”
Gıfaroğullarından bir adam şöyle demiştir: “Amcamın oğlu ile bir dağın tepesine çıktık. Bu tepeden Bediri görebiliyorduk. O zaman iki-miz de müşriktik. Zafer hangi tarafta olacak, diye bekleyecek, ondan sonra da gidip talan edecektik. Bunu bekliyorduk. Bize bir bulut yaklaştı. Ben, o buluttan bazı atların kişnemelerini birisinin de şöyle dediğini işittim: Ey Hayzum ileri, Ey Hayzum ileri! Amcamın oğlu anında öldü. Ben de nerdeyse ölecektim de kendimi zor tuttum.”
Ebu Davud el-Mahzumi der ki: “Ben, müşriklerden birisini takip eder ve onu vurmayı istiyorken kılıcım ona varmadan önce kafasının düşüverdiğini gördüm. Anladım ki onu benden başkası öldürdü.” Sehl bin Huneyf de der ki: “Bizim herhangi birimiz kılıcıyla bir müşrike işaret eder fakat kılıcımız ona varmadan, kafası cesedinden düşüverirdi. ”
Allah müşrikleri yenilgiye uğratıp onlardan öldürülenler öldürülüp esir alınanlar da esir alındıktan sonra Resulallah öldürülenlerin bir kuyuya atılmalarını emretti. Bütün öldürülenler bu kuyuya atıldı. Fakat Vmeyye bin Halef atılamadı. Çünkü Vmeyye şişmiş ve zırhını sonuna kadar doldurmuştu. Zırhından çıkartmak istedilerse de paramparça oldu. Bunun üzerine de toprak ve taş attılar. Ölen müşrikler kuyuya atıldıktan sonra, Resulallah kuyunun başına gelip şunları söyledi: “Ey kuyudakiler, sizler peygamberiniz için çok kötü bir aşiret idiniz. Beni yalanladınız. Fakat başkaları beni tasdik etti.” dedikten sonra şöyle seslendi: “Ey Utbe, Ey Şeybe ve Ey Vmeyye bin Halef, Ey Ebu Cehil bin Hişam.” diye başlayıp kuyuda bulunanların isimlerini teker teker saydıktan sonra: “Rabbinizin size vaatlerini doğru buldunuz mu? Gerçek şu ki, ben Rabbimin bana vaat ettiklerini hak buldum.” Peygamber Efendimizin ashabı Ona: “Ey Allahın Resulü, sen ölmüş bulunan kimselerle mi konuşursun?” Nebi: “Benim bu sözlerimi siz onlardan daha iyi duyuyor değilsiniz. Şu farkla ki onlar bana cevap veremiyorlar. ” Resulallah kuyudakilere bu sözlerini söyledikten sonra Utbenin oğlu Huzeyfenin yüzünden hoşlanmadığını ve renginin değiştiğini görünce şöyle dedi: “Babanın bu durumundan biraz rahatsız oldun galiba?” Fakat Ebu Huzeyfe şunları söyledi: “Allaha yemin ederim hayır, ya Resulallah, ben babamın küfründe öldüğünde hiç şüpheye düşmedim. Fakat O akıllı ve tahammülkar birisiydi, faziletliydi, Müslüman olacağını sanıyordum. Fakat küfür üzere öldüğünü görünce kendimi üzülmekten alamadım.” Bunun üzerine Resulallah Ona hayır duada bulundu.
Daha sonra Resulallah emredip savaş alanında bulunan eşyanın toplanmasını istedi. Müslümanlar bu konuda anlaşmazlığa düştüler. Bu eşyaları toplayanlar: “Bunlar bizimdir” deyince, bizzat düşmanla savaşanlar da: “Allaha yemin ederiz ki bizler olmasaydık, sizler bu malları elinize geçiremezdiniz, onları size hücumlarından koruyan bizlerdik, sonunda siz de bunları toplayabildiniz.” Peygamber Efendimizi gölgelikte bulunurken koruyanlar da şöyle dedi: “Allaha yemin ederiz ki sizin hakkınız bizden fazla değildir. Hiç kimsenin alamayacağı bir zaman biz o malı alabilirdik. Fakat düşmanların Resulallaha saldırmasından korktuğumuz için onun yanından ayrılmadık.”
Bunun üzerine Allah ganimetleri onların elinden aldı ve Resulallahın tasarrufuna teslim etti. Resulallah da ganimetleri Müslümanlar arasında eşit bir şekilde bölüştürdü.
Resulallah Abdullah bin Revahayı Medinenin üst tarafına Zeyd bin Hariseyi de Medinenin alt tarafına zaferin müjdesini vermek üzere göndermişti. Zeyd oraya vardığında Resulallahın kızı olan Rukiyyenin gömülüp toprağın üzerinde düzeltilmekte olduğunu gördü. Rukiyye, Osman bin Affanın zevcesi idi. Resulallah Onu Rukiyyenin yanında bırakmıştı. Ona da ganimetten pay ayırdı. Resulallah Medineye dönünce Müslümanlar karşılayarak zaferden dolayı kendisini kutluyorlardı. Seleme bin Selame bin Vakş bin el-Ensarı şunları söyledi: “Biz, sadece yaşlı ve ihtiyarları başları develer gibi asılmış gördük de onları boğazladık, geldik.”
Resulallahın bu sözler hoşuna gittiği için gülümsedi ve şunları söyledi: “Ey kardeşimin oğlu, bunlar Kureyşten kimselerdi.”
Esir alınanlar arasında en-Nadr bin el-Haris ile Ukbe bin Muayt da vardı. Aliye emrederek en-Nadrı öldürmesini istedi. O da Nadrı es-Safra diye bilinen yerde öldürdü. Asım bin Sabite Ukbe bin Ebi Muaytı öldürmeyi emretti. Ukbeyi öldürmek isteyince ölümden korkarak şunları söyledi: “Bu kişiler bana örnek olamaz mı?” Bu sözleriyle esirleri kastediyordu. Daha sonra da: “Ey Muhammed, peki geriye kalan çoluk-çocuk için kim bakacak?” deyince: “Onlar için ateş vardır” dedi. Ve Irk ez-Zabye denilen yerde başım uçurarak öldürdü.
Esirler arasında Süheyl bin Amr da vardı. Onu Ensardan Malik bin edDuhşum esir almıştı. Peygambere onu getirince Ömer ileri atılıp: “Ya Resulallah, müsaade et, bunun dişlerini sökeyim. Ebediyen senin karşına dikilip aleyhinde bir konuşma yapamasın.” dedi. Süheylin alt dudağı yarıktı. Bu sefer Resulallah: “Ya Ömer, onu bırak, ileride hoşuna gidecek bir tavır alacaktır” diye söyledi. Onun bu tavrı Peygamberin vefatı sırasında olmuştu. Bunu da irtidad haberlerinden söz ederken inşallah anlatacağız. Süheyl, Medineye getirilince Peygamber Efendimizin hanımı Sevde bint Zemea Süheyle şöyle dedi: “Siz, kadınların yaptığı gibi kendi ellerinizle mi teslim oldunuz? Şerefinizle niye ölmediniz?” Resulallah, Onun bu sözlerini işitince şöyle dedi: “Ya Sevde, sen Allaha ve Resulüne karşı mı kışkırtıyorsun?” Bu sefer Sevde: “Ey Allahın Resulü, onu bu şekilde görünce, söylediğim sözleri söylemekten kendimi alıkoyamadım” cevabını verdi.
Resulallah: “Esirler hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz” diye buyurdu. Bunun üzerine sahabi kendisi yemez, esirini tercih eder yemeğini esirine verirdi.
Kureyşin başına gelen felaketin haberini Mekkeye ilk götüren Huzaalı el-Haysuman bin Abdullah oldu. Ona: “Ne haber?” diye sorulunca: “Utbe, Şeybe, Ebul Hakem, Haccacın iki oğlu Nübeyh ve Münebbih hep öldürüldü” dedikten sonra Kureyşin diğer ileri gelenlerinin de öldürüldüklerini bildirdi. Safvan bin Umeyye, şöyle söyledi: “Allaha yemin ederim, eğer aklı başında ise, benim hakkımda da size cevap verecektir.” Bu sefer şunu sordular: “Peki, ya Safvan, ne oldu?” O zaman el-Heysuman: “O şu anda el-Hicr denilen yerde oturuyor. Babasının ve kardeşinin öldürüldüklerini gözlerimle gördüm.”
Ebu Leheb Kureyşin ölüm haberini aldıktan dokuz gün sonra Mekkede öldü. Kureyş, ölülerine ağıtlar yaktı ve şunları söylediler: “Hayır, ağıtı bırakınız, Muhammed ve ashabı o zaman bu işe sevinirler. Esirlerinizin kurtarılması için de kimseyi göndermeyin. O takdirde Muhammed bu konuda aşırılığa kaçar.”
Esved bin Abd Yeğusun çocuklarından üçü öldürülmüştü. Bunlar Zemaa, Akil ve Haris idi. Ölen çocukları için ağlamak istediği halde yasaklandığı için bir türlü ağlayamıyordu. Bir kadının feryadını işitince kölesine şunu söyledi: (O sırada da gözlerini yitirmişti): “Bak bakalım, artık ağlama uygun görülüyor mu, ağlayalım mı? Ben de o zaman Zemaa için ağlarım. Çünkü içim yanık yanık kavruluyor.” Kölesi, “Hayır! Bu devesini kaybetmiş bir kadındır onun için ağlıyor” deyince şu şiiri söyledi:
Devesi kayboldu diye mi ağlıyor?
Bunun için mi gözleri uykusuz?
Ne Bekre ne de Bedire ağlıyor
Bunun için gayreti de yok.
O Bedirdeki Huyasysoğullarının,
Mahzumun ve Ebul-Velidin ileri gelenleri gitti.
Ağlarsan Akil için ağla,
Aslanlar aslanı Haris için de
Usanmadan ağla hepsi için
Kimsesiz kaldı Ebu Hakime,
Ah onlardan sonra öyleleri başa geçti ki,
Bedir Günü olmayaydı baş olamazdı.
Son beyitte Ebu Süfyanı kasdediyor.
Daha sonra Kureyş, esirlerinin kurtarılması için fidye göndermeye başladı. Fidye ile kurtarılan ilk esir Selimli Ebu Vedaa oldu. Onu oğlu Muttalib kurtarmıştı. Abbas da kendisini ve Ebu Talibin oğlu Akil ile Nevfel bin el-Haris bin Abdülmuttalib ile birlikte andlaşmalısı Utbe bin Amr bin Cahdema kurtardı. Resulallah Ona bunu emredince Abbas: “Benim hiçbir malım yok” diye cevap verdi. Resulallah: “Peki, Ümmül-Fadlın yanına bıraktığın mala ne oldu? Hani ona sen: Öldürülecek olursam bu kadarı Fadl ın, bu kadarı Abdullahın ve bu kadarı da Ubeydullahın demiştin?” Bunun üzerine Abbas: “Seni hak ile gönderene yemin olsun ki bunu bir ben, bir de hanımım Ümmül-Fadl biliyordu. Ben kesinlikle biliyorum ki sen Allahın Resulüsün.” Böylece Abbas kendisini ve iki yeğenini fidye vererek kurtarmış oldu. Abbas ile birlikte yirmi ukiye altın da bulunmuştu. Abbas: “Bunu, benim fidyem olarak kabul et” dediyse de Peygamber: “Hayır bu Allahü Azze ve Cellenin bize verdiği bir şeydir. Kabul etmeyiz.” cevabını verdi.
Esirler arasında Ebu Süfyanın oğlu Amr da vardı. Onu Ali esir almıştı. Babasına: “Amrı fidye vererek kurtar” dediyse de O: “Hayır, bir anda hem kanımı hem de malımı yitiremem, oğlum Hanzala öldürülüyor, Amrı da fidye vererek mi kurtarayım?” dedi ve böylece oğlunu fidye vermeksizin esir olarak bıraktı. Daha sonra Ensardan Saad bin en-Numan Mekkeye giderek umre yapmak isteyince, Ebu Süfyan Onu yakaladı. O zamana kadar Kureyş hiçbir hacıya veya umre yapana taarruzda bulunmuyordu. Ebu Süfyan onu hapse koyarak oğlu Amrı kurtarmak istiyordu.
Daha sonra Amr bin Avfoğulları Nebiin yanına gittiler ve Ebu Süfyanın oğlu Amrı alıp fidye olarak Saadı salıvermeyi teklif ettiler. Böylelikle Saad salıverilip Amr esirlikten kurtarıldı.
Esirler arasında Resulallahın kızı Zeynebin kocası EbulAs bin Abduluzza bin Abd-i Şems de vardı. Mekkeliler arasında en çok malı olan, en güvenilir ve ticareti en büyük olan kişiydi. Annesi Hale bint Huveylid ise Resulallahın hanımı Haticenin kız kardeşi idi. Nebiin Zeynebi EbuI-Asa vermesini istemiş idi. Peygamber de vahiy gelmeden önce bunu yapmıştı. Fakat vahiy gelince Zeynep iman etti. Resulallah Mekkede yenik durumda olduğu için onları birbirinden ayıramamıştı. Kureyş Bedir Savaşına çıkınca Zeynebin kocası da birlikte savaşa çıkmış ve esir olmuştu. Kureyş, esirleri kurtarmak için fidyeleri gönderince Zeynep de eşinin kurtarılması için Haticenin vaktiyle kendisine vermiş olduğu bir gerdanlığını göndermişti. Resulallah bu gerdanlığı görünce, oldukça üzüldü ve etkilenerek şunları söyledi: “Eğer Zeynebin esirini iade edip onunla birlikte gerdanlığı da vermeyi uygun görüyorsanız böyle yapınız” Sahabe de gerdanlığı verip kocasını serbest bıraktılar.
Resulallah, Zeynebin kocasından söz alarak Medineye Zeynebi göndermesini istedi. Böylelikle Mekkeye gitti. Resulallah kölesi Zeyd bin Harise ile Ensardan bir kişiyi Zeynebi Mekkeden alıp getirmek için gönderdi. EbuI-As Mekkeye varınca karısına, Nebie gitmek üzere hazırlanmasını, emretti. Zeynep de gizlice hazırlığa başladı. Ebul-Asın kardeşi Kinane bin er-Rabi bir deveye bindirilerek okunu ve yayını alıp gündüzün çıkıp gittiler. Kureyş bu durumu haber alınca Zeynebi yakalayıp almak istedi-ler ve Zü Tava diye bilinen yerde yetiştiler. Zeynep hamile idi. Endişelendiğinden ve korkusundan çocuğunu düşürdü. Kinane ise bütün oklarını sağa sola atmaya başlayarak: “Allaha yemin ederim ki bana yaklaşan herkese bir ok atacağım” diye söyledi. Ebu Süfyan bin Harb Ona şöyle dedi: “Sen herkesin gözü önünde Zeynebi alıp çıktın. Herkes bunu bizim küçüklüğümüzden ve güçsüzlüğümüzden yaptığımızı sanacak. Allaha yemin ederim ki bizim Onu alıp yanımızda bırakmaya ihtiyacımız yok. Onun için kadını al ve geri dön, böylece herkes bizim geri getirdiğimizi zannetsin. Sonra da geceleyin onu götür ve Zeyd bin Harise ile arkadaşına teslim et.” diye söyler. Böylelikle Zeyd ve arkadaşı Zeynebi alıp Resulallahın yanına getirdiler ve Zeynep de babasının yanında kalmaya başladı.
Mekkenin fethinden kısa bir süre önce Ebul-As kendisinin ve Kureyşten bazı kimselerin mallarıyla birlikte ticaret için Şama doğru gitmişti. Geri döndüğünde Resulallahın bir seriyyesiyle (askeri müfrezesi ile) karşılaştılar. Bu seriyye onunla birlikte bulunan bütün malları aldıysa da, Ebul-As onlardan kaçıp kurtuldu. Gece karanlık basınca Ebul-As Medineye girip gizlice Zeynebin bulunduğu yere girdi. Sabah Resulallah namaza çıktı tekbir aldı, cemaat da tekbir aldı. Tam bu sırada Zeynep kadınların bulunduğu yerden şöyle seslendi: “Ey insanlar, haberiniz olsun, ben Ebuı-Ası himayeye aldım.” Peygamber: “Nefsimi elinde tutan Allaha yemin ederim ki bununla ilgili hiçbir şey bilmiyordum, fakat Müslümanlar arasında onların en düşük olan kimseleri bile, himayeye alabilir.” diye buyurdu. Ondan sonra Zeynebe: “Sakın sana yaklaşmasın, sana helal değildir.” ihtarında bulundu. Ondan sonra Ebul-Ası alan Seriyyeye şunları söyledi: “Eğer almış olduğunuz malları ona vermeyi arzu ediyorsanız bundan memnun kalırız. Kabul etmezseniz Allah yolunda alınmış, Allahın size vermiş olduğu bir ganimettir ve sizin hakkınızdır.” Seriyyedekiler: “Ey Allahın Resulü onun malını ona geri veriyoruz,” diyerek; yükleri bağlamak için kullandıkları ufak tahta parçalarını bile ona geri verdiler. Sonra da Mekkeye geri dönen Ebul-As mallarını sahiplerine verdikten sonra: “Şahadet ederim ki Allahtan başka ilah yoktur ve Muhammed onun Resulüdür. Allaha yemin ederim, beni onun yanındayken İslama girmekten alıkoyan sadece sizlerin, benim mallarınızı yemek istediğimi sanmanız olmuştur.” diyerek çıkıp Peygamberin yanına gitti. Nebi de ailesini ona eski nikahıyla geri verdi. Yeni bir nikah yapıldı, diyenler de vardır.
Bir gün Umeyr bin Vehb el-Cumahi, Safvan bin Umeyye ile Bedir Savaşından sonra birlikte oturmaktaydılar. Safvan, şeytanın teki idi. Peygambere ve ashabına eziyet ederdi, İbn Vehb de esirler arasındaydı. Safvan şöyle dedi: “Bedirde öldürülenlerden sonra yaşamamn hiçbir anlamı kalmadı.” Umeyr: “Doğru söyledin eğer borcum olmasaydı ve yok olmalarından korktuğum ailem olmasaydı, atıma atlar ve gider Muhammedi öldürürdüm.” dedi. Bunun üzerine Safvan: “Bütün borçlarım üzerime alıyorum. Aileni de ailemin yanına alacağım” deyince Umeyr, kalkıp Medineye gitti. Medineye varınca Peygamber, Ömer Hattaba emrederek Umeyrin huzuruna getirilmesini istedi. Ömer kılıcını alarak çevresinde bulunan Ensara dedi ki: “Resulallahın huzuruna girin ve bu pis herifin hareketlerine dikkat edin.” Resulallah, Onu görünce Ömere: “Onu bırak” dedikten sonra da: “Ey Umeyr, yaklaş, niye buralara kadar geldin?” dedi. Umeyr: “Şu esiri kurtarmak için gelmiştim” dedi. Nebi: “Bana doğru söyle” dediyse de Umeyr: “Ben sadece bu amaçla geldim.” diye cevap verdi. Bu sefer Nebi: “Hayır, Safvanla birlikte oturdunuz ve aranızda şöyle şöyle bir konuşma geçti” deyince Safvan: “Şahadet ederim ki sen Allahın Resuıüsün. Beni İslama ileten Allaha hamdü senalar olsun”, dedi. Bunun üzerine Resulallah: “Şu kardeşinize dinini öğretin, Kuranı öğretin ve istediği esiri de onun için serbest bırakın.” dedi. Ondan sonra Umeyr, şunları söyledi: “Ey Allahın ResUlü, ben bundan önce Müslümanlara eziyet ediyordum, şimdi de bana izin ver Mekkeye gideyim, insanları Allaha davet edeyim ve daha önce ashabını rahatsız ettiğim gibi, şimdi de kafirleri rahatsız edeyim.” dedi. Nebi ona bu konuda izin verdi. Safvan da şöyle diyordu: “Şimdi sizlere müjdeler olsun öyle bir olay gelecek ki, size Bedir Vakasını bile unutturacak.”
Umeyr Mekkeye dönünce insanları Allahın dinine davet etti. Onunla birlikte pek çok kimse Müslüman oldu. Umeyr, böylelikle kendisine muhalefet edenlere eziyet ediyordu.
Mikrez bin Hafs bin el-Ahyef, Sübeyl bin Amrın fidyeyle kurtarılması için Medineye vardı. Resulallah esirler konusunda Ebu Bekir, Ömer ve Aliyle istişare ediyordu. Ebu Bekir fidye alınarak serbest bırakılmasım istemişti. Ömer, öldürülmesini istedi. Resulallah de öldürülmesine meyl etti. Bunun üzerine Yüce Allah, şu buyruğu indirdi:Yeryüzünde iyice savaşıp kafirleri iyice öldürmeden hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. dan itibarenO zaman sizin aldığınızdan (fidye) size çok büyük bir azap isabet ederdi. (Enfal 67-68) buyruğuna kadarki ayetler indi.
Alınan esirlerin sayısı yetmiş kişi idi. Fidye alınmasının bir cezası olmak üzere Uhud gününde Müslümanlardan yetmiş kişi şehit edildi. Resulallahın küçük azı dişi kırıldı ve başındaki miğfer de yarılarak yüzüne kanlar aktı, ashabı da yenildi. Buna işaret etmek üzere Yüce Allah, şu buyruğunu indirdi:Sizin iki mislini isabet ettirdiğiniz o musibet size isabet edince… (Al-i İmran 165).
Bedirde öldürülen Müslümanların sayısı on dört kişi idi. Bunlardan altı kişisi Muhacirlerden, sekiz kişisi de Ensardandı. Resulallah bir kısım savaşmak isteyenleri de küçük bulduğu için geri çevirmişti. Bunlar arasında Abdullah bin Ömer, Rafi bin Hadic, el-Bera bin Azib, Zeyd bin Sabit, ve Useyd bin Hudayr vardı.
Resulallah savaşa katılmadıkları halde sekiz kişiye ganimetten pay ayırmıştı. Bunlardan Osman bin Affan (radiyallahu anh) Resulallah (ve Osmannı) kızı eşi Rukiyyenin hasta olmasından dolayı yanında bırakmıştı, öbürleri Talha bin Ubeydullah, Said bin Zeyd, idi. Bunları da kervanın haberlerini toplamak üzere göndermiş idi. Bir diğeri Ebu Lübabedir ki Peygamber Onu Medinede yerine vekil bırakmıştı. Asım bin Adiyyi ise Medinenin üst kısmına nezaret etmekle görevlendirmişti. Haris bin Hatıbı ise Amr bin Avf hakkında aldıkları bir haber üzerine o tarafa göndermişti. el-Haris bin es-Simme, er-Revha denilen yerde yenik düşürülmüştü. Havvat bin Cübeyrin ise Bedirde Zülfikar diye bilinen kılıcının alt tarafı kırılmıştı. Bu kılıcın Münebbih bin Haccaca ait olduğu söylenmiş se de As bin Münebbihe ait olduğu da söylenmiştir. Onu Ali, kafasını uçurarak öldürmüş ve Zülfikar diye bilinen kılıcını ondan almıştı. Böylelikle Peygambere geçmiş, O da Aliye hediye etmişti.