Miracın ne zaman olduğunda, ilgilenen alimler farklı şeyler söylemişlerdir. Hicretten üç yıl önce olmuştur, denildiği gibi, bir yıl önce olmuştur diyenler de vardır. Resulallahın nereden alınıp miraca götürüldüğü konusunda da görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Mescid-i Haramın Hicr denilen yerinde uyumaktayken, oradan alınıp geceleyin yürütüldü (İsra), denildiği gibi, Ebu Talibin kızı Ümmü Haninin evinde uyumakta iken olmuştur da denildi. Bu görüşü söyleyenler, “Haremin tümü mescittir” derler.
Mirac ile ilgili hadisleri, sahabelerden bir topluluk, sahih senetlerle rivayet etmişlerdir.
Dediler ki: Resulallah şöyle buyurdu: “Cebrail ile Mikail yanıma gelerek şöyle sordular:Biz, hangilerini (almak üzere) emredildik? Dediler ki:Onların efendilerini (almakla) emredildik. Sonra gidip ön taraftan geldiler. Bu sefer üç kişi idiler. Uyumakta olduğunu gördüler. Onu sırt üstü çevirip karnını yardılar. Zemzem Suyu ile içini yıkayarak hile ve benzeri şeylerden temizlediler. İman ve hikmetle dolu bir leğen getirip kalbini ve içini iman ve hikmetle doldurdular. Nebi devamla buyurdu: Cebrail beni Mescid (-i Haram) dan dışarıya çıkarttı. Aniden karşımda bir binek gördüm. Bu, Buraktı. Eşekten yüksek ve katırdan alçak idi. Adımını, gözünün son gördüğü noktaya atardı. Cebrail bana:Bin dedi. Elimi onun üzerine koyduğumda kabul etmeyip zorluk çıkardı. Bu sefer Cebrail ona:Ey Burak, dedi. Senin sırtına, Allahın yanında Muhammedden daha değerli bir kimse binmiş değildir. Buraktan bu sefer terler boşandı ve önüme eğildi. Ben de sırtına bindim. Cebrail de beni alıp Mescid-i Aksa taraflarına götürdü. Bana iki kap getirildi. Birisinde süt, diğerinde şarap vardı. Bana:Bunlardan birisini seç denildi. Ben de sütü alıp içtim. Bunun üzerine bana:Fıtrata uygun olanı seçtin, denildi. Şayet şarabı seçmiş olsaydın, senin ümmetin senden sonra azıp yoldan çıkardı.”
Sonra yolumuza devam ettik, Bana: “Aşağı in, namaz kıl” dedi. Ben de inip namaz kıldım. Cebrail bana: “Burası Taybedir, dedi. Buraya hicret edilecek.”
Yine yolumuza devam ettik. Bana: “İn ve namaz kıl” dedi. Ben de inip namaz kıldım. Bana: “Burası Tur-i Sinadır. Allahın Musa ile konuştuğu yerdir.” dedi.. Yine yolumuza devam ettik. Bana: “İn ve namaz kıl” dedi. Ben de inip namaz kıldım. Bana: “Burası Beyt Lahmdır, dedi. İsanın doğduğu yer.” Sonra Beytül-Makdise varıncaya kadar yürüdük. Mescitin kapısına vardığımızda, Cebrail beni indirdi ve Burakı, (peygamberlerin bineklerini bağladığı) halkaya bağladı. Mescide girdiğimde, etrafımı peygamberlerin sarmış olduğunu gördüm. “Benden önce Allahın peygamber olarak gönderdiği kimselerin ruhlarının çevremi sarmış olduğunu gördüm” de denilmiştir. Hepsi bana selam verdi. Ben: “Ey Cebrail, bunlar kimdir?” dedim. Bana: “Bunlar senin Peygamber kardeşlerindir. Kureyş, Allahın ortağı olduğunu ileri sürdü. hristiyanlar da Allahın çocuğu vardır, dediler. Bu peygamberlere sor bakalım, aziz ve celil Allahın herhangi bir ortağı ya da çocuğu var mıdır? İşte Yüce Allahın:Bir de senden önce göndermiş olduğumuz resullerimize sor: Biz, Rahman (olan Allah)ın dışında kendilerine ibadet edilen tanrılar mı kılmışız? (Zuhruf 43/45) şeklindeki buyruğunda anlatılan durum budur. Hepsi, aziz ve celil Allahın birliğini ikrar ettiler. Sonra Cebrail onları topladı, beni önlerine geçirdi. Ben de onlara iki rekat namaz kıldırdım.
Daha sonra Cebrail, benimle malum kayanın yanına vardı, oraya çıkardı. Baktım ki, göğe kadar bir miraç (merdiven) yükseliyor. Hiç kimsenin gözü ondan daha güzel birşey görmemiştir. Melekler de oradan (göklere) yükselir. Bu Miraçın başlangıcı Beytül-Makdisdeki kayada, öbür ucu ise göklere bitişiktir. Cebrail beni kaldırıp kanadı üzerine koydu, dünya semasına kadar çıkardı. (Kapısının) açılmasını istedi. “Kim o?” diye soruldu. O da: “Cebrail” dedi. “Ya beraberinde olan kim?” diye sorulunca, “Muhammed” diye cevap verdi. Bu sefer: “Ona peygamberlik verildi mi?” diye soruldu. O da: “Evet” deyince, “Merhabalar olsun Ona. Gelen ne iyi birisidir!” dediler ve kapı açıldı, içeri girdik. Karşımızda, herşeyi yerli yerinde, eksiksiz bir adam gördük. Sağında, içerisinden güzel kokular gelen bir kapı, solunda pis kokular gelen bir başka kapı vardı. Sağında bulunan kapıya baktığında gülüyor, solundaki kapıya baktığında ağlıyordu. Ben: “Bu, kimdir ve bu iki kapı ne oluyor?” diye sorunca, Cebrail bana: “Bu senin atan Ademdir. Sağındaki kapı Cennetin kapısı, olup soyundan gelenlerden oraya girenlere baktığı zaman gülüyor; solundaki kapı ise Cehennemin kapısıdır ve soyundan gelip de oraya girenleri gördüğü zaman da ağlıyor ve üzülüyor” diye cevap verdi.
Daha sonra beni alıp ikinci semaya çıkardı. Kapının açılmasını istedi. “Kim o?” diye sorulunca, “Cebrailim” diye cevap verdi. Bu sefer: “Beraberinde kim var?” diye soruldu. O da: “Muhammed” dedi. “Peki ona peygamberlik verildi mi?” diye sorduklarında da, Cebrail: “Evet” diye cevaplandırdı. Bu sefer: “Allahın selamı üzerine olsun, merhabalar olsun ona. Bu gelen ne iyi birisidir!” denilerek, kapı açıldı. İçeri girdiğimizde iki genç ile karşılaştık. Ben: “Ey Cebrail, bunlar kim?” diye sordum. Cebrail: “Bunlar Meryemoğlu İsa ile Yahya bin Zekeriyyadır.” diye cevaplandırdı.
Arkasından beni alarak üçüncü semaya çıkardı. Kapının açılmasını isteyince: “Kim o?” diye soruldu. “Ben Cebrailim” diye cevap verdi. Bu sefer: “Peki beraberinde kim var?” denilince: “Beraberimdeki Muhammeddir” dedi. Bu sefer: “Kendisine Nebilik verildi mi?” diye soruldu, O da: “Evet” dedi. Bunun üzerine: “Merhabalar olsun ona. Hoş sefa geldi” dediler. İçeri girdik. Karşımda başkalarından daha güzel birisini gördüm. Ben: “Bu kim, ey Cebrail?” diye sordum. Cebrail: “Bu, kardeşin Yusuftur” dedi.
Arkasından beni alarak dördüncü semaya çıktı ve kapısının açılmasını istedi. “Kim o?” diye soruldu. Cebrail: “Yanımdaki Muhammeddir” diye cevap verince: “Ona Nebilik verildi mi?” diye soruldu: “Evet” dedi. Bunun üzerine: “Merhabalar olsun Ona, hoş sefa geldi” denildi ve biz de içeri girdik. Karşımızda bir adam duruyordu. Ben: “Bu kimdir?” diye sordum. Cebrail: “Bu İdristir, dedi. Allah, Onu yüksek bir mekana çıkartmıştır.”
Daha sonra beni beşinci kat semaya çıkarttı ve kapının açılmasını istedi. “Kim o?” diye sorulunca: “Ben Cebrailim” diye cevap verdi. Bu sefer: “Beraberindeki kim? diye soruldu. O da: “Muhammeddir” deyince: “Peki, Ona Nebilik verildi mi?” diye soruldu. Cebrail: “Evet.” dedi. “Merhabalar olsun Ona, Hoş, sefa geldi” denildi. Biz de içeri girdik. Karşımızda oturan birisi vardı ve etrafındaki topluluğa birşeyler anlatıyordu. “Bu kim?” diye sordum. Cebrail bana: “Bu, Harundur. Etrafındakiler de İsrailoğulları dır.” diye cevap verdi.
Arkasından beni alıp altıncı semaya çıkarttı. Kapının açılmasını isteyince, “Kim o?” diye soruldu. “Ben Cebrailim” diye cevap verdi. Bu sefer: “Yanında kim var?” denilince, “Yanımdaki Muhammeddir.” diye cevaplandırdı. Tekrar: “Peki kendisine Nebilik verildi mi?” diye soruldu. O da: “Evet” dedi. Bunun üzerine: “Merhabalar olsun Ona; hoş sefa geldi” dediler. Oradan da içeri girdik. Karşımızda oturmakta olan bir adam gördüm. Onu geçip geride bıraktık. Bunun üzerine bu adam ağlamaya başlayınca: “Bu adam kim, ey Cebrail?” diye sordum. “Bu Musadır” dedi. “Peki niye ağlıyor?” diye sorunca şöyle dedi: “İsrailoğulları, beni Allahın yanında Ademoğullarının en değerlisi sanıyor. Ademoğullarından olan bu adam ise, beni geride bıraktı.”
Nebi anlatmasına devam ederek: Sonra beni alarak yedinci semaya çıkarttı. Kapının açılmasını istedi. “Kim o?” diye sorulunca: “Cebrail” diye cevap verdi. Bu sefer: “Peki yanında kim var?” dediler. O: “Muhammed” diye cevaplandırdı. “Peki kendisine peygamberlik verildi mi?” diye sorulunca: “Evet” dedi. Bunun üzerine: “Merhabalar olsun Ona. Hoş sefa geldi.” dediler ve biz de içeri girdik. Karşımızda, Cennetin kapısı önünde, bir kürsi üzerinde oturmuş, saçları yer yer kırlaşmış ve çevresinde de beyaz kağıtları andıran beyaz yüzlü bir toplulukla, renklerine bir parça siyahlık karışmış bir takım kimselerin yer aldığı bir adam gördük. Renklerinde bir parça siyahlık bulunan o kimseler kalkıp bir nehirde yıkandılar. Nehirden çıktıklarında, onların yüzleri de öbür arkadaşlarının yüzleri gibi bembeyaz olmuştu. Bunun üzerine: “Kim bu?” diye sordum. Cebrail: “Bu senin atan İbrahimdir. Şu gördüğün beyaz yüzlü kimseler ise, imanlarına zulüm katmamış kimselerdir. Yüzlerinin renklerinde bir parça siyahlık bulunan o kimselere gelince, onlar iyi amelleriyle birlikte bir kısım kötü ameller de karıştırmışlar, daha sonra tövbe edip, Allahın tövbelerini kabul ettiği kimselerdir.” Bir de baktım ki İbrahim, bir eve yaslanmış şöyle söylüyor: “Şu el-Beyt el-Mamura her gün yetmiş bin melek giriyor ve aynı melekler bu eve bir daha dönmüyor. ”
Nebi devamla buyurdu: Cebrail, beni alarak götürdü ve Sidretul-Müntehaya vardık. Oradaki ağacın meyveleri Hecer testilerini andırıyordu. Onun dibinden dört nehir kaynıyordu: İkisi gizli, ikisi açıkta idi. Gizli olan iki nehir cennettedir; açık olanları ise, biri Nildir, diğeri Fırattır. O ağacı Allahın nurundan bir örtü kaplamıştı. Onun etrafında bulunan melekler, Allahın haşyetinden altından çekirgelere benziyordu. Onlar öyle bir değişik hal almışlardı ki, bunu hiç kimse nitelendiremez. Cebrail, onların tam ortasında dikilerek, şöyle dedi: “İlerle ya Muhammed!” Cebrail de benimle birlikte olduğu halde, bir Hicaba doğru ilerIedim. Beni bir başka melek aldı ve Cebrail, benden geriye çekildi. Ben: “Nereye?” diye sordum. Bana:Her birimizin bilinen bir makamı vardır. (Saffat 37/164) diye cevap verdi. İşte bu mahlukatın varabildiği son noktadır.
Ben bu halimde, Arşa varıncaya kadar devam ettim. Arşın yanında her şey küçüldü, alçaldı. Rahman olan Allahın heybetinden dilim tutuldu. Derken Allah, nutkumu çözdü ve: “et-Tehiyyatü el-Mübarekatü vessalavatut-Tayyibatü lillahi… (Bütün dualar, senalar, bedeni ve mali ibadetler, yalnız Allahındır)” deyiverdim. Allah da, bana ve ümmetime bir gün ve gecede elli vakit namaz kılmayı farz kıldı. Sonra Cebrailin yanına döndüm. Elimden tutup beni Cennete soktu. Orada inciden, yakuttan ve zebercedden evler gördüm. Orada bir nehir gördüm ki, onun suyunun rengi sütten ak ve baldan daha tatlı idi. O nehirin dibindeki çakılları, inci yakut ve miskten idi. Cebrail bana: “İşte bu, Rabbinin sana vermiş olduğu Kevserdir.” dedi. Daha sonra bana ateş gösterildi. Oradaki zincirlere, prangalara, yılanlara, akreplere ve ondaki türlü, çeşitli azaplara baktım.
Daha sonra beni oradan çıkarttı ve yolumuza Musaya rastlayıncaya kadar devam ettik. Musa bana: “Sana ve ümmetine ne farz kılındı?” diye sordu. Ben: “Elli vakit namaz” dedim. Bunun üzerine Musa: “Ben, senden önce İsrailoğullarını iyice sınadım ve onları en zorlu şartlar altında tedavi etmeye çalıştım. Onlardan istenenlerse bunlardan daha azdı. Fakat yine de yapmadılar. Rabbine geri git ve bunu hafifletmesini iste.” Rabbimin yanına geri dönüp ondan bu mükellefiyeti hafifletmesini istedim. Onunu kaldırarak hafifletti. Tekrar Musaya geri döndüm ve onu durumdan haberdar edince: “Geri dön ve hafifletmesini iste” dedi. Tekrar geri döndüm, bu sefer on vakit daha kaldırarak hafifletti. Bu şekilde Rabbim ile Musa arasında gide gele, sonunda beş vakit kaldı. Musa yine bana: “Geri dön, hafifletmesini dile” dediyse de ben: “Artık Rabbimden utanmaya başladım, geri dönmeyeceğim.” dedim. Bunun üzerine şöyle bir nida işittim: “Ben senin ümmetin üzerine elli vakit namaz farz kıldım.. Beş vakit, elli vakite bedeldir. Ben farz kıldığım hükmü yerine getirdim ve aynı zamanda da kullarımın yükünü hafiflettim. ”
Daha sonra Cebrail ile birlikte yatağıma geri döndüm ve bütün bunlar bir gece içinde olup bitmişti.”
Resulallah, Mekkeye geri döndüğünde, insanların kendisine inanmayacaklarını bildiğinden, Mescid-i Haramda üzgün üzgün oturdu. ÖnündenEbu Cehil geçti ve alayedici bir üslupla: “Nasıl bu gece işe yarar birşey yapabildin mi?” diye sordu. Nebi: “Evet, dedi. Bu gece BeytülMakdise götürüldüm.”Ebu Cehil: “Sonra da sabah olunca aramıza geliverdin, öyle mi?” dedi. Nebi: “Evet” diye cevap verdi. Bunun üzerineEbu Cehil: “Ey Kaab bin Lüeyyoğulları, gelin buraya, gelin.” diye halkı çağırdı. Nebi de onlara durumu anlattı. Onların kimi anlatılanları doğruluyor, kimi yalanlıyor, kimisi alkış tutuyor, bir başkası elini şakağına koyup düşünüyordu. İman etmeyenler Ona iman edip söylediklerini doğrulayanların yanından uzaklaşıp gidiyordu.
Müşriklerden bir takım kimseler koşupEbu Bekirin yanına vararak: “Senin arkadaşın, şunu şunu söylüyor.” dediler. O da: “Eğer o bunları söylüyorsa, kesinlikle doğru söylüyor.” diye cevap verir. Devamla: “Ben, bunun ötesinde olan konularda bile doğru söylediğine inanıyorum; Onun gökten gece gündüz almış olduğu haberlerini de doğruluyorum.” Bunun üzerine Ona; o günden itibaren: “Ebu Bekir es-Sıddık” denilmeye başlandı.
Mekkeli müşrikler, bunun üzerine Nebie: “O halde bize Mescid-i Aksanın niteliklerinden söz et” dediler. Nebi (dediki): “Ben de onlara anlatmaya koyuldum. Fakat sonunda bazı noktalarda benim için karışıklık oldu.” dedi. “Bunun üzerine Mescid, alınıp gözümün önüne getirildi. Ben de ona bakıp niteliklerini sayıp dökmeye başladım.” Bu sefer bana: “Bize kervanımızın durumunu bildir” dediler. Nebi: “Ravha denilen yerde, filanların kervanına rastladım. Bir develerini kaybetmişler ve onu arıyorlardı. Sonra içinde su bulunan bir bardak aldım ve onu içtim. Onlara bu durumu sorabilirsiniz. Daha sonra filan, filan ve filan oğullarının kervanlarına rast geldim. Zü Murr denilen yerde, kimilerini binmiş, kimilerini yerde oturmuş gördüm. Onların genç devesi benden ürküp filan kişi sırtından düştü ve elini kırdı. Onlara sorabilirsiniz.” buyurduktan sonra, kendi kervanları hakkında da onlara şu bilgiyi verdi: “Sizin kervanınızı da Tenim denilen yerde buldum. Kervanın önünde kül renkli bir deve gidiyor ve bu devenin üzerinde de iki tane elle dikilmiş hurç yerleştirilmişti. Güneşin doğmasıyla birlikte size ulaşacaklar. ”
Bunun üzerine Mekkeli müşrikler, yolun gözlendiği tepeye çıktılar ve onu yalanlayabilmek amacıyla güneşin doğmasını beklediler. Onlardan birisi şöyle dedi: “Aha işte güneş doğdu.” Tam bu sırada da bir başkası: “Allaha yemin ederim. İşte kervan da göründü. En önünde de onun dediği şekilde kül rengi bir deve geliyor” dedi. Böylelikle müşrikler, istedikleri şeyi elde edemeyince, bu sefer: “Muhakkak bu, apaçık bir sihirdir” demeye başladılar.