Bir gün, İsa Süleyman mabedi verandasında otururken, yanına din adamları geldi ve içlerinden halka hitap eden birisi kendisine dedi, “Ey muallim, ben bu insanlara defalarca hitap ettim, aklımda kitaptan anlayamadığım bir bölüm var.” İsa karşılık verdi, “Nedir o?” Yazıcı dedi, “Allahın babamız İbrahime söylediği şu, “Ben senin büyük ödülün olacağım” sözü. Şimdi, insan böyle bir ödülü nasıl hak edebilir?” O zaman İsa ruhen sevindi ve dedi, “Eminim ki sen Allahın melekutundan uzak değilsin. Beni dinle, bu öğretinin anlamını sana anlatacağım. Allah, sonsuz, insan sonlu olduğundan, insan Allahı hak edemez ve senin kuşkun bu mudur kardeş?” Yazıcı ağlayarak cevap verdi, “Rab, sen benim kalbimi biliyorsun; o halde konuş, çünkü benim ruhum senin sesini duymak arzu ediyor.” O zaman İsa dedi, “Allah sağ ve diridir ki, insan her an aldığı küçük bir nefesi de hak edemez.” Bunu duyan yazıcı kendinden geçti ve havariler de aynı şekilde hayrete düştüler, çünkü İsanın, Allah sevgisi için ne verirlerse, onun yüz katını alacaklarını söylediğini hatırlıyorlardı. Sonra İsa dedi, “Eğer biri size yüz altın kuruş ödünç verse ve siz de bu kuruşları harcasanız, sonra bu adama, “Ben sana kurumuş bir bağ yaprağı veriyorum; bu nedenle bana evini ver, çünkü onu hak etmiş oluyorum” diyebilir misiniz?” Yazıcı cevap verdi, “Asla Rab, çünkü o önce borcunu ödemeli ve sonra da, herhangi bir şey isteyecekse iyi şeyler vermelidir, ya bozulmuş bir yaprak ne işe yarar ki?” İsa karşılık verdi, “İyi söyledin ey kardeş; o halde söyle bana, insanı hiç yoktan yaratan kimdir? Mutlaka Allahtır, aynı zamanda ona yararlanması için tüm dünyayı da vermiştir. Ama insan, günah işleyerek bunu tümüyle harcamıştır, çünkü günahtan dolayı tüm dünya insanın aleyhine döndü ve insanın sefilliği içinde, Allaha günahla bozulmuş amellerinden başka verecek hiç bir şeyi yoktur. Çünkü her gün günah işlemekle, kendi amelini bozmaktadır, bu nedenle İşaya peygamber der, “Bizim takvamız bir aybaşı bezi gibidir.” O halde, tatmin etmekten uzak olan insan nasıl hak sahibi olabilir? Olur ya, insan günah işlemiyor mu diyelim? Allahımızın peygamber Davud aracılığıyla söyledikleri açık seçiktir. “Muttaki bir günde yedi kez düşer” öyleyse, muttaki olmayan ne kadar düşer? Ve eğer bizim takvamız lekeliyse, takvasızlığımız ne kadar da iğrençtir! Allah sağ ve diridir ki, bir insanın, “Hak ederim” sözünden daha çok kaçınması gereken başka bir şey yoktur. Bir insan, elinin yaptıklarını bilsin, kardeş, o zaman hakkını hemen görecektir. İnsandan çıkan her iyi şeyi, gerçekten insan yapıyor değildir, ama onu kendisinde yapan Allahtır; çünkü varlığı kendisini yaratmış olan Allahındır. İnsanın yaptığı, yaratıcısı Allaha karşı çıkmak ve günah işlemektir, böylece de o, ödülü değil azabı hak eder. Dediğim gibi, Allah insanı yalnızca yaratmakla kalmamış, aynı zamanda onu tastamam yaratmıştır. Ona tüm dünyayı vermiştir. Cennetten ayrıldıktan sonra kendisine korumak için iki melek vermiş, ona peygamberler göndermiş, ona kanunu bahşetmiş, imanı bahşetmiş, her an onu şeytandan korumakta, ona Cennet vermek istemektedir; hatta insana Kendisini vermek istemektedir. O halde borcun büyüklüğünü düşünün! Hiç yoktan kendiniz gibi insanlar yaratmak, bir dünya ve Cennetle birlikte, hatta Allahımız gibi, büyük ve iyi bir Allahla birlikte, Allahın gönderdikleri kadar peygamberler yaratmak ve her şeyi Allaha vermek borcu tehir edilmekte ve size yalnızca Allaha şükretme zorunluluğu kalmaktadır. Fakat tek bir sinek yaratamadığınız için ve her şeyin Rabbi olan Allahtan başka ilah olmadığından, borcunuzu nasıl tehir edebileceksiniz? Emin olun ki, eğer bir insan size yüz altın kuruş ödünç verecek olsa, geri yüz altın kuruş vermek zorunda olursunuz. İşte kardeş, bunun anlamı şudur ki, Cennetin ve her şeyin Rabbi olan Allah istediğini diyebilir ve her ne isterse verebilir. Bu bakımdan, O İbrahime “Ben senin büyük ödülün olacağım” dediği zaman, İbrahim, Allah benim ödülümdür” değil, “Allah benim hediyem ve borcumdur” diyebildi, Sen de insanlara hitap ederken ey kardeş, bu bölümü işte böyle açıklamalısın; yani, eğer insan iyi çalışırsa, Allah şu şeyleri insana verecektir demelisin. Ey insan, Allahın sana konuşacağı ve “Ey benim kulum, benim sevgim için iyi işler yaptın; ben Allahından nasıl ödül istersin?” diyeceği zaman, sen cevap ver, “Rab, ben Senin ellerinin eseri olduğumdan, bende Şeytanın sevdiği günahın bulunması yakışık almaz. Bu nedenle Rab, kendi azametin için ellerinin eserlerine merhamet et.” Ve Allah, “Seni bağışladım, şimdi de seni ödüllendirmek istiyorum” derse cevap ver, “Rab, yaptıklarım için ben ceza hak ettim ve Sen ise yaptıkların için ululanmayı hak ettin. Rab, bende yapmış olduğum şeyleri cezalandır ve Kendi yaptığın şeyleri ise kurtar.” Ve eğer Allah, “Günahın için kendine hangi ceza uygun görünüyor?” derse, sen cevap ver, “Ey Rab, tüm fasıkların çekeceği kadar.” Ve eğer Allah, “Neden bu kadar büyük bir ceza istersin, ey benim mümin kulum?” derse, cevap ver, Çünkü onların hepsi senden benim aldığım kadar çok şey almış olsalardı, sana benden daha çok inançla kulluk ederlerdi.” Ve eğer Allah, “Bu cezayı ne zaman ve ne kadar süreyle almak istersin?” derse, cevap ver, “Şimdi ve sonsuza değin.” Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, böyle bir insan Allahı tüm kutsal meleklerinden daha çok hoşnut edecektir. Çünkü Allah gerçek alçak gönüllülüğü sever ve gururdan nefret eder.” Sonra, yazıcı İsaya teşekkür etti ve dedi, “Rab, haydi hizmetçinin evine gidelim. Çünkü hizmetçin sana ve havarilerine yemek verecektir.” İsa karşılık verdi, “Bana Rab değil de, “Kardeş” diyeceğine söz verdiğin zaman oraya gelecek ve sen hizmetçim değil kardeşimsin diyeceğim.” Adam söz verdi ve İsa da onun evine gitti. Yemekte otururlarken yazıcı dedi, “Ey muallim, Allahın gerçek alçak gönüllülüğü sevdiğini söyledim. Bu bakımdan, bize alçak gönüllülüğünü ve onun nasıl gerçek, nasıl sahte, olabileceğini anlatın.” İsa cevap verdi, “Bakın size diyorum ki, küçük bir çocuk gibi olmayan göklerin melekutuna girmeyecektir.” Herkes bunu duyunca şaşırdı ve birbirlerine dediler ; “Şimdi, otuz ya da kırk yaşında olan biri nasıl küçük bir çocuk gibi olacak?” İsa cevap verdi, “Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, sözlerim doğrudur. Size, bir insanın çocuk gibi olması gerektiğini söyledim; çünkü bu, gerçek alçak gönüllülüktür. Eğer küçük bir çocuğa, “Senin elbiselerini kim yaptı?” diye sorsanız, “Babam” diye cevap verecektir. Eğer ona, oturduğu evin kimin olduğunu sorsanız, “Babamın” diyecektir. Eğer “Sana kim yiyecek veriyor?” deseniz, “Babam” diye karşılık verecektir. Eğer, “Sana yürümek ve konuşmayı kim öğretti?” deseniz, “Babam” diye cevap verecektir. Ama deseniz ki, “Alnını kim yardı, alnını böyle sardırmışsın” diyecek olsanız, “Düştüm ve başımı yardım” diye cevap verir. Eğer, “Neden düştün?” derseniz, “Görmüyor musunuz küçüğüm, yetişkin bir insan gibi yürüme ve koşma gücüm yok ki! Bu bakımdan babam, sağlam yürümem için benim elimden tutmadı. Fakat iyi yürümeyi öğrenmem için babam beni bir an bıraktı ve ben de koşmak isteyince düştüm.” diye cevap verir. Eğer, “O zaman baban ne dedi?” derseniz, “Niye şimdi oldukça yavaş yürümedin? Bak, ileride benim yanımdan ayrılmayacaksın” dedi diye cevap verir. Söyleyin bana, doğru değil mi bu?” dedi İsa. Havariler ve yazıcı cevap verdiler, zaman İsa dedi, “Doğruların doğrusu!” O “Kalbinden Allahı tüm iyiliklerin yazarı, kendini de günahların, yazarı olarak tanıyan gerçekten alçak gönüllü olur. Ama dille çocuk gibi konuşup, hareketle zıtlarını ortaya koyan, emin olun ki, sahte alçak gönüllülük ve gerçek gurur sahibidir. Çünkü gurur bu şekilde, insanlar tarafından azarlanıp tekmelenmedikçe, alçak gönüllü şeyleri kullandığı zaman zirvesine varır. Gerçek alçak gönüllülük insana kendini gerçekten bildiren bir ruh alçak gönüllülüğüdür; ama sahte alçak gönüllülük Cehennemden bir duman olup, ruhun anlayışını öylesine karartır ki, insan kendinde bulması gerekeni Allahta bulup, Allahta bulması gerekeni kendinde bulur. Bu şekilde, sahte alçak gönüllü insan kendisinin ağır bir günahkar olduğunu söyler, fakat biri kendisine günahkar olduğunu söylediği zaman, hemen ona karşı gazaba gelir ve ona eziyet eder. Sahte alçak gönüllü insan, sahip olduğu her şeyi kendisine Allahın verdiğini söyler, ama kendi başına kalınca uymaz ve salih ameller yapmış olur. Ve bu zamanın bu Ferisileri kardeşler, söyleyin bana, nasıl yürürler?” Yazıcı ağlayarak cevap verdi, “Ey muallim, bu zamanın Ferisileri Ferisi cübbesi ve adını taşırlar, ama kalben ve amel bakımından Kenanidirler. Ve Allaha karşı böyle bir adı gasp etmekle kalmıyorlar, bu şekilde basit insanları da aldatıyorlar! Ey eski zaman, ne kadar zalimce davrandın bize. Gerçek Ferisileri bizden aldın ve bize sahtelerini bıraktın!” İsa karşılık verdi, “Kardeş, bunu yapan zaman değil, gerçekte şerli dünyadır, çünkü her zaman içinde Allaha gerçekten kulluk etmek mümkündür; ama dünya ile bir olunca, yani her zaman kötü tavırlarla insanlar kötüleşir. Elişa peygamberin hizmetçisi Gehazinin yalan söyleyip efendisini utandırdığını, para ve Suriyeli Naamanın elbiselerini aldığını biliyor musunuz? Ama Elişanın da Allahın onu kendilerine peygamber yaptığı çok sayıda Ferisisi vardı. Bakın, size diyorum ki, İnsanlar kötü işlere öylesine meyillidir ve dünya da onları bu işlere öylesine çeker ve şeytan da kendilerini şerre sürükler ki, bu zamanın Ferisileri her salih amelden ve her kutsal örnekten kaçınmaktadırlar ve Gehazi örneği, Allah tarafından lanetlenmeleri için kendilerine yeter.” Yazıcı karşılık verdi, “Doğruların doğrusu.” Bunun üzerine İsa dedi, “Gerçek Ferisileri görebilmemiz için, bize Allahın iki peygamberi olan Haggay ve Hoşea örneğini anlatsana.” Yazıcı karşılık verdi, “Ey muallim, nasıl diyeyim ki? Danyal peygamber tarafından yazılmış olmasına rağmen, pek çokları kesinlikle buna inanmıyor; ama sana itaat ederek, ben gerçeği nakledeceğim. Haggay, babadan kalma mirasını satarak, yoksullara verip de, Obadya peygambere hizmet etmek için Anatostan ayrıldığında on beş yaşındaydı. Haggayın alçak gönüllülüğünü bilen yaşlı Obadya onu, şakirtlerine öğretmede bir kitap olarak kullandı. Bu nedenle, o sık sık kendisine elbise ve güzel yemekler gönderir, fakat Haggay her seferinde elçiyi geri gönderip, derdi, “Git, evine dön, çünkü bir yanlışlık yaptın. Obadya bana böyle şeyler mi gönderecek? Asla; çünkü o benim hiç bir işe yaramadığımı ve yalnızca günah işlediğimi bilir.” Ve Obadya kötü bir şeyi olduğunda, görmesi için onu Haggayın yanında bulunan birine verirdi. O zaman Haggay bunu görünce kendi kendine derdi, “Bak. Şimdi, Obadya mutlaka seni unuttu, çünkü bu, herkesten kötü olduğundan yalnızca bana uygundur. Ve bunun kadar pis bir şey yoktur. Allahın Obadyanın elleriyle bana bahşettiği bu şeyi ondan alsam, bir hazine olurdu.” Obadya birine dua etmeği öğretmek istediğinde. Haggayı çağırır ve derdi, “Duanı burada yap ki, herkes sözlerini işitsin.” O zaman Haggay derdi, “İsrailin Allahı Rab, Seni çağıran kuluna merhametle bak, çünkü onu Sen yarattın. Adaletli Rab Allah, adaletini hatırla ve kulunun günahlarını cezalandır ki, senin eserini kirletmeyeyim. Allahım Rab, ben senden mümin kullarına bahşettiğin nimetleri isteyemem, çünkü benim günahtan başka bir şey yaptığım yok. Bu bakımdan Rab, kullarından birine bir hastalık vereceğin zaman kendi şanın için ben kulunu hatırla.” Ve Haggay, böyle davranınca Allah onu öylesine sevdi ki, zamanında yanında bulunan herkese Allah peygamberlik hediyesini verdi. Ve Haggay dua ederken hiç bir şey istemedi ki, Allah vermemiş olsun.” Salih yazıcı bunları söylerken, gemisi parçalanan bir denizcinin ağladığı gibi ağladı. Ve dedi, “Hoşea, Allaha kulluk etmek için gittiği zaman, Naftali kabilesinin reisiydi ve on dört yaşındaydı. Ve o da babadan kalan mirasını satarak, yoksullara verip Haggayın şakirdi olmak üzere gitti. “Hoşea sadakaya öylesine tutulmuştu ki, kendinden istenen her şey için derdi, “Bunu Allah bana senin için verdi ey kardeş, bu nedenle onu kabul et!” Böyle yaptığından, az sonra iki elbiseyle kalakaldı, bunlar da çuval bezinden uzun bir gömlekle, bir deri cübbeydi. Babadan kalma mirasını satarak yoksullara verdi diyorum, çünkü başka türlü kimsenin Ferisi olarak çağırılmasına izin verilmezdi. “Hoşeada Musanın kitabı vardı, onu en büyük ciddiyetle okurdu. Bir gün Haggay kendisine dedi, “Hoşea, varını yoğunu senden kim çekip aldı?” Karşılık verdi, “Musanın kitabı.” Komşu bir peygamberin şakirdlerinden biri bir gün Kudüse gitmek istedi, ama cübbesi yoktu. Bunun üzerine, Hoşeanın iyilikseverliğini duymuş olduğundan varıp onu buldu ve dedi, “Kardeş, Allahımıza kurban kesmek için Kudüse gitmek istiyorum ama cübbem yok, bu nedenle ne yapacağımı bilmiyorum.” Hoşea bunu duyunca dedi, “Bağışla beni kardeş, çünkü sana karşı büyük bir günah işledim; Allah bana, sana vereyim diye bir cübbe verdi de, ben unutmuştum. Bu bakımdan şimdi onu kabul et ve Allaha benim için dua et.” Buna inanan adam Hoşeanın cübbesini kabul edip, gitti. Ve Hoşea Haggayın evine varınca, Haggay dedi, “Cübbeni kim alıp gitti?” Hoşea cevap verdi, “Musanın kitabı.” Haggay bunu duyunca çok sevindi, çünkü Hoşeanın iyiliğini anlamıştı. Bir gün bir yoksul adam hırsızlar tarafından soyuldu ve çıplak kaldı. Bunun üzerine, onu gören Hoşea kendi uzun gömleğini çıkarıp, çıplak olana verdi; kendisi ise, gizli yerleri üzerindeki bir keçi derisi parçasıyla kalakaldı. Bu nedenle, Haggayı görmeye gidemeyince, salih Haggay Hoşeanın hasta olduğunu sandı. Bunun üzerine, iki şakirtle birlikte onu görmeye gitti. Ve onu palmiye yapraklarına sarılmış olarak buldular. O zaman Haggay dedi, “Şimdi söyle bana, neden beni ziyarete gelmedin?” Hoşea cevap verdi, “Musanın kitabı uzun gömleğimi aldı ve oraya gömleksiz gelmekten korktum.” Bunun üzerine Haggay kendisine bir başka gömlek verdi. Bir gün, genç bir adam Hoşeayı Musanın kitabını okurken görüp, ağlayarak dedi, “Bir kitabım olsa, ben de okumayı öğrenirim.” Bunu duyan Hoşea ona kitabı verip, dedi, “Kardeş, bu kitap senindir; Allah onu bana, ağlayarak kitap isteyen birine vermem için verdi.” Adam ona inandı ve kitabı kabul etti. Haggayın, Hoşeanın yakınında bir şakirdi vardı ve kitabının iyi yazılmış olup olmadığını görmek arzusuyla Hoşeayı ziyarete gitti ve ona dedi “Kardeş, kitabımı al ve benimki gibi olup olmadığına bakalım.” Hoşea karşılık verdi, “O benden alındı.” “Kim aldı onu senden?” dedi şakirt. Hoşea cevap verdi, “Musanın kitabı.” Bunu duyan diğeri Haggaya vardı ve dedi, “Hoşea delirmiş, Musanın kitabının kendinden Musanın kitabını aldığını söylüyor.” Haggay karşılık verdi, “Bende İnşallah aynı şekilde deli olsam ey kardeş ve tüm deliler Hoşea gibi olsa!” Yahudiye ülkesine akın eden Suriyeli soyguncular, peygamberlerin ve Ferisilerin oturduğu Karmel dağı yanında zar zor yaşayıp giden yaşlı bir dulun oğlunu ele geçirdiler, öyle denk geldi ki, odun kesmeye gitmiş olan Hoşea, ağlamakta olan kadına karşı geldi. Bunun üzerine, hemen ağlamaya başladı, çünkü ne zaman gülen birini görse güler ve ne zaman ağlayan birini görse ağlardı. Sonra Hoşea, ağlamasının nedeniyle ilgili olarak kadına sordu ve o da her şeyi anlattı. O zaman Hoşea dedi, “Gel kardeş, çünkü Allah sana oğlunu vermek diliyor.” Ve ikisi birlikte Hebrana gittiler, Hoşea burada kendisini satıp, parayı dul kadına verdi. O da Hoşeanın parayı nasıl elde ettiğini bilmeyerek kabul etti. Ve oğlunu kurtardı. Hoşeayı satın almış olan onu Kudüse getirdi, burada oturacak bir yeri vardı, Hoşeayı da tanımıyordu. Hoşeanın bulunmadığını gören Haggay, üzüntüye kapıldı. Bunun üzerine Allahın meleği, onun bir köle olarak Kudüse nasıl getirildiğini anlattı. Salih Haggay bunu duyunca, oğlunun yokluğuna ağlayan bir anne gibi Hoşeanın yokluğuna ağladı. Ve iki şakirt çağırıp Kudüse gitti. Ve Allahın dilemesiyle, şehrin girişinde, efendisinin bağ tarlasındaki işçilere götürdüğü ekmeği yüklenmiş olan Hoşeayla karşılaştı. Haggay onu tanıyıp dedi, “Oğul, nasıl oldu da, yana yakıla seni arayan yaşlı babanı bıraktın?” Hoşea cevap verdi, “Baba, ben satıldım.” O zaman Haggay öfkeyle dedi, “Seni satan bu kötü herif kimdir?” Hoşea cevap verdi, “Allah seni affetsin ey babam; çünkü beni satan o kadar iyidir ki, eğer o dünyada olmamış olsaydı, kimse kutsal olmayacaktı.” “O halde kimdir o?” dedi Haggay. Hoşea cevap verdi, “Ey benim babam, o Musanın kitabıydı.” O zaman, Haggay kendinden geçip olduğu yerde kaldı ve dedi, “Seni sattığı gibi oğlum, Musanın kitabı tüm çocuklarımla birlikte inşallah beni de satsa!” Ve Haggay Hoşea ile birlikte efendisinin evine gitti, o Haggayı görünce dedi, “Peygamberini benim evime gönderen Allahı tesbih ederim”; ve elini öpmeye koştu. O zaman Haggay dedi, “Kardeş, satın aldığın kölenin elini öp, çünkü o benden daha iyidir.” Ve olup bitenlerin hepsini ona anlattı; bunun üzerine, efendi Hoşeaya hürriyetini verdi. “Ve istediğin tam bu kadar, ey muallim” dedi yazıcı. Sonra İsa dedi, “Bu gerçektir. Çünkü Allah bunu bana kesinlikle bildirdi. O halde, herkesin bunun gerçek olduğunu bilmesi için, Allahadıyla güneş olduğu yerde kalsın ve on iki saat hareket etmesin!” Ve Kudüs ve Yahudiyenin dehşeti karşısında böyle oldu. Ve İsa yazıcıya dedi, “Ey kardeş, böyle bir ilmin varken, benden ne öğrenmek istersin? Allah sağ ve diridir ki, bu, insanın kurtuluşu için yeterlidir. Öyle ki, Hoşeanın iyilikseverliğiyle Haggayın alçak gönüllülüğü tüm kanunun ve tüm peygamberlerin istediğidir. Söyle bana kardeş, bana mabette soru sormak için geldiğin zaman, Allahın beni belki de kanunu ve peygamberleri yok etmek için göndermiş olabileceğini düşündün mü? Bellidir ki, Allah bunu istemez. Çünkü O değişmez ve bu nedenle de, insanın kurtuluş yolu olarak takdir ettiği şeyi tüm peygamberlere söyletmiştir. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer Musanın kitabı babamız Davudun kitabıyla birlikte sahte Ferisi ve fakihlerin insani gelenekleriyle tahrif edilmemiş olsaydı, Allah bana Kelamını vermeyecekti. Ve neden ben Musanın kitabından ve Davutun kitabından söz ediyorum? Her peygamberliği tahrif ettiler. O kadar ki, bugün, Allahın emrettiği hiç bir şeye bakılmıyor, ama insanlar sanki Allah yanılgı içinde de, insanlar hata etmezmiş gibi fakihler ne diyor, Ferisiler ne yapıyor, ona bakıyorlar. Bu bakımdan, yazıklar olsun bu imansız nesle, çünkü üzerlerine mabetle mihrap arasında öldürdükleri Berekyanın oğlu Zekeriyyanın kanıyla birlikte, her peygamberin ve takvalı insanın kanı dökülecektir! Hangi peygamberi öldürmediler ki? Hangi takvalı insanı tabii bir ölümle ölüme bıraktılar? Olsa olsa bir tane ve şimdi de beni öldürmenin yollarını arıyorlar. İbrahimin çocukları olmakla ve güzel mabetleri bulunmakla övünürler. Allah sağ ve diridir ki onlar Şeytanın çocuklarıdır ve onun dilediğini yaparlar; bu, yüzdendir kutsal şehirle birlikte mabet yıkılacak, o kadar ki, mabette taş üstünde taş kalmayacaktır. Söyle bana kardeş, sen kanunu öğrenmiş bir alimsin. Babamız İbrahime yapılan Mesih vadi kim içindir? İshak için mi, İsmail için mi?” Bilgin cevap verdi, “Ey muallim, ölüm cezasından ötürü bunu sana söylemekten korkuyorum.” O zaman İsa dedi, “Kardeş, evinde yemek yemeye geldiğim için üzgünüm, çünkü sen bu hayatı Yaratıcın Allahtan daha çok seviyorsun ve bu nedenle de, hayatını yitirmekten korkuyor ve dil Allahın kanunuyla ilgili olarak kalbin bildiğinin aksini söylediği zaman yok olan sonsuz hayatı ve imanı yitirmekten korkmuyorsun.” O zaman salih yazıcı ağladı ve dedi, “Ey muallim, nasıl sonuç vereceğini bilmiş olsaydım, insanlar arasında fitne çıkmasın diye söylenmeden bıraktığım pek çok şeyi anlatırdım.” İsa cevap verdi, “Ne insanlara, ne tüm dünyaya, ne tüm kutsal kişilere, ne de tüm meleklere, Allaha karşı gelmeyi gerektirdiğinde saygı duymamalısın. Bu bakımdan, yaratıcın Allaha karşı gelineceğine, bırak bütün dünya helak olsun ve günahlarla birlikte ortada kalmasın. Çünkü günah yıkar, korumaz ve Allah denizdeki kumlar kadar hatta daha çok dünyalar yaratmaya kadirdir.” Sonra, yazıcı dedi, “Bağışla beni muallim, günaha girdim.” İsa dedi. “Allah bağışlasın seni; çünkü günahı Ona karşı işledin.” Bunun üzerine yazıcı dedi, “Allahın kulları ve peygamberleri Musa ve senin yaptığın gibi güneşi yerinde durduran Yuşanın eliyle yazılmış eski bir kitap gördüm. Bu kitap Musanın gerçek kitabıdır. İçinde, İsmailin Mesihin babası, İshakın da Mesihin habercisinin babası olduğu yazılıdır. Ve kitap şöyle der ki, “Musa dedi, “Kadir ve Rahim olan İsmailin Allahı Rab, azametinin nurunu kuluna göster.” Bunun üzerine, Allah ona Elçisini İsmailin kucağında gösterdi ve İsmail de İbrahimin kucağındaydı. İsmailin yanında İshak duruyordu, kucağında bir çocuk vardı. Parmağıyla Allahın Elçisini gösterip diyordu, “Bu, Allahın tüm şeyleri kendisi için yarattığı kişidir.” Bunun üzerine Musa sevinçle haykırdı, “Ey İsmail, sen kucağında tüm dünyayı ve Cenneti tutuyorsun; ben Allahın kulunu unutma ki, Allahın her şeyi kendisi için yarattığı oğlunun sayesinde Allahın gözünde bir lütfa erebiliyorum.” Bu kitapta, Allahın koyun ve sığır eti yediği bulunmaz; bu kitapta Allahın rahmetini yalnızca İsrail için tuttuğu değil, bilakis Allahın, gerçekten yaratıcısı Allahı arayan her insan için rahmet sahibi olduğu yazılıdır. Ben bu kitabın tamamını okuyamadım, çünkü ben kitaplığımda iken baş kahin onu bir İsmailinin yazmış olduğunu söyleyerek beni men etti.” O zaman İsa dedi, “Artık tekrar bir daha gerçeği saklamamaya bak. Çünkü Mesihe inanmakla Allah insanlara kurtuluş verecek ve Onsuz kimse kurtulamayacak” Ve İsa konuşmasını burada bitirdi. Bunun üzerine, yemeye oturuyorlardı ki, bir de ne görelim, İsanın ayaklan dibinde ağlayan Meryem Nikodemusun yani yazıcının evine girip, ağlayarak kendini İsanın ayaklarının dibine bıraktı ve dedi, “Rab, senin sayende Allahın rahmetini gören kulunun bir kız kardeşi ve bir erkek kardeşi şimdi ölüm tehlikesiyle hasta yatıyor.” İsa karşılık verdi; “Evin nerededir? Söyle bana, çünkü onun sıhhati için Allaha dua etmeye geleceğim.” Meryem cevap verdi, “Betani erkek ve kız kardeşimin memleketidir. Benim kendi memleketim Magdaladır; erkek kardeşim Betanidedir.” İsa kadına dedi, “Hemen doğru erkek kardeşinin evine git ve orada beni bekle. Onu iyileştirmeye geleceğim. Ve korkma, çünkü o ölmeyecek.” Kadın ayrıldı ve Betaniye vardığında erkek kardeşinin o gün ölmüş olduğunu gördü. Bunun üzerine onu babalarının kabrine koydular. İsa Nikodemusun evinde iki gün kaldı ve üçüncü gün Beytanyaya gitmek üzere ayrıldı ve kasabaya yaklaştığında, Meryeme gelmekte olduğunu söylemeleri için havarilerinden ikisini önden gönderdi. Kadın koşarak kasaba dışına çıktı ve İsayı bulunca ağlayarak dedi, “Rab, kardeşimin ölmeyeceğini söylemiştin; şimdi ise dört gündür gömülü bulunuyor. Allah için, ben seni çağırmadan önce gelmiş olsaydın, o zaman ölmezdi!” İsa karşılık verdi, “Kardeşin ölmüş değil, uyuyor. Bu bakımdan, ben onu uyandırmak için geliyorum.” Meryem ağlayarak cevap verdi “Rab, böyle bir uykudan o Hüküm Gününde Allahın meleğinin surunun sesiyle uyanacaktır.” İsa karşılık verdi, “Meryem, bana inan ki o, o günden önce kalkacak. Çünkü Allah bana uyku üzerine güç vermiştir ve bak sana diyorum ki, o ölmüş değildir. Çünkü yalnızca, Allahın rahmetini bulmadan ölenler ölüdür.” Meryem, kız kardeşi Martaya İsanın gelişini bildirmek için çabucak geri döndü. Şimdi, Lazarusun ölümünde Kudüsten gelmiş bir hayli Yahudi ve pek çok yazıcı ve Ferisi toplanmış bulunuyorlardı. Kız kardeşinden İsanın gelmekte olduğunu duyan Marta aceleyle kalktı ve dışarı koştu; bunun üzerine Yahudi, yazıcı ve Ferisilerden oluşan kalabalık onu teselli etmek için peşinden gittiler. Çünkü kardeşine ağlamak için kabre gittiğini sanıyorlardı, İsanın Meryemle konuştuğu yere varınca Marta ağlayarak dedi, “Rab, Allah için burada olmuş olsaydın, çünkü o zaman kardeşim ölmezdi!” Meryem o zaman ağlamaya başladı; bunun üzerine İsa da gözyaşı döktü ve iç çekerek dedi, “Onu nereye yatırdınız?” Cevap verdiler, “Gel bak.” Ferisiler kendi aralarında diyorlardı, “Şimdi Naindeki dulun oğlunu dirilten bu adam, ölmeyeceğini söylediği halde neden bu adamı ölüme bıraktı?” İsa, herkesin ağlamakta olduğu kabre varıp dedi, “Ağlamayın, çünkü Lazarus uyuyor ve ben onu uyandırmaya geldim.” Ferisiler kendi aralarında dediler, “Allah için, sen böyle mi uyursun!” O zaman İsa dedi, “Benim saatim henüz gelmedi; geldiği zaman aynı şekilde uyuyacak ve süratle uyandırılacağım.” Sonra İsa yine dedi, “Kabrin üzerinden taşı çekin.” Marta dedi, “Rab, o kokmuştur. Çünkü öleli dört gün oluyor.” İsa dedi, “Öyleyse ben niye geldim buraya Marta? Sen benim onu uyandıracağıma inanmıyor musun?” Marta cevap verdi, “Senin, Allahın bu dünyaya gönderdiği bir mukaddesi olduğunu biliyorum.” O zaman, İsa ellerini göğe kaldırdı ve dedi, “İbrahimin Allahı, İsmail ve İshakın Allahı, babalarımızın Allahı Rab, bu kadınların başına gelenlere merhamet et ve kutsal adına şan ver.” Ve herkes “amin” diye karşılık verince, İsa yüksek bir sesle dedi, “Lazarus, beri gel!” Bunun üzerine, ölmüş olan kalktı ve İsa havarilerine dedi, “Onu çözün.” Çünkü babalarımızın ölülerini göme geldikleri şekilde, o da yüzünün üzerindeki peşkirle birlikte kefene sarılmıştı. Yahudilerden büyük bir kalabalık ve Ferisilerin bir kısmı İsaya iman ettiler. Çünkü mucize büyüktü. Küfürlerinde kalanlar ise ayrıldılar ve Kudüse gidip Lazarusun dirilişini ve pek çok kişinin nasıl Nasara olduğunu baş kahine reislerine anlattılar. İsanın tebliğ ettiği Allahın kelamıyla tövbeye gelenlere böyle Nasara derlerdi. Din adamları ve ferisiler Lazarusu öldürmek için Baş kahin istişarede bulundular; çünkü pek çokları, Lazarusun insanlarla konuştuğunu, yiyip içtiğini gördüklerinden, Lazarus mucizesinin büyüklüğü dolayısıyla kendilerinin geleneklerini bırakıp, İsaya iman ediyorlardı. Fakat Kudüste taraftarları olduğundan ve kız kardeşiyle Magdala ve Beytanyayı da elinde bulunduran Lazarus güçlü de olduğundan ne yapacaklarını bilmiyorlardı. İsa Beytanyaya, Meryemle birlikte Marta ve Lazarusun evine vardı. Kendisine hizmet ettiler. Bir gün İsanın ayakları dibinde oturan Meryem onun sözlerini dinliyordu. Bu sırada Marta İsaya dedi , “Rab, görmüyor musun kız kardeşim sana gereken bakımı yapmıyor ve senin ve havarilerinin yiyeceklerini getirmiyor.” İsa cevap verdi. “Marta, Marta, sen yapman gereken şeyin düşüncesine kapılıyorsun, çünkü Meryem kendinden ebediyen ayrılmayacak bir pay seçti.” Kendine iman eden büyük bir kalabalıkla birlikte sofrada otururken İsa, konuşup dedi, “Kardeşler, sizinle kalacak pek az zamanım var. Çünkü vakit gelmiş demektir ve benim dünyadan ayrılmam gerekiyor. Bu nedenle, size Allahın Hezekiel Peygambere söylediği sözü hatırlatıyorum, “Ben, senin Allahın ebediyen sağ ve diriyimdir ki, günah işleyen ruh ölecektir, ama eğer günahkar tövbe edecek olursa yaşayacaktır.” Bu bakımdan, şimdiki ölüm, ölüm değil, gerçekte uzun bir ölümün sonudur; nasıl bedenin bir baygınlık anında içinde ruh varken, candan ayrıldığı zaman, ölenler ve gömülenler üzerinde bayılmak dışında başka hiç bir avantajı olmuyorsa, gömülen vücut da Allahın kendisini yeniden diriltmesini bekler. O halde dikkat edin, Allahı idrakten yoksun olan bir hayat ölüdür.” Bana inananlar ebediyen ölmeyeceklerdir. Çünkü benim sözüm sayesinde Allahı içlerinde idrak edecekler ve bu nedenle de kurtuluşlarını gerçekleştireceklerdir. Ölüm, Allahın buyruğuyla tabiatın yaptığı bir hareketten başka nedir? Şöyle ki, biri bir kuşu tutup, ipini de eline aldığı zaman, baş kuşun uçmasını dilediğinde ne yapar? Tabii ki, mutlaka ele açılmasını emreder ve böylece kuş hemencecik uçup gider. “Ruhumuz”, peygamber Davudun dediği gibi, kişi Allahın koruması altında bulunduğu zaman, “Kuş avcısının tuzağından kurtulmuş bir serçe gibidir.” Ve hayatımız, tabiatın kendisiyle ruhu insanın bedenine ve canına bağlı tuttuğu bir ip gibidir. Ve bu bakımdan, Allah dilediği ve tabiata açılmasını emrettiği zaman, hayat kopar ve ruh, Allahın ruhları almakla görevlendirdiği meleklerin elinde kurtulur. O halde, dostlar, dostları öldüğü zaman ağlamasınlar, çünkü Allahımız böyle dilemiştir. Ama günah işledikleri zaman, bırakın durmaksızın ağlasınlar. Çünkü günah işlemekle ruh, Allahtan, gerçek hayattan koptuğundan ölür. Eğer beden ruhla birleşmeyince çirkinleşiyorsa, ruh, rahmet ve lütfuyla kendini güzelleştiren ve dirilten Allahla birleşmeyince çok daha fazla korkunçlaşır.” Ve İsa bunu deyip Allaha şükretti; sonra Lazarus dedi ki, “Rab, bu ev bana geçimim için verdiği tüm şeylerle birlikte, yoksullara bakılması için Yaratıcım olan Allaha aittir. Bu nedenle, sen de yoksul olduğuna ve pek çok şakirdin de bulunduğuna göre, istediğin zaman istediğin kadar kalmak için buraya gel. Çünkü Allahın kulu, Allah sevgisi için gerektiği kadar size hizmet edeceğim.” İsa bunu duyunca sevindi ve dedi, “Ölmek ne kadar iyi bir şeymiş görün! Lazarus yalnızca bir kere öldü ve dünyanın, kitaplar arasında büyüyen en akıllı adamlarının bilmediği böyle bir akideyi öğrendi! Allah için, her insan Lazarus gibi, insanlar yaşamayı öğrensinler diye yalnızca bir kez için olsun ölmeli.” Yuhanna karşılık verdi, “Ey muallim, bir söz söylememe izin var mı?” “Bin tane söyle” diye karşılık verdi İsa, “Çünkü nasıl bir insan Allaha kulluk için mallarını dağıtmaya hazırsa, o akideyi dağıtmaya da hazırdır. Ve o böyle yapmaya ne kadar hazır olursa, mal ölüye yeniden hayat veremezken, sözün o kadar çok bir ruhu tövbeye getirme gücü olur. Bu bakımdan, yoksul bir insana yardım etme gücü olan adam, yardım etmeyip de, yoksul açlıktan öldüğü zaman bir katil olmuş olur. Ama daha kötü katil, Allahın Kelamıyla günahkarı tövbeye getirebilen, ama getirmeyip, Allahın dediği gibi “Dilsiz bir köpek” örneği oturup duran kişidir. Böylelerine karşı Allah der, “Kelamımı gizlediğinden dolayı günahkarın helak olacak olan ruhunu senin ellerinden isteyeceğim, ey benim imansız kulum.” Bu durumda anahtarı olup da sonsuz hayata girmeyen, hatta girmek isteyenlere engel olan din adamlarının ve Ferisilerin durumu ne olmaktadır şimdi? Ey Yuhanna, benim yüz bin sözümü dinledikten sonra bir söz söylemek için benden izin istersin. Bak sana diyorum ki, beni dinlediğin her bir sözün on katını senden dinlemeye hazırım. Ve bir diğerini dinleyecek olan, konuştuğu her defada günah işler. Çünkü kendimiz için istediğimizi başkalarına da yapmalı, kendi görmek istemediğimizi başkalarına da yapmamalıyız.” O zaman Yuhanna dedi, “Ey muallim, neden Allah bunu, yani, kendilerini ve Yaratıcılarını bilmeleri için, Lazarusun yaptığı gibi bir kez ölüp geri dönmeği insanlara bahşetmedi?” İsa cevap verdi, “Söyle bana Yuhanna; ev sahibinin biri bir hizmetçisine, evinin manzarasını kapayan ağacı kesmesi için mükemmel bir balta verdi. Ama işçi baltayı unuttu ve dedi, “Eğer efendi bana eski bir balta vermiş olsaydı ağacı kolayca keserdim” Söyle bana Yuhanna, ev sahibi ne dedi? Mutlaka kızdı ve eski baltayı alıp adamın başına çarptı ve dedi, “Aptal hilekar! Sana ağacı zahmetsizce kesebileceğin bir balta verdim, sense büyük zahmetlerle çalışman gerekecek ve gidip, hiç bir şey elde edemeyeceğin bu baltayı mı istersin? Ben senin ağacı, çalışman işe yarasın diye kesmeni isterim. Doğru değil mi bu?” Yuhanna cevap verdi, “Doğruların doğrusu.” O zaman İsa dedi, “Ebediyen sağ ve diriyimdir ki der Allah, Ben herkese iyi bir balta verdim, bu da bir ölünün gömüldüğünü görmektir. Kim bu baltayı iyi kullanırsa, kalbindeki günah ağacını sancısız çıkarır; böylece lütuf ve rahmetimi kazanır. Onlara salih amellerinden dolayı sonsuz yaşama hakkı veririm. Ama gün be gün başkalarının ölüp durduğunu gördüğü halde ölümlü olduğunu unutan ve “Eğer öbür hayatı görsem, iyi işler yaparım” diyenin üzerine olacaktır öfkem ve onu ölümle öylesine çarparım ki, bir daha hiç iyilik bulamaz.” Ey Yuhanna! Başkalarının düşüşünden ayakları üzerinde durmayı öğrenenin avantajı ne büyüktür!” Sonra, Lazarus dedi, “Muallim, bakın size diyorum ki, günbegün ölenlerin mezara, götürüldüğünü görüp de Yaratıcımız Allahtan korkmayanın hak edeceği cezayı tasavvur edemiyorum. Böyle biri, tümüyle vazgeçmesi gereken dünyadaki şeyler için kendisine nesi varsa veren Yaratıcısına karşı gelir.” O zaman İsa havarilerine dedi, “Bana muallim diyorsunuz ve iyi ediyorsunuz, çünkü Allah benim ağzımla size öğretiyor. Ama Lazarusa ne diyeceksiniz? Gerçekten o burada, bu dünyada akideyi öğreten tüm muallimlerin muallimidir. Ben şüphesiz size nasıl iyi yaşanacağını öğrettim, ama Lazarus size nasıl iyi ölüneceğini öğretecektir. Allah sağ ve diridir ki, o peygamberlik hediyesini almıştır; bu bakımdan onun doğru sözlerini dinleyin. Ve insan kötü ölürse, iyi yaşama boşuna olacağından onun sözlerini o derece fazla dinlemelisiniz.” Lazarus dedi, “Ey muallim, sana teşekkür ederim ki, gerçeğin değerini veriyorsun; bu nedenle Allah sana büyük hak verecektir.” O zaman, bu satırları yazan dedi, “Ey muallim, Lazarus sana, “Hak alacaksın” demekle, nasıl gerçeği söylemiş oluyor? Halbuki sen Nikodemusa insanın cezadan başka bir şeye hakkı olmadığını söylemiştin. Sen de bu durumda Allahın cezasına mı uğrayacaksın?” İsa cevap verdi, “İnşallah bu dünyada Allahın cezasına uğrarım, çünkü yapmam gerektiği kadar imanla ona kulluk etmedim. Ama Allah rahmetinden dolayı beni öylesine sevdi ki, her ceza benden geri alındı. O kadar ki, ben yalnızca bir başka kişide azap göreceğim. Ceza benim için yerindedir. Çünkü insanlar bana Allah dediler. Ama ben gerçek olarak, yalnızca Allah olmadığımı değil aynı zamanda, Mesih de olmadığımı itiraf ettiğimden Allah benden cezayı çekti ve utanç benim olsun diye onu şerli birine çektirecektir. Bu bakımdan, sana diyorum ki benim Barnabasım, bir insan Allahın komşusuna ne vereceğinden söz ederken komşusunun onu hak ettiğini de söylesin. Ama dikkat etsin ki, Allah kendine vereceği şeyden söz ederken “Allah bana verecek” desin. Ve “Benim hakkım var” dememeye dikkat etsin; çünkü Allah kullarına günahları nedeniyle Cehennemi hak ettikleri zaman rahmetini bahşetmekten memnunluk duyar. Allah rahmette o kadar zengindir ki, bin denizin suyu, eğer bu kadarı bulunabilirse, Cehennem alevlerinin bir kıvılcımını söndüremezken, Allaha karşı suç işlediğine ağlayan kişinin bir damla gözyaşı, Allahın imdadına yetiştiği büyük rahmetiyle tüm Cehennemi söndürür. Bu nedenle, Allah Şeytanı kahretmek ve kendi nimetini göstermek için, mümin kulunun her iyi amelini rahmetinin varlığıyla hak diye isimlendirmek diler ve onun komşusu hakkında böyle konuşmasını ister. Yine de, bir insan kendisi hakkında “Hakkım var” demekten kaçınmalıdır, çünkü kınanır.” İsa sonra Lazarusa döndü ve dedi, “Kardeş, benim dünyada kısa bir zaman kalmam gerekiyor. Bu bakımdan, senin evine yakın olduğum zaman, hiç başka yere gitmeyeceğim, çünkü sen bana, benim sevgim için değil, Allah sevgisi için hizmet edersin.” Yahudilerin Fısıh bayramı yaklaştı, bu nedenle İsa havarilerine dedi, “Kudüse fısıh kuzusu yemeye gidelim.” Ve Petrusla Yuhannayı şehre gönderip, dedi , “Şehrin kapısının yanında bir sıpayla birlikte bir eşek bulacaksınız, onu çözüp buraya getirin; çünkü Kudüse kadar ona binmem gerekiyor. Ve eğer biri size, “Onu niye çözüyorsunuz” diye sorarsa “Muallimin ona ihtiyacı var” deyin, onu getirmenize izin verirler.” Havarileri gittiler. İsanın kendilerine söylediklerinin hepsini gördüler ve aynı şekilde eşeği ve sıpayı getirdiler. Havariler cübbesini sıpanın üstüne koydular ve İsa ona bindi. Ve öyle oldu ki, Kudüs halkı Nasıralı İsanın gelmekte olduğunu duyunca, ellerinde palmiye ve zeytin dalları “Allah Rab adına bize gelen kutlu olsun; şükürler Davudun oğlu!” diye çocuklarıyla birlikte İsayı görmek için şehrin dışına çıktılar. İsa şehre girince, halk, “Allah Rab adına bize gelen kutlu olsun; şükürler Davudun oğlu!” diye diye elbiselerini eşeğin ayaklan altına yazdılar. Ferisiler İsayı azarlayıp dediler, “Görmüyor musun ne diyorlar? Sustur onları!” O zaman İsa dedi, “Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer insanlar susacak olsa, habis günahkarların küfrüne karşı taşlar haykıracaktır.” Ve İsa bunu deyince, Kudüsün bütün taşları büyük bir gürültüyle haykırdılar. “Allah Rab adına bize gelen kutlu olsun!” Yine de Ferisiler küfürlerine devam ettiler ve bir araya toplanıp, onu konuşurken yakalamak için istişarede bulundular. İsa mabede girince, din adamları ve Ferisiler kendisine zina suçu işlemiş bir kadın getirdiler. Aralarında dediler, “Eğer onu kurtarırsa, bu Musanın kanununa aykırıdır ve böylece onu suçlarız; eğer mahkum ederse, bu kendi akidesine aykırıdır, çünkü o merhameti tebliğ etmektedir. Bu şekilde İsaya varıp, dediler, “Muallim, bu kadını zina ederken bulduk. Musa, böylesinin recm edilmesini emretmişti; buna sen ne dersin?” Bunun üzerine İsa eğilip, parmağıyla yerde bir ayna yaptı ve içinde herkes kendi kötülüklerini gördü. Cevap için sıkıştırırlarken, İsa doğrulup parmağıyla aynayı gösterdi ve dedi, “Aranızda günahsız olan ona ilk taşı atsın.” Ve yeniden eğilip, aynayı çizdi. Bunu gören insanlar, en yaşlısından başlayarak bir bir çıktılar, çünkü kirli işlerini görünce utanıyorlardı. İsa yeniden doğrulup, kadından başka kimseyi göremeyince dedi, “Kadın, seni ayıplayanlar nerede?” Kadın ağlayarak cevap verdi, “Rab, gittiler; eğer beni bağışlarsan, Allah sağ ve diridir ki, bir daha günah işlemeyeceğim. ” O zaman İsa dedi, “Allahı tesbih ederim! Huzurla yoluna git ve bir daha günah işleme, çünkü Allah beni seni mahkum etmek için göndermedi.” Sonra, din adamları ve Ferisiler toplanınca, İsa kendilerine dedi, “Söyleyin bana; eğer sizden birinizin yüz koyunu olsa ve onlardan birini yitirse doksan dokuzunu bırakıp, onu aramaya gitmez misiniz? Ve onu bulunca, onu omuzlarınıza atıp, komşularınızı çağırarak, onlara demez misiniz? “Benimle birlikte sevinin, çünkü yitirdiğim koyunu buldum.” Mutlaka böyle yaparsınız. Şimdi söyleyin bana, Allahımız, dünyayı kendisi için yarattığı insanı daha mı az sever? Allah sağ ve diridir ki, tövbe eden günahkar üzerine Allahın meleklerinde böylesine bir sevinç meydana gelir; çünkü günahkarlar Allahın rahmetini bildirirler. Söyleyin bana, doktor en çok kimin tarafından sevilir, hiç hastalık görmemiş olanlar tarafından mı, yoksa doktorun ağır hastalıklarını iyileştirdiği kişiler tarafından mı?” Ferisiler ona dedi, “Sağlam adam doktoru nasıl sevsin ki? O mutlaka onu, yalnızca hasta olmadığı için sevecektir ve hastalığı bilmediği için de çok az sevecektir.” O zaman ruhi bir şiddetle İsa konuşup dedi, “Allah sağ ve diridir ki, sizin kendi diliniz kendi gururunuzu mahkum ediyor, o kadar ki, Allahımız müttaki olandan çok, Allahın üzerindeki büyük rahmetini bilen tövbekar günahkar tarafından sevilir. Çünkü muttaki Allahın rahmetini bilmez. Bu bakımdan, Allahın meleklerinin yanında, tövbe eden bir günahkar için duyulan sevinç, doksan dokuz muttaki kişiye duyulandan daha çoktur. Zamanımızda müttakiler nerede? Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, takvasız müttakilerin sayısı çoktur; onların durumu şeytanınki gibidir.” Din adamları ve Ferisiler karşılık verdiler, bu nedenle Allah bize merhamet edecektir” “Biz günahkarlarız, Ve onlar bunu İsayı kışkırtmak için dediler; çünkü din adamları ve Ferisiler, kendilerine günahkar denmesini büyük bir hakaret sayarlardı. O zaman İsa dedi, “Korkarım ki siz, takvasız müttakilersinizdir. Çünkü günah işleyip de günahınızı inkar eder ve kendinize muttaki derseniz, takvasız olursunuz ve eğer kalbinizden kendinizi muttaki kabul ediyor ve dilinizle günahkar olduğunuzu söylüyorsanız, o zaman bir kat daha takvasız müttakilersiniz demek olur.” Din adamları ve Ferisiler bunu duyunca, İsayı havarileriyle birlikte huzur içinde bırakıp başları önünde çekip gittiler ve cüzzamı temizlenmiş olan cüzzamlı Simunun evine vardılar. Şehir halkı hastalarını Simunun evinde toplamış bulunuyorlardı; İsaya hastaların iyileştirilmesi için ricada bulundular. O zaman, saatinin yakın olduğunu bilen İsa dedi, “Ne kadar hasta varsa çağırın, çünkü Allah onları iyileştirecek kudrette ve merhamettedir.” Karşılık verdiler, “Burada, Kudüste başka hasta bulunduğunu bilmiyoruz.” İsa ağlayarak karşılık verdi, “Ey Kudüs, ey İsrail, senin için ağlıyorum. Sen sana olan ziyareti bilmiyorsun; çünkü bir tavuğun civcivlerini kanatları altına topladığı gibi, ben de seni yaratıcınız Allah sevgisinde toplamak istedim, ama sen istemedin! Bu nedenle, Allah size şöyle diyor, “Ey sert yürekli, sapık fikirli şehir, sana, seni kalbine çevirmesi için ve sen de tövbe edesin diye kulumu gönderdim; ama sen ey bozuk şehir, senin için, ey İsrail, Mısıra ve Firavuna yaptıklarımın hepsini unuttum. Kulum hasta vücudunu iyileştirsin diye defalarca ağlarsın; ama senin günahkar ruhunu iyileştirmeye çalıştığı için, kulumu öldürmenin yollarını ararsın. Cezama uğramayan yalnızca sen mi kalacaksın şimdi? Sen Ebediyen yaşayacak mısın? Ve senin gururun seni benim ellerimden kurtaracak mı? Kesinlikle hayır, çünkü bir orduyla birlikte karşına reisler çıkaracağım. Onlar seni kuvvetle saracaklar ve seni onların ellerine öylesine teslim edeceğim ki, gururun doğru Cehenneme düşecek. Yaşlıları ve dulları bağışlamayacağım, çocukları bağışlamayacağım, seni tümden kıtlığa, kılıca ve hakarete terk edeceğim ve üzerine rahmetle baktığım mabedi şehirle birlikte ıssız bırakacağım; o kadar ki, uluslararasında bir efsane, bir alay konusu ve bir darbı mesel olacaksın. Gazabım üzerinde böyle kalacak ve benim öfkem uyumaz.” Bunları söyledikten sonra İsa yeniden dedi, “Başka hastalar bulunduğunu bilmiyor musunuz? Allah sağ ve diridir ki, Kudüste ruhları sağlam olanlar vücutça hasta olanlardan daha azdır. Ve gerçeği bilmeniz için, size diyorum ki ey hasta olanlar, Allahın adına hastalığınız sizden ayrılsın!” Ve o bunu söylediği zaman, derhal iyileştiler. Allahın Kudüs üzerindeki gazabını duyunca insanlar ağladılar ve merhamet için yalvardılar. O zaman İsa dedi, “Eğer Kudüs günahları için ağlayacak ve pişman olup, yolumda yürüyecek olursa” der Allah, “Bir daha onun kötülüklerini hatırlamayacak ve söylediğim belalardan hiç birini ona vermeyeceğim. Ama Kudüs, uluslararasında adıma küfretmekle şanımı lekelediğine değil de, kendi yıkımına ağlar. Bu yüzden öfkem daha çok tutuştu. Ebediyen sağ ve diriyimdir ki, eğer Musa ile birlikte kullarım Eyüp, İbrahim, Samuel, Davud ve Danyal kavimleri için dua etseler, Kudüse olan öfkem yatışmayacaktır.” Ve İsa bunu dedikten sonra, herkes endişe içinde evine çekildi.