İsa havarileriyle Erdenin ötesindeki çöle gitti ve öğle namazı kılınınca bir palmiye ağacının yanına oturdu. Palmiye ağacının gölgesine de havarileri oturdular. Sonra İsa dedi, “Takdir öylesine gizlidir ki ey kardeşler, size diyorum ki bakın, o yalnızca bir kişiye açıkça bilinecektir. O, milletlerin aradığı, Allahın gizliliklerinin kendisine öylesine açık olacağı kimsedir; o dünyaya geldiği zaman, onun sözlerini dinleyecek olanlar kutsanacaktır. Çünkü bu palmiye ağacının bizi gölgelendirdiği gibi, Allah da onları rahmetiyle gölgelendirecektir. Nasıl bu ağaç bizi güneşin yakıcı ısısından koruyorsa, Allahın rahmeti de, o kişiye inananları şeytandan öyle koruyacaktır.” Havariler karşılık verdiler, “Ey muallim, sözünü ettiğiniz bu dünyaya gelecek kişi kim olacak?” İsa kalp coşkusuyla cevap verdi, “O, Allahın Elçisi Muhammeddir. Ve o dünyaya geldiği zaman, yağmurun, uzun bir süre yağmur almadıktan sonra yere meyve verdirmesi gibi, o da getireceği bol rahmetle insanlar arasında salih ameller için bir fırsat olacak. Çünkü O, Allahın rahmetiyle yüklü beyaz bir buluttur. Bu rahmeti Allah, mürşitler üzerine yağmur gibi fışkırtacaktır. İşte şimdi size, Allahın bu aynı takdirle ilgili olarak bilmem için bana bahşettiği azıcık şeyi anlatacağım. Ferisiler derler ki, “Her şey önceden o şekilde takdir edilmiştir ki, seçilmiş olan fasık olamaz, fasık olan da, ne olursa olsun seçilmiş olamaz. Nasıl Allah salih ameli, üzerinde seçilmişlerin kurtuluşa doğru yürüdüğü yol olarak önceden takdir etmişse, aynı şekilde günahı da, üzerinde fasıkların helake yürüdüğü yol olarak önceden takdir etmiştir. Buradan kişi günümüz Ferisilerinin durumunu bilebilir. Çünkü onlar, Şeytanın inanmış kullarıdır. Takdir, kişinin elinde araç olarak bulundurduğu şeye son veren mutlak bir iradeden başka ne anlama gelebilir? O halde, yalnızca harcayacak taş ve para değil, aynı zamanda, üzerine bir ayak koyacak kadar arsası da olmayan bir kişi evi nasıl takdir edecektir? Böyle bir şeyi asla kimse yapamaz. Öyleyse size diyorum ki, takdir, Allahın insana kendi pak nimeti, kendi kanunundan verdiği hür iradeyi çekip almaktan öte bir şey değildir. Yerleştirmekte olduğumuz, kesinlikle takdir değil, sadece kötülük aracıdır. Musanın kitabı gösteriyor ki, şu insan hürdür. Allahımız kanunu Sina dağında verdiği zaman şöyle konuşmuştur, “Benim buyruğum gökte değil ki.” şimdi kim Allahın buyruğunu gidip bize getirecek ve acaba kim ona uyma gücünü bize verecek? diye kendine mazeret arayasın. Ama benim buyruğum senin kalbinin yanındadır ki dilediğin zaman ona uyabilesin. Söyleyin bana, eğer kral Hirodes yaşlı bir adama gençleşmesini ve hasta bir adama düzelmesini emretse, onlar bunu yapmayınca kendilerini öldürtse, bu adalet olur mu?” Havariler cevap verdiler, “Eğer Hirodes böyle bir emir verse, en zalim ve dinsiz kişi olur.” O zaman İsa iç çekerek, dedi, “Bunlar insani geleneklerin meyveleridir kardeşler; çünkü Allah fasık bir daha seçilmiş olamayacak şekilde önceden takdir etmiştir demekle, onlar Allahı en dinsiz ve zalim yaparak küfrediyorlar. O, günahkara günah işlememeyi, işlediği zaman da tövbe etmeyi emreder; halbuki bu tür bir takdir günahkardan günah işlememe gücünü çekip alır ve tövbeden tümüyle yoksun bırakır. Allahın peygamber Yoel aracılığıyla ne dediğini de duyun, “Sağ ve diriyim ki Allahımız, günahkarın ölümünü dilemem, ama onun tövbeye gelmesini ararım.” O halde, Allah dilemediği şeyi önceden takdir mi edecektir? Bir, Allahın dediğine bakın, bir de bu zaman Ferisilerinin dediğine.“Dahası var, Allah peygamber İşaya aracılığıyla der, “Ben çağırdım, sizse beni dinlemediniz.” Ve Allah ne kadar çağırmış, aynı peygamber aracılığıyla dediğini duyun; “Bütün gün ellerimi bana inanmayan bir kavme yaydım da, bana karşı geldiler.” Ve bizim Ferisilerimiz fasık seçilmiş olamayacağını söylerken, Allahın, beyaz bir şey gösterip kör bir adamla alay etmek gibi veya sağır bir adamla kulaklarına konuşarak alay etmek gibi insanlarla alay ettiğinden başka bir şey mi söylemiş oluyorlar? Ve seçilmişin fasık olamayacağı konusunda, bakın Allahımız Hezekiel peygamber aracılığıyla ne diyor, “Sağ ve diriyim ki” der Allah “Eğer takva sahibi takvasını bırakır da, kirli işler yaparsa helak olur. Artık onun takvasından da hiç bir şey hatırlamaz olurum; çünkü takvasına güvenirse, takvası onu Benim önümde terk eder ve onu kurtarmaz.” Ve fasık çağırma konusunda, Allah peygamber Hoşea aracılığıyla şundan başka bir şey mi der, “Ben seçilmiş olmayan bir kavmi çağıracağım, onlara seçilmiş diyeceğim.” Allah doğrudur ve yalan söylemez; çünkü doğru olan Allah doğruyu söyler. Ama bu zamanın Ferisileri akideleriyle Allaha tümüyle karşı çıkarlar.” Andreas karşılık verdi, “Ama Allahın Musaya dediği şu, merhamet etmek dilediğine merhamet edeceği, katılaştırmak dilediğini katılaştıracağı sözü nasıl anlaşılmalıdır?” İsa cevap verdi, “Allah bunu, insanın kendi faziletiyle kurtulacağına inanmaması, bunun yerine, hayatın ve Allahın merhametinin kendisine Allah tarafından nimeti olarak bahsedildiğini idrak etmesi için der ve bunu insanların Kendinden başka tanrılar bulunduğu düşüncesinden kaçınmaları için der. Bu bakımdan, eğer Allah Firavunu katılaştırdıysa, o, kavmimize işkence edip, onu İsraildeki tüm erkek çocukları yok etmekle hiçe indirmeye kalkıştığı için yapmıştır. O zaman Musa da hayatını kaybede yazmıştı. Aynı şekilde, size diyorum ki, takdir kendisine temel olarak Allahın kanununu ve insanın hür iradesini alır. Evet, eğer Allah kimse helak olmasın diye tüm dünyayı kurtaracak olsa, ruhun tepeden baktığı bu çamur yığını, ruh gibi günah işlese bile, tövbe etme gücüne sahip olsun ve ruhun fırlatılıp atıldığı o yerde oturmaya gelsin diye, Şeytana garaz olarak kendisine sakladığı hürriyetten insanı yoksun bırakmamak için bunu yapmaz. Allahımız, diyorum ki, rahmetiyle insanın hür iradesini izlemek diler, yaratığı kudretiyle terk etmek dilemez. Ve bu nedenle hüküm gününde kimse, günahları için herhangi bir mazerette bulunamayacaktır. Çünkü Allahın doğru yola gelmeleri için neler yaptığı ve ne kadar sık kendilerini tövbe etmeye çağırdığı o zaman herkes için apaçık ortada olacaktır. İşte böyle, eğer zihniniz bununla da yetinip durulmadıysa ve yine “Neden böyle?” demek istiyorsanız, size bir “Nedeni” daha açıklayacağım. O da şudur, söyleyin bana, neden tek bir taş suyun üstünde duramaz da, tüm yeryüzü suyun üstünde durur? Söyleyin bana, su ateşi söndürür ve yer havadan kaçarken ve kimse toprak, hava, su ve ateşi uyum içinde bir araya getiremezken, yine de bunlar insanda bir araya geliyor ve uyum içinde kalıp gidiyorlar, neden? O halde bunu bilmiyorsanız, hem tüm insanlar da insan olarak bunu bilmezler. Allahın kainatı hiç yoktan tek bir sözle yarattığını nasıl anlayacaklar; Allahın sonsuzluğunu nasıl anlayacaklar? Ne olursa olsun bunu asla anlayamayacaklardır. Çünkü insan, sonlu ve peygamber Süleymanın dediği gibi vücutla bileşim içinde olup, bozulabilir ve ruhu da baskı altında tutarken ve Allahın işleri de Allaha göreyken onları nasıl anlayabilecekler? Allahın peygamberi İşaya bunun böyle olduğunu gördüğünden, haykırıp, dedi, “Gerçekten sen gizli bir Allahsın!” Ve Allahın Elçisi hakkında, Allah Onu nasıl yarattı, o der, “Onun doğuşu, kim anlatacak?” Ve Allahın işlemesi hakkında der, “Onun danışmanı kim?” Bu bakımdan, Allah insan tabiatına der, “Nasıl gök yerin üstünde yükseltilmişse, benim yöntemlerim, sizin yöntemleriniz üzerinde ve benim emrim sizin emriniz üzerinde yükseltilmiştir.” Bu nedenle size diyorum ki, takdirin niteliği, durum benim size anlattığım gibiyse de, insanlara açık değildir. Öyleyse insan, yöntemi bulamadığı için gerçeği inkar mı etmelidir? Ben, nasıl olduğu anlaşılmadığı halde sıhhati reddeden bir kimseyi henüz görmüş değilim. Hem, Allahın benim dilimle hastaları nasıl iyileştirdiğini bile bilmiyorum.” O zaman havariler dediler, “Gerçekten sende Allah konuşuyor, çünkü insan senin konuştuğun gibi asla konuşmamıştır.” İsa karşılık verdi, “Ben inanın ki, Allah beni İsrail ailesine göndermek için seçtiği zaman, bana apaçık bir aynaya benzeyen bir kitap verdi; o, benim kalbime o şekilde indi ki, konuştuğum şeylerin hepsi bu kitaptan geliyor. Ve bu kitabın benim ağzımdan çıkması sona erdiği zaman, ben dünyadan yukarı alınacağım.” Petrus karşılık verdi, “Ey muallim, senin şimdi söylediğin bu kitapta yazılı mıdır?” İsa cevapladı, “Allahın ilmi ve Allaha kulluk hakkında, insan bilgisi ve insanlığın kurtuluşu hakkında söylediğim her şey, hepsi benim İncilim olan bu kitaptan çıkar.” Petrus dedi, “Onda Cennetin ihtişamı da yazılı mıdır?” İsa cevap verdi, “Dinleyin ve ben Cennetin ne tür olduğunu ve kutsal kişilerle müminlerin orada nasıl sonsuz olarak kalacaklarını size anlatacağım; çünkü bu Cennetin en büyük nimetlerinden biridir; görüyorsunuz ki, her şeyin ne kadar büyük olursa olsun, mademki bir sonu var, o halde küçüktür, hatta hiçtir. Cennet, Allahın nimetlerini depo ettiği yurttur; burada kutlu ve kutsanmışların ayaklarının bastığı yer öylesine kıymetlidir ki, bir dirhemi bin dünyadan daha değerlidir. Bu nimetler Allahın peygamberi babamız Davud tarafından görülmüştür, çünkü Allah, Cennetin ihtişamına baksın diye bunları kendisine göstermiştir. O, ardından kendine gelince, iki elleriyle gözlerini kapamış ve ağlayarak demiştir, “Bu dünyaya daha fazla bakmayın ey benim gözlerim, çünkü her şey boş ve hiç bir iyi şey yok!” Bu nimetler hakkında İşaya peygamber demiştir, “Allahın sevdikleri için hazırladığı şeyleri insanın gözleri görmemiştir, kulakları işitmemiştir. İnsan kalbi de tasavvur etmiş değildir. Neden bu tür nimetleri görmemişler, işitmemişler ve tasavvur etmemişlerdir biliyor musunuz? Şundan ki, burada aşağıda yaşarken, bu tür şeyleri müşahede edecek değerde değillerdir. Bu bakımdan, babamız Davud, onları gerçekten görmüşse de, size diyorum ki, onları insan gözüyle görmüş değildir; Allah ruhunu kendisine almış ve böylece Allahla bir olarak, onları ilahi ışıkla görmüştür. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Cennetin nimetleri sonsuz, insan ise sonlu olduğundan, küçük bir toprak kavanozun denizi içine alamayacağı gibi, insan da onları içine sığdıramaz. Öyleyse bakın ki, dünya her şeyin meyve verdiği yaz vakti ne kadar da güzeldir! Vakti gelen hasat nedeniyle sarhoş olan şu köylü, emeklerini son derecede sevdiği için vadileri ve dağları türküleriyle çınlatır. Şimdi, onları yapana yakışan meyvelerle her şeyin yüklü olduğu Cennete yükselt bakalım aynı şekilde kalbini. Allah sağ ve diridir ki, Cenneti bilmek bakımından bu kadarı yeterlidir. Öyle ki, Allah, Cenneti kendi nimetlerinin yurdu olarak yaratmıştır. Şimdi ölçüsüz derecedeki iyiliğin, ölçüsüz derecede iyi şeyleri olmayacağını mı düşünüyorsunuz? Veya ölçüsüz derecedeki güzelliğin ölçüsüz derecede güzel şeyleri olmayacağını mı? Sakının ki, eğer olmayacağını düşünürseniz, büyük hata işlersiniz. Allah, kendine inanarak kulluk edecek olan insana şöyle der, “Senin yaptıklarını biliyorum, sen Benim için çalışıyorsun. Ebediyen sağ ve diriyimdir ki, senin sevgin Benim nimetimi aşmayacaktır. Madem kendini Benim eserim bilip, Bana yaratıcın Allah olarak kulluk edersin ve madem, Bana inanarak kulluk etmek için Benden rıza ve merhametten başka bir şey istemezsin; madem, Bana sonsuza değin kulluk etmek arzusuyla Bana kulluğa bir son vermezsin, ben de işte aynen böyle yapacak ve seni, Allahmışsın, benim dengimmişsin gibi ödüllendireceğim. Ellerine yalnızca Cennetin bol nimetlerini koymakla kalmayacak, aynı zamanda sana kendim de bir hediye vereceğim; şöyle ki, nasıl sen ebediyen Benim kulum olmak istiyorsan, ben de senin ücretini ebedi yapacağım.” Cennet hakkında ne düşünürsünüz? Böylesi zenginlik ve nimetleri kavrayabilecek bir akıl var mıdır? İnsanın Allahınki kadar geniş bilgisi olmalı ki, Allahın kullarına vermek istediği şeyleri bilebilsin. “Hirodes gözde baronlarından birine bir hediye verirken, hangi türde hediye verir, hiç gördünüz mü?” Yuhanna karşılık verdi, “İki kez gördüm; emin olun ki, onun verdiği şeyin onda biri yoksul bir adama yetecektir.” İsa dedi, “Ya yoksul bir adam Hirodese hediye verecek olsa, ne verir ona?” Yuhanna cevap yerdi, “Bir veya iki metelik.” “Şimdi, bu sizin cennet hakkındaki bilgiyi etüt edeceğiniz kitabınız olsun çünkü Allahın insana bedeni için bu dünyada verdiği şeylerin hepsi, sanki Hirodese yoksul bir adamın bir metelik vermesi gibidir ama Allahın bedene ve ruha Cennette vereceği şeyler, Hirodesin sahip olduğu her şeyi, hatta hayatını hizmetçilerinden birine vermesi gibidir. Allah, kendisini sevene ve inanarak kulluk edene şöyle der, “Git ve denizin kumlarına bak ey kulum, ne kadardır? Öyleyken, eğer deniz sana tek bir kum taneciği verecek olsa, bu sana az gelmez mi? Mutlaka, öyle. Ben, Yaratıcın sağ ve diriyimdir ki, bu dünyada yeryüzünün tüm reislerine ve krallarına verdiğim şeylerin tümü, sana Cennetimde vereceğim şeylere oranla, denizin sana verdiği bir kum taneciğinden daha azdır. O halde, Cennetin bolluğunu siz göz önüne getirin. Çünkü eğer Allah bu dünyada insana bir kaç gramlık mal vermişse. Cennette on yüz bin yük verecektir. Bu dünyadaki meyvelerin miktarını; yiyeceklerin miktarını, içeceklerin miktarını ve insana verilen şeylerin miktarını düşünün. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, insan bir kum taneciği aldıktan sonra, denizde nasıl hala daha ne kadar kum kalıyorsa, aynen bu şekilde Cennetteki yemişlerin miktarı ve niteliği, burada yediğimiz yemişlerin türünü aşacaktır. Bakın size diyorum ki, bir dağ altın ve inci, bir karıncanın gölgesinden ne kadar kıymetliyse, Cennetin nimetleri de, dünyadaki reislerin sahip oldukları ve dünyanın sona ereceği Allahın mahkemesine kadar sahip olacakları nimetlerin tümünden aynı şekilde kıymetlidir.” Petrus karşılık verdi, “Öyle de, şimdi bizim sahip olduğumuz bedenimiz Cennete girecek mi?” İsa cevap verdi, “Dikkat et ki Petrus, aman bir saduki olmayasın; çünkü sadukiler, bedenin yeniden dirilmeyeceğini ve meleklerin olmadığını söylerler. Bu bakımdan, onların bedeni ve ruhu Cennete girmekten yoksundur ve onlar bu dünyada meleklerin hizmetinden de yoksundurlar. Belki de, Allahın peygamberi ve dostu Eyüpü, onun ne dediğini unutmuşsunuzdur, “Biliyorum ki, Allahım sağ ve diridir ve Son Gün yeniden bedenimle birlikte kalkacak ve Kurtarıcım Allahı gözlerimle göreceğim.” Ama inanın bana, bizim bu bedenimiz öylesine paklanacaktır ki, şimdi sahip olduğu şeylerden tek bir mala bile sahip olmayacaktır; çünkü bütün kötü arzulardan arınacak ve Allah onu, ademin günah işlemeden önceki durumuna getirecektir. İki insan bir efendiye tek ve aynı işte hizmet eder. Biri yalnızca işi seyreder ve ikinciye emirler verir, ikinci de birincinin emrettiği her şeyi yerine getirir. Size adaletli gelir mi diyorum, efendinin, yalnızca seyredip emirler vereni ödüllendirmesi ve kendini çalışarak yoranı evinden çıkarıp atması? Mutlaka hayır. Öyleyse, Allahın adaleti bunu nasıl götürecektir? Ruh ve beden insanın nefsiyle birlikte Allaha hizmet eder; yalnızca ruh seyreder ve hizmet emri verir. Çünkü ruh yemek yemez, oruç tutmaz, yürümez, soğuğu ve sıcağı duymaz, hasta olmaz ve öldürülmez, çünkü ruh ölümsüzdür; o, bedenin her bir uzvunda çektiği bu bedeni acıların hiç birini çekmez. O halde, hak mıdır ki, kendini Allaha hizmet ederek bu kadar yoran beden değil de, yalnızca ruh Cennete girsin?” Petrus karşılık verdi, “Ey muallim, beden ruha günah işlettiğinden Cennete konmamalıdır.” İsa cevap verdi, “Şimdi, beden ruh olmadan nasıl günah işler ki? Bu kesinlikle imkansızdır. Bu nedenle, Allahın rahmetini bedenden çekmekle sen ruhu Cehenneme mahkum ediyorsun. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allahımız rahmetini günahkara vaat ederek der, “Günahkarın günahına ağlayacağı şu saatte, Kendi üzerime yemin ederim ki, onun kötülüklerini artık hiç hatırlamayacağım.” Şimdi, eğer beden oraya gitmeyecekse, Cennetin yiyeceklerini kim yiyecektir? Ruh mu? Emin olun ki değil. Çünkü o manevidir.” Petrus karşılık verdi, “O halde, kutsananlar Cennette yiyecekler, ama pislik olmayacaksa, yemekler nasıl boşaltılacaktır?” İsa cevap verdi, “Şimdi eğer yemez içmezse insan nasıl nimetlendirilir? Yüceltilen şeye oranla yüceltmede bulunulmasının uygun olduğu açıktır. Fakat sen Petrus, böyle yemeğin pislik şeklinde boşaltılacağını düşünmekle yanılgıya düşüyorsun. Çünkü bu beden şimdi bozulabilen yemekler yiyor ve bundan dolayı da kokuşma ve çürüme ortaya çıkıyor; ama Cennette beden bozulmayacaktır, ölümsüz ve her türlü dertten kurtulmuş olacaktır ve hiç bir kusurlu yanı olmayan yemekler herhangi bir kokuşma veya çürüme hasıl etmeyecektir. Allah, fasık üzerine nefret yağdırarak İşaya Peygambere şöyle der, “Kullarım Benim evimde Benim soframda oturacaklar, neşeyle, mutluluk içinde ve harp ve org sesleriyle yiyip içecekler ve onlara hiç bir ihtiyaç hissettirmeyeceğim. Fakat siz Benim düşmanım olanlar, Benden uzağa atılacaksınız ve orada, Benim kullarımın hepsi sizi hor görürken, sefillik içinde helak olacaksınız.” Onlar yiyip içecekler” sözü ne demeye gelir? Emin olun ki, Allahaçık konuşuyor. Fakat bu kadar meyve ile birlikte, Cennetteki dört kıymetli şarap içecek ırmağı hangi amaca yöneliktir? Kesinlikle Allah yemez, melekler yemez, ruh yemez, nefis yemez, ama bizim vücudumuz olan beden yer. Bu bakımdan, Cennetin ihtişamı içinde yemekler beden içindir; Allah, meleklerin konuşması ve kutsanmış ruhlar da nefs ve ruh için. Bu ihtişam, Allah her şeyi Kendi sevgisi için yarattığından her şeyi herhangi bir diğer yaratıktan daha iyi bilen Allahın Elçisi tarafından açıklanacaktır.” Bartalemus dedi, “Ey muallim, Cennetin ihtişamı herkes için eşit mi olacak? Eğer eşitse, bu adaletli olmayacaktır; eşit değilse daha az olan daha çok olanı kıskanacaktır.” İsa cevap verdi, “Eşit olmayacaktır, çünkü Allahadildir ve herkes de razı olacaktır. Çünkü orada kıskançlık yoktur. Söyle bana Bartalemus, Pek çok hizmetçileri olan bir efendi var ve hizmetçilerin hepsini aynı elbiseyle giydiriyor. O zaman, kendilerine çocuk elbisesi giydirilen çocuklar, yetişkinlerin kıyafetinde olmadıkları için üzülürler mi? Emin ol ki tam tersine, eğer büyüklerin geniş elbiselerini giymiş olsalardı öfkelenirlerdi, çünkü elbiseler kendi bedenleri ölçüsünde olmadığından, kendileriyle alay edildiğini düşünürlerdi. Şimdi Bartalemus, kalbini Cennette Allaha yükselt ve bütün bir ihtişamın birine daha çok, diğerine daha az da olsa, hiç bir kıskançlık doğurmayacağını göreceksin.” O zaman bu satırları yazan dedi, “Ey muallim, bu dünyanın aldığı gibi, Cennette Güneşten ışık alır mı?” İsa cevap verdi, “Allah bana şöyle dedi ey Barnabas, “Siz günahkar insanların oturduğu dünyanın, sizin yararınız ve mutluluğunuz için güneşi, ayı ve kendisini süsleyen yıldızları vardır; çünkü bunu Ben yarattım.” “Düşünün o halde, benim mümin kullarımın oturduğu ev daha iyi olmayacak mıdır? Böyle düşünmekle mutlaka hata ediyorsunuz; çünkü Ben, sizin Allahınız Cennetin güneşiyim ve benim Elçim her şeyi benden alan aydır ve yıldızlar, size irademi tebliğ eden peygamberlerimdir. Bu bakımdan, benim mümin kullarım burada benim sözümü peygamberlerimden almış oldukları gibi, nimetlerimin Cennetinde de, mutluluk ve sevinci aynı şekilde yine onların aracılığıyla alacaklardır.” Cenneti bilmeniz için bu kadarı size yetsin.” dedi İsa. Bunun üzerine, Bartalemus yeniden dedi, “Ey muallim, size bir kelime daha sorsam; bana sabır edin.” İsa karşılık verdi, “Ne arzu ediyorsun, söyle.” Bartalemus dedi, “Cennet mutlaka büyüktür; çünkü içinde böylesine büyük iyilikler var, o halde büyük olmalı.” İsa cevap verdi, “Cennet öylesine büyüktür ki, kimse onu ölçemez. Bakın, size diyorum ki, gökler dokuzdur, aralarına, birbirlerinden bir insanın beş yüz yıllık yolculuğu kadar uzak olan gezegenler yerleştirilmiştir ve yeryüzü de aynı şekilde birinci gökten beş yüz yıllık yolculuk kadar uzaktır. Ama birinci göğü ölçerken durun daha, o yeryüzünden, tüm yeryüzünün bir kum taneciğinden büyük olduğu oranda büyüktür. İkinci gök birinciden bu şekilde büyük, üçüncü ikinciden ve son göğe kadar biri diğerinden aynı şekilde büyük ola ola gider. Ve bakın size diyorum ki, tüm yeryüzü bir kum taneciğinden nasıl büyükse, Cennette tüm yeryüzü ve tüm göklerin toplamından o şekilde büyüktür.” O zaman Petrus dedi, “Ey muallim, Cennet Allahtan büyük olmalı, çünkü Allah onun içinde görünecektir.” İsa karşılık verdi, “Ağzını kapa Petrus, çünkü farkında olmadan küfre gidiyorsun.” O zaman melek Cebrail İsaya gelerek, ona güneş gibi parlayan ve içinde şu sözlerin yazılı olduğu görülen bir ayna gösterdi. “Ebediyen sağ ve diriyimdir ki, nasıl Cennet tüm göklerden ve yeryüzünden ne kadar daha büyükse ve nasıl tüm yeryüzü bir kum taneciğinden ne kadar daha büyükse, ben de aynı şekilde Cennetten o kadar büyüğüm. Ve denizin sahip olduğu kum tanecikleri kadar, denizdeki su damlaları kadar, yerdeki otlar kadar, ağaçlardaki yapraklar kadar, hayvanlardaki deriler kadar; gökleri ve Cennet1eri ve daha başka şeyleri dolduracak kum taneciklerinin sayısı kadar Cennetten büyüğüm.” Sonra İsa dedi, “Ebediyen Aziz ve Sübhan olan Allahımıza tazimde bulunalım.” Bunun üzerine yüz kez rükuya vardılar ve dua ederek secdeye kapandılar. Bu şekilde ibadet eda edilince, İsa Petrus u çağırıp, Ona ve tüm havarilere görmüş olduğu şeyleri söyledi ve Petrusa dedi, “Tüm yeryüzünden daha büyük olan senin ruhun, bir gözle tüm yeryüzünden bin kez daha büyük olan güneşi görüyor.” “Doğru” dedi Petrus. O zaman İsa dedi, “Aynen böyle. Cennet gözüyle Yaratıcımız Allahı göreceksin.” Ve İsa bunu deyip, İsrail ailesi ve kutsal şehir için dua ederek, Rabbimiz Allaha şükretti. Ve herkes karşılık verdi, “amin, Rab.”