İsa geceleyin havarileriyle gizlice konuşup, dedi, “Bakın, size diyorum ki, şeytan sizi buğday gibi elemek arzu eder. Fakat ben sizin için Allaha yalvardım ve benim için tuzaklar kurandan başka sizin için helak olmak yoktur.” Ve bunu Yehuda hakkında dedi, çünkü melek Cebrail ona Yehudanın kahinlerle nasıl el birliği içinde olduğunu ve İsanın konuştuğu her şeyi onlara bildirdiğini söylemişti. Bunu yazan gözyaşlarıyla İsaya yaklaşıp, dedi, “Ey muallim, bana söyle, sana ihanet edecek olan kimdir?” İsa cevap verip dedi, “Ey Barnabas, şimdi senin için onu bilmenin zamanı değildir. Fakat yakında kötü olan kendini ortaya koyacaktır. Çünkü ben dünyadan ayrılacağım.” O zaman, havariler ağlayarak dediler, “Ey muallim, demek bizi bırakacaksınız? Sen bizi bırakmaktansa, biz ölelim, çok daha iyi!” İsa cevap verdi, “Kalbiniz üzüntü çekmesin, korkmayın da; çünkü sizi ben yaratmadım, fakat sizi yaratmış olan yaratıcımız Allah sizi koruyacaktır. Bana gelince, ben şimdi dünyaya selamet getirecek olan Allahın Elçisinin yolunu hazırlamak için dünyaya gelmiş bulunuyorum. Fakat sakın ola ki, aldatılmayasınız, çünkü benim sözlerimi alıp, benim kitabımı kirletecek pek çok sahte peygamber gelecektir.” O zaman, Arıdreas dedi, “Muallim, bize bazı işaretler söyle ki, onu bilelim.” İsa cevap verdi, “Sizin zamanınızda gelmeyecek, fakat sizden birkaç yıl sonra, kitabımın hükümsüz ki, kılınacağı o kadar ki ancak otuz kadar müminin kalacağı bir zamanda gelecektir. Bu zamanda Allah dünyadakilere acıyacak ve bu bakımdan Elçisini gönderecektir; Elçisinin üzerinde bir bulut duracak, buradan onun Allahın seçilmiş bir kulu olduğu bilinecek ve Onunla tanınacaktır. Dinsizlere karşı büyük bir güçle gelecek ve yeryüzünde puta tapıcılığı yıkacaktır. Ve ben de seviniyorum ki, onunla Allah tanınıp, tazim edilecek ve ben de gerçek olarak tanınacağım. Benim insandan öte olduğumu söyleyenlerden öç alacaktır. Bakın, size diyorum ki ay çocukluğunda ona uyku verecek ve büyüdüğünde o ayı ellerine alacaktır. Bırakın, dünya onu çıkarıp attığını fark etsin çünkü o, puta tapıcıları öldürecek; Allahın kulu Musa ve yaktıkları şehirleri ve çocuklarını öldürdükleri şehirleri bağışlamayan Yuşa çok daha fazlasını öldürmüştü; çünkü eski bir yaraya kişi ateş tatbik eder. O, bütün peygamberlerinkinden daha açık bir gerçekle gelecek ve dünyayı yanlış yere kullananı azarlayacaktır. Babamızın şehrinin kuleleri neşeyle birbirlerini selamlayacaklardır ve işte, puta tapıcılığın yere kapaklandığının görüleceği ve benim de başkaları gibi bir insan olduğumu itiraf edeceği zaman, bakın size söylüyorum ki Allahın Elçisi gelmiş olacaktır. Bakın, size diyorum ki, eğer şeytan sizin Allahın dostları olup olmamanız konusunda uğraşacak olursa, çünkü kimse kendi şehirlerine saldırmaz, eğer şeytan dileğini üzerinize korsa, size kendi zevklerinize kaydırmakla işkence eder; fakat sizin kendisine düşman olduğunuzu bildiğinden, sizi helak etmek için her şiddete başvuracaktır. Ama korkmayın, çünkü o size karşı zincire vurulmuş bir köpek gibi duracaktır. Çünkü Allah benim duamı işitmiştir.” Yuhanna cevap verdi, “Ey muallim, yalnız kendimiz için değil, fakat kitaba inanacaklar için de anlat; eski iğvacı insana nasıl tuzak kurar?” İsa cevap verdi, “Bu melun dört yolla iğva eder. İlki, kendisi düşüncelerle iğva ettiği zamandır İkincisi, kulları aracılığıyla söz ve işlerle iğva ettiği zamandır. Üçüncüsü, sahte akideyle iğva ettiği zamandır. Dördüncüsü, sahte görüşlerle iğva ettiği zamandır. Şimdi, ateşi olanın suyu sevdiği gibi, günahı seven insan bedeni her şeyiyle onun yanındayken, insan nasıl tedbirli olmalıdır? Bakın, size diyorum ki, eğer bir insan Allahtan korkarsa, Allah her şeye karşı ona zafer verir ki Davud peygamber şöyle der, “Allah üzerinizde melekler görevlendirecek ve onlar, şeytan sizi yanıltmasın diye yollarınızı tutacaklardır. Bin tanesi sol kolunuz üzerine düşecek, bir on bin tanesi de sağ kolunuz üzerine düşecek ki, şeytanlar yanınıza yaklaşmasın.” Hatta Allahımız büyük sevgisinden, aynı Davud aracılığıyla bizi koruyacağını vaat etmiştir. “Öğretmenlik edecek anlayış veriyorum sana ve yürüyeceğin yollarında kendi gözümü senin üzerine dikeceğim.” Ama ne diyeyim ben? O, İşaya aracılığıyla dedi, “Bir anne kendi rahminin çocuğunu unutabilir mi? Fakat size diyorum ki o unuttuğu zaman, ben sizi unutmayacağım.” Öyleyse söyleyin bana, gözetici olarak melekleri ve koruyucu olarak daim sağ olan Allah varken Şeytandan kim korkar? Bununla birlikte, Süleyman Peygamberin dediği gibi, şu da gereklidir, “Sen Rabdan korkmak için gelen oğlum, iğvalara karşı ruhunu hazır et.” Bakın, size diyorum ki, insan paraları muayene eden bir banker gibi yapıp, düşüncelerini muayene etmeli ki, yaratıcısı Allaha karşı günah işlemesin. Dünyada günah için kaygı çekmeyen insanlar var olagelmiştir ve vardır; bunlar en büyük yanılgı içindedirler. Söyleyin bana, şeytan nasıl günah işledi? Onun insandan daha değerli olduğu düşüncesiyle günah işlediği ortada. Süleyman, bir ziyafete Allahın tüm yaratıklarını davet etmeği düşünerek günah işledi de, bir balık hazırladığı her şeyi yiyerek onu doğrulttu. Bu bakımdan, babamız Davudun sözü sebepsiz değildir, “Bir kimsenin kalbinde yükselmek için kişi gözyaşları vadisinde oturur.” Ve bu nedenle Allah, peygamberi İşaya aracılığıyla bağırmaz mı, “Gözlerinden kötü düşüncelerinizi çekip, ayırın.” Ve bu amaçla Süleyman der, “Tüm tutuşunla kalbini tut.” Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, düşünmeden günah işlemek mümkün olmadığından, her şey günaha götüren kötü düşünceler için söylenir. Şimdi, deyin bana, çiftçi bağ diktiği zaman, diktiklerini derine koymaz mı? Kesinlikle kor. İşte böyle de, şeytan günahı dikerken gözde veya kulakta durmayıp, Allahın mekanı olan kalbe geçer. Allahın kulu Musa aracılığıyla dediği gibi; “Benim kanunumda yürüsünler diye, ben içlerinde yerleşeceğim.” Şimdi söyleyin bana, eğer kral Hirodes içinde oturmak arzu ettiği bir evi korumanız için size verecek olsa, düşmanı Pilatusun oraya girmesine veya içine eşyalarını koymasına katlanır mısınız? Emin olun ki, hayır. Öyle de, Allahın, mekanı olan kalbinizi korumanız için size verdiğini göre göre, Şeytanın oraya girmesine veya içine düşüncelerini yerleştirmesine hiç katlanmamanız gerekir. Bu bakımdan, nasıl banker Kayserin resmi doğru mudur, değil midir, gümüş sağlam mıdır, sahte midir ve gereken ağırlıkta mıdır diye paraya dikkat ediyor ve bu nedenle onu elinde evirip çeviriyorsa, siz de öylece dikkat edin. Ah, deli dünya! Kuşkusuz, kendi kulların Allahın kullarından daha ölçülü ve sakıngan olduğu için, son günde Allahın kullarını ihmal ve dikkatsizlikleri nedeniyle azarlayasın ve yargılayasın diye, kendi işlerinde ne kadar da akıllısındır. Söyleyin bana şimdi, kim bir düşünceyi, bankerin gümüş bir parayı muayene ettiği gibi muayene ediyor? Emin olun ki, hiç kimse.” Sonra, Yakup dedi, “Ey muallim, bir düşüncenin bir para gibi muayenesi nasıl olur?” İsa cevap verdi, “Düşüncedeki sağlam gümüş dindarlıktır. Çünkü dine aykırı her düşünce şeytandan gelir. Doğru resim, peşlerinden gitmemiz gereken kutsal kulları ve peygamberleri örnek almaktır; düşüncenin ağırlığı ise, her şeyin kendisine göre yapılması gereken Allah sevgisidir. Böyle oldu mu, düşman, komşuna karşı araya din dışı düşünceler getirecektir, bedeni bozmak için dünyaya uygun düşünceler; Allah sevgisini bozmak için dünya sevgisiyle ilgili düşünceler” Bartalemus cevap verdi, “Ey muallim, iğvaya kapılmayalım diye az düşünmemiz için ne yapmamız gerekiyor?” İsa cevap verdi, “İki şey gereklidir sizin için. İlki, kendinizi çok eğitmeniz, ikincisi de, az konuşmanızdır; çünkü tembellik her türlü kirli düşüncenin toplandığı bir bataktır. Çok fazla konuşmak ise, kötülükleri biriktiren bir süngerdir. Bu bakımdan yalnızca çalışmanızın vücudu meşgul etmesi değil, aynı zamanda ruhunun da ibadetle meşgul olması gerekmektedir. Çünkü ruh ibadetten hiç bir zaman uzak durmamak ihtiyacındadır. Temsil olsun diye anlatıyorum, Çalıştırdıklarının hakkını vermeyen bir adam vardı, bu nedenle de, onu tanıyan kimse tarlalarını sürmeye gitmezdi. Bunun üzerine, lanetli bir adam gibi dedi, “Pazar yerine gidip, hiç bir şey yapmayan boş adamları bulacağım, onlar da boş olduklarından bağlıklarımı işlemeye gelecekler.” Bu adam evinden çıktı ve boş boş oturup, hiç paraları olmayan pek çok yabancı buldu. Kendileriyle konuşup, onları bağlığına şevketti. Fakat onu tanıyan ve eli iş tutan hiç kimse o tarafa gitmedi. Çalıştırdıklarının hakkını vermeyen şeytandır, çünkü o iş verir ve insan bunun karşılığında hizmetine sonsuz ateşler alır. Bu nedenle, Cennetten sürülmüş ve işçiler aramaya çıkmıştır. O, işlerine mutlaka, boş boş oturanları, en çok da kendisini tanımayanları koşar. Her ne durumda olursa olsun, kötülüğü bilmek, ondan kurtulmak İçin yeterli değildir. Fakat onu alt etmek için iyiliklerle uğraşmak da gerekir. Size bir temsil daha anlatıyorum. Üç bağ tarlası olan ve bunları üç çiftçiye icara veren bir adam vardı. Birinci adam bağları nasıl işleyeceğini bilmediğinden, bağlar yalnızca yaprak verdi, ikincisi üçüncüye, bağlara nasıl bakılması gerektiğini öğretti; o da onun sözlerini en iyi şekilde dinledi ve kendisine anlatıldığı şekilde kendininkini işledi; o kadar ki, üçüncünün bağı çok meyve verdi. Fakat ikinci zamanını yalnızca konuşmakla geçirerek, bağını işlemeden bıraktı. İcarları ödeme zamanı gelince, bağ tarlalarının sahibine birinci adam dedi, “Efendi, bağ tarlalarının nasıl işleneceğini bilmiyorum, bu bakımdan, bu yıl hiç meyve alamadım.” Bağ sahibi cevap verdi, “Ey aptal, sen dünyada tek başına mı yaşarsın da, toprağı işlemesini çok iyi bilen ikinci bağcının fikrini sormazsın? Belli ki, bana hiç bir şey ödemeyeceksin.” Ve böyle deyip, onu efendisine borcunu ödeyinceye kadar hapiste çalışmaya mahkum etti. Fakat sade dilliliğinden acıma duyguları harekete geçip onu salıverip, dedi, “Defol, benim bağımda daha fazla çalışmanı istemiyorum, senin borcunu ödemen için bu kadarı yeter.” İkincisi geldi ve ona bağ sahibi dedi, “Hoş geldin benim bağcım! Bana borçlu olduğun meyveler nerede? Kuşkusuz sen, bağların nasıl budanacağını en iyi bilen olduğundan, sana icara verdiğim bağım çok meyve vermiş olmalı.” İkinci adam cevap verdi, “Ey efendi, senin bağın öyle duruyor, çünkü ben ne kök ve dalları budadım, ne de toprağı işledim; bu bakımdan, bağ meyve vermedi, ben de sana borcumu ödeyemiyorum.” Bunun üzerine bağ sahibi, üçüncü adamı çağırdı ve hayret içinde sordu, “Bana, kendine ikinci bağı icara verdiğim şu adamın, sana icara verdiğim bağın nasıl işleneceğini sana tam olarak anlattığını söyledin. Öyle de, nasıl olur da ona icara verdiğim bağ, hepsi aynı toprakken meyve vermemiş olsun?” Üçüncü adam cevap verdi, “Efendi, bağlıklar yalnızca konuşmakla işlenmez, fakat bağının meyve vermesini isteyen günde bir gömlek terletmelidir. Ve hiç bir şey yapmaz, ama vaktini konuşmakla harcarken ey efendi, senin bağcının bağı nasıl meyve versin? Emin olun ey efendi, eğer o kendi sözlerini uygulamaya koymuş olsaydı, bu kadar çok konuşamayan ben sana iki yıllık icarı öderken, o beş yıllık bağ kirasını verirdi.” “Efendi kızdı ve bağcıya sertçe çıkıştı “Ve sen, kesilecek dalları kesmeyip, tarlayı düzlememekle büyük bir iş yaptın. Bu nedenle de, sana verilecek büyük bir ödül var!” Ve hizmetçilerini çağırıp, onu acımadan dövdürdü. Ve sonra da, onu her gün döven zalim bir hizmetçinin gözetiminde hapse koydu. Ve arkadaşlarının ricalarına bakıp da, hiç bir zaman serbest bırakmak da İstemedi. Bakın, size diyorum ki, Hüküm Gününde pek çokları Allaha diyecek, “Rab, biz senin kanununu vaaz ettik ve öğrettik.” Bunlara karşı kuşlar bile haykırıp, diyecekler, “Siz başkalarına vaaz ederken, kendi dilinizle kendinizi mahkum ediyordunuz, ey günah işçileri!” Allah sağ ve diridir ki gerçeği bilip de aksini yapan, öylesine feci bir ceza ile cezalandırılacak ki, hani neredeyse şeytan bile ona acır duruma gelecek. Şimdi söyleyin bana, Allah bize kanununu bilmek için mi verdi, uygulamak için mi? Bakın, size diyorum ki, tüm ilmin amacı, bildiğini yapan bir akıla sahip olmaktır. Söyleyin bana, eğer bir kişi sofrada oturup, gözleriyle nefis etlere baksa, ama elleriyle kirli şeyleri seçse ve bunları yese bu bir deli değil midir?” Kesinlikle öyle” dedi havariler. O zaman, İsa dedi, “Ey bütün delilerden de deli, sen ey adam, anlayışınla göğü bilir, ellerinle yeri seçersin; anlayışınla Allahı tanır, içinden dünyayı seçersin; anlayışınla Cennetin zevklerini bilir, yaptıklarınla Cehennemin bayağılıklarını seçersin. Kılıcı bırakıp da, savaşa kınıyla giden cesur asker! Şimdi, bilmezmisiniz ki, geceleyin yürüyen yalnızca ışığı görmek için değil, gerçekte, hana salimen varabilsin diye doğru yolu görmek için ışığı arzular? Ey bin defa hakir görülüp, iğrenilmesi gereken dünya, çünkü Allahımız kutsal peygamberleriyle hep kendi ülkesine ve dinlenme yerine giden yolu bildirmek istedi, fakat sen şerli yaratık, yalnızca gitmek istememekle kalmaz, daha kötüsü, ışığı hakir görürsün! Şu deveyle ilgili atasözü ne doğrudur, “Deve, kendi çirkin yüzünü görmek istemediğinden içmek için duru suyu beğenmezmiş.” İşte, kötülük yapan dinsizler de böyledir; kötü işleri bilinmesin diye ışıktan nefret ederler. Fakat aklı olup da iyi işler yapmamakla kalmayıp, daha kötüsü, aklını şerlerde kullanan, hediyeleri onları vereni öldürmek için alet olarak kullanan gibidir. Bakın, size diyorum ki, Allah Şeytanın düşüşüne acımadı, ama yine de ademin düşüşüne acıdı. Bırakın, artık bu iyiliği bilip de kötülük yapanın mutsuz durumunu bilmeniz için yetsin.” O zaman, Andreas dedi, “Ey muallim, böyle bir duruma düşmemek için, bilgiyi bir yana koymak iyi bir şey” İsa cevap verdi, “Eğer, dünya güneşsiz, insan gözsüz ve ruh da anlayışsız iyiyse o zaman bilmemek de iyidir. Bakın, size diyorum ki, bilginin ebedi hayat için olduğu kadar, geçici hayat için iyi değildir. Öğrenmenin Allahın bir emri olduğunu bilmez misiniz? Şöyle diyor Allah, “Büyüklerinize sorun ve onlar size öğretsinler.” Ve kanun hakkında Allah der, “Görün ki, hükmüm gözlerinizin önündedir; oturacağınız zaman, yürüyeceğiniz zaman ve her zaman onun üzerinde düşünün.” Öyleyse, öğrenmenin iyi olup olmadığını şimdi biliyorsunuzdur herhalde. Ah, mutsuzdur bilgeliği hakir gören. Çünkü o, ebedi hayatı kesinlikle yitirecektir.” Yakup, karşılık verdi, “Ey muallim, Eyüpün bir hocadan ders almadığını biliyoruz, İbrahim de; öyleyken, Allahın kutsal kulları ve peygamber oldular.” İsa cevap verdi, “Bakın, size diyorum ki, güveyin evinden olanın evlenme törenine çağırılmasına gerek yoktur, çünkü o, törenin yapıldığı evde oturmaktadır. Fakat evden uzakta olanlar çağırılır. Şimdi, bilmez misiniz ki, Allahın peygamberleri Allahın rahmet ve bereket evindedirler ve Allahın kanunlarını açık olarak içlerinde bulurlar. Babamız Davud bu konuda bakın ne der, “Allahımın kanunu kalbimdedir; bu nedenle, Onun yolu kazmakla yapılmayacaktır.” Bakın, size diyorum ki, Allahımız insanı yaratırken, onu yalnızca doğru olarak yaratmakla kalmadı, aynı zamanda kalbine, Allaha kulluk etmeye uygun olanı kendine göstermesi için bir ışık yerleştirdi. Bu bakımdan, bu ışık günahlar nedeniyle kararsa bile yine de sönmez, Çünkü her kavimde, Allahı yitirmiş olup, sahte ve yalancı tanrılara kulluk etseler bile, Allaha kulluk etme arzusu vardır. Dolayısıyla, bir insanın Allahın peygamberlerinden ders alması gereklidir, çünkü onlar, Allaha iyi kulluk ederek Cennete, vatanımıza giden yolu öğretmek için ışığı yakarlar; tıpkı, gözleri hasta olanlara yardım ve kılavuzluk edilmesinin gerekli olduğu gibi.” Yakup karşılık verdi, “Peygamberler ölüyse bize nasıl öğretecekler ve peygamberler hakkında bilgisi olmayana da nasıl öğretilecektir?” İsa cevap verdi, “Onların akidesi, incelenebilsin diye yazılır, çünkü yazılanlar peygamberden size kalandır. Bakın, size diyorum ki peygamberliği hakir gören, yalnızca peygamberi hakir görmekle kalmaz, peygamberi gönderen Allahı da hakir görmüş olur. Fakat bazı kavimler gibi peygamberliği bilmeyenlere gelince, size söylüyorum, Eğer böyle yörelerde bir insan kalbinin kendine gösterdiği biçimde, başkalarından görmediğini başkalarına yapmadan ve başkalarından aldığını komşusuna vererek yaşayacak olursa, evet böyle bir insan Allahın rahmetinden uzak kalmayacaktır. Ölürken, daha önce olmazsa Allah kendisine öğretecek ve rahmetle kanununu verecektir. Belki de, Allahın kanun sevgisi için kanun verdiğini düşünüyorsunuz. Kesinlikle böyle değil, ama gerçekte Allah kanununu, insan Allah sevgisi için iyilik yapsın diye verir. Ve Allah Kendi sevgisi için iyilik yapan bir insan bulsa sanki onu hakir mi görecektir? Hayır, asla ama daha da onu kendilerine kanun verdiklerinden çok sevecektir. Bir örnek olarak anlatıyorum, Büyük mal varlığı olan bir adam vardı ve bölgesinde yalnızca meyve vermeyen çöl topraklar bulunuyordu, işte bir gün böyle bir çöl araziden geçerken, meyvesiz bitkiler arasında güzel meyveler yeren bir bitki buldu. Bunun üzerine, bu adam dedi, “Bu bitki nasıl olur da, böylesine güzel meyveleri verir? Onu kesinlikle kesmeyecek ve diğerleriyle birlikte ateşe vermeyeceğim.” Ve hizmetçilerini çağırıp o bitkiyi söktürerek bahçesine diktirdi. İşte böyle de size diyorum ki, Allahımız nerede olurlarsa olsunlar, salih amel işleyenleri Cehennemin alevlerinden koruyacaktır. Söyleyin bana, puta tapıcılar arasında Eyüp Uzdan başka nerede kaldı? Ve tufan zamanında Musa nasıl yazıyor? Bana söyleyin, O der, “Nuh gerçekten, Allahın önünde rahmet buldu.” Babamız İbrahimin sahte putlar yapıp tapınan inançsız bir babası vardı. Lut, yeryüzünün en rezil insanları arasında yaşadı. Danyal, bir çocukken Hananya, Azarya ve Mişaelle birlikte Buhtunnasır tarafından öyle bir şekilde tutsak alındılar ki, o zaman daha sadece iki yaşında idiler ve puta tapıcı hizmetçiler kalabalığı içinde yetiştirildiler. Allah sağ ve diridir ki, nasıl ateş zeytin, servi veya palmiye demeden kuru şeyleri yakar ve onları ateşe çevirir, öyle de Allahımız, Yahudi, Sisian, Yunan veya İsmaili demeden, salih amellerde bulunan herkese merhamet eder. Fakat kalbin orada durmasın ey Yakup. Çünkü Allahın peygamber gönderdiği yerde kendi hükmünü tümüyle reddedip peygamberi izlemek, “O neden böyle diyor?” , “Neden böyle yasaklıyor ve emrediyor?” demeden, “Allah böyle istiyor” , “Allah böyle emrediyor” demek gerekir. Şimdi, İsrail kavmi Musayı hakir gördüğünde, Allah Musaya ne demişti? “Onlar seni hakir görmediler, fakat onlar Beni hakir gördüler.” Bakın size diyorum ki, insan tüm ömrünü konuşup yazmayı öğrenmeye değil, salih amel işlemeyi öğrenmeye de harcamalıdır. Şimdi söyleyin bana, tüm dikkatiyle hizmet ederek, kendini memnun etmeye çalışmayan Hirodesin şu kulu kimdir? Var mıdır böyle biri? Yalnızca çamur ve gübre olan bir bedeni memnun etmeye çalışıp da, tüm şeyleri yaratan ve ebedi Sübhan ve Kuddüs olan Allaha kulluk etmeye çalışmayıp unutan dünyadakilere yazıklar olsun. Söyleyin bana, eğer kahinler Allahın ahd sandığını taşırken bırakıp yere düşürmüşlerse, bu onların büyük bir günahı değil midir?” Havariler bunu duyunca titrediler, çünkü Allahın sandığına yanlış dokunduğu için Allahın Uzzayı öldürdüğünü biliyorlardı. Ve dediler, “Böyle bir günah en feci olanıdır.” O zaman İsa dedi, “Allah sağ ve diridir ki, Allahın onunla her şeyi yarattığı ve ona uymakla size sonsuz hayat sunduğu sözünü unutmak daha büyük bir günahtır.” Ve İsa böyle deyip dua etti. Duasından sonra dedi , “Yarın Samiriyeye varmamız gerekiyor, çünkü Allahın kutsal meleği bana böyle dedi.” Belli bir günün sabahında erkenden İsa, Yakupun yaptığı ve oğlu Yusufa verdiği kuyuya yaklaştı. Seyahat nedeniyle yorgun düşen İsa havarilerini yiyecek satın almaları için şehre gönderdi. Kendi de kuyunun yanına, bir kuyu taşının üstüne oturdu. Ve bir de ne görsün, Samiriyeli bir kadın su çekmek için kuyuya gelmiyor mu? İsa kadına dedi, “İçmek için bana su ver!” Kadın cevapladı, “Şimdi, sen bir İbrani olarak, ben Samiriyeli bir kadından içecek istemeye utanmıyor musun?” İsa cevap verdi, “Ey kadın, senden içecek isteyenin kim olduğunu bilsen, belki de sen ondan içecek isterdin.” Kadın karşılık verdi, “Şimdi, kuyu derinken ve senin de su çekecek ne kovan, ne de ipin olmadığını görüp dururken, bana nasıl içmek için su verecekmişsin?” İsa cevap verdi, “Ey kadın, kim bu kuyunun suyundan içerse, susuzluk ona yine gelir, fakat kim benim verdiğim sudan içerse, artık bir daha susamaz; ama bunu susuz olanlara içmek için verirler, o kadar ki, sonsuz hayata ererler.” O zaman, kadın dedi, “Ey Rab, bana bu suyundan ver.” İsa cevap verdi, “Git, kocanı çağır, ikinize de içmeniz için vereceğim.” Kadın dedi, “Benim kocam yok.” İsa karşılık verdi, “Peki, doğruyu söyledin, çünkü senin beş kocan oldu, şimdiki ise kocan değildir.” Kadın bunu duyunca şaşırdı ve dedi, “Rab, anlıyorum ki sen bir peygambersin; bu nedenle söyle bana, yalvarırım, İbraniler, Kudüste Siyon dağı üzerinde, Süleymanın yaptırdığı mabette ibadet ederler ve derler ki, bir başka yerde değil ancak orada insanlar Allahın rahmet ve bereketini bulurlar. Ve halkımız bu dağlar üzerinde ibadet eder ve derler ki, ibadet yalnızca Samiriye dağlarında yapılmalıdır. Bu durumda gerçek ibadet edenler kimler olmuş oluyor?” O zaman İsa iç çekti ve ağlayıp, dedi, “Yazıklar olsun sana Yahudiye, çünkü sen “Rabbin mabedi, Rabbin mabedi” diye büyüklenir ve sanki hiç Allah yokmuş gibi ömür sürersin. Kendini tümden dünyanın zevklerine ve kazançlarına verirsin; işte bu kadın Hüküm Gününde seni Cehenneme mahkum edecek; çünkü bu kadın Allah önünde rahmet ve bereketin nasıl bulunacağını öğrenmeye çalışıyor.” Ve kadına dönerek dedi, “Ey kadın, siz Samiriyeliler bilmediğiniz şeye ibadet eder, fakat biz İbraniler bildiğimiz şeye ibadet ederiz. Bak, sana diyorum ki, Allah ruhtur ve gerçektir ve öyle de, ona ruhtan ve gerçekten ibadet edilmelidir. Çünkü Allahın vadi Kudüste, Süleyman mabedinde yapılmıştır, başka yerde değil. Ama inan bana, bir gün gelecek ve Allah rahmetini bir başka şehre gönderecek ve her yerde Ona gerçekten ibadet etmek mümkün olacaktır. Ve Allah her yerde gerçek ibadeti rahmetiyle kabul edecektir. Kadın karşılık verdi, “Biz Mesihe bakıyoruz; o geldiğinde bize öğretecek.” İsa cevap verdi, “Biliyor musun sen kadın, Mesihin geleceğini?” Kadın cevap verdi, “Evet ya, Rab.” O zaman İsa sevindi ve dedi, “Gördüğüm kadarıyla ey kadın, sen müminsin; bu bakımdan bil ki, Mesihin inancıyla Allahın seçtiği herkes kurtulacaktır; dolayısıyla, Mesihin gelişini bilmen gerekmektedir.” Kadın dedi, “Ey Rab, belki de sen Mesihsin.” İsa cevap verdi, “Ben, kuşkusuz İsrail ailesine bir kurtuluş peygamberi olarak gönderilmiş bulunuyorum; fakat benden sonra Allahın tüm dünyaya gönderdiği Mesih gelecek; onun için yaratmıştır Allah dünyayı. Ve o zaman tüm dünyada Allaha ibadet edilecek ve rahmete erilecek, o kadar ki, şimdi yüz yılda bir gelen sevinç yılı Mesihle her yerde her yıla inecek.” Sonra, kadın su kabını bırakıp, İsadan duyduğu her şeyi bildirmek üzere şehre koştu. Kadın İsa ile konuşurken, havarileri gelmiş ye İsanın bir kadınla bu şekilde konuşmasına şaşıp kalmışlardı. Yine de kimse ona, “Samiriyeli bir kadınla böyle niye konuşursun?” demedi. Sonra, kadın ayrılıp gidince dediler, “Muallim, yemeğe gelin.” İsa karşılık verdi, “Ben öbür yemeği yemeliyim.” O zaman, havariler birbirlerine dediler, “Belki, bir yolcu İsa ile konuşup ona yiyecek bulmak için gitmiştir.” Ve bu satırları yazana sorup dediler, “Buraya muallime yemek getirebilecek kimse geldi mi ey Barnabas?” O zaman bu satırları yazan cevap verdi, “Gördüğünüz, şu boş kovayı suyla doldurmak için getiren kadından başka kimse gelmedi.” O zaman, havariler İsanın sözlerinin anlamını bekleyerek, şaşırıp kaldılar. Bunun üzerine İsa dedi, “Bilmez misiniz ki, gerçek yiyecek Allahın istediğini yapmaktır, çünkü insanı yaşatan ve ona hayat veren ekmek değil, daha çok, iradesiyle gelen Allahın sözüdür. Ve işte bu nedenle kutsal melekler yemezler. Ama yalnızca Allahın iradesiyle beslenerek yaşarlar. Ve bu şekilde biz, Musa ve İlya ve yine bir başkası kırk gün kırk gece hiç yiyeceksiz dururuz. Ve İsa gözlerini kaldırıp dedi, “Hasat vaktine ne kadar var?” Havariler cevap verdiler; “Üç ay.” İsa dedi, “Öyleyse bakın, nasıl dağ mısırlarla ağarmışsa, ben de size diyorum ki, bugün toplanması gereken büyük bir hasat vardır.” Ve sonra kendisini görmeye gelen kalabalığa işaret etti. Şehre varan kadın, “Ey insanlar, gelin ve Allahın İsrail ailesine gönderdiği yeni bir peygamber görün” diyerek, tüm şehri ayağa kaldırmış ve İsadan duyduğu şeylerin hepsini anlatmıştı. İsanın bulunduğu yere gelip, kendileriyle kalması için ona yalvardılar ve İsa şehre girip onlarla iki gün kaldı; hastaları iyileştirdi ve Allahın melekutuyla ilgili dersler verdi. O zaman, şehirliler kadına dediler, “Senin söylediğin zamankinden daha çok onun mucizelerine ve sözlerine inanıyoruz; çünkü o kuşkusuz Allahın kutsal bir kulu, kendine inananların kurtuluşu için gönderilmiş bir peygamberdir. Gece yarısı namazından sonra havariler İsanın yanına vardılar ve İsa onlara dedi, “Bu gece Allahın elçisi Mesih, zamanında şimdi yüz yılda bir gelirken her yıl gelen sevinç gecesi olacak. Bu bakımdan, istiyorum ki uyumayalım, ibadet edelim. Yüz kez rükuya varıp, her zaman hamde layık Kadir ve Rahim olan Allahımızı tazim edelim. Her seferinde şöyle diyelim, “Sen yegane Allahımız, kabul ve itiraf ederiz ki, Senin başlangıcın olmadı, sonun da olmayacak; çünkü Sen rahmetinle her şeye başlangıç verdin ve adaletinle de hepsine bir son vereceksin; Senin insanlar arasında hiç bir benzerin yoktur. Çünkü sonsuz iyiliğin içinde Sen ne kımıldarsın, ne de herhangi bir arızaya uğrarsın. Bize merhamet et, çünkü bizi Sen yarattın ve biz Senin Ellerinin eseriyiz.” İbadet edildikten sonra İsa dedi, “Allaha şükredelim, çünkü bize bu gece büyük rahmet indirdi; çünkü bu gece geçecek olan zamanı geri getirdi. Ve biz Allahın Elçisiyle birlikte ibadet ettik. Ve ben onun sesini duydum.” Havariler bunu duyunca çok sevindiler ve dediler, “Muallim, bize bu gece bazı hükümler öğret.” O zaman İsa dedi, “Hiç balla karışık gübre gördünüz mü?” Cevap verdiler, “Hayır Rab, çünkü kimse bunu yapacak kadar deli değildir.” “Madem öyle, ben de size diyorum ki, dünyada daha deli insanlar vardır.” dedi İsa, “Çünkü Allaha kullukla onlar dünyaya kulluğu karıştırırlar. O kadar ki, lekesiz hayat yaşayanların pek çoğunu şeytan aldatmış ve ibadet ederlerken, ibadetleriyle dünya işlerini karıştırmışlar, bu nedenle de, bu zamanda Allahın gözünde çirkinleşmişlerdir. Söyleyin bana, ibadet için yıkanırken, hiç bir pis şeyin kendinize dokunmamasına dikkat ediyor musunuz? Evet, mutlaka. Ya ibadet ederken ne yapıyorsunuz? Ruhunuzu Allahın rahmetiyle günahlardan temizliyorsunuz. Öyleyse, ibadet ederken, dünyalık şeylerden söz etmek ister misiniz? Aman böyle yapmamaya dikkat edin, çünkü her dünyalık kelime, konuşanın ruhu üzerinde Şeytanın bir gübresidir.” O zaman, havariler titrediler, çünkü İsa ateşli bir ruhla konuşmuştu ve dediler, “Ey muallim, eğer, biz ibadet ederken bir arkadaş bizimle konuşmaya gelirse ne yapalım?” İsa cevap verdi, “Bekletin ve ibadeti tamamlayın.” Bartalemus dedi, “Ama alınır da, kendisiyle konuşmadığımızı görünce çeker giderse?” İsa cevap verdi, “Eğer alınırsa, bana inanın ki, o sizin bir arkadaşınız veya bir mümin değil, gerçekte inanmayanın biri ve Şeytanın yoldaşıdır. Söyleyin bana, eğer Hirodesin bir seyis yamağıyla konuşmaya gitseniz ve onu Hirodesin kulağına söz anlatırken bulsanız, sizi bekletti diye alınır mısınız?” Kesinlikle hayır; aksine, arkadaşınızı kralın sevdiğini görerek rahat edersiniz. Doğru değil mi?” dedi İsa. Havariler cevap verdiler; “Doğruların doğrusu.” O zaman İsa dedi, “Bakın, herkes ibadet ederken Allahla konuşur. Öyleyse, insanla konuşacağız diye, Allahla konuşmayı bırakmanız doğru olur mu? Bundan dolayı, Allaha kendinden çok saygı gösterdiğiniz için arkadaşınızın alınması doğru olur mu? İnanın bana, eğer beklettiğimiz zaman alınırsa, Şeytanın iyi bir kulu demektir o. Çünkü Allahın insan için bırakılması Şeytanın arzusudur. Allah sağ ve diridir ki, her iyi işte, Allahtan korkan kendini dünyanın işlerinden ayırmalı ki, iyi ameli bozulmasın. Bir adam kötü işte bulunduğu veya kötü sözler söylediği zaman, biri onu düzeltmeye gidip, bu tip işlerden men etse, bu adamın yaptığı nedir?” dedi İsa. Havariler cevap verdiler, “İyi eder, çünkü güneşin daima karanlığı sürüp çıkarmaya çalışması gibi, her zaman kötülüklerin men edilmesini isteyen Allaha hizmet eder.” İsa dedi, “Ben de size diyorum ki, aksine, bir insan iyilik yapar ve iyi şeyler konuşurken, kim onu daha iyi olmayan herhangi bir şeyi bahane ederek engellemeye çalışırsa Şeytana hizmet eder. Hayır, hayır, onun yoldaşı bile olur. Çünkü şeytan, her iyi şeyi engellemekten başka bir işe bakmaz. Şimdi ben size ne diyeyim? Allahın dostu ve mukaddesi Süleyman Peygamberin dediği gibi diyeyim size, “Tanıdığınız bin kişiden biri arkadaşınızdır.” O zaman Matta dedi, “Öyleyse, kimseyi sevmeyeceğiz. ” İsa cevap verdi, “Bakın, size diyorum ki, sizin için günah dışında herhangi bir şeyden nefret etmek meşru değildir; o kadar ki, şeytandan bile Allahın yaratığı olarak nefret edemez, ancak Allahın düşmanı olarak nefret edebilirsiniz. Bu, neden böyle biliyor musunuz? Söyleyeyim size, Çünkü o, Allahın bir yaratığı olup, Allahın yarattığı her şey iyi ve tamdır. Bu bakımdan, kim yaratılandan nefret ederse Yaratandan da nefret eder. Fakat arkadaş tek bir şeydir, kolayca bulunmaz, ama kolayca yitirilir. Çünkü arkadaş sonsuz derecede sevdiğiyle zıtlaşmaya katlanamaz. Dikkat edin, tedbirli olun ve arkadaş olarak sevdiğinizi sevmeyeni seçmeyin. Arkadaşın ne demek olduğunu biliyor musunuz? Arkadaş; şu bu değil, yalnızca ruh doktoru demektir. Ve böyle de, nasıl kişi, hastalığı bilip de, ilacını vermekten anlayan iyi bir doktoru çok seyrek bulursa, aynı şekildedir. Hataları bilip, doğruya yöneltmekten anlayan arkadaşlar da çok seyrek bulunur. Fakat burada bir şer vardır; şöyle ki, arkadaşlarının hatalarını görmezlikten gelen arkadaşlara sahiptir pek çokları; diğerleri vardır, onları mazur görür; bir diğerleri onları dünyevi bahanelerle savunur ve en kötüsü de arkadaşını yanlışlara çağırıp yardım eden ve sonunu kendi kötü sonuna benzetendir. Dikkat edin ki, böylelerini arkadaş edinmeyesiniz, çünkü gerçekten onlar düşmandırlar ve ruh katilleridirler. Arkadaşınız şöyle olsun, sizi doğrultmak isterken bile, kendisi doğrulsun; sizin Allah sevgisi için her şeyden geçmenizi isterken bile, Allaha hizmet için kendini bile feda etmeniz onu memnun etsin. Ama söyleyin bana, eğer bir kişi Allahı nasıl seveceğini bilmezse, kendini ne şekilde seveceğini nasıl bilir; kendini sevmeği bilmezken, başkalarını ne şekilde seveceğini nasıl bilir? Kesinlikle imkansızdır bu. Bu bakımdan, kendinize arkadaş seçeceğiniz zaman önce onun güzel soyuna, güzel ailesine, güzel evine, güzel giysisine, güzel şekline ve güzel sözlerine bakmayın. Çünkü kolayca aldanırsınız. Fakat Allahtan nasıl korktuğuna, dünyalık şeyleri nasıl hakir gördüğüne, salih amelleri nasıl sevdiğine ve hepsinin üstünde kendi bedeninden nasıl nefret ettiğine bakın. Gerçek arkadaşı kolayca bulasınız; eğer o her şeyin üstünde Allahtan korkuyor ve dünyanın fani şeylerini hakir görüyorsa; her zaman salih amellerle meşgul oluyor ve kendi vücudundan zalim bir düşman gibi nefret ediyorsa. Yine de, böyle bir arkadaşı sevgin onda kalacak şekilde sevmeyeceksiniz. Çünkü bu şekilde bir puta tapıcı olursunuz. Ama onu Allahın size verdiği bir hediye olarak sevin, çünkü bu şekilde Allah onu daha büyük sevgiyle süsleyecektir. Bakın, size diyorum ki, gerçek bir arkadaş bulan Cennetin zevklerinden birini bulmuştur; böylesi Cennetin anahtarıdır.” Teddeus karşılık verdi, “Ya, bir adamın şans eseri, sizin anlattığınız gibi olmayan bir arkadaşı olacak olursa, ey muallim? Ne yapsın o? Ondan vaz mı geçsin?” İsa cevap verdi, “Gemisini karlı olduğu sürece kullanan, zararlı hale geldiğini gördüğü zaman da bırakan denizcinin yaptığı gibi yapsın. Senden daha kötü olan arkadaşını böyle yaparsın, senin için bir tehlike olduğu şeylerde eğer Allahın rahmetinden ayrı düşmeyeceksen onu terk et. Vay haline tökezlerden dolayı dünyanın… Tökezlerin gelmemesi olmaz, tüm dünya kötülükler içinde yüzüyor çünkü. Ama yine de, vay o adama ki, tökezler onun vasıtasıyla gelir. Eğer bu adam boynunda bir el değirmeni taşıyıp, denizin derinliklerine dalsaydı, komşusuna karşı suç işlemesinden daha iyi olurdu. Eğer, gözünüz sizin için bir günah nedeniyse, onu çıkarıp atın; çünkü tek bir gözle Cennete gitmek, ikisiyle birlikte Cehenneme gitmekten daha iyidir. Eğer, eliniz veya ayağınız sizi günaha itiyorsa, yine aynı şekilde yapın; çünkü göklerin melekutuna bir ayak veya bir elle girmek, iki el veya iki ayakla Cehenneme gitmekten daha iyidir.” Petrus seslendi, “Rab, ben bunu ne yapayım? Muhakkak, zamanda parça parça olacağım.” İsa cevap verdi, “Ey Petrus, bedeni aklı bırak ve doğruca gerçeği bul. Çünkü sana öğreten senin gözündür, sana işlerinde yardım eden ayağındır, sana bir şeyler alıp veren de elindir. Bu bakımdan, bunlar senin için günah nedeni olursa, onları bırak; çünkü Cennete bilgisiz, bir kaç amelle ve yoksul gitmek, Cehenneme akıllı, büyük amellerle ve zengin gitmekten daha iyidir. Seni Allaha kulluktan alıkoyan her şeyi, bir kişinin görmesini engelleyen her şeyi fırlatıp attığı gibi, kendinden çıkar at.” Ve İsa böyle söyleyip, Petrusu yanına çağırdı ve ona dedi, “Eğer, kardeşin sana karşı günah işlerse, git ve onu düzelt. Eğer düzelirse sevin; çünkü kardeşini kazanmış olursun. Ama düzelmezse, yeniden git ve iki tanık çağırıp, onu yeniden düzelt ve düzelmeyecek olursa git ve durumu kiliseye anlat. Yine de düzelmeyecek olursa, onu kafir yerine koy, bu bakımdan, onunla aynı çatı altında durmaz, onun oturduğu masada yemek yemez ve onunla konuşmazsın; o kadar ki, yürürken ayağını koyduğu yeri bilirsen, oraya kendi ayağını koymazsın. Ama aklında olsun ki, kendini daha iyi görmeyesin; bunun, yerine şöyle diyesin, “Petrus, petrus, eğer Allah nimetiyle sana yardım etmese, ondan daha kötü olursun.” Petrus karşılık verdi, “Onu nasıl düzeltmeliyim?” İsa cevap verdi, “Kendinin nasıl düzeltilmesini istiyorsan öyle. Başkalarının sana nasıl katlanmalarını istiyorsan, sen de başkalarına öyle katlan. İnan bana Petrus, çünkü sana söylüyorum ki, merhametle kardeşini düzelttiğin her vakit Allahın merhametini çekersin ve sözlerin meyvesini verir; fakat sert ve haşin olursan, Allahın adaleti tarafından sertçe cezalandırılırsın ve sözlerin hiç meyve vermez. Söyle bana Petrus, Şu, yoksulların içinde yemeklerini pişirdikleri toprak kaplar var ya, bunları onlar denk geldiğince taşlarla ve demir çekiçlerle mi yıkıyorlar? Emin ol ki hayır; ama bunların yerine sıcak suyla yıkamıyorlar mı? Kaplar, demirle parça parça olur, yemek eşyası ateşte yanar; fakat insan merhametle düzelir. Dolayısıyla, kardeşini düzelteceğin zaman kendi kendine şöyle diyesin, “Eğer Allah bana yardım etmezse, onun bugün yaptıklarının, ben daha kötüsünü yaparım yarın.” Petrus karşılık verdi, “Kardeşimi kaç kez bağışlamalıyım, ey muallim?” İsa cevap verdi, “Onun seni kaç kez bağışlamasını istiyorsan, o kadar.” Petrus dedi, “Günde yedi kez mi?” İsa cevap verdi, “Yalnızca yedi kez değil, onu her gün yetmiş çarpı yedi kez bağışlayacaksın; çünkü. Bağışlayan bağışlanacak, cezaya çarptıran ise cezaya çarptırılacaktır.” O zaman bu satırları yazan dedi, “Yanıklar olsun reislere! Çünkü Cehenneme gidecektir onlar.” İsa, onu azarlayarak dedi, “Böyle demekle aptallaşıyorsun, ey Barnabas! Bak, sana diyorum ki, reisin devlet için gerekli olduğu kadar, banyo vücut için, gem at için ve dümen gemi için önemli değildir. Ve hangi nedenle Allah Musaya, Yuşaya, Samuele, Davud ve Süleymana ve gelip geçen daha pek çoklarına hüküm verdi? Bunlara Allah, kötülüklerin kökünden kazınması için kılıç vermiştir.” O zaman, bu satırları yazan dedi, “Şimdi, cezaya çarptırma ve bağışlama hükümleri nasıl verilmeli?” İsa cevap verdi, “Herkes hüküm verici değildir, çünkü başkalarını cezaya çarptırma hak ve yetkisi yalnızca hakimlere aittir, ey Barnabas. Ve nasıl baba, tüm beden çürümesin diye, çürümüş bir azanın oğlundan kesilip atılmasını emrederse, hakim de suçluları cezaya çarptırmalıdır.” Petrus dedi, “Kardeşimin tövbe etmesi için ne kadar beklemem gerek?” İsa cevap verdi, “Seni ne kadar beklemelerini istiyorsan o kadar.” Petrus karşılık verdi, “Herkes bunu anlamaz; bu bakımdan, bize daha açık konuşun.” İsa cevap verdi, “Allahın seni beklediği kadar, sen de kardeşini bekle.” “Bunu da anlamazlar” dedi Petrus. İsa cevap verdi, “Tevbe etmek için vakti olduğu sürece bekle.” O zaman, Petrus üzüldü ve diğerleri de üzüldüler, çünkü söylemek istenileni anlamadılar. Bunun üzerine, İsa cevap verdi, “Eğer sağlam anlayış sahibiyseniz ve kendinizin günahkar olduğunuzu biliyorsanız, kalbinizi günahkara karşı merhametten kesmeyi hiç bir zaman düşünmezsiniz. Ve ben böyle açık açık söylüyorum size ki günahkar, dişlerinin altında nefes alıp verecek bir ruhu oldukça tövbe etsin diye beklenmelidir. Çünkü Kadir ve Rahim olan Allahımız onu böyle bekler. Allah demedi ki, “Şu saatte günahkar oruç tutacak, zekat verecek, namaz kılacak ve hacca gidecek ve ben de onu affedeceğim.” Pek çokları bunu yerine getirdiler de, ebediyen lanete uğradılar. Fakat O dedi, “Şu saatte günahkar günahlarına ağlasın, ben de, kendi payıma onun kötülüklerini daha fazla hatırlamam.” Anlıyor musunuz?” dedi İsa. Havariler cevap verdiler, “Kısmen anladık, kısmen de anlamadık.” İsa dedi, “Neresini anlamadınız?” Cevapladılar, “Oruçla birlikte namaz da kılan pek çok kişinin lanete uğramasını.” O zaman, İsa dedi, “Bakın, size diyorum ki, münafıklar ve goyimler Allahın dostlarından daha çok namaz kılar, daha çok zekat verir ve daha çok oruç tutarlar. Ama inançları olmadığından, Allah sevgisi için tövbe edemezler ve böylece lanete uğrarlar.” O zaman Yuhanna dedi, “Bize, Allahaşkına imanı öğret.” İsa cevap verdi, “Şimdi, sabah namazını kılma vakti.” Bunun üzerine kalkıp yıkandılar ve her zaman Sübhan ve Azim Allahımıza ibadet ettiler. Namaz bitince, havarileri yeniden İsanın yanına geldiler, o da ağzını açtı ve dedi, “Yaklaş Yuhanna, çünkü bu gün, sorduğun her şeyi sana anlatacağım. İman, Allahın seçtiklerini mühürlediği bir mühürdür, mühür ki, Elçisine vermiş ve Onun ellerinden seçilmiş olan herkes imanı almıştır. Çünkü nasıl Allah birdir, öyle de, iman da birdir. Bu nedenle, her şeyden önce Elçisini yaratmış olan Allah, Ona her şeyden önce, sanki Allahın benzeriymiş ve Allahın yaptığı ve söylediği şeylerin hepsiymiş gibi imanı vermiştir. Ve işte, mümin imanla her şeyi birinin gözleriyle gördüğünden daha iyi görür; çünkü gözler yanılabilir; hatta hemen hemen her zaman yanılır; ama iman asla yanılmaz, çünkü kaynak olarak Allah ve sözüne sahiptir. Bana inan, imanla Allahın tüm seçtikleri kurtulur. Ve herhangi bir kimsenin iman olmadan Allahı memnun etmesinin imkansız olduğu da kesindir. Bu nedenle şeytan, orucu ve namazı, zekatı ve haccı hiçe indirmek için çalışmaz; inanmayanları daha bu işleri yapmaya iter, çünkü insanın karşılığını almadan çalıştığını görmekten zevk alır. Fakat tüm gayretiyle imanı hiçe indirmek için sancılanır durur. Bu bakımdan iman özenle bilhassa korunmalıdır ve en emin yol da, “Neden?” sorusunun insanları Cennetten çıkardığını ve Şeytanı en güzel bir melekten çirkin bir cine çevirdiğini görerek, “Nedeni bırakmak olacaktır.” O zaman Yuhanna dedi, “Şimdi biz, ilmin kapısı olduğunu göre göre, “Neden” i nasıl bırakalım?” İsa cevap verdi, “Öyle değil, “Neden” Cehennemin kapısıdır.” Bunun üzerine Yuhanna sustu, İsa devam etti, “Allah bir şey söylediği zaman ey insan, sen kimsin ki, kuşkun kalmasın diye, “Neden böyle dedin ey Allah; neden böyle yaptın? Diyecekmişsin? Toprak kap, olur ya, yapıcısına diyecek mi ki, “Beni neden su tutmak için yaptın da, almak için yapmadın?” Bak, sana diyorum ki, her iğvaya karşı şu sözle kendini güçlendirmen gerekir, “Allah böyle dedi, böyle yaptı Allah”; “Allah böyle diledi”; çünkü böyle yapmakla emniyet içinde yaşarsın.” Bu zamanda Yahudiyenin her yanında, İsa hakkında büyük bir dedikodu vardı, Romalı askerler Şeytanın çalışmalarıyla, İsanın kendilerini ziyaret etmeye gelen Allah olduğunu söyleyerek, İbranileri karıştırıyorlardı. Bunun üzerine, öylesine büyük bir fitne doğdu ki, kırk gün demeden tüm Yahudiye silahlandı; o kadar ki, oğul babasına, kardeş kardeşine karşı durdu. Çünkü bazıları İsanın dünyaya gelen Allah olduğunu söylerken, diğerleri, “Hayır, O Allahın oğludur” diyor; bir diğerleri de, “Hayır, çünkü Allah insana benzemez, bu nedenle de, oğul edinmez; Nasıralı İsa ise Allahın bir peygamberidir” diyorlardı.” Ve bu fitne İsanın gösterdiği büyük mucizeler nedeniyle doğmuştu. Bunun üzerine, halkı susturmak için, baş kahinin alnında Allahın kutsal adı, Teta Gramaton olduğu halde kahinlik cübbesini giyip at üzerinde merasimde görünmesi gerekti. Ve benzer şekilde vali Pilatus ve Hirodes de ata bindiler. Bu olaylar nedeniyle, Mizpehde, her biri kılıçlı iki yüz bin kişiden oluşan üç ordu toplandı. Onlara karşı Hirodes konuştu, fakat susmadılar. Sonra, vali ve baş kahin konuşup dediler, “Kardeşler, bu savaş Şeytanın çalışmasıyla doğuyor, çünkü İsa hayattadır ve ona başvurup, kendisi hakkında ifade vermesini istememiz gerekir. Sonra da ne derse ona inanırız.” Bunun üzerine herkes sustu; silahlarını bırakıp, birbirlerini kucakladılar ve birbirlerine şöyle dediler, “Beni affet, kardeş!” O gün, kararlaştırıldığı biçimde herkes söyleyeceği şeye göre İsaya inanmayı kalbine koydu. Ve vali ile baş kahin tarafından, İsanın bulunduğu yeri bildirecek olana büyük ödüller verileceği ilan edildi. Bu sırada biz, kutsal meleğin sözü üzerine Sina Dağına gitmiştik. Ve İsa orada kırk gün kaldı. Bu süre geçince, Kudüse gitmek üzere İsa Erden ırmağına vardı. Ve İsanın Allah olduğuna inananlardan biri tarafından görüldü. Bunun üzerine sevinçlerin en büyüğüyle, “Allahımız geliyor” diye bağırıp, şehre varınca da, “Allahımız geliyor ey Kudüs, onu almaya hazırlan!” diyerek tüm şehri ayaklandırdı. Ve İsayı Erden yakınında görmüş olduğuna tanıklık etti. O zaman, küçük büyük herkes İsayı görmek için şehirden çıktı, o kadar ki, şehir boşaldı; çünkü kadınlar, çocuklarını kucaklarına almışlar, yemek için yiyecek almayı bile unutmuşlardı. Bu durumu anladıkları zaman vali ve baş kahin atla çıkıp, halk arasındaki fitnenin yatışması için, aynı şekilde İsayı bulmak için atla çıkan Hirodese bir elçi gönderdiler. Bunun üzerine, iki gün Erden yakınındaki görülen yerlerde İsayı aradılar ve üçüncü gün öğleye doğru, havarileriyle birlikte Musanın kitabına göre ibadet için temizlenirken buldular. İsa, yeri insanlarla dolduran kalabalığı görünce çok şaşırdı ve havarilerine dedi, “Belki de şeytan Yahudiyede fitne uyandırmıştır. Şeytandan günahkarlar üzerindeki egemenliğini Allah inşallah alır.” Ve bunu dediğinde kalabalık yaklaşıyordu ve kendisini tanıdıkları zaman, “Hoş geldin sana ey Allahınız!” diye bağırmaya ve Allaha yapıyorlarmış gibi saygı gösterilerinde bulunmaya başladılar. Bunun üzerine İsa büyük bir ah çekti ve dedi, “Gidin benim önümden ey deliler, çünkü ben yerin açılıp da iğrenç sözlerinizden dolayı sizinle birlikte beni yemesinden korkuyorum!” Bunun üzerine insanlar dehşete kapılarak, ağlamaya başladılar. O zaman, İsa sus işareti olarak elini kaldırdı ve dedi, “Siz var ya siz, ey İsrailileri, bir insan olan bana Allahımız demekle büyük hata işlediniz. Ve korkarım ki, Allah bundan dolayı kutsal şehir üzerine, onu yabancılara köle ederek ağır bir bela indirir. Ey, sizi buna iten bin kez lanetli şeytan!” Ve bunu deyip, İsa iki elleriyle yüzünü tokatladı, bunun üzerine öylesine bir yas yükseldi ki, kimse İsanın ne dediğini duyamıyordu. Bu durum karşısında, İsa bir kez daha sus işareti olarak elini kaldırdı ve halk ağlamayı bırakınca, bir kez daha konuştu. “Göğün huzurunda itiraf ediyor ve yer üzerinde oturan her şeyi tanıklığa çağırıyorum ki, ben sizin dediğiniz, şeylerin tümüne yabancıyım; görüyorsunuz ki, ben, ölümcül bir kadından doğmuş, Allahın hükmüne tabi, diğer insanlar gibi yeme ve uyuma, soğuk ve sıcak dertlerini çeken bir insanım. Bu bakımdan, Allah hükmünü vereceği zaman; sözlerim benim insandan öte olduğuma inananların her birini bir kılıç gibi delip geçecektir.” Ve böyle dedik ten sonra İsa, çok büyük bir atlı kalabalığı gördü ve bundan Hirodes ve baş kahinle birlikte valinin gelmekte olduklarını anladı. O zaman İsa dedi, “Ne belli, belki onlar da delirmiştir.” Vali, Hirodes ve Baş kahin birlikte oraya varınca, herkes atından inip İsanın çevresinde bir çember oluşturdular, o kadar ki askerler İsanın Baş kahin konuşmasını dinlemek isteyen halkı tutamıyorlardı. İsa saygıyla kahine yaklaştı, ama o İsanın önünde rükuya varıp tapınmak istiyordu ki, İsa bağırdı; “Yaptığına dikkat et, ey yaşayan Allahın kahini! Allahımıza karşı günah işleme!” Kahin karşılık verdi, “Şimdi, Yahudiye senin alametlerin ve öğretinle öylesine kaynıyor ki, senin Allah olduğunu haykırıyorlar; bu nedenle, halk sıkıştığından, Roma valisi ve kral Hirodesle buraya gelmiş bulunuyorum. Bu bakımdan, sana yürekten rica ediyorum ki, senin yüzünden ortaya çıkan fitneyi kaldırmaya razı olasın. Çünkü bazıları Allah olduğunu söylüyor, bazıları Allahın oğlu olduğunu, bazıları da bir peygamber olduğunu söylüyor.” İsa cevap verdi “Ve sen, ey Allahın baş kahini, neden sen bu fitneyi yatıştırmadın? Sen de mi yoksa aklını yitirdin? Allahın kanunu ile birlikte peygamberlikler öylesine unutulmaya terkedilmiş ki, ey Şeytanın aldattığı lanetli Yahudiye! Göğün huzurunda itiraf ediyor ve yer üzerinde oturan herkesi tanıklığa çağırıyorum ki, insanların hakkımda dedikleri, yani benim insandan öte olduğum şeylerin tümüne yabancıyım ben. Çünkü bir kadından doğma, Allahın hükmüne tabi, burada diğer insanlar gibi yaşayan ve herkesin çektiği dertlere maruz bir insanım ben. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, dediğin şeyi söylemekle büyük günah işledin, ey baş kahin. Bu günah nedeniyle kutsal şehir üzerine büyük intikam gelmez inşallah.” O zaman, kahin dedi, “Allah bizi bağışlasın ve sen bizim için dua et.” Sonra, vali ve Hirodes dediler, “Efendi, insanın senin yaptığını yapması imkansızdır; bu bakımdan, ne dediğini anlamıyoruz.” İsa cevap verdi, “Dediğiniz doğru, çünkü Allah insanda iyi şeyler yapar. Nasıl ki, şeytan kötü şeyler yapıyor. Çünkü insan bir dükkan gibidir. Oraya rızasıyla giren çalışır ve orada satıcılık yapar. Fakat söyleyin bana ey vali ve sen ey kral, siz böyle dersiniz, çünkü bizim kanunumuza yabancısınız. Eğer, Allahımızın ahdini ve vadini okursanız, Musanın bir asayla suyu kana, tozu pireye, çiği fırtınaya ve ışığı karanlığa çevirdiğini görürsünüz. Yerleri kaplayan kurbağa ve fareleri Mısıra getirdi, ilk doğanları öldürdü ve denizi yardı da, orada Firavunu boğdu. Ben, bunlardan hiç birini yapmış değilim. Ve Musaya gelince, herkes itiraf eder ki, o şu anda ölmüş bir adamdır. Yuşa, güneşi yerinde durdurdu ve Erden ırmağını yardı, ben bunları da henüz yapmadım. Ve Yuşaya gelince, herkes itiraf eder ki o şu anda ölmüş bir adamdır. İlya gökten görüne görüne ateş ve yağmur indirdi, ben, bunları da yapmış değilim. Ve İlyaya gelince, herkes itiraf eder ki, o bir insandır. Ve Allahın kudretiyle, Kadir ve Rahim, her zaman Sübhan ve Kuddüs Allahımızı bilmeyenlerin akıllarının kavrayamayacağı şeyler yapan daha pek çok peygamberler, kutsal insanlar, Allahın dostları.” Ardından, vali, baş kahin ve kral, İsadan halkı susturması için, yüksek bir yere çıkıp halka konuşmasını rica ettiler. O zaman İsa, tüm İsrailileri kuru ayakkabılarla geçerlerken Yuşanın Ürdünün orta yerinden on iki kabileye aldırttığı on iki taştan birinin üzerine çıktı ve yüksek sesle dedi, “Kahinimiz yüksek bir yere çıksın da, oradan benim sözlerimi tasdik etsin.” Bunun üzerine, kahin oraya çıktı; İsa, herkes duysun diye, kahinle konuşmaya başladı. – Yaşayan Allahın vadinde ve ahdinde, Allahımızın başlangıcı olmadığı ve hiç bir zaman sonunun da olmayacağı yazılıdır.” – Aynen böyle yazılıdır orada. – Allahımızın yalnızca Kendi sözüyle her şeyi yaratmış olduğu yazılıdır. – Aynen öyledir. – Allahın değişmeyen cisimsiz ve hiç bir şeyden oluşmaması nedeniyle görünmez ve insan zihninden gizli olduğu yazılıdır. – Öyledir, gerçekten. – Allahımız sınırsız ve sonsuz olduğundan, gökler göğünün onu ihata edemeyeceği yazılıdır. – Süleyman Peygamber de böyle söyledi ey İsa. – Allahın yemediğinden, uyumadığından ve her hangi bir eksiklikle malul olmadığından, hiç bir şeye ihtiyaç duymadığı yazılıdır. – Öyledir. – Allahımızın her yerde olduğu ve vurup düşüren ve bütünleştiren ve razı olduğu her şeyi yapan Ondan başka hiç bir ilah olmadığı yazılıdır. – Öyle yazılıdır. – Allahımız Rab, tersine inanacak herkese karşı şahit olarak, senin hükmüne getireceğim inancım budur. Ve halka dönerek dedi, “Kahinin, Allahın ebediyete kadar ahdi olan Musanın kitabında yazılıdır dediği şeylere bakarak tövbe edin ki günahınızı idrak edebilesiniz; çünkü ben görünen bir insan ve yeryüzünde yürüyen diğer insanlar gibi ölümlü bir çiğnem çamurum. Ve benim bir başlangıcım oldu, sonum da olacak ve ben bir sineği bile yeniden yaratamayan biriyim. ” Bunun üzerine, halk sesli sesli ağlayıp dedi, “Günah işledik sana karşı Allahımız Rab; bize merhamet et.” Ve kutsal şehrin güvenliği, Allahın kızarak onu milletlerin ayaklarının altına teslim etmemesi için İsaya dua et diye hepsi de yalvardı. Bu durum karşısında, İsa ellerini kaldırarak, kutsal şehir ve Allahın insanları için dua etti. Herkes bağrışıyordu, “amin, amin!” Dua bitince kahin yüksek bir sesle dedi, – Dur İsa, çünkü milletimizi sakinleştirmek için senin kim olduğunu bilmemiz gerekiyor. – Ben, Davud soyundan Meryem oğlu İsa, ölümlü ve Allahtan korkan bir insanım ve şan, şeref ve azametin Allaha verilmesine çalışıyorum. – Musanın kitabında, Allahın ne dilediğini bize ilan edecek ve dünyaya Allahın rahmetini getirecek olan Mesihi Allahın bize herhalde göndereceği yazılıdır. Bu bakımdan, senden rica ediyorum, bize gerçeği söyle, sen beklediğimiz Allahın Mesihi misin? – Allahın böyle vaat ettiği doğrudur. Fakat ben kuşkusuz o değilim, çünkü o benden önce yaratılmıştır ve benden sonra gelecektir. – Sözlerinden ve alametlerinden, biz ne olursa olsun inanıyoruz ki, sen Allahın bir peygamberi ve bir mukaddesisin. Bu nedenle, tüm Yahudiye ve İsrail adına senden rica ediyorum ki, Allahaşkına bize Mesihin ne şekilde geleceğini anlatasın. – Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allah, babamız İbrahime, “Senin soyundan yeryüzünün tüm kabilelerini kutsayacağım” diye vaat etmişse de, ben yeryüzünün tüm kabilelerinin beklediği Mesih değilim. Fakat Allah beni dünyadan çekip alınca, şeytan dinsizleri benim Allah ve Allahın oğlu olduğuma inandırarak, bu lanetli fitneyi yeniden çıkaracak, bu şekilde sözlerim ve akidem öylesine tahrif edilecek ki, ortada otuz mümin ya kalacak, ya kalmayacak. Bunun üzerine Allah dünyaya acıyacak ve her şeyi kendisi için yaratmış olduğu Elçisini gönderecek; O güneyden kuvvetle gelecek ve puta tapıcılarla birlikte putları yok edecek; şeytandan insanlar üzerindeki egemenliğini alacak. Yanında, kendisine inanacak olanların kurtuluşu için Allahın merhametini getirecektir. Onun sözlerine inanacak olanlara ne mutlu. Ben Onun ayakkabı bağlarını çözecek değerde değilsem de, Allahtan Onu görme rahmet ve bereketini aldım. – Üzme kendini ey İsa, Allahın mukaddesi, çünkü bizim zamanımızda bu fitne bir daha olmaz, şundan ki, kutlu Roma senatosuna o şekilde yazacağız ki, imparatorluk iradesiyle kimse sana bundan böyle Allah veya Allahın oğlu demeyecektir. – Sözlerinizden teselli bulmuyorum, çünkü sizin ışık umduğunuz yere karanlık gelecektir; fakat benim tesellim, hakkımdaki her batıl düşünceyi yok edecek ve dini tüm dünyaya yayılıp, tüm dünyayı kontrolüne alacak olan Elçinin gelmesindedir. Çünkü böyle vaat etmiştir Allah, babamız İbrahime. Bana teselli veren, onun dininin sona ermeyecek ve Allah tarafından el değmeden korunacak olmasıdır. – Allahın Elçisi geldikten sonra, başka peygamberler gelecek mi? – Ondan sonra Allah tarafından gönderilen gerçek peygamberler gelmeyecek ama pek çok yalancı peygamber gelecek ki ben buna üzülüyorum. Çünkü şeytan Allahın adaletli hükmüyle onları yerlerinden kaldıracak da, kendilerini, benim kitabımı bahane edinip gizleyecekler. – Bu tür dinsizlerin huzuruna geleceği Allahın adaletli hükmü nasıl bir şeydir? – Ne adalettir ki, kurtuluşa götüren gerçeğe inanmayan, lanete götüren bir yalana inanır. Bu nedenle size diyorum ki, Mika ve Yeremya zamanında da görülebileceği üzere, dünya hep gerçek peygamberleri horlamış ve yalancıları sevmiştir. Çünkü her benzer kendi benzerini sever. – Mesihe ne ad verilecek ve hangi işaretler onun gelişini ortaya koyacaktır? – Mesihin adı hayranlık uyandırır, çünkü Allah ruhunu yaratıp da, göksel bir nur içine koyduğu zaman ona bu adı kendisi vermiştir. Allah dedi, “Bekle Muhammed; çünkü senin uğruna Cenneti, dünyayı ve yığınlarca yaratığı yaratacağım, içlerinden seni bir elçi yapacağım, öyle ki, kim seni kutsarsa kutsanacak, kim seni lanetlerse lanetlenecektir. Seni, dünyaya göndereceğim zaman, kurtuluşa elçim olarak göndereceğim ve senin sözün gerçek olacak. O kadar ki, gök ve yer düşecek. Fakat senin dinin düşmeyecek. Muhammed Onun kutlu adıdır. O zaman, kalabalık seslerini yükseltip, dediler, “Ey Allah, bize elçini gönder! Ey Muhammed, dünyanın kurtuluşu için çabuk gel! Ve kalabalık böyle deyip, İsa ile ilgili ve akidesi ile ilgili büyük görüşmeler yapmış olarak, kahin, vali ve Hirodesle birlikte ayrıldılar. Bundan sonra kahin, Romaya, Senatoya tüm meseleyi yazmasını validen rica etti; vali bunu yerine getirdi. Bunun üzerine, Senato İsrailileri acıyıp, Yahudilerin peygamberi Nasıralı İsaya Allah veya Allahın oğlu diyenin öldürüleceği hükmünü verdi. Bu hüküm, bakır üzerine kazınıp mabede kondu. Kalabalığın büyük bölümü ayrıldığı zaman, kadın ve çocuk olmayan beş bin kadar kişi kaldı; yolculuktan yorgun düşmüş, İsaya olan özlemleri nedeniyle yanlarına almayı unuttuklarından iki gün ekmeksiz kalan ve bundan dolayı çiğ ot yiyen kişilerdi bunlar ve bu bakımdan, diğerleri gibi ayrılıp gidememişlerdi. İsa, bu durumu sezince onlara acıdı ve Filipusa dedi, “Açlıktan helak olmamaları için bunlara nereden ekmek bulacağız?” Filipus cevap verdi, “Rab, her birinin birazcık tatması için bile, iki yüz altın bu kadar ekmeği satın almaya yetmez” O zaman Andreas dedi, “Burada beş somunu ve iki balığı olan bir çocuk var fakat bu kadar kişi için nedir ki bu?” İsa cevap verdi, “Kalabalığı oturtun.” Ellişer kırkar otlar üzerine oturdular. O zaman İsa dedi, “Allahın adıyla! Bismillah” ve ekmeği alıp Allaha dua etti. Ve sonra ekmeği bölüp havarilere verdi, havariler de kalabalığa verdiler ve balıkları da böyle yaptılar. Herkes yedi ve herkes doydu. O zaman İsa dedi, “Artanları toplayın.” Havariler parçaları toplayıp on iki sepet doldurdular. Bunun üzerine herkes elini gözlerine koyup, dedi, “Uyanık mıyım, yoksa düş mü görüyorum?” Ve büyük mucize nedeniyle kendilerinden geçmiş gibi bir saat öyle kalakaldılar. Ardından İsa, Allaha şükredip, onları dağıttı, fakat ayrılmak istemeyen yetmiş iki kişi vardı; bu durum karşısında İsa, inançlarını anlayıp, onları şakirdi olarak seçti. Buradan, Erden yakınındaki Tirede çölün boş bir parçasına çekilen İsa, yetmiş iki kişiyi, on ikiyle birlikte çağırdı ve kendisi bir taşın üzerine oturup, onları da yanına oturttu. Ve bir ah çekişle ağzını açtı ve dedi, “Bu gün Yahudiyede ve İsrailde büyük bir kötülük gördük ve öyle bir kötülük ki, göğsümün içinde kalbim Allah korkusuyla titreyip duruyor. Bakın, size diyorum ki, Allah kendi şanını kıskanır ve İsraili bir sevgili gibi sever. Bir genç bir hanımı sevdiğinde, o kendisini sevmez de, başkasını severse, kızar ve rakibini öldürür, biliyorsunuz. Allah da böyle yapar, diyorum size, çünkü İsrail herhangi bir şeyi sevip, bu nedenle de Allahı unutur, Allah da böyle bir şeyi hiçe indirir. Şimdi, hangi şey burada, yeryüzünde, Allah için din adamlığı ve kutsal mabetten daha kıymetlidir? Bununla birlikte, Yeremya peygamber zamanında insanlar Allahı unutmuşlardı ve tüm dünyada bir benzeri yok diye yalnızca mabetle öğünüyorlardı. O zaman Allah gazaba gelip, bir orduyla Babil kralı Buhtunnasıra kutsal şehri aldırdı ve kutlu mabetle birlikte yaktırdı. O kadar ki, Allahın peygamberlerinin dokunmak korkusuyla titrediği tüm kutsal şeyler kötülük dolu kafirlerin ayakları altında ezildi. İbrahim, oğlu İsmaili hak olandan biraz daha fazla sevdi; bunun üzerine Allah İbrahimin kalbindeki bu şerli sevgiyi öldürmek için ona oğlunu boğazlamasını emretti; bıçak kesmiş olsaydı bunu yapacaktı. Davud, Abşelomu şiddetle sevdi ve bu nedenle Allah, oğulun babasına isyan etmesine hükmetti ve oğul saçından asılıp, Yoab tarafından öldürüldü. Abşelom saçını her şeyden çok severdi de, bu saç kendisinin asıldığı bir ipe döndü! Suçsuz Eyüp, yedi oğlu ve üç kızını gereğinden fazla sevecekti ki, Allah kendisini Şeytanın eline verdi. Şeytan da onu bir günde yalnızca oğullarından ve zenginliğinden yoksun bırakmakla kalmadı, Aynı zamanda onu acı bir hastalıkla çarptı. O kadar ki, yedi yıl süreyle bedeninden kurtlar çıktı. Babamız Yakup, Yusufu öteki oğullarından daha çok sevdi, bunun üzerine Allah onu sattırdı ve bu aynı oğullara Yakupu aldattırdı; o kadar ki, kurtların oğlunu yediğine inandı ve böylece ağlaya ağlaya on yıl geçirdi. Allah sağ ve diridir ki kardeşler, Allah bana kızar diye korkuyorum. Bu bakımdan, Yahudiye ve İsraile varıp, on iki İsrail kabilesine aldanmamaları için vaazlarda bulunmalısınız.” Havariler korku içinde ağlayarak cevap verdiler, “Bize ne emredersen yaparız.” O zaman İsa dedi, “Üç gün namaz kılıp oruç tutalım, bundan sonra da her akşam ilk yıldız görünüp, namaz bittiğinde, üç kez daha namaz kılıp, üç kez Ondan merhamet isteyelim, çünkü İsraililerin günahı başka günahlardan üç kez daha ağırdır.” Öyle yapalım” diye karşılık verdi havariler. Üçüncü günün bitiminde dördüncü günün sabahı, İsa tüm şakirtlerini ve havarilerini çağırıp, kendilerine dedi, “Barnabas ve Yuhanna benimle kalsın yeter; siz diğerleri tüm Samiriye, Yahudiye ve İsrail yörelerine gidip, tövbeyi anlatın; çünkü balta, kesip devirmek için ağaca inmek üzeredir. Ve hastalar için de dua edin, çünkü Allah bana her hastalık üzerinde yetki vermiştir.” O zaman, bu satırları yazan dedi, “Ey muallim, eğer havarilerine tövbe etme şekli sorulursa, ne cevap versinler?” İsa karşılık verdi, “Bir adam cüzdanını yitirdiğinde, onu görmek için yalnızca gözünü mü veya almak için yalnızca elini mi, ya da sormak için yalnızca dilini mi öne sürer? Kesinlikle hayır, ama tüm bedenini öne sürüp, onu bulmak için ruhunun tüm gücünü kullanır. Doğru değil mi?” O zaman, bu satırları yazan cevap verdi, “Doğruların doğrusu.” Sonra İsa dedi, “Tevbe, kötü yaşantının ters yüzüdür; çünkü her duyu günah işlerken yaptığının tam tersine dönmelidir. Sevinç yerine keder konmalı, gülme yerine ağlama, gülüp eğlenme yerine oruç, uyuma yerine gece ibadetleri, boş vaktin yerine faaliyette bulunma, şehvetin yerine arılık, masal söyleme ibadete, hırs ve tamah da sadaka vermeye dönüşsün.” O zaman, bu satırları yazan karşılık verdi, “Ama kendilerine nasıl kederleneceğimiz, nasıl ağlayacağımız, nasıl oruç tutacağımız, nasıl faaliyet göstereceğimiz, nasıl arı-duru kalacağımız, nasıl namaz kılacağımız ve infakta bulunacağımız sorulursa ne cevap verecekler? Ve nasıl tövbe edileceğini bilmiyorlarsa, doğru olarak nasıl kefarette bulunacaklar?” İsa cevap verdi, “İyi sordun ey Barnabas, İnşallah her şeye tam olarak cevap vermek arzusundayım. Bu bakımdan, size bu gün genel olarak tövbeden söz edeceğim ve birinize söylediğimi hepinize söylüyorum demektir. Öyleyse bil ki, tövbe bir başka şeyden daha fazla olarak salt Allah sevgisi için yapılmalıdır. Aksi halde tövbe etmek boşuna olacaktır. Durumu size bir benzetmeyle anlatayım. Her bina, temeli çekip alındığında yıkılıp, enkaz haline gelir; doğru mudur bu? “Doğrudur. Bizim kurtuluşumuzun temeli Allahtır. Onsuz kurtuluş olmaz. İnsan günah işlediği zaman, kurtuluşunun temelini yitirmiş olur; bu bakımdan, işe temelden başlamak gerekir. Söyle bana, köleleriniz size karşı suç işleseler ve siz de, onların size karşı işledikleri suçtan dolayı değil de, ödüllerini yitirdiklerinden dolayı üzüldüklerini bilseniz, kendilerini bağışlar mısınız? Kesinlikle, hayır. Öyle de, size diyorum ki, Allah, Cenneti yitirdiklerinden dolayı pişman olanlara işte böyle yapacaktır. Bütün iyiliklerin düşmanı olan şeytan, Cenneti yitirip, Cehennemi kazandığı için büyük pişmanlık gösterdi. Ama hiç merhamet görmeyecek artık o, neden biliyor musun? Çünkü onda Allah sevgisi yoktur; bırakın bunu, Yaratıcısından nefret eder o. Bakın, size diyorum ki, her hayvan tabiatı gereği, arzu ettiği şeyi yitirirse yitirilmiş olan bu iyilik için kederlenir. Bunun gibi, gerçekten tövbe edecek olan günahkar da, içinde Yaratıcısına karşı yaptığı şeyi cezalandırma arzusu duymalıdır. O şekilde ki, ibadet ettiği zaman, Allahtan Cennet dilenmeye veya Cehennemden kurtulmayı istemeye kalkışmaz. Bunun yerine utanarak Allah önünde secdeye varır, der, “Ey Rab, sana kulluk etmesi gereken zamanda, hiç yoktan sana karşı aşırı giden suçluya bak. Bu nedenle burada, yaptığının düşmanın olan Şeytanın eliyle değil, Senin elinle cezalandırılmasını diliyor; şundan ki, dinsizler Senin yaratıkların karşısında sevinmesinler. İstediğin biçimde cezalandır, ceza ver ey Rab, çünkü Sen bana hiç bir zaman bu hayırsızın hak ettiği kadar çok azap etmezsin.” Böylece, bu tövbe biçimine sarılan günahkar, adalet isteğine oranla Allahtan daha çok merhamet görecektir. Emin olun ki, iğrenç bir saygısızlıktır günahkarın gülmesi; o kadar ki bu dünya babamız Davudun haklı olarak söylediği gibi, bir gözyaşları vadisidir. Kölelerinden birini oğul edinen ve mülkündeki her şey üzerine efendi yapan bir kral vardı. Şimdi, öyle oldu ki, şerli bir adamın kandırmasıyla zavallı kralın gözünden düştü; yalnızca içten içe değil, aynı zamanda hakir görülüp, gün be gün çalışarak kazandığı her şeyden yoksun bırakılarak büyük acılar çekti. Siz sanır mısınız ki, bu adam şu veya bu vakit gülebilir?” “Kesinlikle hayır. Çünkü eğer kral bunu bilmiş olsa, gözünden düştüğünü görüp onu köleleştirir. Ama her halde o, gece gündüz demeden ağlar.” diye cevap verdi havariler, O zaman İsa ağlayarak dedi, “Yazıklar olsun dünyaya, çünkü sonsuz azap kesindir onun için. Ey zavallı insanlık, Allah seni hikayecikteki mecaz anlamında bir oğul olarak seçip, sana Cenneti bahşetti, ama sen orada ey zavallı, Şeytanın etkisiyle Allahın gözünden düştün ve Cennetten atılıp, pis dünyaya mahkum edildin; burada tüm şeyleri zahmetle elde edersin. Her iyi çalışma sürekli günah işlemekle senden, alınır. Ve dünya sadece güler ve daha kötüsü, en büyük günahkar olan herkesten daha çok güler. Bu bakımdan dediğiniz gibi olacak, yani Allah, günahlarına gülen ve onlar için ağlamayan günahkarı ebedi ölüme çarptıracaktır. Günahkarın ağlaması, bir babanın ölmek üzere bulunan oğluna ağlaması gibi olmalıdır. Ah insanın deliliği, kendinden ruhu ayrılan bedene ağlar da, günah nedeniyle Allahın merhametinden ayrılan ruha ağlamaz. Söyleyin bana, denizci, gemisi fırtınaya tutulup parçalandığı zaman yitirdiği şeyleri ağlamakla geri getirebilecek olsa ne yapar? Belli ki, oturup acı acı ağlar. Ama size diyorum ki size, insan ağladığı her şeyde günaha girer de, yalnızca günahına ağladığı zaman girmez. Çünkü insana gelen her bela kurtuluşu için Allahtan gelir ki, buna sevinmesi gerekir. Fakat günah, insanın helaki için şeytandan gelir de, insan buna üzülmez. Mutlaka buradan fark ediyorsunuz ki, insan kayıp peşindedir, kar değil.” Bartalemus dedi, “Rab, kalbi ağlamaya yabancı olduğu için ağlayamayan kimse ne yapsın?” İsa cevap verdi, “Gözyaşı dökenlerin hepsi ağlamıyor, ey Bartalemus. Allah sağ ve diridir ki, gözlerinden hiç yaş düşmeyen, ama yine de gözyaşı döken bin kişiden daha çok ağlayan insanlar bulunur. Bir günahkarın ağlaması, üzüntünün ağırlığı nedeniyle dünyevi sevginin tüketilmesidir. O kadar ki, nasıl güneş ışığı en üste konanı bozulup çürümekten korursa, aynen öyle, bu tükeniş ruhu günahtan korur. Eğer Allah, gerçekten tövbe edene denizin suları kadar gözyaşı verecek olsa, o çok daha fazlasını arzular ve böylece bu arzu, yanan bir ocağın bir damla suyu tükettiği gibi, seve seve dökeceği bu küçücük damlayı da tüketir. Fakat hemen hıçkırıklarını koyuverenler, yükü azaldıkça daha hızlı giden at gibidirler. Mutlaka, hem içte sevgisi, dışta gözyaşı olan insanlar da vardır. Fakat bu şekilde o, bir Yeremya gibi olacaktır. Allah, ağlamada gözyaşından çok üzüntüye bakar.” O zaman Yuhanna dedi, “Ey muallim, insan günahtan başka şeyler üzerine ağlamakla nasıl kaybeder?” İsa cevap verdi; “Eğer, Hirodes sana tutman için bir gömlek verse ve ardından onu senden çekip alsa, bu senin için bir ağlama nedeni olur mu?” “Hayır” dedi Yuhanna” O zaman, İsa dedi, “Şimdi, insan hiçbir şey yitirmediği zaman, ağlamasına neden yoktur, yitirdiği zaman da yoktur; çünkü her şey Allahın elinden gelir. Öyleyse, Allahın istediği zaman elindekini çıkarma kudreti olmasın mı, ey aptal adam? Madem senin olan senin, günah kendinin, öyleyse sen bunun için ağlayacaksın, bir başka şey için değil.” Matta dedi, “Ey muallim, tüm Yahudiye önünde Allahın insana hiç benzemediğini itiraf ettin, şimdi de, insanın her şeyi Allahın elinden aldığını söylüyorsun; o halde, Allahın eli olduğuna göre, insana benzeyen bir yanı var demektir. ” İsa cevap verdi “Yanılgı içindesin ey Matta ve kelimelerin anlamını bilmeyen pek çokları da bu şekilde yanılmışlardır. İnsan, kelimelerin dış biçimini değil, insan konuşmasını bizimle Allaharasında bir yorumcuymuş gibi görerek, anlamı göz önüne almalıdır. Bilmez misiniz ki, Allah babalarımıza Sina dağında konuşmak dilediği zaman, babalarımız, “Bize sen konuş ey Musa, Allah bize konuşmasın, yoksa ölürüz” diye haykırmışlardı? Ve Allah İşaya peygamber aracılığıyla ne dedi bilmez misiniz ki, gök yerden ne kadar uzaksa, Allahın yol ve yöntemleri insanların yol ve yönteminden o kadar uzaktır. Allah Öylesine ölçümlenemezdir ki, Onu anlatmaktan titriyorum. Ama sizin için bir girişimde bulunmam gerekiyor. Size diyorum ki, gökler dokuz tanedir ve birbirlerine olan uzaklığı, birinci göğün yerle olan uzaklığı kadardır. Bu da yerden beş yüz yıllık bir yolculuk uzaklığındadır. Bu bakımdan, yer en yüksek gökten dört bin beş yüz yıllık bir yolculuk uzaklığında olmaktadır. Size diyorum ki, yine yer birince göğe oranla bir iğnenin ucu gibidir. Birinci gök aynı şekilde ikinciye oranla bir nokta gibidir ve bunun gibi tüm gökler bir sonrakinden daha küçüktür. Fakat tüm göklerle birlikte yerin tüm büyüklüğü, Cennete oranla bir nokta gibidir, olmadı bir kum taneciği gibidir. Bu büyüklük ölçülemez değil midir?” Havariler cevap verdiler, “Evet, mutlaka.” O zaman, İsa dedi, “Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, Allahın Arşı? önünde Kainat bir kum taneciği kadar küçüktür. Ve Allahın Arşı? Kainattan, tüm gökleri, Cenneti ve daha başka şeyleri doldurmak için gidecek kum taneleri sayısınca büyüktür. Şimdi, bakın bakalım; Allah yeryüzü üzerinde küçük bir çamur parçası olan insanla herhangi bir şekilde oranlanabilir mi? Öyleyse, dikkat edin de eğer ebedi hayatı elde etmek istiyorsanız, çıplak kelimelere değil, anlama bakın.” Havariler karşılık verdiler, “Yalnızca Allah bilebilir kendini ve gerçek İşaya peygamberin dediği gibidir, “O, insan duyularından gizlidir.” İsa cevap verdi, “Evet, böylesi doğrudur; bu bakımdan, Cennette olduğumuzda, burada kişinin bir damla tuzlu sudan denizi tanıdığı gibi, biz de Allahı tanıyacağız. Dersime dönecek olursam, size diyorum ki, insan yalnızca günahı için ağlamalıdır. Çünkü günah işlemekle insan Yaratıcısını bir yana iter. Ya, eğlencelere ve ziyafetlere gidip duran insan nasıl ağlayacaktır? Bu ateş çıkaracakmış gibi ağlayacaktır o! Eğer nefisleriniz üzerinde hakimiyetiniz varsa, ziyafetleri oruca çevirmelisiniz. Çünkü böyle bir hakimiyete sahiptir Allahımız.” Teddeus dedi, “Öyleyse madem, Allahın üzerinde hakimiyeti bulunan nefsi vardır.” İsa cevap verdi, “Yine mi geriye dönüp, “Allahın bunu vardır”, “Allah böyledir” gibi sözler söylemek? Deyin bana, insanın nefsi var mıdır?” “Evet” diye cevap verdi havariler. İsa dedi, “Bir insan bulunabilir mi ki, içinde hayat olsun da nefsi çalışmasın?” “Hayır” dedi havariler. “Siz kendinizi aldatıyorsunuz çünkü kör, sağır, dilsiz ve kötürüm insan için nefis nerededir? Ya, bir insan bayıldığı zaman?” O zaman havariler şaşırdılar; İsa yine dedi, “İnsanı meydana getiren üç şey vardır; her biri kendi başına ayrı üç şey, Ruh, nefis ve ceset. Allahımız ruhu ve bedeni duyduğunuz gibi yaratmıştır, ama nefsi nasıl yarattığını henüz işitmediniz. Bu bakımdan, yarın inşallah size hepsini anlatacağım.” Ve İsa böyle deyip Allaha şükretti ve halkımızın kurtuluşu için dua etti, hepimiz de “amin” dedik. Sabah namazını bitirince İsa bir palmiye ağacının altına oturdu ve havarileri orada kendisine yaklaştılar. O zaman İsa dedi, “Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, hayatımız konusunda pek çokları aldanıyor. Ruh ve nefis birbirine öylesine bitişiktir ki, insanların büyük bölümü ruh ve nefsi bir ve aynı şey olarak görür ve onu özde değil de, yaptığı işe göre kısımlara ayırıp, duygusal, bitkisel ve zihinsel ruh diye adlar takar. Ama bakın, size diyorum ki, ruh birdir, düşünür ve yaşar. Ey aptallar, hayat olmadan zihinsel ruhu nereden bulacaklar? Emin olun ki, hiç bulamayacaklar ama duyular olmadan hayat, nefis kendisini terk ettiği zaman bayılanda görüldüğü gibi hemen bulunabilir.” Teddeus karşılık verdi, “Ey muallim, nefis hayatı terk ettiği zaman insanın hayatı olmaz.” İsa cevap verdi, “Bu doğru değil, çünkü insan, ruh ayrıldığı zaman hayattan yoksun olur; çünkü ruh, mucize dışında bir daha bedene dönmez, fakat nefis duyduğu korku nedeniyle veya ruhun duyduğu üzüntü nedeniyle ayrılır. Çünkü nefsi Allah zevk için yaratmıştır ve nasıl beden yemekle yaşıyor ve ruh da bilgi ve aşkla yaşıyorsa, o da yalnızca zevkle yaşar. Bu nefis şimdi, günah nedeniyle Cennetin zevkinden yoksun bırakılmasının kızgınlığıyla ruha karşı isyan halindedir. Bu bakımdan, onun bedeni zevklerle yaşamasını istemeyen için, onu manevi zevklerle beslemeye çok büyük ihtiyaç vardır. Anlıyor musunuz? Bakın, size diyorum ki, onu yaratan Allah, onu cehenneme ve acımasız karlara ve buzlara mahkum etti; çünkü o kendisinin Allah olduğunu söyledi; fakat Allah onu, yiyeceğini alıp da besininden yoksun bırakınca, Allahın bir kölesi ve Onun ellerinin işi olduğunu itiraf etti. Ve şimdi söyleyin bana, nefis dinsizlerde nasıl çalışır? Emin olun ki, onlarda Allah gibidir o, Allahın kanununu bırakarak nefsin peşinden gittiklerini görüyorsunuz. Bu bakımdan, onlar iğrençleşirler ve hiçbir salih amelde bulunmazlar. Ve günaha üzülmenin peşinden gelen ilk şey oruç tutmaktır. Belli bir yemeğin kendisini hasta ettiğini gören, ölmekten korkarak, yediğine üzüldükten sonra, hastalanmamak için bu yemeği bırakır. Günahkar da böyle yapmalıdır. Zevkin kendisini, dünyanın bu iyi şeylerinde nefse uyarak yaratıcısı Allaha karşı günaha sürüklediğini görür, bırakın böyle yaptığına üzülsün, çünkü bu kendisini Allahtan, hayatından yoksun bırakmakta ve sonsuz Cehennem ölümü vermektedir. Ama insan yaşarken dünyanın bu güzel şeylerine ihtiyaç duyduğundan, burada oruç gereklidir. Öyleyse, bırakın da nefsi kırsın ve Rabbi olan Allahı bilsin. Ve nefsin oruçtan nefret ettiğini görünce de, bırakın sonsuz üzüntüden başka hiçbir zevkin olmadığı Cehennemin durumunu koysun önüne; bir tek zerresi tüm dünyanın zevklerinden daha büyük olan Cennetin zevklerini koysun önüne. Bu şekilde kolaylıkla durgunlaşacaktır o; çünkü çoğu elde etmek için azla yetinmek, azın içinde tepinip, bütünden yoksun kalmaktan ve azap içinde kalmaktan daha iyidir. İyi oruç tutmak için zengin ağırlayıcıyı hatırlamanız gerek. Çünkü burada yeryüzünde her günü zevk sefa içinde geçirmek isteyen, tek bir damla sudan ebediyen yoksun kaldı; öte yandan, burada, yeryüzünde kırıntılarla yetinen Lazarus Cennetin dopdolu nimetleri içinde ebediyen yaşayacaktır. Ama pişman olan tedbirli olsun; çünkü şeytan her iyi işi, daha çok, başkalarından da öte, kendisine karşı inançlı bir köleden, asi bir düşmana dönüştüğü için pişman olanın iyi işlerini yok etmenin yollarını arar. Bu bakımdan, şeytan, hastalık bahanesiyle ne olursa olsun ona oruç tutturmamaya çalışacak ve bundan bir yarar sağlayamadığı zaman da, hasta düşüp, ardından zevk sefa içinde yaşaması için onu aşırı derecede oruç tutmaya çağıracaktır. Ve bunda da başarılı olamazsa, hiç yemek yemeyen, fakat daima günah işleyen kendisine benzemesi için, orucunu yalnızca bedensel yemeğe dayandırtmanın çaresini arayacaktır. Allah sağ ve diridir ki, oruç tutmayanları hakir görüp, kendini onlardan daha üstün tutarak bedeni yemekten yoksun bırakmak ve ruhu gururla doldurmak iğrenç bir şeydir. Söyleyin bana, hasta olan adam, doktorun kendisine verdiği perhizden dolayı böbürlenip, perhizsiz olanlara deli mi diyecektir? Kesinlikle hayır. Aksine, kendisine, perhiz verilmesini gerektiren hastalıktan dolayı üzülecektir. Böyle de, size diyorum ki, pişman olan orucundan dolayı övünmemeli ve oruç tutmayanları hakir görmemelidir; bunun yerine, oruç tutmasına neden olan günahı için üzülmelidir. Pişman olup oruç tutan, lezzetli yemekler de yememelidir, kaba yemeklerle yetinmelidir. Şimdi, bir insan ısıran köpeğe ve tepen atan ata lezzetli yemek verir mi? Hayır, kesinlikle, ama tam tersini yapar. Ve oruçla ilgili olarak bu kadar size yetsin. Bakın, uyanık olmakla ilgili size söyleyeceklerime kulak verin. Nasıl, vücudun uyuması ve ruhun uyuması diye iki tür uyuma varsa, böyle de, uyanık olmakta, vücut uyurken ruhun uyumamasına dikkat etmelisiniz. Çünkü bu en ağır bir hatadır. Deyin bana, benzetme olsun diye söylüyorum. Yürürken kendini kayaya çarpan ve ayağını kayaya vurmamak için kaçındıkça başını vuran bir adam var. Nedir böylesi bir adamın durumu?” “Zavallı böyle bir adam kendinde değildir.” diye cevap verdi havariler, O zaman, İsa dedi, “İyi cevap verdiniz, çünkü bakın size diyorum ki, vücuduyla uyanık olup, ruhuyla uyuyan kendinde değildir. Manevi kötürümlük maddi olandan daha çok ağırsa, iyileşmesi de daha zor olur. Bu bakımdan, böylesi bir zavallı, yaşamanın başı olan ruhuyla uyuma bedbahtlığının farkına varmayıp da, yaşamanın ayağı olan vücuduyla uyumadığı için övünecek midir? Ruhun uyuması, Allahı ve korkunç hükmünü unutmaktır. Öyleyse, uyanık olan ruh, her yerde ve her şeyde Allahı duyan ve daima her an Allahtan rahmet ve bereket gördüğünü bilerek, her şeyde her şey kanalıyla ve her şeyin üstünde Onun celal ve azametine şükür eden ruh tur. Bu bakımdan, Onun celal ve azametinden korkan ruhun kulağında şu meleki söz yankılanır durur, “Yaratıklar, hükme gelin, çünkü Yaratıcınız sizi yargılamak diliyor.” Çünkü o hep Allaha kulluk eder durur. Söyleyin bana, daha fazlasını, bir yıldızın ışığıyla veya güneşin ışığıyla görmek istemez misiniz?” Andreas cevap verdi, “Güneşin ışığıyla; çünkü yıldızınkiyle yakındaki dağları bile göremeyiz, ama günesin ışığıyla en minnacık bir kum tanesini görürüz. Bu nedenle de, yıldızın ışığında korkarak yürürken, güneşin ışığında güvenle yürürüz.” İsa karşılık verdi. “Aynen öyle de, size diyorum ki, ruhla Allahımız olan adalet güneşiyle bakmalı, vücudun gördükleriyle övünmemelisiniz. Bu bakımdan, en doğru olan, vücudun uyumasından mümkün olduğu kadar kaçınmaktır, ama bundan kaçınmak da, nefis ve beden yiyecekle, zihin de işle ağırlaştığından hemen hemen imkansızdır. Bundan dolayı, bırakın çok fazla iş ve çok fazla yemekten kaçınmak için birazcık uyusun. Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, her gece bir miktar uyumak meşrudur, fakat Allahı ve korkunç hükmünü unutmak asla meşru değildir ve ruhun uyuması böylesi bir unutmadır.” O zaman, bu satırları yazan karşılık verdi, “Ey muallim, Allahı her zaman hatırda nasıl tutabiliriz? Emin olun, bize bu imkansız görünüyor.” İsa, iç çekerek dedi, “İnsanın çekebileceği en büyük ıstıraptır bu, ey Barnabas. Çünkü insan burada yeryüzünde yaratıcısı Allahı her zaman hatırda tutamaz; ancak kutsal olanlar bunun dışındadır. Çünkü onlar, Allahı unutamasınlar diye içlerinde Allahın bereketinin nurunu taşıdıklarından Allahı her zaman hatırda tutarlar. Ama söyleyin bana, taş ocağında çalışanları gördünüz mü? Bir yandan başkalarıyla konuşurken, öte yandan yapa yapa demire bakmadan taşı işleyen demir aletle devamlı vurmayı, ama yine de ellerine vurmamayı nasıl da öğrenmişler! Şimdi, siz de bu şekilde yapın. Unutma hastalığını tümüyle yenmek istiyorsanız, kutsal olmayı arzulayın. Bakın ki, su uzun bir süre vura vura en sert kayaları tek bir damlayla yarar geçer. Bu hastalığı neden yenemediğinizi biliyor musunuz? Çünkü bunun bir günah olduğunun farkına varmadınız. Öyleyse size diyorum ki, bir reis sana bir hediye verse ey insan, senin gözlerini kapayıp ona sırtını dönmen bir hatadır. Allahı unutanlar da işte böyle hata yaparlar. Çünkü her vakit insan Allahtan rahmet ve hediyeler alır. Şimdi söyleyin bana, Allahımız her vakitte size nimetini bahşetmiyor mu? Kesinlikle evet; çünkü hiç durmadan, sayesinde yaşadığınız nefesi veriyor size. Bakın, bakın size diyorum ki, vücudunuzun nefes aldığı her an kalbiniz, “Allaha şükürler olsun” demelidir.” O zaman Yuhanna dedi, “Dediklerin doğruların doğrusu ey muallim; bu bakımdan bu kutlu duruma ulaşmanın yolunu öğret bize.” İsa cevap verdi, “Bakın, size diyorum ki, kişi böyle bir duruma, Rabbimiz Allahın rahmeti olmadan insani güçlerle erişemez. İnsanın, Allahın kendisine vermesi için iyiliği istemesi gerektiği doğrudur. Söyleyin bana, sofraya oturduğunuz zaman, görmek istemediğiniz etleri alır mısınız? Emin olun ki, hayır. Böyle de size diyorum ki, arzu etmediğiniz şeyi almayacaksınız. Eğer kutsallık arzu ederseniz, Allah göz açıp kapamadan daha az bir zaman içinde sizi kutsal yapmaya kadirdir, fakat insan hediye ve hediyeyi vereni anlasın diye, Allahımız beklememizi ve istememizi diler. Bir hedefe atışta bulunanları gördünüz mü? Mutlaka pek çok kez boşa atarlar. Buna rağmen, hiç bir zaman boşa atmak istemezler, daima da hedefi vurma ümidindedirler. Şimdi, sizde böyle yapın. Allahı her zaman hatırda tutmak isteyen ve unuttuğunuzda kederlenen sizler; Allah, söylediğim şeylerin hepsini elde etmeniz için size bereket verecektir. Oruç tutmak ve ruhen uyanık bulunmak birbiriyle öylesine bir aradadır ki, eğer kişi uyanıklığı bozarsa, oruç da hemen bozulur. Çünkü bir insan, günah işlemekle ruhun orucunu bozar ve Allahı unutur. İşte, uyanık olmak ve oruç tutmak ruh bakımından biz ve bütün insanlar için her zaman gereklidir. Çünkü günah işlemek kimse için meşru değildir. Ama vücudun oruç tutması ve uyanık kalması, inanın bana her zaman ve herkes için mümkün değildir. Çünkü hastalar ve yaşlılar, çocuklu kadınlar, perhiz yapan insanlar, çocuklar ve zayıf yapıda daha başka kişiler vardır. Kuşkusuz herkes, normal ölçülerine göre giyinmiş olsalar bile, kendi oruç tutma biçimini tespit etmelidir. Nasıl, bir çocuğun elbiseleri otuz yaşlarında bir insan için uygun değildir, aynen öyle, bir kişinin uyanıklığı ve orucu da bir diğeri için uygun değildir. Ama dikkat edin ki, geceleyin uyanık kalıp, ardından Allahın emri üzere namaz kılmanız ve Allahın sözünü dinlemeniz gerektiği zaman, uyuyasınız diye şeytan tüm gücünü kullanacaktır. Söyleyin bana, bir arkadaşınız eti yiyip de, kemikleri size verse razı olur musunuz?” Petrus cevap verdi, “Hayır muallim, çünkü böylesine arkadaş değil, sahtekar denmesi gerekir.” İsa iç çekerek cevap verdi, “Tam gerçeği söyledin ey Petrus, çünkü kişi vücuduyla gereğinden fazla uyanık kalıp, ibadet edeceği veya Allahın sözlerini dinleyeceği zaman uyur veya uyuklayıp başı aşağı düşerse, böylesi bir bedbaht, Yaratıcısı Allahla alay etmektedir ve böyle bir günah dolayısıyla da suçludur. Hatta Allaha vermesi gereken zamanı çalıp, istediği zaman ve istediği kadar harcadığı için de bir soyguncudur. Bir insan, içinde en iyi şarap bulunan bir kaseyi, şarabın en iyi miktarı bitinceye kadar içmeleri için düşmanlarına, şarabın tortuları kalınca da, içmesi için efendisine verdi. Efendinin her şeyi öğrendiği zaman hizmetçisine ne yapacağını ve hizmetçinin onun önünde ne hale geleceğini düşünürsünüz? Mutlaka onu dövecek ve yerinde bir kızmayla dünyanın kanunlarına göre kendisini öldürecektir. Şimdi, zamanının en iyisini işlerinde ve en kötüsünü de ibadet ve kanunu incelemede geçiren bir adama Allah ne yapacaktır? Yazıklar olsun dünyaya, çünkü bununla ve daha büyük günahlarla kalbi ağırlaşmıştır! Bu yüzden, size gülmek ağlamaya, ziyafetler oruca ve uyku uyanıklığa dönüşmeli dediğim zaman, duyduğunuz şeylerin tümünü üç kelimeye sıkıştırdım. Burada, yeryüzünde kişi her zaman ağlamalı ve bu ağlama yürekten olmalı, çünkü Yaratıcımız Allaha karşı geliniyor; nefis üzerinde hakimiyet kurmak için oruç tutmalı ve günah işlememek için uyanık olmalısınız ve bedenen ağlama, bedenen oruç tutma ve uyanık olma her bir kişinin bünyesine göre yapılmalıdır. Hayatımızı sürdürmemiz için tarlanın meyvelerinden aramaya çıkmalısınız, çünkü sekiz gündür hiç ekmek yemiyoruz. Bu bakımdan, Allahımıza dua edecek ve Barnabas ile birlikte sizi bekleyeceğim. Bunun üzerine, tüm şakirtler ve havariler, İsanın sözüne göre dörder altışar yola koyuldular. İsanın yanında bu satırları yazan kaldı; o zaman İsa ağlayarak dedi, “Ey Barnabas, sana büyük sırlar açıklamam gerekiyor, bundan sonra ben dünyadan ayrılacağım ve sen de onlara anlatacaksın.” O zaman, bu satırları yazan ağlayarak dedi; “Beni ağlat ey muallim, başkalarını da ağlat. Çünkü biz günahkarlarız. Ve Allahın bir mukaddesi ve peygamberi olan sen, senin için bu kadar ağlamak uygun değildir.” İsa karşılık verdi, “İnan bana Barnabas, ben ağlamam gerektiği kadar ağlayamıyorum. Çünkü eğer insanlar bana Allah dememiş olsaydı, ben Allahı burada, Cennette görüleceği biçimde görecek ve Hüküm Gününden korkmama emniyetine erişecektim. Ama Allah biliyor ki, ben suçsuzum, çünkü hiç bir zaman bir köleden öte tutulma düşüncesi beslemedim. Hem, sana diyorum ki, eğer Allah diye çağırılmamış olsaydım, dünyadan ayrılınca Cennete götürülecektim, ama şimdi Hüküm Gününe kadar oraya gitmeyeceğim. Şimdi, benim ağlamama neden olup olmadığını görüyorsun. Bil ki ey Barnabas, bu yüzden her halde büyük zulme uğrayacak ve havarilerimden biri tarafından otuz paraya satılacağım. Bu bakımdan, eminim ki, beni satacak olan benim adıma öldürülecek, çünkü Allah beni yeryüzünden çekecek ve herkes onun ben olduğuma inansın diye hainin görünümünü değiştirecek; yine de, o, şerli bir ölümle öldüğü zaman, ben uzun bir süre bu lekeyle dünyada kalacağım. Fakat Allahın kutlu Elçisi Muhammed gelince, bu rezalet silinip gidecek. Ve Allah bunu yapacak, çünkü bana bu canlı bilinme ve şu rezil ölüme yabancı olma ödülünü verecek olan Mesih gerçeğini itiraf etmiş bulunuyorum.” O zaman, bu satırları yazan karşılık verdi, “Ey muallim, söyle bana, kimdir bu alçak! Çünkü seve seve boğar öldürürüm onu.” “Sus, bir şey söyleme” diye cevap verdi İsa, “Çünkü Allah böyle diliyor ve o hain başka türlüsünü de yapamaz. Fakat gör ki, annem böyle bir olaya üzüldüğünde, rahatlaması için ona gerçeği anlatırsın.” O zaman, bu satırları yazan karşılık verdi, “İnşallah bütün bunları yapacağım ey muallim.” Şakirtler dönüşlerinde, çam kozalakları getirdiler ve Allahın iradesiyle bir hayli de hurma bulmuşlar. Öğle namazından sonra İsa ile birlikte yediler. Bu sırada bu satırları yazanın üzgün yüzünü gören şakirtler ve havariler, İsanın hemen dünyadan ayrılması gerektiğinden korkuya kapıldılar. Bunun üzerine, İsa onları teselli ederek dedi, “Korkmayın, çünkü sizden ayrılma saatim henüz gelmiş değil. Yanınızda bir süre daha kalacağım. Bu bakımdan, dediğim gibi, Allahın İsraililerin üzerine merhamet etmesi için, tüm İsraile varıp, pişman olmayı anlatmayı size öğretmeliyim. Öyle ki, herkes tembelliğin farkına varsın ve çok daha fazla günahının kefaretini ödesin; çünkü iyi meyve vermeyen her ağaç kesilecek ve ateşe atılacaktır. Bağ tarlası olan bir vatandaş vardı ve tarlanın ortasında, içinde güzel bir incir ağacı olan bir bahçe bulunuyordu. Üç yıldır mal sahibi ağaca geliyor ve üzerinde hiç meyve bulamıyordu ve tüm öbür ağaçların meyve verdiğini görünce, bağcısına dedi, “Bu kötü ağacı kes, çünkü araziye yük oluyor.” Bağcı karşılık verdi, “Değil efendim; çünkü güzel bir ağaçtır o.” “Ses etme” dedi mal sahibi, “Çünkü yararsız güzelliklere önem vermem ben. Palmiye ve pelesenk ağacının incirden daha soylu olduğunu bilmen gerek. Ama evimin avlusuna bir palmiye ve bir de pelesenk ağacı fidanı dikmiş ve çevresine hayli para harcayarak duvar çevirmiştim. Fakat bunlar meyve yerine yığılıp kalan yaprak verip, evimin önündeki araziyi de verimsizleştirince, ikisini de ortadan kaldırdım. Şimdi, diğer bütün ağaçların meyve verdiği bağ tarlama ve bahçeme yük olan evimin uzağındaki bir incir ağacını nasıl bağışlayayım? Emin ol ki, ona daha fazla katlanmayacağım.” O zaman bağcı dedi, “Efendi, toprak oldukça zengin. Bu bakımdan, bir yıl daha bekle. Ben incir fidanının dallarını budayıp, kendinden toprağın verdiği tüm fazlalıkları alayım ve taşlı kuru bir araziye koyayım; böyle yapıca meyve verecektir o.” Mal sahibi karşılık verdi, “Şimdi git ve öyle yap; bekleyeceğim ve incir fidanı da meyve verecek.” Bu temsili hikayeyi anlıyorsunuz değil mi?” Havariler cevap verdiler, açıklayın.” İsa karşılık verdi, “Hayır Rab, bu nedenle onu bize “Bakın, size diyorum ki, mal sahibi Allahtır, bağcı da Onun kanunu. Allahın Cennette palmiye ve pelesenk ağaçları vardı; şeytan palmiye ağacı, ilk insan da pelesenk ağacıdır. Allah, bunları çıkarıp attı. Çünkü salih ameller meyvesi vermiyorlar, bunun yerine pek çok melekleri ve pek çok insanları ayıplayan dinsizce sözler sarf ediyorlardı. Şimdi, Allah insanı dünyaya, tüm emir ve yasaklarına göre Allaha kulluk eden yaratıklarının arasına indirmiştir. Allahın, meleği ve ilk insanı bağışlamayıp, meleği ebedi, insanı da bir süre için cezalandırdığını görerek diyorum ki, meyve vermeyen insanı, Cehenneme mahkum eder. Bu konuda Allahın kanunu der ki, bu hayatta insan için pek çok iyi şeyler vardır ve bu nedenle salih ameller işleyebilmesi için sıkıntılar çekmesi Ve dünyevi iyiliklerden yoksun kalması gerekmektedir. Dolayısıyla, Allahımız insanın Pişman olmasını bekler. Bakın, size diyorum ki, Allahımız insanı çalışmaya mahkum etmiştir ki, Allahın dostu ve peygamberi Eyüp der, “Kuşun uçmak için, balığın da yüzmek için doğduğu gibi, insan da çalışmak için doğar.” Allahın bir peygamberi olan Davud da şöyle der, “Elimizin emeğini yiyerek kutsanacağız ve bu bizim için iyidir.” Bu nedenle, herkes niteliğine göre çalışsın. Şimdi söyleyin bana, babamız Davud ve oğlu Süleyman elleriyle çalışmışlarsa, günahkarın ne yapması gerekir? Yuhanna dedi, “Muallim, çalışmak yerinde olan bir şey, ama bunu yoksullar yapmalı.” İsa karşılık verdi, “Ya, çünkü onlar başka türlü yapamaz. Ama bilmez misin ki, iyilik iyi olmak için gereklilikten azade olmalıdır? Böyle de, güneş ve diğer gezegenler, başka türlüsünü yapamasınlar diye Allahın hükümleriyle güçlendirilmişlerdir ve bu nedenle de, herhangi bir liyakatleri yoktur. Söyleyin bana, Allah çalışma hükmünü koyduğu zaman, “Yoksul insan yüzünün teriyle yaşayacaktır” mı dedi? Ve Eyüp, “Kuş uçmak için doğar, yoksul insan da çalışmak için doğar” mı dedi? Hayır, Allah insana, “Ekmeğini yüzünün teriyle yiyeceksin” ve Eyüp de “İnsan çalışmak için doğmuştur” demiştir. Bu bakımdan, insan olmayan bu hükmün dışındadır. Emin olun ki, her şeyin pahalı olmasının nedeni, pek çok haylaz insanın bulunmasıdır. Eğer, bunlar çalışacak olsalar, bazısı toprağı sürse, bazısı da sularda balıkçılık yapsa, dünyada bolluk üstü bolluk olur. Ve yokluklar nedeniyle, korkunç Hüküm Gününde hesap vermek gerekecektir. Bırakın, insan bana bir şeyler desin. Dünyaya ne getirdi ki, bu nedenle haylaz haylaz yaşasın? Çıplak ve hiç bir şey yapamayacak biçimde doğduğu ortada. Bundan dolayı da, bulduğu şeylerin tümünün sahibi değil, dağıtıcısıdır o. Ve o korkunç günde bunların hesabını verecektir. İnsanı vahşi hayvanlar gibi yapan iğrenç şehvetten çok korkmak gerekir; çünkü düşman kişinin kendi evi içindedir. Bu bakımdan, düşmanın gelmeyeceği herhangi bir yere gitmen mümkün değildir. Ah, niceleri şehvet yüzünden helak olup gittiler! Şehvet yüzünden tufan oldu, o kadar ki, dünya Allahın merhameti önünde silinip gitti de, yalnızca Nuh ve seksen üç insan kurtuldu. Şehvet yüzünden Allah üç lanetli şehri yerle bir etti ve içlerinden yalnızca Lut ve iki oğlu kurtuldu. Şehvet yüzünden Bünyaminin kabilesi tümüyle sönüp yok oldu. Ve bakın size diyorum ki, şehvet yüzünden ne kadar insanın helak olduğunu size anlatacak olsam, beş günlük süre yetmez. Yakup karşılık verdi, “Ey üstat, şehveti simgeleyen nedir?” İsa cevap verdi, “Şehvet, gem vurulmamış bir aşk arzusudur; akıl tarafından yönlendirilmezse, insan zihin ve duygularının sınırlarını aşar, öyle ki, insan kendini bilmeden, nefret etmesi gereken şeyi sever. İnanın bana, insan, böyle bir şeyi Allah kendisine verdi diye değil de, sahibi olarak bir şeyi severse, bir zani olur; çünkü Yaratıcısı Allahla birlikte olması gereken ruhu yaratıkla birleştirmiştir. Ve işte Allah İşaya peygamber aracılığıyla ağlayarak der, “Sen pek çok aşıklarla zina ettin; buna rağmen bana dön, seni kabul edeceğim.” Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, eğer insanın kalbinde içten bir şehvet olmazsa, dışta kötülüklere düşmez; çünkü kök giderse ağaç hemen ölür. Bu nedenle insan, Yaratıcısının kendisine verdiği hanımla yetinsin ve başka bir kadını unutsun.” Andreas karşılık verdi, “İnsan, yaşadığı şehirde o kadar çok varken, kadınları nasıl unutur?” “Ey Andreas, şehirde yaşayan insana, şehrin zarar vereceği ortada; görülüyor ki, şehir her kötülüğü emen bir süngerdir. Nasıl asker, kale çevresinde düşmanlar olduğu zaman, vatandaşlar adına her zaman ihanetten korkarak ve kendini her türlü saldırıya karşı koruyarak yaşıyorsa, insana da şehirde yaşamak yaraşır. Aynen böyle de, diyorum ki size, insan dıştan gelen her türlü günah dürtüsünü itsin ve nefisten korksun. Çünkü onun kirli şeylere karşı aşırı bir arzusu vardır. Ama her türlü şehevi günahın kaynağı olan göze gem vurmazsa, kendini nasıl korusun? Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, maddi gözleri olmayan, üçüncü dereceye kadar olan cezaları görmekten emindir; halbuki gözleri olan yedinci dereceye kadar cezalandırılır. “İlya peygamber zamanında, İlya iyi yaşantısı olan kör bir adamı ağlarken görüp, ona sordu, “Niye ağlarsın, ey kardeş?” Kör adam cevap verdi, “Ağlarım, çünkü Allahın mukaddesi İlya Peygamberi göremiyorum.” O zaman, İlya kendisini azarlayıp dedi, “Bırak ağlamayı ey adam, çünkü ağlamakla günaha giriyorsun.” Kör adam karşılık verdi, “Söyle bana şimdi, ölüleri kaldıran ve gökten ateş indiren Allahın kutsal bir peygamberini görmek günah mıdır?” İlya cevap verdi, “Gerçeği konuşmuyorsun; çünkü İlya senin dediklerinin hiç birini yapamaz. Senin gibi bir insandır o. Dünyadaki tüm insanlar, tek bir sineği meydana getiremezler.” Kör adam dedi, “Sen böyle dersin ey adam, çünkü İlya herhalde bazı günahların nedeniyle seni azarladı da, bu bakımdan ondan nefret ediyorsun.” İlya karşılık verdi, “İnşallah gerçeği söylüyorsundur; çünkü ey kardeş, eğer İlyadan nefret edersem Allahı severim ve İlyadan ne kadar nefret edersem, Allahı o kadar çok severim.” Bunun üzerine, kör adam çok kızdı ve dedi, “Allah sağ ve diridir ki, sen dinsizin birisin! İnsan Allahın peygamberinden nefret ederken, Allah sevilebilir mi? Defol git, seni daha fazla dinlemek istemiyorum çünkü!” İlya karşılık verdi, “Kardeş, şimdi bedenle görmenin nasıl kötü olduğunu zekanla görebiliyorsundur. Çünkü İlyayı görmek için göz istersin, ruhunla da İlyadan nefret edersin.” Kör adam karşılık verdi, “Hemen defol git, çünkü sen Şeytansın. Allahın mukaddesine karşı beni günaha katacaksın.” O zaman İlya ah çekti ve gözyaşları içinde dedi, “Gerçeği söyledin ey kardeş, çünkü görmeği arzu ettiğin benim bedenim seni Allahtan ayırır.” Kör adam dedi, “Seni görmek istemiyorum; hem, gözlerim olsa, seni görmemek için kaparım.” O zaman İlya dedi, “Bil ki kardeş, ben İlyayım!” Kör adam karşılık verdi. “Doğruyu söylemiyorsun.” O zaman İlyanın havarileri dediler, “Kardeş, o Allahın peygamberi İlyanın ta kendisidir.” “Söyleyin bana” dedi kör adam, “Eğer o peygamberse, ben hangi soydanım ve nasıl kör oldum?” İlya cevap verdi, “Sen Levi kabilesindensin ve Allahın mabedine girerken, mabedin yanında bir kadına şehvetle baktığından Allahımız görme gücünü aldı.” O zaman, kör adam ağlayarak dedi, “Bağışla beni ey Allahın kutsal peygamberi; sana dediklerimden dolayı günaha girdim; seni görmüş olsaydım, günah işlemeyecektim. ” İlya karşılık verdi, “Allahımız bağışlasın seni ey kardeş, çünkü benim hakkımda bana doğruyu söylediğini biliyorum; çünkü kendimden ne kadar çok nefret edersem, o kadar çok Allahı severim ve eğer beni görsen, Allahın razı olmadığı arzun yatışır. Çünkü senin Yaratıcın İlya değil, Allahtır; bu bakımdan ben senin için Şeytanım” dedi İlya ağlayarak; “Çünkü sana Yaratıcıdan yüz çevirttim. O halde ağla kardeş, çünkü senin hakkı batıldan ayırt ettirecek ışığın yok. Ama olsaydı, benim akidemi hor görmeyecektin. Bu nedenle, sana diyorum ki, pek çokları beni görmek arzular ve uzaklardan beni görmeye gelirler ve bunlar sözlerimi hor görürler. Dolayısıyla onlar için, kurtuluşları için, gözlerinin olmaması daha iyi, çünkü kendileri gibi yaratılandan zevk alan ve Allahtan zevk almaya çalışmayan herkes kalbinde bir put yapıyor ve Allahı bırakıyor.” Sonra İsa iç çekerek dedi, “İlyanın dediklerinin hepsini anladınız mı?” Havariler cevap verdiler, “Gerçekten anladık ve burada, yeryüzünde puta tapıcı olmayan pek az kişi bulunduğunu görüp, ne diyeceğimizi bilemiyoruz.” O zaman İsa dedi, “Doğru söylüyorsunuz, çünkü şimdi İsraililer beni Allah yerine koyarak, kalplerindeki puta tapıcılığı yerleştirmek arzusundaydılar. Pek çokları Allah olduğumu söylersem tüm Yahudiyeye hakim olabileceğimi ve sürekli nefis bir yaşantı içinde reisler arasında kalmayıp, çöllük, yerlerde yoksulluk içinde yaşamak istediğimden deli olduğumu söyleyerek, öğretimi hakir görmektedirler. Ey, sineklerde ve karıncalardaki ışığa değer verip, yalnızca meleklerde, peygamberlerde ve Allahın mukaddeslerinde bulunan ışığı hor gören talihsiz insan! O halde, göz korunmayacak olursa ey Andreas diyorum ki sana, baş aşağı şehvetle düşmemek mümkün değildir. Bu konuda, Yeremya peygamber ağlaya ağlaya gerçeği söylüyordu, “Gözüm ruhumu çalan bir hırsızdır.” Böyledir, çünkü babamız Davud da Rabbimiz Allaha en büyük özlemle, yararsız şeylere bakmaktan gözlerini çevirmesi için dua ediyordu. Gerçekten sonu olan her şey boşunadır. Öyleyse, söyleyin bana, bir kimsenin ekmek alacak iki kuruşu olsa, onu duman almak için harcar mı? Kesinlikle hayır; şundan ki, duman gözleri incitir ve vücuda hiç bir gıda vermez. İşte insan da aynen böyle yapsın, çünkü o gözlerinin bakışı ve kalbinin bakışıyla Yaratıcısı Allahı ve iradesinin verdiği temiz lezzeti tanımaya çalışmalı ve Yaratıcıyı yitirmeye neden olan yaratılanı amaç edinmemelidir. İnsan bir şeye baktığı ve o şeyi insan için yaratan Allahı unuttuğu her vakitte günah işlemiş olur. Çünkü eğer bir arkadaşın kendisini hatırda tutması için sana herhangi bir şey verse ve sen de onu satıp, arkadaşını unutsan, arkadaşına karşı suç işlemiş olursun, işte insan da böyle yapar. Çünkü yaratılana bakıp, onu insanın sevgisi için yaratmış olan Yaratıcıyı hatırda tutmadığı zaman, akılsızlığından yaratıcısı Allaha karşı günaha girer, Bu bakımdan, kadınlara bakıp, kadını erkeğin iyiliği için yaratan Allahı unutan kişi, kadını sevecek ve arzulayacaktır. Ve bu şehveti o dereceye zorlayıp gelecektir ki, sevilen şeye benzeyen her şeyi sevecek, bu şekilde hatırlanması bir utanç olan bu işin günahı doğacaktır. O halde, eğer insan gözlerine gem vuracak olursa, nefsinin üzerinde hakim olacak, o da kendisine sunulmayan şeyi arzulayamayacaktır. Çünkü böylece beden ruha tabi olacaktır. Nasıl gemi rüzgarsız hareket edemezse, beden de nefs olmadan günah işleyemez. “Sonra, pişman olanın masal söylemeyi ibadete çevirmesi gerekir. Bu Allahın bir hükmü olmasa bile, akıl bunu gösteriyor. Çünkü her haylaz kelimede insan günaha girer ve Allahımız günahı ibadetle siler. Çünkü ibadet ruhun avukatıdır; ibadet ruhun ilacıdır; ibadet kalbin savunmasıdır; ibadet inancın silahıdır, ibadet nefsin gemidir; ibadet bedenin, günahla bozulmasını önleyen tuzudur. Size diyorum ki, ibadet hayatımızın elleridir; bununla, ibadet eden kişi hüküm gününde kendisini koruyacaktır çünkü ruhunu burada, yeryüzünde günahtan uzak tutacak ve kalbini kötü arzuların değmesinden koruyacaktır; nefsini Allahın kanunu içinde tutup, istediği her şeyi Allahtan alarak bedeni de takva yolunda yürüdüğü için Şeytanı kızdıracaktır. Huzurunda durduğum Allah sağ ve diridir ki, ibadet etmeyen insan, derdini köre açan dilsiz bir adamdan; merhemsiz iyileştirilebilen fistülden, hareket etmeden kendini savunan veya silahsız olarak bir başkasına saldıran, dümensiz kürek çeken veya tuz olmadan ölü bedeni koruyan bir adamdan daha çok salih amel sahibi değildir. Çünkü bakın, eli olmayan alamaz. Eğer insan gübreyi altına ve çamuru şekere çevirebilecek olsa, ne yapar?” Sonra, İsa sustu, havariler cevap verdiler, “Kimse, altın ve şeker yapmaktan başka bir işe kendini koşmaz.” O zaman İsa dedi, “Şimdi, neden insan aptalca masal anlatıcılığı ibadete dönüştürmez? Zaman kendine Allah tarafından Allaha karşı gelsin diye mi verilmiştir yoksa? Hangi reis kendi üzerine savaş açsın diye bir şehri tebaasına verir? Allah sağ ve diridir ki, eğer insan boş konuşmakla ruhunun ne hallere girdiğini bilmiş olsa, konuşmaktansa hemen dilini dişleriyle koparır. Ey zavallı dünya! Bugün insanlar ibadet için toplanmazlar da, mabedin verandalarında ve mabedin ta içinde şeytan boş konuşma kurbanlarını alır ve utanç duymadan sözünü edemediğim şeylerden daha kötü olan da budur. Boş konuşmanın meyvesi budur ki, zihni gerçeği anlamayacak biçimde zayıflatır; nasıl, yarım kiloluk pamuk yükünü taşımaya alışmış bir at on kiloluk taşı taşıyamazsa, aynen öyle. Fakat bundan daha kötüsü, insanın zamanını şakayla geçirmesidir. İbadet etmek istediği zaman, şeytan aklına şu aynı şakaları getirir, o kadar ki, Allahın merhametini çekip, günahlarının affını sağlamak için günahlarına ağlaması gerektiği zaman, gülmekle Allahın kızgınlığını çeker; O da kendisini cezalandıracak ve fırlatıp atacaktır. Öyleyse, yazıklar olsun şakayla boş vakit geçirenlere! Ama Allahımız şaka edip boş vakit geçirenleri iğrenerek alırsa, ya komşusuna iftira edip, mırıldanıp duranı nasıl alacak ve çok gerekli bir işle uğraşır gibi günahla uğraşanların durumu ne olacaktır? Ah murdar dünya, senin Allahın nasıl elem verici bir cezasına çarpılacağını tasavvur edemiyorum! Öyle de, pişman olan, diyorum ki o sözlerini altın fiyatına vermelidir.” Havarileri karşılık verdiler, “Ama bir insanın sözlerini altın fiyatına kim alır? Kesinlikle hiç kimse ve nasıl pişman olacaktır? Mutlaka açgözlü olacaktır o!” İsa cevap verdi, “Öylesine ağır kalpleriniz var ki, ben onları kaldıramıyorum. Bu, bakımdan, her sözde size anlamı da söylemem gerekiyor. Ama size sırlarını öğrenme lütfunda bulunan Allaha şükredin. Pişman olan, konuştuğunu satsın demiyorum. Konuştuğu zaman, altın çıkarıyormuş gibi düşünsün diyorum. Çünkü kuşkusuz böyle yapmakla, nasıl altın gerekli şeyler için harcanırsa, o da yalnızca konuşması gerektiği zaman konuşacaktır. Ve nasıl kimse altını vücudunu incitecek bir şey için harcamazsa, o da ruhunu incitebilecek bir şeyin sözünü etmesin. Nasıl ki Vali bir mahpusu yakalayıp da sorguya çekerken zabıt katibi de konuşulanları kayda geçiyorsa, söyleyin bana, böyle bir adam nasıl konuşur?” Havariler cevap verdiler, “Yerinde ve korkarak konuşur ki, kuşku uyandırmasın ve valiyi sinirlendirebilecek herhangi bir şey söylememek, aksine serbest bırakılabilecek şekilde dikkat eder.” O zaman, İsa karşılık verdi, “Ruhunu yitirmemek için, pişman olanın da yapması gereken budur. Çünkü Allah her insana zabıt katibi olarak, biri yaptığı iyilikleri, diğeri de kötülükleri yazan iki melek vermiştir. Öyleyse, eğer bir insan merhamet görmek istiyorsa, altını ölçtüğünden daha çok konuşmasını ölçsün. Hırs ve tamaha gelince, bu da sadaka vermeye çevrilmelidir. Bakın, size diyorum ki, nasıl terazi denge merkezi varsa, tamahkarın da sonunda varacağı yer olarak Cehennem vardır. Neden biliyor musunuz? Anlatacağım size, Ruhumun huzurunda durduğu Allah sağ ve diridir ki, tamahkar diliyle sessiz bile olsa yaptıklarıyla der, “Benden başka Allah yoktur.” Sahip olduğu ne varsa, başını, sonunu, çıplak doğup, her şeyi ardında bırakarak öleceğini düşünmeden istediği gibi harcar. Şimdi söyleyin bana, Hirodes size bakmanız için bir bahçe verse, siz de kendinizi hemen sahip yerine koyup, Hirodese hiç meyve göndermeseniz ve Hirodes size adam gönderip meyve istediğinde elçileri kovsanız, söyleyin bana, kendinizi bu bahçenin kralları yapmış olmaz mısınız? Mutlaka, öyle. Şimdi, diyorum ki size, aynen tamahkar adam da böyle, Allahın kendine vermiş olduğu zenginliği üzerinde kendini ilah yapar. Hırs ve tamah, zevkine göre yaşamasının günahıyla Allahı yitiren ve kendinden gizli olup, çevresini iyilikleri yerine koyduğu geçici şeylerle kuşatan Allahtan memnun olmayan nefsin bir susuzluğudur ve bu susuzluk arttıkça, kendini o kadar çok Allahtan uzaklaşmış bulur. Ve günahkarın doğru yolu bulması, tövbe etme lütfunda bulunan Allahtandır. Babamız Davud da şöyle der, “Bu değişim Allahın sağ elinden gelir.” Pişmanlığın nasıl olması gerektiğini bilmek istiyorsanız, size insanın ne tür bir şey olduğunu anlatmam lazım. Ve bugün bize iradesini sözlerim aracılığıyla bildirme lütfunda bulunan Allaha şükürler edelim.” Bundan sonra ellerini kaldırıp dua ederek, dedi, “Merhametiyle bizi yaratan, bize Doğru Elçinin diniyle kulların insanlar mertebesi veren Kadir ve Rahim Rab Allah, tüm nimetlerin için sana şükreder olsun. Günahlarımıza hayıflanarak, namaz kılıp zekat vererek, oruç tutup Kelimen üzerinde çalışarak, iradeni bilmeyenlere öğreterek, Senin sevgin için dünyanın sıkıntılarını çekerek ve Sana kulluk için ölüm üzerine hayatımızdan geçerek seve seve yalnızca Sana ibadet ederiz. Sen ey Rab, seçtiklerini koruduğun gibi, Kendi benliğin aşkına ve bizi kendisi için yarattığın Elçin aşkına ve tüm kutsal kulların ve peygamberlerin aşkına bizi şeytandan, nefisten ve dünyadan koru!” Havariler karşılık verdiler, “amin, amin Rab, amin ey merhametli Allahımız.”