"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Besus harbi

Küleyb, ilkbaharın başlarında Hicaz topraklarının bir kısmını yasak bölge (hlma) ilan ederek koruma altına almıştı ve buraya savaşçı olmayanlar giremezdi. Daha sonra Saad bin Şümeys bin Tavk el-Cermi adında birisi, Temimli Münkızın kızı ve Cessas bin Mürrenin teyzesi Besusun yanına gelip indi. Saad bin Şümeysin Serab adında bir devesi vardı ve bu deve Cessas bin Mürrenin develeri ile birlikte otluyordu. Arapların: “Serabdan daha uğursuz, Besustan daha uğursuz.” şeklindeki darb-ı mesellerinin menşei bu deve idi.

Nihayet Küleyb bir gün develerini ve onların otladıkları meraları görüp kontrol etmek maksadıyla kalkıp develerinin yanına geldi ve onların arasında bir hay li dolaşıp gezdi. Küleybin develeri ile Cessas ın develeri karışık halde otluyorlardı. Bu sırada Kuleybin gözü Serab adındaki deveye ilişti ve onu yadırgadı, bunun üzerine Cessas bin Mürre yanında hazır bulunan Kuleybe: “Bu deve, komşumuz Saad bin Şümeys el-Cerminin devesidir.” dedi. Küleyb: “Bu deve bir daha bu koruluğa girmesin.” diyerek onu uyardı, bunun üzerine Cessas: “Benim develerim nerede otlarsa, bu deve de orada otlayacaktır.” diyerek sert şekilde karşılık verdi. Küleyb: “Eğer bu deve bir daha buraya gelirse, okumu memesine atar, onu öldürürüm.” dedi. Cessas: “Eğer sen bu deveyi memesinden vurup öldürürsen, ben de seni mızrağımla gerdanından vurur öldürürüm.” diye karşılık verdi.

Böylece her ikisi de ağız kavgası yaptıktan sonra ayrıldılar. Sonra Küleyb bir ara karısına: “Sen Araplar arasında komşusunu bana karşı savunup koruyacak birisini tanıyor musun?” diye sordu. Karısı: “Cessastan başkasını tanımıyorum, bu işi ancak o yapabilir.” diye cevap verdi. Bunun üzerine Küleyb olup bitenleri karısına anlattı. İşte bu hadiseden sonra Küleyb koruluğuna gitmek istediği zaman karısı engelolmağa çalışır, tatsızlık çıkarıp akrabaları ile arasını açmaması için Al-lah adı vererek yalvarır, kardeşi Cessas bin Mürrenin yanına gider ve develerini Küleybin koruluğuna salmamasını isterdi.
Aradan bir müddet geçtikten sonra Küleyb koruluğa çıktı ve develerinin arasına girip göz gezdirmeğe başladı. Bu esnada Saad bin Şümeysin Serab adındaki devesini gördü ve okunu atıp deveyi memesinden vurdu. Deve yara alınca geri dönüp böğürerek kaçmağa başladı ve sahibinin yakınına gelip çöktü.

Sahibi devesini bu vaziyette görünce çığlık atıp bağırmağa başladı. Besus komşusunun bu çığlığını duyunca hemen yanına geldi ve devenin vaziyetine görünce elini başının üzerine koyup: “Vah vah! Adam perişan oldu.” diyerek haykırmağa başladı. Cessas ise Besusu görüyor ve bağırmasını işitiyordu. Bunun üzerine hemen onun yanına geldi ve: “Sus! Sakın korkma, endişeye mahal yok.” dedi, sonra Saad bin Şümeys el-Cermiyi teskin etti ve onlara dönüp: “Ben pek yakında bu deveden daha büyüğünü, yani Gılali öldüreceğim.” dedi. Gılal Kuleybin develerinin erkeği idi ve zamanında onun bir benzeri görülmemişti. Cessas aslında bu sözü ile Gılali değil, Küleybi kastetmişti. O sırada Kuleybin bir casusu konuştuklarını dinliyordu ve onların bu sözlerini gelip Kuleybe anlattı, bunun üzerine Küleyb: “Demek Cessas sadece Gılali öldürmeğe yemin etmiş, bununla yetinecek.” dedi. Halbuki Cessas Küleybin gafil bir anını yakalamağa çalışıyordu. Küleyb bir gün kendini emniyette hissederek dışarı çıktı ve evlerden bir hayli uzaklaşınca Cessas atına binip mızrağını yanına aldıktan sonra Küleybe yetişti. Küleyb olduğu yerde durdu ve Cessas ona: “Ey Küleyb! Mızrak ensende.” dedi, bunun üzerine Küleyb: “Eğer doğru söylüyorsan, arkamdan değil, önümden gel, karşıma çık.” dedi ve dönüp ona bakmadı. İşte bu sırada Cessas mızrağını vurup onu atından yere düşürdü. Küleyb bitkin bir vaziyette: “Ey Cessas! Bana bir yudum su ver.” diye yalvardı, fakat Cessas Ona hiç bir şey vermedi ve Küleyb ruhunu teslim edip öldü. Sonra Cessas yanında bulunan Amr bin Haris bin Zühl bin Şeybana emir vererek yırtıcı hayvanların cesedini parçalayıp yememeleri için üzerini taşlarla örttürdü. Bu hadiseyi Küleybin kardeşi Mühelhil bin Rabia şu mealdeki mısralarla dile getirdi: “Amr ve şecaat sahibi Cessas bin Mürrenin öldürdükleri kişi (Küleyb) oldukça değerli bir kimsedir. Yumuşaklığın en sertiyle kalbine vurdu, orada yakınına karşı şefkat göstermedi. Yarın ve yarından sonrası kendisi için kıyam edilecek büyük bir işe ipotektir. Büyük birisinden güzel hasletler hatırlandığı zaman, elbette Kuleybe karşı ağlamam büyük olacaktır. Ben onun sunduğu saf katıksız şarabı içeceğim, kuşaksız kase ile şarap sunup onları buna kandıracağım. ”

Cessas bin Mürre, Kuleybi öldürünce hemen atına bindi ve mahınuzlayıp kavminin yanına döndü. Bu sırada Cessasın dizleri açılmıştı. Babası Mürre oğlunun bu halini görünce: “Muhakkak Cessas size kötü bir hadise ile dönmüştür. Bu güne kadar ben onu dizleri açık olarak hiç görmemiştim.” dedi. Nihayet Cessas gelip babasının karşısında durunca babası: “Ey Cessas! Sana ne oldu, başında bir hal mi var?” diye sordu, bunun üzerine Cessas: “Öyle bir vurma işi yaptım ki, yarın Vailoğulları bu iş için büyük bir sürat ve hareketlilikle toplanacaklardır.” dedi. Babası Mürre: “Annesi çocuğunu kaybedesiye! Kime vurdun?” diye sordu. Cessas: “Kuleybi öldürdüm.” diye cevap verdi, bunun üzerine babası: “Gerçekten söylediğini yaptın mı?” diye sordu. Cessas ise: “Evet” karşılığını verdi. Bu durum karşısında babası: “Ey Cessas! And olsun ki, kavmine ne kötü bir haberle döndün.” dedi. Oğlu Cessas da: “Kendisini korumak için hazırlanan kuvvet sahibi kimse gibi iyi hazırlan; artık durum sövüşme ve niza sınırını aşmıştır. Ben seni öyle bir savaşa sürükledim ki, bu savaş saf suyu yaşlının boğazında bırakır. ” mealindeki mısraları söyledi.
Babası Cessasın bu sözünü duyunca, oğlunun kendisini kınamasından dolayı kavminin kendini yardımsız bırakacağından korktu ve oğluna şu mealdeki mısralarıyla cevap verdi:

“Eğer sen beni saf suyu yaşlının boğazında bırakan bir savaşa sürüklediysen, bu savaşla ellerini Küleyb in üzerinde topladın. Artık bundan sonra korku ve silahları eskitmek yoktur. Ben savaş elbisesini giyeceğim ve bununla kendimi savunarak zillet ve rüsvaylık ayıbını ortadan kaldıracağım. ”
Bundan sonra Mürre kavmini kendisine yardıma çağırdı. Onlar Mürrenin bu davetini kabul edip süngülerini parlattılar, kılıçlarını bilediler, mızraklarını doğrultup düzelttiler ve kendi kavimlerinin topluluğuna katılmak üzere sefere hazırlandılar.

Cessasın kardeşi Hemmam bin Mürre ile Kuleybin kardeşi Mühelhil bu sırada içki içiyorlardı. Cessas durumu haber vermesi için Hemmamın yanına bir cariye gönderdi ve cariye onların yanına gelip Hemmama işaret etti, bunun üzerine Hemmam kalkıp cariyenin yanına geldi ve cariye durumu ona haber verdi. Bu defa Mühelhil Hemmama dönüp: “Cariye sana ne söyledi?” diye sordu. Hemmam ile Mühelhilin arasında olup bitenleri birbirlerine karşı saklamayacaklarına dair bir anlaşma vardı. İşte bu yüzden Hemmam cariyenin söylediklerini Mühelhile aynen nakletti. Aslında Hemmam bu durumu Ona şaka ve eğlence esnasında duyurmak istiyordu. Bunun üzerine Mühelhil: “Kardeşinin dübürünün halkası bundan daha dardır, (yani böyle bir şey yapamaz).” dedi. Bundan sonra onlar tekrar içkilerine yöneldiler. Mühelhil Hemmama: “Haydi iç! Bu gün içmek, yarın iş yapmak günüdür.” dedi. Hemmam, korku ve çekingenlik içerisinde içmeye devam etti. Mühelhil sarhoş olunca Cessas ailesinin yanına döndü ve aile halkıyla birlikte hemen harekete geçerek kendi kavminin topluluğuna geldi. Bu sırada Küleybin öldürülme hadisesi ortaya çıkıp yayılmıştı, bunun üzerine gidip onu defnettiler. Küleyb defnedildikten sonra yakalar yırtılıp parçalandı, yüzler tırmalanıp şamarlandı, kızlar ve feraceli kadınlar Küleybe matem tutmak için ortaya döküldüler. Hülasa ortalık bir matem havasına büründü. Kadınlar ise Kuleybin kız kardeşine gelip: “Cessasın kız kardeşi Celileyi aramızdan çıkar, zira onun aramızda bulunması hem bizim için bir utançtır, hem de onun aramızda bulunmasında başımıza gelen felakete sevinmek manası vardır.” dediler. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, Celile Kuleybin karısı idi, bunun üzerine Kuleybin kız kardeşi kardeşinin hanımı Celileye: “Sen matemimizden uzaklaş, zira sen katilin kız kardeşisin ve bize zulmeden bu adamın öz kardeşisin.” dedi. Bu durum karşısında Celile atkısını sürüyerek onların arasından çıkıp gitti, fakat giderken yolda babası Mürre ile karşılaştı ve babası ona: “Ey Celile! Arkada ne var ne yok.” diye sordu, Celile de: “Çok kimsenin feryadı, ebedi süren bir hüzün, kaybedilen bir dost, hiç yüzünden bir kardeşin öldürülmesi, bu ikisi arasına ekilen kin tohumları ve parçalanan yürekler. ” diye cevap verdi. Bunun üzerine babası Mürre kızı Celileye: “Bağışlayıp affetme fazileti, diyet miktarının yükseltilmesi bu söylediklerini bertaraf etmez mi?” dedi. Celile: “Kabenin Rabbine yemin ederim ki, işte bu aldatılmış birinin kuruntusudur. Tağlib Kabilesi diyet bedeli develerin sayısını artırdığın için mi efendilerinin kanını aramaktan vazgeçip senin yakam bırakacak?” diye karşılık verdi.

Celile oradan aynıdıktan sonra, Küleybin kız kardeşi onun arkasından: “Bu gidiş düşmanlık edip tecavüzde bulunanın gidişi, başımıza gelen felakete sevinenin ayrılışıdır. Yarın ardı arkası kesilmeyecek olan savaş hamlelerinden vay Mürre ailesinin başına geleceklere!” diye söylendi. Celile, Kuleybin kız kardeşinin kendisine söylediği bu sözleri duyunca: “Hür bir kadın nasılolur da örtüsünün yırtılmasına (namusunun lekelenmesine) sevinir, yakının öldürülmesini bekler? Allah kız kardeşimi bahtiyar etsin! Keşke: Utanma nefreti, düşman korkusu deseydi, ne olurdu?” dedi, sonra şu mealdeki mısraları söyledi:

“Ey asıl kavimlerin kızı! Eğer kınamak istiyorsan acele etme, önce sor, tahkik et. Sence kınamayı gerektirecek sebepler gerçekleştiyse, işte o zaman kınayıp serzenişte bulun. Bir kız kardeşin kardeşine karşı göstermiş olduğu şefkat ve merhamet hissinden dolayı kınanması vaki ise, buyurun kınayın! Cessas ın bu yaptığı bana göre dehşet vericidir. Vah olana ve alacaklara! Cessas ı sevmemle beraber, onun bu hareketi belimi büktü, ecelimi yaklaştırdı. Eğer çıkarılan bir gözün kısasını yerine getirmek, kardeşi olmayan diğer bir gözle kabil olsaydı, o zaman aldırmazdım. Göz, tıpkı bir annenin büktüğü şeyin ezasına katlandığı gibi, çapak vesairesini taşımağa katlanır. Ey Küleyb! Sen öyle bir öldürülmüş kişisin ki, zaman senin ölümün yüzünden iki evimin tavanını birden yıktı. İlk olarak yeni yaptığım yuvayı, sonra da eski hanemi yıkmağa çalıştı. Onun öldürülmesi, vurulup avcının önüne düşen bir kuş gibi beni yakından vurdu. Ey akrabam olan kadınlar! Durunuz, size söyleyeceklerim var. Bugün zaman beni büyük bir musibete hedef seçti; öyle ki Küleybin öldürülmesi biri arkamda, diğeri önümde olmak üzere beni iki ateş arasında bıraktı. Bir gün için ağlayan, iki gün için ağlayan gibi olmaz. İntikamını alan kişinin yüreği soğur. İntikamımı alırsam, çocuğunu kaybeden matemzede annenin diğer bir çocuğunu kaybetmekle uğrayacağı akıbete maruz kalırım. Keşke bu kan kolumdaki hayat damarımdan alınacak kanla telafi edilebilseydi. Bugün hem katil, hem maktul durumundayım, umarım ki Allah beni rahata kavuşturur. ”

Mühelhile gelince, onun asıl adı Adiyydir. Bir rivayette adının İmruül-Kays olduğu da söylenir. Aynı zamanda Mühelhil, İmruül-Kays bin Hucr el-Kindinin dayısıdır. Ona Mühelhil lakabının verilmesi hatırına geldiği gibi şiir söyleyip, şiir üzerinde hassasiyet göstermeyen ilk kişi olmasından, kasideler söylemesinden ve şiirinde yalan söyleyen ilk kişi olmasından ileri gelmektedir. Mühelhil sarhoşluğu gidip aklı başına gelince, onu korkutup endişeye sevkeden şey, kadınların: “Bilin ki, Küleyb öldürülmüştür.” diye bağrışmaları oldu. Bunun üzerine Mühelhil, bu hadise hakkında ilk defa söylenen şu mealdeki şiirini okudu: “Dün genç kızların vatanlarının dışında görülmelerini kıska-nırdık. Küleyb öldüğü zaman artık ondan sonra zelil ve perişan olduklarının farkında olarak başları ve kolları açık vaziyette çıktılar. Göğüsleri yeni belirmiş ceylan gibi genç kızları, Küleyb in kefene sarılma zamanı yaklaştığı için ziynetlerini çıkarmış olarak görürsün. Onlar Küleybin aralarından ayrılışına üzüldüklerinden başları ve kolları açık bir vaziyette yüzlerini derinden tırmalıyorlar ve onun intikamını zamanın alacağını söylüyorlar … Onlar diyorlar ki: Bundan sonra sığınmak için yalvaranı kim himaye edecek, mızrakların uçlarını kim boyayıp kınalayacak? Sağlam urganları düğüm noktalarından koparan rüzgar estiği zaman, kesilen ödül develerini kim paylaştıracak? Diyetleri acilen toplayıp yerlerine kim takdim edecek? Zamanın peşpeşe getirdiği felaket ve musibetlerin ağırlığını kim yüklenecek? Küleyb zaman için bir zahire idi; şimdi ise onun yokluğu geldi ve bu yokluğu yurdumun temelini sarsıp söktü. Kavmin ve kadınların sabrına galip gelen, bağışlanamayacak kadar büyük olan bir musibetle olanca ağırlığını üzerime atan ve bana acı veren zamandan vay başıma gelenlere! Bu musibet ki, daha önce gençlerin ve orta yaşlıların sığınağı olan muhkem kaleleri yıktı. Ondan sonra bu kaleler ve surları, artık yavaş yavaş duvar ve sütunları yıkılarak harebeye terk edildi. Ey kadınlar! İnce bir keten bezine sarılıp kefenlenen kavmin efendisine ağlayın, yas tutup iyiliklerini sayın! Yardımsız kalan yetimler için ağlayın, komşularla yardımlaşmanın kesilmesine de ağlayın! Kanlara bulanmış olarak boynunun düşüşüne ağlayın! Zaten beni ağlatan da budur. Onun öldürülmesine karşılık olarak Tağlib kabile lerini her yerde öldüreceğim; öyle ki, ölülerinin çevrelerine toplanan kartallar, zıplayarak yürüyen kargalar, onların etrafında dolaşarak avuçlarının etlerini koparıp parçalayacaklar. ”
Sonra Mühelhil, kardeşi Küleybin öldürüldüğü yere gidip kanını gördü ve kabrinin başına gelip: “Toprağın altında basiretli, kararlı, husumeti şiddetli, ifadesi güçlü biri yatıyor. O, yuvasındaki boz renkli bir yılan gibidir, soktuğu kişiyi afsuncunun nefesi dahi kurtaramaz. ” mealindeki mısraları söyledi.

Bundan sonra Mühelhil saçlarını kesip elbisesini kısalttı, kadınları ve onlarla düşüp kalkmayı bırakıp içki ve kumarı kendisine yasakladı. Bu arada kavmini başına topladı ve içlerinden bir kısım adamları Şeybanoğullarına gönderdi. Nihayet bu adamlar Mürre bin Zühl bin Şeybanın yanına geldiler. Bu sırada Mürre kavminin meclisinde toplantı halinde bulunuyordu. Gelen bu adamlar Mürreye: “Bir deve uğruna Küleybi öldürmekle büyük ve tehlikeli bir iş yaptınız, akrabalık bağla-rını kopardınız ve hürmetsizlik ettiniz. Size dört husus arzedeceğiz; eğer bunlardan birisini tercih ederseniz, hem siz kurtulmuş olacaksınız, hem de biz tatmin olacağız. Tercih edeceğiniz hususlara gelince: Ya Küleybi tekrar bizim için diriltirsin, ya da Kuleybin katili olan Cessası bize teslim edersin ve biz onu öldürürüz yahut da Cessasın yerine ona denk olan kardeşi Hemmamı bize teslim edersin veya bize kendinden fedakarlık yaparsın. Zira Küleybin kanını ödemek seninle de mümkün olabilir.” dediler. Bunun üzerine Mürre onlara: “Küleybi diriltmeğe gelince, buna benim gücüm yetmez. Cessası size teslim etmem hususuna gelince, o bir gençtir, düşüncesizce hareket edip Küleybi öldürdükten sonra atına atlayıp gitmiştir. Şu anda hangi memlekete gittiğini bilmiyorum. Hemmam ise onlarca kişinin babası, kardeşi ve amcasıdır. Bunların hepsi de kavminin cengaver süvarileridir ve bunlar başkasının işlediği bir cinayete karşılık olarak onu teslim etmeyeceklerdir. Bana gelince, süvarilerin ilk saldırışında en önce öldürülen ben olurum, fakat acele ölmek istemiyorum. Size teklif edeceğim iki husus var. Bunlardan biri, diğer oğullarım işte buradadır, hangisini istiyorsanız alın ve efendinize karşılık olarak öldürün; diğeri ise, size siyah gözlü, kırmızı tüylü bin deve vereyim.” dedi.
Neticede bu adamlar Mürrenin bu iki teklifine karşı öfkelendiler ve: “Diğer oğullarının canını ortaya koymakla iyi etmedin, üstelik Küleybin kanını süt mukabilinde bizimle pazarlık konusu mu yapmak istiyorsun?” diye çıkıştılar. İşte böylece taraflar arasında savaş körüklenmiş oldu. Kuleybin karısı Celile ise babasına ve kendi kavmine iltihak etti. Bu arada Bekir kabileleri savaşa katılmaktan geri durdular ve Kuleybin öldürülmesini büyük bir hadise sayıp savaşta Şeyban oğullarına yardım etmek istemediler. Diğer taraftan Lüceym ve Yeşkür kabileleri de onlardan ayrılarak çekip gittiler. Haris bin Ubad ve ailesi de Şeybanoğullarına yardımdan geri durdular.

Mühelhil, kardeşi Kuleybin ardından kaside şeklinde birçok mersiye söyledi. Bu mersiyelerinden biri şu mealdeki mısralardır: “Ey Küleyb! Ne dünyada ve ne de içerisinde bulunanlarda hayır vardır; çünkü sen de onu terk edip gidenler kervanına katıldın. Ey Küleyb! Onun savrulan toprağı senin üzerinde yükselmişken gölgelikler altında hangi şerefli ve değerli genç kalmıştır. Küleyb in ölüm haberini getirenlere: Artık yer yüzü üzerimize yıkıldı veya yeryüzünün direkleri yerinden ayrıldı. dedim. Basiret ve kararlılık onun güzel hasletlerinden idi. Ey kavmim! Onun bütün iyiliklerini saymış değilim. O, süvariler saldırılarına koyuldukları zaman, peşpeşe dizginleri üzerine düşen süvarilerin kumandanı idi. Tağlib süvarilerinin mızraklarını, düşmanlarının kanlarıyla boyadıklarını görürsün. Onlar uçları demirli, boğumları sağlam Hatt Beldesi yapısı mızraklardan sarsılıp yerlerinden oynuyorlardı. Keşke gök, altında bulunanların üzerine göçseydi, yeryüzü yarılıp da üzerindekileri içine alsaydı! Allah içimizden sizinle sulh yapanların hallerini güneş en yüksek mecrasından görünüp ışık verdiği müddetçe düzeltip ıslah etmesin!”

Bir rivayete göre, taraflar aralarındaki ilk savaş olan Uneyze vakasında karşılaştılar. Uneyze, Felce yakınında bir yerdir. Bu savaşta taraflar kuvvet bakımından müsavi olduklarından birbirlerine karşı üstünlük sağlayamadılar. Bu hususu Mühelhil şu mealdeki mısralarıyla dile getirmiştir: “Biz ve babamızın oğulları bir kuşluk vakti Uneyze denilen yerin kenarında, değirmen taşları gibi birbirimizi yedik, bitirdik. Keşke rüzgar çelik ağızlı keskin kılıçlarla vurulan miğferlerin sesini Hucr ahalisine işittirseydi. ”
Nihayet savaştan çekilen taraflar bir müddet sonra tekrar Neheya denilen bir suyun başında karşılaştılar. Şeybanoğulları bu suyun başına gelip konaklamışlardı. Aralarında meydana gelen ilk savaşın bu olduğu da rivayet edilmektedir. Bu savaşta Tağlib Kabilesinin reisi Mühelhil, Şeybanoğullarının reisi ise Haris bin Mürre idi. Şeybanoğulları bu savaştan galip çıktılar, Tağliboğulları ise mağlüp oldular. Savaş son derece şiddetli olmasına rağmen, bu savaşta Mürreoğullarından bir tek kişi bile öldürülmedi.

Daha sonra taraflar tekrar Zenaib denilen yerde karşılaştılar. Bu savaş onların yaptıkları en büyük savaş idi. Neticede savaşı Tağliboğulları kazandı ve Bekir Kabilesinden pek çok kimse öldürüldü. Ayrıca bu savaşta Havfezan ile Man bin Zaidenin dedesi Şerahil bin Mürre bin Hemmam bin Zühl bin Şeyban, Haris bin Mürre bin Zühl bin Şeyban, Zühl bin Salebeoğullarından Amr bin Sedüs bin Şeyban bin Zühl ve Bekir Kabilesinin ileri gelen reisIerinden bir kısım kimseler öldürüldüler.

Bundan sonra taraflar tekrar Varidat vakasında karşılaştılar ve çok şiddetli bir şekilde savaştılar. Neticede savaşı yine Tağliboğulları kazandı ve Bekroğullarından pek çok kimse öldürüldü. Bu savaşta Cessasın öz kardeşi Hemmam bin Mürre bin Zühl bin Şeyban da öldürüldü. Mühelhil cesedinin yanından geçerken öldürüldüğünü görünce: “Allaha and olsun ki, Kuleybin öldürülmesinden sonra bana en ağır gelen şey senin öldürülmen oldu. Yine Allaha yemin ederim ki, ikinizden sonra artık Bekir Kabilesi bir daha ebediyen hayır ve iyilik üzerine toplanamaz.” dedi.

Rivayet edildiğine göre, Hemmam bin Mürre Kıdda vakasından önce meydana gelen Kusayhat vakasında öldürülmüştü. Kendisini öldüren kişi ise Naşire idi. Aslında Hemmam bin Mürre onu yitik olarak bulmuş, sonra büyütüp ona Naşire adını vermişti. Naşire Hemmamın yanında kalıyordu. Nihayet Naşire büyüyünce kendisinin Tağlib Kabilesine mensup olduğunu öğrendi. Hemmam Kusayhat vakasında savaşıyordu ve susadığı zaman gelip kırbasından suyunu içiyordu. Bu fırsatı değerlendiren Naşire onu tuzağa düşürüp öldürdü ve kendisi asıl kavmi olan Tağlib kabilesine iltihak etti. Cessas bu vakada nerdeyse yakalanacaktı, fakat kurtulmayı başardı. Bunun üzerine Mühelhil şu mealdeki beyti söyledi: “Eğer süvarilerim sana yetişebilseydi, sen onların inlerinin derinliklerinde gizlenen aslanlar gibi olduklarını göreceklin. ”

Daha sonra şu mealdeki mısralarıyla sözlerine devam etti: “Süvarileri Erakeye indireceğim, böylece borçlarımı ödemiş olacağım. Bekir Kabilesi nin ileri gelen değerli kişilerini öldüreceğim ve nice gözleri kapakları dolup taşacak şekilde ağlatacağım. Öyle ki, bizim darbemizin şiddetinden korku ve telaşa kapılan hamile kadınlar ceninlerini düşüreceklerdir.

Eyyamül-Arab adıyla bilinen bu vakaların sırasının anlattığımız şekilde olmadığı da rivayet edilmektedir. Biz bunu ileride zikredeceğiz.
Tağlib Kabilesinden Ebu Nüveyre ile yanındakiler kendi kavimlerinin gözcüleri idi. Cessas ve yanındaki diğer kimseler de kendi kabilelerinin gözcüleri idiler. Bir gece Cessas ile Ebu Nüveyre karşılaştılar. Bu sırada Ebu Nüveyre Ona: “Güreşmek, kılıç veya mızrakla düello yapmak hususlarından birisini seç.” dedi. Cessas güreşi tercih etti. Bunun üzerine her ikisi de güreşmeğe başladılar. Her ikisi de kabilelerinin gözcüleri olduklarından gecikmeleri üzerine kabile mensupları aramağa çıktılar ve onları güreşirken buldular. Cessas neredeyse Ebu Nüveyreyi yenmek üzere idi, fakat kabile taraftarları onları ayırıp araladılar.
Bundan sonra Tağlib Kabilesi ısrarla Cessası takibe koyuldular, bunun üzerine babası Mürre Cessasa: “Sen Suriyedeki dayılarının yanına git” dedi, fakat Cessas babasının bu tavsiyesini kabul etmedi. Babası Mürre ısrar edip onu beş kişiyle birlikte gizlice yola çıkardı. Mühelhil bunu haber alınca hemen Ebu Nüveyre ile birlikte adamlarının kahramanlarından otuz kişiyi peşinden gönderdi. Bunlar sür atle gidip Cessas a yetiştiler. Cessas kendilerine karşı koyup çatışmaya girdi ve çatışma esnasında iki kişi hariç, Ebu Nüveyre ve adamları öldürüldüler. Bu arada ağır bir şekilde yaralanan Cessas da öldü. Ayrıca Cessasın yanındaki adamlar da öldürüldü; ancak iki kişi kurtulabildi. Nihayet kurtulan bu iki kişi kendi adamlarının yanına sağ salim döndüler. Mürre oğlu Cessasın öldürüldüğünü duyunca: “Cessasın onlardan bir kişiyi bile öldürmemesi beni hüzne boğdu.” dedi. Bunun üzerine kendisine: “Cessas bizzat otuz kişinin reisi olan Ebu Nüveyreyi ve onunla birlikte on beş kişiyi kendisi öldürdü ve bunların öldürülmesinde biz kendisine iştirak etmedik. Biz ancak geri kalan on beş kişiyi öldürdük.” denildi. Mürre bu durumu öğrenince: “İşte bu Cessasa karşı gönlümü teskin etti.” dedi.

Bir rivayette, Bekir ve Tağlib kabileleri arasındaki savaşta en son öldürülen kişinin Cessas olduğu söylenir. Buna göre Cessasın öldürülmesi şöyle oldu: Bilindiği üzere Cessasın kız kardeşi Celile Kuleybin karısı idi ve Küleyb öldürüldükten sonra hamile olarak babasının yanına dönmüştü. Nihayet iki kabile arasında savaş çıktı ve taraflar arasında olanlar oldu. Sonra her iki kabile yok olmakla karşı karşıya kalınca sulh anlaşması yapıp savaşı sona erdirdiler. Bu sırada Cessasın kız kardeşi Celile bir oğlan çocuğu dünyaya getirdi ve adım Hicris koydu. Bu çocuğu dayısı Cessas terbiye edip büyüttü. Bu çocuk baba olarak Cessası tanıyordu ve Cessas onu kendi kızıyla evlendirdi. Bir gün Hicris ile Bekir Kabilesinden birisi arasında bir münakaşa cereyan etti. Bu adam Hicrise: “Seni babanın yanına göndermedikçe uslanmazsın.” dedi, bunun üzerine Hicris adamla münakaşayı terk edip üzgün ve mahzun bir halde annesinin yanına geldi ve durumu ona anlattı. Nihayet Hicris hanımının yanında uyurken, hanımı düşünceli ve sıkıntılı olduğunu gördü ve durumunu yadırgadı, sonra gidip babası Cessasa kocası Hicrisin halini aktardı. Bunun üzerine Cessas: “Kabenin Rabbine yemin ederim ki, o intikam peşinde koşuyor.” dedi ve kızgın taş misali geceyi böyle geçirdi. Sonra sabah olunca Hicrisi yanına çağırdı ve ona: “Sen benim çocuğumsun ve sana ne kadar değer verdiğimi de bilirsin. Üstelik kızımı da sana verdim. Baban yüzünden uzun müddet süren bir savaş meydana geldi; şimdi sulh yaptık ve savaşı bıraktık. Halkın kabul edip girdiği sulh anlaşmasının içerisine senin de girmeni uygun buluyorum ve benimle birlikte gelip bizden nasıl sulh anlaşması için söz alındıysa, senden de bu sözün alınmasını istiyorum.” dedi. Bunun üzerine Hicris: “Pek iyi kabul ediyorum, dediğini yapacağım.” diye cevap verdi. Bu durum karşısında Cessas hemen Hicrisi bir ata bindirdi ve atına binen Hicris harp için gerekli olan bütün edevatı giyinip kuşandı, sonra: “Benim gibi birisi silahsız olarak kendi aile ve yakınlarının yanına gitmez.” dedi. Nihayet Cessas ile birlikte Hicris yola çıktılar ve kendi kavimlerinden bir grup kişinin yanına geldiler. Cessas onlara durumu hikaye edip anlattı; ayrıca Hicrisin de kabilesinin diğer fertleri gibi sulh anlaşmasını kabul edeceğini bildirdi ve: “Sizin akdettiğiniz sulh anlaşmasına katılmak için Hicris kalkıp buraya geldi.” dedi. Nihayet kanı yaklaştırıp sulh anlaşması için ayağa kalktıkları bir sırada Hicris mızrağının ortasından tuttu, sonra: “Atını ve iki kulağı, mızrağını ve iki demiri, kılıcını ve iki ağzı hakkı için söylüyorum, er kişi babasının katilini yaşatmaz.” dedi. Bu sırada Cessas gözlerini dikmiş ona bakıyordu. Sonra Hicris mızrağını çekip Cessasa sapladı ve onu öldürdü. Bundan sonra Hicris kendi kavmine iltihak etti. İşte böylece Cessas, Bekir ve Tağlib kabileleri arasındaki savaşta Bekir Kabilesinden en son öldürülen kişi oldu. Fakat ilk zikrettiğimiz birinci rivayetin doğruluğunu söyleyenler daha çoğunluktadır.

Şimdi kaldığımız yerden tekrar devam ediyoruz. Cessas öldürüldükten sonra babası Mürre, Mühelhile birisini gönderdi ve: “Artık Cessası öldürüp intikamını aldın, savaştan vazgeç, inat ve aşırılığı bırak, iki tarafın arasını düzelt, zira bu, her iki kabile için hem çok uygun olur, hem de düşmanlarım daha kahredici olur.” dedi, fakat Mühelhil Onun bu sözlerine kulak asmadı. Haris bin Ubad ise savaştan geri durmuştu ve savaşa katılmamıştı. Mürrenin iki oğlu Cessas ve Hemmam öldürülünce kardeşi Amr bin Ubadın oğlu Büceyri, yani yeğenini bir deveye bindirip Mühelhile gönderdi ve eline bir de mektup verdi. Haris bin Ubad mektubunda Mühelhile hitaben: “Sen öldürmek hususunda aşırı gittin, intikamını aldıktan başka Bekir Kabilesinden pek çok kimseyi öldürdün. Sana oğlumu (yeğenimi) gönderiyorum, istersen kardeşine karşılık olarak onu öldürür, iki kabilenin arasını düzeltirsin yahut da onu salıverir, aradaki düşmanlığı bertaraf edersin, çünkü bu iki kabile arasındaki savaşlarda yaşaması sizin ve bizim için hayırlı olan bir çok insan ölüp gitti.” dedi. Mühelhil Harisin kendisine gönderdiği mektubun muhtevasına vakıf olunca tutup Büceyri öldürdü ve: “Sen Küleybin ayakkabılarının bağlarına karşılık öldürüldün (yani sen ancak onun ayakkabısının bağına denksin.)” dedi. Haris bin Ubad yeğeni Büceyrin öldürüldüğünü duyunca, onu iki kabilenin arasını düzeltmek için kardeşi Kuleybin karşılığında öldürdüğünü sandı ve: “O ne güzel öldürülmüş kişidir ki, Vailin iki oğlunun arasını bulup düzeltti.” diye söylendi, fakat kendisine yeğeni Büceyr için Mühelhilin: “Sen Küleybin ayakkabılarının bağlarına karşılık öldürüldün.” dediği nakledilince Haris buna çok öfkelendi ve şu mealdeki mısraları söyledi: “Beni Neamenin bağlı bulunduğu yere yaklaştırın; zira Vail savaşı yeniden coştu. Beni Neamenin bağlı bulunduğu yere yaklaştırın; zira saçlarım ağardı ve adamlarım beni yadırgamağa başladı. Allah biliyor ki, ben bu savaşın canilerinden değilim, fakat bu gün bu savaşın ateşiyle yanıyorum. ”

Nihayet Neame adındaki atını alıp onun yanına getirdiler. Bu at zamanında eşi ve benzeri görülmemiş bir at idi. Haris bin Ubad atına binip Bekroğullarının işlerini üzerine aldı ve onların yaptıkları savaşlara katıldı. Onun iştirak ettiği ilk savaş, Tahlakul-lemem (saçların tıraş edilmesi) adıyla bilinen Kidda vakası idi. Bu vakaya TahlakuI-lemem denilmesinin sebebi ise, Bekroğullarının birbirlerini tanıyabilmeleri için saçlalarını tıraş etmiş olmalarıydı. Ancak Cahder bin Dubeya bin Kays EbuI-Mesamia tıraş olmamıştı ve kabile mensuplarına: “Ben kısa boyluyum, beni ayıplamayın ve üzerinize gelecek olan ilk süvari karşılığında saçımı satın alıyorum.” dedi. İlk gelen süvari ise İbn Annak oldu ve Cahder bin Dubeya onun üzerine saldırıp öldürdü. Cahder bin Dubeya bu savaşta recez bahrinden kasideler okuyor ve: “Eğer süvariler gelip yaklaşırlar ise onları benim üzerime salın. Eğer onlarla çarpışıp vuruşmazsam, saçlarımı kökünden kazıyın. ” mealindeki mısraları söylüyordu.

Haris bin Ubad o gün var gücüyle savaştı ve Tağlib Kabilesinden pek çok kişiyi öldürdü. Tarafe, bu hususu şu mealdeki mısralarıyla dile getirmiştir: “Bizi, Tahlakul-lemem günü kuvvetlerimizi tanıyanlara sorun; zira o gün beyaz tenli güzel kadınlar, korkularından paçalarını sıvayıp kaçmağa hazırlanmışlardı; süvariler ise deve sürülerini toplayıp kaçış hazırlığına başlamışlardı. ”
İşte bu gün, yani Kidda vakasında Haris bin Ubad Mühelhili esir aldı.

Mühelhilin asıl adı Adiyy idi, fakat Haris bin Ubad onu tanımıyordu. Bunun üzerine Haris ona: “Bana Adiyyin bulunduğu yeri gösterirsen, seni serbest bırakırım.” dedi. Mühelhil: “Eğer Adiyyin bulunduğu yeri sana gösterirsem, beni serbest bırakacağına Allahadına söz verir misin?” diye sordu. Haris: “Evet, söz veriyorum.” diye karşılık verdi. Bunun üzerine: “Ben Adiyyim.” dedi. Bu durum karşısında Haris bin Ubad onun alın saçını kesti ve serbest bıraktı. Sonra bu hadise ile ilgili olarak: “Adiyy yüzünden kendime ne kadar teessüf etsem yeridir; çünkü onu elime geçirmiştim ve öldürme imkanına sahiptim; fakat ne yazık ki onu tanıyamadım ve fırsatı kaçırıp onu serbest bırakmak mecburiyetinde kaldım. ” mealindeki mısraları söyledi.

İki taraf, yani Bekir ve Tağlib kabileleri arasında meydana gelen şiddetli savaşların sayısı beştir: Birincisi Uneyze vakasıdır. Bu savaşta taraflar birbirlerine üstünlük sağlayamayıp berabere kalmışlardır.
İkincisi Varidat vakasıdır. Bu savaş Tağlib Kabilesinin lehine, Bekir Kabilesi nin aleyhine neticelenmiştir.
Üçüncüsü Hınv vakasıdır. Bu savaş yukarıdakinin aksine Bekir Kabilesinin lehine, Tağlib Kabilesinin aleyhine neticelenmiştir.
Dördüncüsü Kusaybat vakasıdır. Bekir Kabilesi bu savaşta mühim bir isabet aldı; öyle ki bu savaştan sağ çıkmayacaklarını sanmışlardı.
Beşincisi Kıdda vakasıdır. Bu savaş Tahaluk (saçların tıraş edil-mesi) adıyla bilinmektedir ve Haris bin UMd bizzat bu savaşa katılmıştır
Ayrıca burada sayılanlardan başka, küçük çapta da olsa, bazı vakalar daha meydana gelmiştir. Bunlardan birisi Nakıyye vakasıdır. Diğeri Pasil vakasıdır ki, Bekir Kabilesinin Tağlib Kabilesine üstün ve galip gelmesiyle neticelenmiştir. Bundan sonra artık bu iki kabile arasında büyük savaşlar meydana gelmemiş, ancak karşılıklı olarak hücum ve baskınlar yapılmıştır. Bu iki kabile arasındaki savaşlar ise kırk yıl sürmüştür.

Sonra Mühelhil kavmine şunları söyledi: “Kendi kavminize karşı şefkat ve merhamet göstermenizi uygun buluyorum, çünkü onlar sizin iyiliğinizi istiyorlar. Savaş başlayalı kırk yılolmuştur. Aslında intikam peşinde koştuğunuz için de ben sizi kınamıyorum. Eğer savaşla geçen bu yıllar refah ve barış içerisinde geçmiş olsaydı, yine de refahın bu kadar uzun sürmesinden bıkılır, usanılırdı. Bu savaştan nasıl usanılmasın ki, iki kabile birbirini yiyip bitirmiş, anneler çocuklarım kaybetmiş, çocuklar yetim bırakılmış, hala çevrede yakınlarının ölümüne ağlayıp feryat edenler var, ortada ise dinmeyen gözyaşları, gömülmemiş cesetler, kınından sıyrılmış kılıçlar, düzeltilmiş mızraklar var … Yarın karşı kabile sevgi ve beraberlik duyguları içinde size gelecek ve akrabalar birbirlerine öyle merhamet ve şefkat gösterecekler ki, ayakkabının bağını bağlayacak derecede birbirlerinize yardımcı olacaksınız.” Nitekim dediği gibi de oldu.

Bundan sonra Mühelhil: “Bana gelince, aranızda kalmağa gönlüm razı olmuyor. Hem ben Kuleybin katilini görmeğe tahammül edemiyorum. Ayrıca galeyana gelip sizi onların kökünü kazıyıp yok etmeğe teşvik ve tahrik etmekten korkuyorum, bu sebeple Yemene gideceğim.” dedi ve onlardan ayrılıp Yemene hareket etti. Nihayet Mezhic Kabilesinin bir kolu olan Cenb Kabilesine gelip onların yanına indi. Bu sırada Mühelhilin kızına talip oldular, fakat Mühelhil kızım onlara vermek istemedi; ancak onu kızını evlendirmeğe zorladılar ve kızının mehri olarak kendisine işlenmiş deriler gönderdiler. Bunun üzerine Mühelhil: “Cüşem Kabilesi nin değerli oğullarının kız kardeşinin karşılaştığı durumdan dolayı Tağlib Kabilesini kınayın! Erakım Aşireti ni kaybetmesi, onu Cenb Kabilesi nden biriyle evlenmeğe mecbur etti; onun mehri ise işlenmiş deri idi. Eğer Eban ve Mütabi dağlarını getirip kızı isteseydi, isteyenin burnu kana bulanırdı. ” mealindeki mısraları söyledi.

Erakım, Cüşem bin Tağlib kabilesinin bir boyudur. Kız, aşireti olan Erakımı kaybettiğinden, Cenb Kabilesinden bir adam işlenmiş bir deri parçası karşılığında onu kendisine nikahlamıştır. İşte bundan sonra Mühelhil kendi kavminin diyarına geri döndü. Bekroğullarından Amr bin Malik bin Dubeya onu Hecer civarında esir aldı ve esir olmasına rağmen ona çok iyi davrandı. Bu sırada Hecer tarafından getirmiş olduğu şarapları satmakta olan bir şarap taciri Mühelhile rastladı, bu kişi Mühelhilin eski dostlarındandı ve esir olmasına rağmen ona bir tulum şarap hediye etti. Bunun üzerine Malikoğulları acele olarak onun başına toplandılar ve bir deve kestiler. Sonra Amrın Mühelhile tahsis ettiği odada ve onun yanında içmeğe başladılar. Nihayet içki onları tesiri altına aldığı bir sırada, Mühelhil daha önceleri kardeşi Küleyb için ağıt halinde söylediği şiirini terennüm etmeğe başladı. Amr Mühelhilin bu ağıtını işitince: “Bu adam gerçekten suya kanmış. And olsun ki Zebib suya gidinceye kadar bu adam benim yanımda su içmeyecek.” dedi. Zebib Amra ait erkek bir deve idi ve yazın kavurucu sıcaklığında bile beş günde bir defa su içmeğe inerdi. Bunun üzerine Malikoğulları Mühelhilin ölmesini istemediklerinden hemen Zebibi aramağa koyuldular; fakat Zebibi bulamadılar. Neticede Mühelhil susuzluktan öldü.
Rivayet edildiğine göre, Tağlib Kabilesinden Mücellilin kızı Amrın karısı idi. Bu kadın, Mühelhil esir iken onun yanına gelmek istedi, bu vesile ile Mühelhil onu anarak:

“Mücellil in kızı ter u taze, çok latif, beyaz tenli, edalı, cilveli, sarılması tatlıdır. Biraz uzağa git, zira bağlı ve kelepçeli olan sarılmağa yol bulamaz. 0, göğsünü bana vurup dedi ki: Ey Adiyy! Seni koruyucular korumuştur. ” mealindeki mısralarla başlayan uzun bir şiir söyledi.
Mühelhilin söylediği bu şiir Amr bin Malike aktarıldı. Bunun üze-rine Amr devesi Zebib gelip su içinceye kadar Mühelhile su vermeyeceğine dair yemin etti. Bu durum karşısında bir grup insan Amrdan, devesi Zebibin kendi başına gidip su içmesini beklemeden ona su içir-mesini istediler. Amr onların bu isteğini kabul etti ve yemininin yerini bulması için devesini suyun başına getirtip ona su içirtti, sonra Mühelhile orada bulunan en ağır ve zararlı bir su içirdi ve Mühelhil hemen öldü.