"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

İmruül-kaysın babası hucrun öldürülmesi

Biz önce onların Necid bölgesindeki Arapların başına geçip hükümdar olmalarının sebebini zikredeceğiz, sonra da onun öldürülmesine kadar olup biten hadiseleri ve öldürülmesi ile ilgili hususları sırayla aktaracağız.

Bekr Kabilesinin ayak takımları aklı başında olan kimselere galip gelip, duruma hakim olmuşlardı. Öyle ki, kuvvetli olan zayıf olanı yiyordu. Bu durum karşısında aklı eren kimseler zayıfın hakkını kuvvetliden alabilecek birini başlarına hükümdar yapmağa karar verdiler; fakat diğer Araplar onların bu kararına rıza göstermediler, çünkü onlar Bekir Kabilesi nden birisinin başa geçmesi halinde, Araplardan bir kısım kabilelerin ona itaat edeceklerini, diğer bir kısım kabileIerin ise karşı koyup muhalefet edeceklerini, dolayısıyla bu işin yürümeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Bunun üzerine Yemen tübbalarından (hükümdarlarından) birisine gidip başlarına bir hükümdar tayin etmesini istediler, çünkü o zamanlar Araplar için Yemen Tübbaları, Müslümanların halifeleri mesabesinde idi. Bu durum karşısında Yemen Tübbaı, Hucr bin Amr Akilül-murarı onların başına hükümdar tayin etti. Nihayet Hucr bin Amr gelip Batnu Akıle yerleşti, Bekir Kabilesini yanına alıp baskın hareketlerine girişti ve Lahmilerin elinde bulunan topraklarını kurtarıp geri aldı. Hucr ölüp Batnu Akıle defnedilinceye kadar bu topraklar onun elinde kaldı.

Hucr ölünce yerine oğlu Amr bin Hucr hükümdar oldu. Amrın hükümdarlığı sırf babasının hakim olduğu yerlerle sınırlı olduğundan kendisine elMaksur denildi. el-Cevn adıyla bilinen kardeşi Muaviye ise Yemame hükümdarı idi. Amr bin Hucr ölünce yerine oğlu Haris bin Amr hükümdar oldu. Haris, otoriter ve gür sesli bir hükümdardı. Nihayet Fars tahtına Kubad bin Firuz çıkıp hükümdar olduğu zaman, yukarıda da bahsettiğimiz üzere, Mazdek adında birisi ortaya çıktı ve insanları zındıklığa davet etti. Kubad, onun bu davetini kabul etti. Bu sırada Münzir bin Maüssema, Kisralar adına Hire ve civarının valiliğinde bulunuyordu. Kubad kendisiyle birlikte onu Mazdekin dinine girmeğe davet etti, fakat Münzir onun bu davetini reddetti. Bu defa Kubad, Haris bin Amrı Mazdekin dinine davet etti, o bu daveti kabul etti; bunun üzerine Kubad onu Hire valiliğine tayin etti ve Münziri memleketinden kovdu. Haris bin Amrın tayini konusunda daha başka rivayetler de vardır. Bunu Kubad dönemine ait olan bahiste anlattık.
Nihayet Kisra Enuşirvan babası Kubaddan sonra yerine geçip hükümdar oluncaya kadar herkes yerinde kaldı. Enuşirvan tahta çıkınca Mazdeki ve taraftarlarını öldürüp Münzir bin Maüssemayı tekrar Hire valiliğine iade etti. Sonra Haris bin Amrın peşine takıldı. Haris ise Enbarda kalıyordu, ailesi ve meskeni burada idi. Neticede Haris bin Amr çocuklarını, mallarını ve hecin develerini (veya cariyeden doğma çocuklarını) alarak kaçtı; fakat Münzir Tağlib, İyad ve Behra kabilelerinden meydana gelen bir süvari birliğiyle peşine düştü. Bu sırada Kelb Kabilesiuin topraklarına giren Haris bin Amr kurtuldu, fakat malları ve hecin develeri (veya cariyeden doğma çocukları ) Münzir tarafından yağma edildi. Bu arada Tağlib Kabilesi, Akilül-murar Oğullarından kırk sekiz kişiyi yakalayıp Münzirin yanına getirdi. Bunların arasında Haris bin Amrın iki oğlu Amr ile Malik de bulunuyordu. Neticede Münzir onları Beni Merina (Merina oğulları) diyarında öldürdü. Bu hadiseyi Amr bin Külsum: “Onlar ganimet ve esir alarak döndüler; biz de zincire vurulmuş hükümdarlar alarak döndük. ” mealindeki mısralarıyla dile getirdi. Şair İmruül-Kays ise onların durumunu şu mealdeki mısralarıyla dile getirmiştir:

“Hucr bin Amroğulları ndan nice hükümdarlar akşama doğru getirilip öldürüldüler. Eğer bir savaş meydanında öldürülmüş olsalardı, belki hoş görülebilirdi; fakat onlar Benu Merina diyarında öldürüldüler. Başları hıtmi (hanım çiçeği) ile yıkanmamış, aksine kanlara bulanmış olarak kalmıştır. Kuşlar ise başlarına üşüşmüş, kaşlarını ve gözlerini oyup çıkarmışlardır. ”
Bundan sonra Haris bin Amr Kelb Kabilesi topraklarında ikamet etmeğe başladı. Kelbliler onun Münzirin adamları tarafından öldürüldüğünü ileri sürerler. Kindeli alimler ise, onun ava çıktığı sırada geyik sürüsünden erkek bir geyiğin peşine takıldığını, avlamakta güçlük çektiği için ciğerinden yemedikçe hiç bir şey yemeyeceğine dair yemin ettiğini, bir süvari grubu tarafından geyiğin takip edilip üç gün sonra getirildiğini, bu sırada Harisin açlık yüzünden ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını, geyiğin kendisi için kebap yapıldığını ve karaciğerinden sıcak bir parça yedikten sonra hemen öldüğünü ileri sürüyorlar.
Haris bin Amr, Rirede bulunduğu sırada Nizar kabilelerinin ileri gelen eşrafı gelip kendisine: “Senin itaatin altındayız. Bildiğiniz gibi, bazı öldürme hadiseleri yüzünden aramıza fitne girdi. Biz çevremizden (veya yok olmaktan ) korkuyoruz. Oğullarınızı bizimle beraber gönderin de aramızda kalsınlar ve bu fitneyi kaldırsınlar.” dediler. Bunun üzerine Haris bin Amr oğullarını Arap kabileleri arasında taksim etti. Oğullarından Hucru Esed bin Huzeyme ile Gatafanın, Külab hadisesinde öldürülen oğlu Şurahbili Bekir bin Vail ile diğer kabilelerin, başını güzel koku ile kılıflayıp sardığı için kendisine Galfa denilen diğer oğlu Madi Keribi Aylan soyundan gelen Kays Kabilesi ile diğer küçük kabilelerin, diğer oğlu Selemeyi ise Tağlib ve Nemir bin Kaasıt kabileleri ile Temim Kabilesinden Saad bin Zeyd Menatoğullarının başına tayin etti.

Esedoğullarının başında bulunan Hucr, her yıl ihtiyacı kadar onlardan vergi ve hediyeler alıyordu. Bu durum bir müddet böyle devam etti. Sonra vergilerini toplamak üzere onlara birisini gönderdi. Bu sırada Esedoğulları Tihamede bulunuyorlardı. Hucr tarafından vergi toplamak üzere gönderilen bu adamı dövdüler ve kovdular. Bu durumu öğrenen Hucr, Rabia Kabilesinden aldığı askerler ile kardeşinin Kays ve Kinane kabilelerinden meydana getirdiği askeri birliği alıp onların üzerine yürüdü. Nihayet Hucr onların yanına geldiği zaman önce seçkin ve ileri gelen kimselerini yakalayıp sopa ile öldürmeğe başladı, mallarını mubah sayıp el koydu ve onları Tihameye gönderdi(1), ayrıca onların ileri gelen eşrafından bir grup kimseyi de hapsetti. Bu kişilerin arasında şair Ubeyd bin el-Ebras da bulunuyordu. Bu zat bir şiir söyleyerek Hucurdan kendilerine merhamet dilediğinde bulundu. Onun bu şiirinden duygulanan Hucr merhamete geldi ve birisini gönderip onları serbest bırakmasını istedi. Nihayet bir gün kahinleri Avf bin Rabia bin Amir el-Esedi kehanette bulundu ve onlara: “Uzun boylu, galip gelen hiç mağlup olmayan, develerin arasına girdiğinde onları yabani sığır sürüsüne çeviren, işte kanı akıyor olan ve yarın ilk defa soyulacak olan hükümdar kimdir?” diye sordu. Onlar da: “Kim olduğunu siz söyleyin.” dediler, bunun üzerine kahin: “Eğer korkan nefsimin ürküntü ve çalkantısı olmasaydı, onun Hucr olduğunu apaçık söylerim.” dedi. Bu sözleri üzerine her taraftan harekete geçerek Hucrun karargahına ulaştılar ve çadırına hücum edip onu öldürdüler. Kılıcını dürterek Hucru öldüren kişi İlba bin Haris el-Kahili idi.
(1) Az önce Esedoğullarının Tihamede bulundukları kaydedilmiştİ. Burada ise onların ileri gelen eşrafının Tihameye gönderildiği ifade ediliyor. Her halde metinde bir tahrip var. Doğrusunu tespit etmek mümkün olmadı. (Mütercim).
Daha önce de Hucr onun babasını öldürmüştü. Hucr öldürülünce Esedoğulları: “Ey Kinane ve Kays kabileleri topluluğu! Sizler bizim kardeşimiz ve amcamızın oğullarısınız. Nesep itibariyle bizden ve sizden uzak olan bu adamın gidişatını, kendisinin ve kavminin size yaptıklarını gördünüz. O halde onların mallarını yağmalayınız.” dediler. Bunun üzerine onlar Hucra ait olan hecin develerinin üzerine saldırdılar ve onları yağma ettiler, sonra Hucru beyaz bir elbiseye sarıp yol üzerine attılar. Kays ve Kinane kabileleri onu yol üzerine atılmış vaziyette görünce üzerindekileri soyup aldılar. Bu arada Amr bin Mesud da ailesini kurtardı.

Rivayet edildiğine göre, Hucr Esedoğullarının kendisine karşı birleştiklerini görünce onlardan korkup ailesi ve kızı Hind için Utilrid bin Kaab bin Zeyd Menat bin Temimin oğullarından biri olan Üveymir bin Şicneden yardım istedi ve Esedoğullarına: “Eğer bana cephe alacaksanız, ben sizden ayrılıyor ve sizi kendi halinize bırakıyorum.” dedi. Hucrun bu sözü üzerine onunla anlaştılar ve yol verdiler. Sonra Hucr aralarından ayrıldı ve bir müddet kendi kavmi arasında kaldı. Daha sonra onlara karşı büyük bir kalabalık topladı ve bu kimselere güvenerek küstahça üzerlerine yürüdü. Esedoğulları ise kendi aralarında istişare ederek: “Allaha yemin ederek ifade edelim ki, eğer Hucr bizi mağlup ederse, bizleri çocuk yerine koyacaktır. Bu takdirde yaşamanın bir manası yoktur. O halde şerefimizle ölelim daha iyidir.” dediler ve bir araya toplanıp Hucrun üzerine yürüdüler. Karşılaşan taraflar şiddetli ve çetin bir şekilde savaştılar. Esedoğullarının başında İlba bin Haris bulunuyordu ve Hucra saldırıp onu öldürdü. Böylece Kindeliler ile beraberindekiler hezimete uğrayıp mağlup oldular. Esedoğulları ise Hucrun ailesinden bir takım kimseleri esir aldılar ve ellerini avuçlarını dolduracak kadar bol miktarda ganimet ele geçirdiler. Ayrıca Hucrun cariyelerini, karılarını ve yanlarında bulundurdukları şeyleri alıp aralarında taksim ettiler.

Diğer bir rivayete göre, Hucr savaş alanında esir olarak yakalanıp bir çadırın içerisine konulmuş ve İlbaın kız kardeşinin oğlu onun üzerine atılıp yanındaki bir demir parçasını ona vurmuştu; çünkü Hucr, daha önce İlbaın babasını öldürmüştü. Hucr, İlbaın yeğeni tarafından yaralanmış ise de henüz ölmemişti. Bunun üzerine Hucr vasiyetini yazıp bir adama verdi ve ona: “Önce oğullarımın en büyüğü olan Nafie git, eğer ağlar ve sabırsızlık gösterir se onu bırak ve en küçük oğlum imruül-Kayse gelinceye kadar onları tek tek dolaşıp yokla, hangisi sabır gösterip metanetli davramrsa atımı, silahımı ve vasiyetimi ona ver.” dedi. Hucr, vasiyetinde kendisini kimin öldürdüğünü ve hadisenin nasıl meydana geldiğini anlatmıştı.

Nihayet bu adam onun vasiyetini alıp oğlu Nafie götürdü ve Nafi başına toprak serpip sabırsızlık gösterdi. Sonra oğullarının hepsini dolaştı ve hepsi de Nafi gibi sabırsızlık gösterip dayanamadılar ve başlarına toprak serptiler. En son bu adam imruül-Kaysin yanına geldi ve Onu, arkadaşıyla şarap içip tavla oynarken buldu. Bu adam imruül-Kayse babası Hucrun öldürüldüğünü söyledi, fakat O, adamın sözüne hiç aldırmadı. Arkadaşı ise bir an için oyundan elini çekti, fakat İmruül-Kays ona: “Oyununu bozmak istemedim.” dedi, sonra babasının vasiyetini getiren bu adama dönüp, babası Hucrun başından geçenleri baştan sona kadar anlatmasını istedi, adam da olup bitenleri baştan aşağı anlattı. Bunun üzerine İmruül-Kays adama dönüp: “Esedoğullarından yüz kişiyi öldürüp, yüz kişiyi serbest bırakmadıkça içki ve kadın bana haram olsun.” dedi.

Hucr, şiir söylediği için oğlu İmruül-Kaysi yanından kovmuştu ve ondan pek hoşlanmıyordu. İmruül-Kaysin annesi, Rabia bin Harisin kızı ve Küleyb bin Vailin kız kardeşi Fatıma idi. İmruül-Kays ise Arap kabileleri arasında dolaşır, su göletleri kenarında içki içer ve avcılık yaparak günlerini geçirirdi. Babasının öldürüldüğü haberi geldiği zaman Yemen topraklarında bulunan Demmunda bulunuyordu. İmruül-Kays babasının ölüm haberini duyunca:

“Ey Demman! Geceler uzuyor, bitip tükenmek bilmiyor. Ey Demman! Biz, Yemen topluluğuyuz ve kavmimizi severiz. ” mealindeki beyitleri söyledi.
Sonra İmruül-Kays: “Babam beni küçük iken ihmal etti, büyüyünce de kan davasını sırtıma yıktı. Bu gün şarap, yarın iş var.” dedi ve Onun bu sözü bir darb-ı meseloldu. Daha sonra Yemenden ayrıldı, Bekir ve Tağlib kabilelerine gelip Esedoğullarına karşı onlardan yardım istedi. Onlar da İmruül-Kaysin bu yardım isteğini kabul ettiler. Bunun üzerine Esedoğullarına casuslar gönderdi. Fakat Esedoğulları durumdan haberdar olup uyandılar ve gelip Kinaneoğullarına sığındılar. İmruül-Kaysin casusları ise onların arasında bulunuyorlardı. Bu sırada İlba bin Haris Esedoğullarına: “Haberiniz olsun ki, siz Kinaneoğullarının yanında iken İmruül-Kaysın casusları sizinle ilgili haberleri alıp Ona götürdüler. Kinaneoğullarına bildirmeden bir gece burayı terk edin.” dedi ve onlar da söz dinleyip buradan ayrıldılar. İmruül-Kays ise Bekr, Tağlib ve diğer kabilelerden topladığı kimseleri yanına alıp Kinaneoğullarına geldi; Kinaneoğullarını Esedoğulları sanmıştı. Bu sebeple Kinaneoğulları üzerine saldırıp silahını çekti ve “Hükümdar Hucrun ve bu büyük insanın intikamını almağa çağırıyorum.” diyerek seslendi. Bu sırada kendisine: “Lanet edilmekten uzak olasın! Biz senin intikam almak istediğin kimseler değiliz, biz Kinaneoğullarıyız. Esedoğulları dün buradan ayrıldılar, onları takip et ve intikamını aL.” denildi. Bunun üzerine İmruül-Kays Esedoğullarının peşine düştü, fakat onlar o gece yakalanmadılar. Bu durum karşısında İmruül-Kays şu mealdeki mısraları söyledi: “Bir kavmin peşinden Hinde karşı teessür duyuyorum; eğer onlar yakalanabilselerdi intikamımız dinecekti; fakat ne yazık ki onlar ele geçirilemediler. Dedeleri onları babalarının oğulları vasıtasıyla korudu … Mahvolmak üzere iken onları İlba kurtardı. Eğer ona yetişebilseydim tulumları boş kalacaktı. ”

İmruül-Kays bu şiirinde “babalarının oğullarıyla” sözünden Kinaneoğullarını kastediyor; çünkü iki kardeş olan Esed ve Kinane Huzeymenin iki oğlu idi. Onun “Eğer ona yetişebilseydim tulumları boş kalacaktı.” sözüne gelince; bir rivayete göre bunun manası şu idi: Onlar Hucru öldürdükten sonra develerini sürüp gitmişlerdi ve bu yüzden Hucrun süt tulumları boş kalmıştı. Diğer bir rivayete göre ise, Hucrun öldürülmesiyle kanları akıp derisi boşalmıştı. Tulumun boş kalması demek bu manaya gelmektedir.

Fakat İmruül-Kays Esedoğullarının izlerini takip edip onları öğle vakti yakaladı. Ne var ki İmruü I-Kays ın süvarileri takatten kesilmiş, susuzluktan mahvolmuşlardı. Esedoğulları ise bir suyun başına gelip konaklamışlardı. Nihayet taraflar savaşa tutuştular ve her iki taraf çok sayıda ölü verdiler. Neticede Esedoğulları savaştan kaçmak mecburiyetinde kaldılar. Ertesi gün olunca Bekir ve Tağlib kabileleri Esedoğullarının peşlerini takip etmek istemediler ve İmruül-Kayse: “İşte intikamını aldın, yeter artık.” diyerek itiraz ettiler. İmruül-Kays ise: “Hayır, vallahi intikamımı almadım.” dedi, bunun üzerine onlar: “Hayır, sen uğursuz bir adamsın.” dediler ve Kinaneoğullarının öldürülmelerini istemediklerinden onu yalnız bırakıp ayrıldılar. Bu durum karşısında İmruül-Kays Şenuede yerleşen Ezd Kabilesine gidip onlardan yardım istedi, fakat onlar: “Esedoğulları bizim kardeşimiz ve komşumuzdur.” diyerek yardım isteğini reddettiler. Bu defa onların yanından ayrılıp Himyeri hükümdarı Mersedül-Hayr bin Zü-Cedenin yanına geldi ve aralarında akrabalık bulunması hasebiyle Esedoğullarına karşı yardım istedi, bunun üzerine Mersed, Himyerlilerden beş yüz adamı Onun emrine verdi. Fakat İmruül-Kays ayrılmazdan önce Mersed vefat etti, yerine Kurmül adında Himyerli birisi geçti. Kurmül, İmruül-Kays için yol azığı hazırladı, sonra bu beş yüz kişilik askeri kuvveti onunla beraber gönderdi. Bu arada yabancıların arasında azınlık halinde yaşayan Araplar da Ona iltihak ettiler. Ayrıca İmruül-Kays Yemen kabilelerinden ücretli adamlar tuttu. Sonra bütün bu adamları alıp Esedoğullarının üzerine yürüdü ve onları ele geçirdi.

Daha sonra Münzir İmruül-Kaysi ele geçirmek istedi, bu konuda ısrarlı olup üzerine ordular gönderdi. İmruül-Kays bu ordulara karşı koyacak güçte değildi, ayrıca beraberinde bulunan Himyerliler ile diğer kabilelerden kendisine katılanlar ayrılıp gittiler. Ancak İmruül-Kays ailesinden bir grupla birlikte kurtuldu ve Ebu Uteybe bin Haris adıyla bilinen Şihab el-YerbUinin oğlu Harisin yanına geldi. Münzir Ona bir elçi gönderip İmruül-Kaysi ve beraberindeki kişileri kendisine teslim etmediği takdirde savaşla tehdit etti. Bu durum karşısında Haris bin Şihab onları teslim etti, fakat İmruül-Kays ile beraberinde bulunanlardan Yezid bin Muaviye bin Haris ve kendi kızı Hind kurtuldular. İmruül-Kays, kızı Hind ve Yezid bin Muaviye ile birlikte zırhlarını, silah ve mallarını yanlarına alıp İyad Kabilesi reisi olan Saad bin ed-Dabbabın yanına geldi, Saad da onu himaye edip korudu. Ancak İmruül-Kays Onun hakkında bir medhiye söyledikten sonra yanından ayrılıp Mualla bin Teym etTainin yanına geldi ve kendisi için develer edindi. Ancak kendilerine Zeydoğulları denilen Cedile Kabilesinden bir grup kimse bu develere saldırdılar ve yakalayıp götürdüler. Bunun üzerine Nebbanoğulları sütünü sağıp faydalanması için Ona küçük bir keçi sürüsü verdiler. İşte İmruül-Kays bu hadiseyi: “Develer olmadığı zaman keçiler onların yerini tutar. Bu keçilerin en yaşlı/arının boynuzları ise so pa gibi uzundurlar. ” beytiyle başlayan mısralarında dile getirmiştir.

Daha sonra onların yanından ayrılan İmruül-Kays, bu defa Amir bin Cüveynin yanına geldi, fakat Amir onun aile ve mallarını elinden almak istedi. İmruül-Kays bu durumu öğrenince hemen ayrılıp Süaloğullarından Harise bin Murr adında birisinin yanına geldi ve ondan kendisini himaye etmesini istedi, Harise bin Murr de Onu himayesine aldı. İşte bu yüzden Amir bin Cüveyn ile Harise bin Murr arasında savaş çıktı ve bir takım büyük hadiseler meydana geldi. Nihayet İmruül-Kays kendisi yüzünden Tayyi kabilesi arasında savaş çıktığını görünce, onların yanından ayrılıp Yahudi Semuel bin Adiyanın yanına geldi ve Semuel Ona ikramda bulunup konuk edindi. İmruül-Kays bir müddet orada kaldı, sonra Ondan kendisini Bizans Hükümdarına ulaştırması için Haris bin Ebu Şinır el-Gassaniye bir mektup yazmasını rica etti. Semuel Onun bu isteğini kabul etti ve İmruül-Kays, ailesini ve zırhlarını bırakıp Haris bin Ebu Şinırin yanına gitti. İmruül-Kays Bizans Hükümdarının yanına vardığı zaman hükümdar iyi karşıladı ve kendisine ikramda bulundu.

Esedoğulları, İmruül-Kaysin Bizans Hükümdarının yanına gittiğini öğrendikleri zaman kendilerinden Tammah adında birisini Bizans Hükümdarına gönderdiler. İmruül-Kays ise Tammahın bir erkek kardeşini öldürmüştü. Tammah vardığı zaman, hükümdar İmruül-Kays ile birlikte içerisinde hükümdar oğullarından bir grubun bulunduğu büyük bir orduyu harekete geçirmişti. İmruül-Kays yola çıktıktan sonra Tammah hükümdarın yanına gelip ona: “İmruül-Kays facir ve sapığın birisidir. KızınızIa mektuplaştığını ve buluştuğunu söylüyor, ayrıca kızınız hakkında şiirler söyleyerek Araplar arasında kızınızı teşhir etti.” dedi. Bunun üzerine hükümdar, İmruül-Kaysin arkasından ona zehirli bir hülle (elbise) ile altından dokunmuş bir şey gönderdi ve bir de mektup yazarak: “Sana hürmeten kendi giydiğim hüllemi gönderiyorum ve bunu giymeni arzu ediyorum. Ayrıca her konak mahallinden durumunu bildiren mektuplar göndermeni istiyorum.” dedi. İmruül-Kays ise buna çok sevindi ve hülleyi giyindi, fakat giydiği hüllenin zehiri hemen vücuduna sirayet etti ve derisi dökülmeğe başladı; bu yüzden kendisine yara sahibi manasına gelen Zül-kuruh adı verildi. İmruül-Kays bu hadiseyi: “Tammah bana işkence verecek elbiseyi giydirmek için ülkesinden kalkıp geldi. Keşke canım doğru dürüst birden çıksaydı; ne var ki, canım taksit taksit çıktı. ” mealindeki mısralarıyla dile getirdi.

İmruül-Kays Bizans topraklarında bulunan Ankaraya gelince burada ölüm döşeğine düştü ve: “Nice boşanmış tesirli fasih söz, taşıp dökülen nice vuruş, dopdolu nice büyük kap (yani İmruül-Kays) şimdi Ankara toprağına gelmiş bulunuyor.” dedi. Bu sırada Asib Dağının eteğine defnedilmiş Bizans hükümdarlarının kızlarından bir kadının kabrini gördü ve ona hitaben: “Ey komşum! Şüphesiz meşakkatler nöbetleşerek yer değiştirir. Asib Dağı durdukça ben buradayım. Ey komşum! Biz burada iki garibiz, her garib birbirinin yakınıdır. ” mealindeki mısralarla tahassürünü dile getirdi. Sonra İmruül-Kays öldü ve bu kadının mezarının kenarına defnedildi. İmruül-Kaysin kabri buradadır.
İmruül-Kays ölünce, Haris bin Ebu Şimr el-Gassani, Semuel bin Adiyanın yanına gidip ondan İmruül-Kaysin kendisine bırakmış olduğu yüz zırhıyla diğer emanetlerini kendisine vermesini istedi, fakat Yahudi Semuel bunları ona vermedi. Bunun üzerine Haris bin Ebu Şimr Semuelin bir oğlunu elinden aldı ve: “Zırhları bana vermezsen oğlunu öldüreceğim.” dedi, buna rağmen Semuel, İmruül-Kayse ait olan hiç bir şeyi ona teslim etmedi. Bu durum karşısında Haris de onun oğlunu öldürdü. Semuel ise bu hadiseyi şu mealdeki mısralarla dile getirdi: “Bir kısım kavimler yerilirken ben Kindinin, yani İmruül-Kaysin emanet zırhlarını korumak suretiyle ahdimi yerine ge-tirdim. Babam Adiya bir gün bana: Ey Semuel! İnşa edip yaptığını şeyi sakın yıkmayasın. diye vasiyette bulunmuştu. Yine babam Adiya benim için muhkem bir kale yapmıştı ve istediğim zaman içip faydalanacağım bir su bırakmıştı. ”

Daha sonra el-Aşa bu hadiseyi şu mealdeki mısralarıyla dile getirmiştir: “Sen Semuel gibi ol, zira azim ve himmet sahibi Haris bin Ebu Şimr gece karanlığı gibi, kalabalık ve büyük bir orduyla Semuel in yanına geldiği zaman, o, iki kötü durumla karşı karşıya kalıp Harise: Ey Haris! Dilediğini söyle, zira sözünü dinleyip yerine getireceğim. demişti. Bunun üzerine Haris de ona: Sen ahdini bozmak ve evladını kaybetmek gibi iki şey arasında bulunuyorsun. Hengisini seçersen seç, seçen için bunların her ikisinde de hayır ve haz yoktur. diyerek karşılık vermişti. Semuel, biraz tereddüt gösterdikten sonra Harise: Sen esirini (oğlumu) öldür, zira ben komşumun (yani İmruül-Kaysin) bıraktığı emanetleri koruyacağım. diyerek ahdine vefa gösterdi. ”
El-Aşanın bu hadise ile ilgili olarak söylediği bu mısralar bir hayli uzundur, biz bu kadarla ikti fa ediyoruz.

Hazaz vakasının hikayesi şöyledir: Yemen hükümdarlarından bir hükümdarın elinde Mudar, Rabia ve Kudaa kabilelerinden esirler bulunuyordu. Bu sebeple Maadoğullarının hatırı sayılır büyüklerinden bir heyet hükümdarın yanına geldi. Bu heyetin içerisinde Sedus bin Şeyban bin Zühl bin Salebe, Avf bin Mulahhim bin Zühl bin Şeyban, Avf bin Amr bin Cüşem bin Rabia bin Zeyd Menat bin Amir ed-Dahyan ve Cüşem bin Zühl bin Hilal bin Rabia bin Zeyd Menat bin Amir ed-Dahyan gibi şahsiyetler de bulunuyordu. Esirlerin arasında Behra Kabilesinden Ubeyd bin Kurad adında şair birisi vardı. Bu kişi gelen heyeti karşılayıp kendisini de kurtarmak istedikleri esirlerin arasına almalarını rica etti. Gelen bu heyet hükümdarın huzuruna girip hem Ubeyd bin Kurad ve hem de kendi esirleri hakkında onunla görüştüler. Neticede hükümdar bu esirleri onlara bağışlayıp serbest bıraktı. Bunun üzerine şair Ubeyd bin Kurad şu mealdeki mısraları söyledi: “Güzel haslet sahibi Avfe, Hilaloğlu Cüşeme ve diğer Avfe canım feda olsun … Eğer şiddetlenen savaş esnasında Sedus olmasaydı, savaşın şiddetinden pabuçlarım ayaklarımdan çıkardı. Sonra duysunlar diye Behra Kabilesi ne seslendim; halbuki onların kulakları sağır değildi. Bundan önce de Maadoğullarını Kaasıtoğulları koruyup himaye etmişti. ”
Fakat hükümdar, heyette bulunanların bazılarını rehin alıp yanında bıraktı, diğerlerine de: “Kabile reisierinizi bana getirin, bana itaat etmeleri için onlardan söz alacağım, aksi takdirde rehin aldığım adamlarınızı öldürürüm.” dedi, bunun üzerine onlar kabilelerine dönüp durumu haber verdiler. İşte bu haber karşısında Küleyb Rabia Kabilesine haber salıp onları topladı. Bu arada Maad Kabilesi de onun yanında yer aldı. Küleybin öldürülmesini bahsederken de anlatacağımız üzere, Maad Kabilesinin çevresinde toplandığı kişilerden birisi de Küleyb idi. Nihayet Küleyb etrafına toplanan bu kabilelerle birlikte harekete geçti ve öncü birliğinin başına Seffah et-Tağlibı adıyla bilinen Seleme bin Halid bin Kaab bin Züheyr bin Teym bin Üsame bin Malik bin Bekir bin Hubeyb bin Tağlibi tayin etti, ayrıca yollarını bulabilmeleri için onlara Sali Dağının yakınında bulunan ve Mekke ile Basra arasında uzanan Tihfedeki Hazaz Dağının üzerine ateş yakmalarını emretti. Bu arada Seffah et-Tağlibiye: “Düşman etrafını sardığı zaman iki ateş yak.” diye tembih etti. Rabi a kabilesinin toplanıp harekete geçtiğini öğrenen Mezhic Kabilesi ise kendilerine tabi olan Yemen kabilelerini yardım çağırıp topluca Rabia Kabilesinin üzerine yürüdüler. Mezhic Kabilesinin harekete geçtiğini öğrenen Tihame ahalisi de Rabia Kabilesine katıldı. Mezhic Kabilesinin bir gece Hazaz Dağına gelmesi üzerine Seffah et-Tağlibı burada iki ateş yaktı. Küleyb bu iki ateşi görünce çevresine topladığı kabilelerle birlikte topluca Mezhic üzerine yürüdü ve sabah erkenden onları bastırdı. Nihayet Hazaz dağında karşılaşan taraflar savaşa tutuştular ve şiddetli bir şekilde savaştılar. Neticede her iki taraftan pek çok kişi öldürüldü ve Mezhic Kabilesi hezimete uğrayıp toplulukları dağıldı. Bunun üzerine Seffah: “Hazaz dağında ateş yakmak için kaldığım gece, uyumamaktan yollarını şaşıran ve kabilenin uyanıkları olmadan da yollarını bulabileceklerini sandığım nice bölük ve müfrezeye yol gösterdim. ” mealindeki mısraları söyledi.

Ferezdak (Farazdak) da Cerire hitaben onu hicvederek: “Eğer Vailin oğlu Tağlibin süvarileri olmasaydı, her taraftan düşman saldırıp yanına gelirdi. Onlar hükümdarları, hükümdarın yanında bulunan azınlık halindeki Arapları dövdüler ve bütün ateşleri bastıran iki ateş yaktılar. ” mealindeki mısraları söyledi.
Bir rivayete göre, Hazaz vakasında kimin kumandan ve reis olduğu bilinmemektedir, çünkü Küleybin kızının oğlu olan Amr bin Külsum bir şiirinde mealen şöyle diyor:

“Biz, Hazaz dağında ateşin yakıldığı kuşluk vaktinde bahşiş ve ihsanda bulunanlardan daha çok ihsan ve bahşişte bulunduk. ” Eğer Amr bin Külsumun dedesi Hazaz vakasında reis ve kumandan olsaydı, bunu mutlaka zikrederdi, “ihsan ve bahşişte bulunduk” diyerek bununla iftihar etmezdi. Diğer taraftan Amr bin Külsum Hazaz vakasına iştirak edenleri farklı bayraklar altında göstererek: “Biz düşmanla karşılaştığımızda sağ tarafta bulunuyorduk, sol tarafta ise babamızın oğulları bulunuyorlardı. Onlar kendi taraflarındaki/ere, biz de kendi tarafimızdaki/ere saldırmıştık. ” dedi, bunun üzerine kendisine: “Sen kendini kardeşlerine, yani Mudar Kabilesine tercih edip üstün tuttun.” dediler. Yine Amr bin Külsum: “Bundan önce hücum edip atılan kişi Küleyb idi. Hangi şan ve şeref vardır ki sahibi biz olmayalım. ” mealindeki mısralarla başlayan kasidesinde dedesi Küleybi zikrediyor; fakat dedesi vasıtasıyla iftihar edeceği en şerefli şeyin onun reisliği olmasına rağmen bir türlü Hazaz vakasında onun reisliğini ileri sürmüyor.