Bu vakanın meydana gelişi şöyledir: Ziyad bin Hebüle Suriye bölgesine hükümdar olmuştu. Kendisi Selih bin Hulvan bin Imran bin Elhaf bin Kudaa kabilesindendi. Ziyad bin Hebule, Necid ve Irak civarındaki Arapların hükümdarı olan ve Akilül-mürar (mürar, yani acı ot yiyen) lakabıyla bilinen Hucr bin Amr bin Muaviye bin Haris el-Kindiye baskın yaptı. Bu sırada Hucr bin Amr, Rabia ve Kinde kabileleriyle birlikte Bahreyne baskın yapıp saldırmıştı. Bunu haber alan Ziyad bin Hebule, erkekleri adı geçen baskında oldukları için gerilerinde bıraktıkları Hucr ve Rabianın aile ve mallarının üzerine yürüdü ve onların aile ve çocuklarını esir alıp mallarına el koydu. Bu arada Zalim bin Vehb bin Haris bin Muaviyein kızı Hindi de esir etti.
Hucr, Kinde ve Rabia Ziyadın bu saldırısını haber alır almaz hemen yaptıkları savaş ve baskından vazgeçip Ziyad bin Hebulenin peşine düştüler. Rabia kabilesinin ileri gelen eşrafından Avf bin Muhallim bin Zühl bin Şeyban ile Amr bin Ebu Rabia bin Zühl bin Şeyban ve diğerleri Hucrun yanında bulunuyorlardı. Nihayet onlar Ayn-ı Uhağın aşağısında bulunan Beredanda Amra (doğrusu Ziyad olacak ) yetiştiler. Halbuki o arandığının farkında değildi. Hucr dağın eteğine indi. Hucr ile birlikte bulunan Bekr, Tağlib ve Kinde kabileleri ise dağın alt kısmında Sahsahanda bulunan Hafir adındaki suyun başına indiler. Avf bin Muhallİm ile Amr bin Ebu Rabia acele ederek Hucra:
“Ziyadı çabucak yakalamak istiyoruz, belki bizden aldıklarının bir kısmını kurtarabiliriz.” dediler ve Ziyada doğru yürüdüler. Ziyad ile Avf bin Muhallim arasında eskilere dayanan bir dostluk vardı. Nihayet Avf bin Muhallim Ziyadın yanına girip: “Ey yiğitlerin hayırlısı! Karım Ümameyi geri ver.” dedi; bunun üzerine Ziyad Ümameyi geri verdi, fakat Ümame Ziyaddan hamile idi. Neticede kadın bir kız çocuğu doğurdu ve Avf bu çocuğu diri diri gömmek istedi, fakat Amr bin Ebu Rabia bu çocuğu kendisine bağışlamasını istedi ve:
“Belki ondan başka insanlar doğar.” dedi. İşte bu sebeple bu kıza Ümmü Ünas adı verildi. Daha sonra bu kızla Haris bin Amr bin Hucr Akilül-mürar evlendi ve bu kız Amr adında bir oğlan çocuğu dünyaya getirdi. Bundan dolayı Amr İbn Ümmü Ünas adıyla tanınır.
Daha sonra Amr bin Ebu Rabia, Ziyada: “Ey yiğitlerin hayırlısı! Aldığın develerimi geri ver.” dedi, bunun üzerine Ziyad develerini geri verdi. Bu develerin arasında erkeği de bulunuyordu. Bu erkek deve diğerlerinin arasına girmeyip direnince Amr bin Rabia onu alıp yere vurdu. Bunun üzerine Ziyad ona: “Ey Amr, ey Şeybanoğulları! Eğer develeri yere vurduğunuz gibi karşınıza çıkan erkekleri de yere vursaydınız işte o zaman yiğitliğiniz belli olurdu.” dedi. Onun bu sözü üzerine Amr: “Verdiğin kadar konuş. Başınabüyük bir bela aldın, bunun cezasını çekeceksin. And olsun ki, buradan ayrılmadan mızrağımın demirini kanına kandıracağım. dedi ve atını mahmuzlayıp hemen Hucrun yanına geldi, fakat durumu ona açmadı. Bunun üzerine Hucr, Ziyaddan haber getirmek ve askerinin durumunu öğrenmek üzere Sedus bin Şeyban bin Zühl ile Suley bin Abdu Ganmi gönderdi. Bunlar Hucrun yanından ayrıldılar ve bir gece ansızın Ziyadın karargahına geldiler. Bu sırada Ziyad aldığı ganimetleri askerleri arasında taksim etmiş, onlara mum ışığında tereyağı ile hurma ikram ediyordu. Nihayet bunlar yendikten sonra Ziyad askerlerine: “Kim bir bağ odun getirirse ona bir çömlek dolusu hurma vereceğim.” diye seslendi. Bunun üzerine Sedus ile Suley bir bağ odun getirip iki çömlek dolusu hurmayı aldılar ve Ziyadın çadırının yakınına gelip oturdular. Sonra Suley, Hucrun yanına geri dönüp Ziyadın karargahı hakkında ona bilgi verdi ve Ziyaddan aldığı hurmaları ona gösterdi.
Sedus ise: “Hucr için açık seçik, sağlam bir bilgi edininceye kadar buradan ayrılmayacağım.” dedi ve Ziyadın kavminin arasına girip onları dinlemeğe başladı. Hucrun karısı ise Ziyadın arkasında bulunuyordu ve Ziyada: “Bu hurmalar Hecerden, tereyağı ise Dumetül-Cendelden Hucra hediye edilmişti.” dedi. Sonra Ziyadın adamları çevresinden ayrıldılar. Bu sırada Sedus yanında oturan adama hafifçe elini vurarak: “Sen kimsin?” diye sordu, o da: “Falanın oğlu falanım.” diye cevap verdi. Sedus, yanında bulunan adama bu soruyu kendisinin yabancılığını anlayıp anlamadığını yoklamak için sormuştu. Bunun üzerine Sedus Ziyadın çadırına konuşmalarını duyabileceği bir yere kadar yaklaştı. Ziyad ise Hucrun karısına yaklaşıp onu öptü ve onunla şakalaşmağa başladı. Bu arada ona: “Şu anda Hucr hakkındaki kanaatin nedir?” diye sordu. Hucrun karısı: “Onun hakkında bu söyleyeceklerim bir zan ve kanaat değil, yakin derecesinde bir bilgidir ki, sen kırmızı sarayları, yani Suriyenin saraylarını görünceye kadar o senin peşini bırakmayacaktır. Şimdi onun Şeybanoğullarının süvarileri arasına girip birbirlerini teşvik ve tahrik ettiklerini görür gibiyim. Şimdi şer damarları kabarmış, mürare (acı ot) yiyen deve gibi dudakları köpürmüş vaziyettedir. Çabuk ol, kurtulmağa bak; zira arkanda aceleci bir takipçi, büyük bir kalabalık, güçlü bir tuzak ve keskin bir görüş seni beklemektedir.” diye cevap verdi. Kadının bu sözlerine öfkelenen Ziyad ona bir tokat vurdu ve: “Sen bunları sırf onu beğenip sevdiğin için söylüyorsun.” dedi, bunun üzerine kadın: “Allaha and olsun ki, onun kadar hiç bir kimseye buğz etmedim, uyurken de uyanık iken de ondan daha temkinli ve tedbirli birini görmedim. Gözleri uyusa dahi vücudunun bazı organları uyanık durur. Uyumak istediği zaman, yanına büyük kap ile süt koymamı emrederdi. Bir gece uyurken yakınında bulunuyordum ve ona bakıyordum. Tam bu sırada kabuğundan soyulmuş büyük bir siyah yılan başucuna doğru ilerledi ve başını yılanın bulunduğu taraftan öbür tarafa çevirdi. Sonra yılan eline doğru uzandı, fakat o elini çekti. Bu defa yılan ayakucuna doğru ilerledi, fakat aynı şekilde ayağını da kıvırarak kendine doğru çekti. Bundan sonra yılan süt kabına doğru ilerledi ve gelip sütü içti, sonra da ağzına aldığı sütü tekrar kabın içerisine bıraktı (zehirini attı). Bunun üzerine ben kendi kendime: Uyanır, bu sütü iç er ve ölür; böylece ben de ondan kurtulurum. dedim. Nihayet uykusundan uyandı, süt kabını istedi, ben de alıp kendisine götürdüm. Eline alıp kokladı, sonra elinden bıraktı ve süt döküldü. Bundan sonra bana: Siyah yılan nereye gitti? diye sordu, ben de görmediğimi söyledim; bunun üzerine bana: And olsun ki, yalan söylüyorsun. dedi.” İşte onların arasında geçen bütün bu konuşmaları Sedus duydu ve hemen harekete geçip Hucrun yanına geldi. Hucrun huzuruna girdiğinde: “Yalan haber taşıyanlar dehşet içerisinde sana gelip şüpheli bir haber getirdiler. Ben de yakin derecesinde size bir haber getirdim. Başkası sana şüpheli ve karışık haber getirirken ben apaçık bir haberle geldim. ” mealindeki mısraları söyledi, sonra duyduklarını ona anlattı. Hucr ise bu esnada mürare (acı ot) ile oynuyor, öfke ve üzüntüsünden dolayı mürareden yiyor, fakat kızgınlığından yediğinin farkına varmıyordu. Nihayet Sedus sözünü bitirince Hucr mürare yediğinin farkına vardı. İşte o gün kendisine Akilül-mürar adı verildi. Mürar, çok acı ve zehirli bir bitkidir ki, yiyen hayvanı mutlaka öldürür.
Bundan sonra Hucrun emriyle halk savaşa çağırıldı ve Hucr harekete geçip Ziyadın üzerine yürüdü. Neticede taraflar arasında şiddetli bir savaş meydana geldi, Ziyad ve Suriye halkı hezimete uğrayıp büyük çapta zayiat verdi ve pek çok kişi öldürüldü. Bekir ve Kinde kabileleri bu vesile ile Ziyad ve askerlerinin elinde ganimet olarak bulunan mallarını ve ellerinde esir olarak tuttukları adamlarını kurtardılar. Bu esnada Sedus, Ziyadı tanıdı ve üzerine atılıp boynundan yakaladı, sonra yere vurup onu esir aldı. Amr bin Ebu Rabia, Sedusun Ziyadı esir aldığını görünce onu kıskandı ve okunun ucunu dürtüp Ziyadı öldürdü. Sedus buna çok kızdı ve ona: “Esirimi öldürdün, onun diyeti bir hükümdar diyetidir.” dedi, bunun üzerine Sedus ve Amr, Hucrun hakemliğine başvurdular. Hucr ise Sedusun lehine, Amr bin Ebu Rabia ile kavminin aleyhine hükmetti ve hükümdar diyeti ödenmesine karar verdi. Diyet bedeli için ayrıca kendi malından onlara yardımda bulundu. Sonra Hucr karısı Hindi alıp onu iki ata bağlattı ve atları mahmuzlayıp onu parçalattı. Bir rivayette onu ateşte yaktığı da söylenir. Bundan sonra Hucr Hireye döndü. Bu arada karısı Hind hakkında şu mealdeki mısraları söyledi:
“Karım Hind in başından geçen bu tecrübeden sonra, kadınların kandırdığı bir kişi şüphesiz aldanmış bir cahildir. Kadının göze hoş gelmesi ve tatlı sözlü olması bir yana, içinde sakladığı her şey çok acıdır. Bütün kadınlarda görülen sevgi alameti ise devamlı değil, geçicidir. ”
Bazı alimler, Suriye hükümdarı olan Ziyad bin Hebule es-Sellhinin Hucr ile savaştığını söylüyorlar. Bana göre bu doğru değildir, çünkü Selili kabilesi hükümdarları, karadan olmak üzere Filistinden Kınnesrin ve Bizans memleketlerine kadar uzanan Suriye taraflarında hüküm sürmüşlerdir. Gassaniler bu memleketleri onlardan almışlardır. Gerek Gassani hükümdarları ve gerekse Filistinden Kınnesrin ve Bizans memleketlerine kadar uzanan Suriye bölgelerindeki Selih kabilesi hükümdarları, aslında Bizans hükümdarlarına bağlı birer vali idiler. Nitekim Filistinden Bizans memleketlerine kadar uzanan kara bölgesindeki halk ile Arapların başında bulunan Hlre hükümdarları da Fars hükümdarlarının valileri idiler, Esasında ne Selih kabilesi hükümdarları ve ne de Gassani hükümdarları Suriye toprakları üzerinde hiç bir zaman müstakil bir hakimiyet sürmemişlerdir. Hatta müstekilen bir karış toprağa bile sahip olamamışlardır.
Bu alimlerin Ziyad hakkındaki Suriye hükümdarı tabiri de doğru değildir; çünkü Meşarifüş-Şam denilen Suriyenin yüksek bölgelerinin hükümdarı olan Ziyad bin Hebule es-Selihi, Akilül-murar lakabıyla bilinen Hucrdan çok önce yaşamıştır. Ayrıca Hucr, Enuşirvanın babası Kubadın döneminde Hire ve Irak Araplarının hükümdarı olan Haris bin Amrın da dedesidir. Kubadın hükümdarlık dönemi ile Hicret arasında yaklaşık yüz otuz yıllık bir zaman farkı vardır. Halbuki Gassaniler, Suriyenin kenar bölgelerini Selihilerden altı yüz yıl, diğer bir rivayette ise beş yüz yıl sonra ele geçirmişlerdir. Gassaniler ile Selihiler arasındaki müddet farkı hususunda duyduğum en asgari müddet, üç yüz on altı yıldır. Hulasa Gassaniler, Selihilerden sonra ortaya çıkmışlardır. Aynı zamanda Ziyad, Selihi hükümdarlarının sonuncusu da değildir. Buna göre aradaki müddet farkı daha da artmaktadır. Bu büyük farka rağmen nasılolur da hükümdar olan Ziyad bin Hebule Hucrun zamanında bulunabilir ve ona baskın yapıp saldırabilir? Arap Ravileri bu savaşın vukuu hakkında ittifak ettiklerine göre, bu tenakuzu bertaraf edip izah etmek gerekir. Bu hususta söylenebilecek en uygun söz şudur: Bu rivayetin doğru olabilmesi için, Hucra muasır olan Ziyad bin Hebulenin ya bir kabilenin reisi, ya da Suriyenin kenar kısmından küçük bir bölgeyi ele geçiren bir mütegallibe olması gerekir. Doğrusunu ise Allah bilir.
Yine alimlerin “Hucrun sonra Hlreye; döndüğü” sözü de doğru değildir; çünkü Adiyy bin Nasr el-Lahminin soyundan gelen Hire hükümdarlarının saltanatları, Kubadın dönemi hariç, hiç bir zaman kesintiye uğramamıştır. Yukarıda da zikrettiğimiz üzere, Kubad bu kesinti döneminde Hire hükümdarlığına Haris bin Amr bin Hucr Akilül-murarı tayin etmişti. Nihayet Enuşirvan tahta çıkıp hükümdar olunca, Haris bin Amrı azledip tekrar hükümdarlığı Adiyy bin Nasr el-Lahmi soyuna iade etti. Hucrun tekrar Hireye döndüğü sözünü, taasuba kapılan bazı Kindelilerin söylemiş olacağı şüpheden uzak değildir. Doğrusunu ise Allah bilir.
Ebu Ubeyde ise bu vakadan bahsediyor, fakat Hucr ile savaşan kişinin Selihi kabilesinden olan Ziyad bin Hebule olmadığını, onun Gassani hükümdarlarından bir hükümdar olan Galib bin Hebule olduğunu söylüyor. Ayrıca Hucrun Rireye döndüğünden bahsetmiyor. Böylece bu konudaki vehim de izale edilmiş oluyor.