Züheyr bin Cenab bin Hübel bin Abdullah bin Kinane bin Bekir bin Avf bin Uzre el-Kelbı çevresinde Kudaa Kabilesinin toplandığı kişilerden birisiydi. İsabetli görüşlerinden dolayı kendisine Kahin denirdi. Züheyr bin Cenab iki yüz elli yıl yaşamıştı ve bu müddet içerisinde iki yüz vakaya iştirak etmişti. Bir rivayette onun dört yüz elli yıl yaşadığı söylenir. Kahraman, başarılı ve tuttuğunu koparan uğurlu bir kişiydi.
Gatafan Kabilesi ile yaptığı savaşın sebebi şu idi: Bağız bin Reys bin Gatafanoğulları Tihameden çıkıp toplu halde yollarına devam ederken karşılarına Mezhıcten bir kabile olan Suda çıktı ve saldırıya geçip onlarla savaşa tutuştu. Bağız bin Reysoğulları ise aileleri ve mallarıyla birlikte gidiyorlardı. Namuslarını korumak için Suda Kabilesine karşı koydular ve onları mağlup edip perişan ettiler. Bu vesile ile Bağız oğullarının mal ve serveti bir hayli arttı, dolayısıyla güçlenip kuvvetlendiler. Sonra bu durumlarına bakıp: “Vallahi biz de Mekke gibi av hayvanlarının öldürülmediği ve kendisine sığınanlara saldırılmadığı bir Hareme sahip olabiliriz.” dediler ve bir harem inşa ettiler. Harem işini ise Mürre bin Avfoğulları üstlendi. Nihayet Züheyr bin Cenab, Bağız bin Reysoğullarının bu hareketini ve kararlarını haber alınca: “And olsun ki, ben hayatta olduğum müddetçe bu asla olamaz ve Gatafanın böyle bir hareme sahip olmalarına katiyyen müsaade etmem.” dedi. Sonra kavmini toplantıya çağırdı; huzurunda toplandıkları zaman ayağa kalkıp onlara Gatafanın durumunu ve onlardan kendisine ulaşan haberleri anlattıktan sonra: “Bizim geriye bırakacağımız en büyük haslet onların bu hareketine engelolmaktır.” dedi. Böylece kavmi onun bu isteğini kabul etti. Bundan sonra Züheyr bin Cenab kavmini yanına alıp Gatafan Kabilesine karşı savaş açtı ve onlarla kıyasıya savaştı. Neticede Züheyr bin Cenab onları mağlup edip maksadına ulaştı. Onlardan bir süvariyi yakalayıp haremlerinde öldürdü ve böylece haremlerini muattal hale getirip yıkılmağa terk etti. Daha sonra Gatafan kabilesine iyilikte bulunup kadınlarını geri verdi, fakat mallarına el koydu. Züheyr bin Cenab bu hususla ilgili olarak şu mealdeki mısraları söyledi: “Karşılaştığımız zaman Gatafan Kabilesi karşımızda duramadı ve kadınları ellerinden alındı. Eğer biz faziletle davranmasaydık, onlar karakter ve huyu utanmak olan bakire kızlarına tekrar kavuşmayacaklardı. İşte intikam ve alacaklarınız, haydi talep edip alın! İsterseniz tekrar karşılaşalım. Sancak hazırlandığı zaman biz aslan kesiliriz; bu sizin için bilinen bir husustur. Bundan böyle geniş yeryüzü ve kandırıcı bol sular Cenaboğulları nın oldu. Biz, dişleri sağlam olan mızraklarla düşmanların kibir ve gururunu kendimizden bertaraf edip uzaklaştırdık. Eğer onlarla karşılaştığımız zaman sabır ve metanet göstermeseydik, Suda Kabilesi nin başına gelenler bizim de başımıza gelecekti … ”
Züheyr bin Cenabın Vailoğullarından Bekir ve Tağlib kabileleri ile yaptığı savaşın sebebi de şu idi: Ebrehe Necide geldiği zaman Züheyr onun yanına gitmişti ve Ebrehe kendisine hiç bir Araba göstermediği izzet ve ikramı göstermiş, sonra da onu Vailoğullarından Bekir ve Tağlib kabileleri üzerine emir tayin etmişti. Züheyr bu kabilelerin başına emir tayin edildikten sonra bir kıtlık yılı meydana geldi ve onlar kendilerinden talep edilen vergileri ödeyemez hale düştüler. Bunun üzerine Züheyr onları savaşta tutup vergi borçlarını ödeyebilmeleri için otlak yerlere gitmelerine müsaade etmedi. Nerdeyse hayvanları telef olacaktı. Nihayet Teymullah bin Salebeoğullarından cesur ve atılgan bir kişi olan İbn Zeyyabe bu durumu görünce uyumakta olan Züheyrin yanına gelip kılıcını karnına bastırdı ve kılıç bağırsakların arasından geçip sırtından çıktı. Fakat kılıç karın boşluğuna rastladığı için bağırsakları na ve karın boşluğundaki diğer organlarına zarar vermedi. İbn Zeyyabe ise onu öldürdüğünü sandı. Züheyr de kurtulduğunu fark ettiği için tekrar saldırıp öldürmesin diye hiç kımıldamadı ve sessiz kaldı. Bunun üzerine İbn Zeyyabe kavmine dönüp Züheyri öldürdüğünü söyledi, onlar da bu habere çok sevindi.
Bu sırada Züheyrin yanında kendi kavminden az sayıda kişi vardı. Züheyr onlara kendisini ölmüş göstermelerini, Bekir ve Tağlib kabilelerinden kendisini defnetmeleri için izin almalarını, izin aldıkları zaman kendisinin yerine dürülü bir elbiseyi defnetmelerini ve kendisini alıp hemen kavminin yanına götürmelerini söyledi. Bunun üzerine Züheyrin dediği gibi yapıp Bekir ve Tağlib kabilelerinden defni için izin kopardılar ve derince bir çukur kazıp görenlerin bir ölü olduğunda asla şüpheye düşmeyecekleri bir tarzda dürülü bir elbiseyi getirip çukura bıraktılar, sonra Züheyri alıp kendi kavimlerine götürdüler. Bundan sonra Züheyr tekrar onlara karşı hazırlık yapıp adamlar topladı. Nihayet Bekir ve Tağlib kabileleri Züheyrin ölmediğini öğrendiler. Bunun üzerine İbn Zeyyabe şu mealdeki mısraları söyledi:
“Gece karanlığında Züheyre öyle bir kılıç dürttüm ki, Bekir Kabilesi onun güzelliklerini korumağa çalışırken düşmanlık ve hasımlıklar tamamlanmış oldu. Bekir Kabilesi kim, akıllıca davranmak kim! Yolunu sapltmış olan uğursuz kılıç, Züheyre dürttüğüm zaman bana hıyanet etti. ” Züheyr Yemenlilerden toplayabildiği kadar adam topladı ve Bekir ile Tağlib kabilelerine karşı savaş açtı. Zaten onlar Züheyrin kendilerine savaş açacaklarını biliyorlardı. Nihayet Züheyr şiddetli bir şekilde savaşa tutuştu ve Bekir Kabilesi hezimete uğradı. Daha sonra savaşa giren Tağlib Kabilesi de aynı şekilde yenilip mağlup oldu. Bu arada Rabianın iki oğlu Küleyb ve Mühelhil esir edildi, bir çok mala el konuldu. Diğer taraftan Tağliboğullarından pek çok kimse öldürüldü ve onlardan bir grup süvari ile ileri gelen hatırı sayılır kişiler esir alındı. Bu savaşı dile getiren Züheyr şu mealde bir kaside söyledi:
“Ölüm korkusundan nereye kaçacaksınız? Biz Mühelhil ile kardeşi Küleybi esir aldık, İbn Amr ile İbn Şihab ı da zincire vurduk. Ayrıca, Mühelhile: Ey Bekir oğulları! İmdada yetişin. diye yalvardıkları bir sırada kuşluk uykusunda bulunan ve ağızlarının suları soğumuş olan Tağlibin güzel yüzlü, beyaz tenli bütün dilberlerini esir aldık. Bu dilberler mi asalet ve şerefi koruyacaklardır? Ey Tağlib oğulları! Ben İbn Rubadım, yazık size, namusunuz çiğnendi. Onlar bozguna uğrayınca tıpkı deve kuşlarının yüksek tepeler üzerinde kaçıştıkları gibi, dağların arasında bulabildikleri bütün yollardan kaçıyorlardı. Amir ve Cenaboğullarına mensup olan aslanlar sayesinde ölüm değirmeni onların üzerinde dönüyordu. Bozgun neticesinde bir kısmı kaçıp kurtuluyor, bir kısmı ise öldürülüp toprağa beleniyordu. Biz yükselirken şeref ve ululuğumuz da tıpkı bulut üzerindeki gökyüzünün üstünlüğü gibi üstünlük kazanıyordu. ”
Züheyrin Kayn bin Cesroğulları ile yaptığı savaşın sebebi ise şu idi: Züheyrin bu kabilenin içerisinde evli bir kız kardeşi vardı. Bir gün kız kardeşi tarafından bir elçi geldi. Elçinin yanında birine kum, diğerine göven dikeni konmuş iki kese vardı. Bunun üzerine Züheyr: “Kız kardeşim size kum kadar kalabalık ve göven dikeni kadar sert ve güçlü bir düşmanın gelmekte olduğunu haber veriyor. Hemen buradan ayrılın.” dedi. Onun bu sözüne karşılık Culah bin Avf es-Suhami: “Biz bir kadının sözüyle yola çıkamayız.” dedi. Bu durum karşısında Züheyr oradan ayrılıp yola çıktı, Culah bin Avf ise olduğu yerden ayrılmadı. Sabah olunca düşman ordusu gelip aniden Culahı bastırdı ve bütün kabile halkını öldürdükten sonra Culahın ve kabile halkının mallarını alıp götürdü. Züheyr ise yoluna devam edip Cenaboğullarına mensup olan aşiretiyle buluştu ve onlarla bir araya toplandı. Züheyrin durumunu öğrenen ordu bu defa onun üzerine yürüdü, fakat Züheyr düşman ordusuna karşı koyup savaşa tutuştu, sabır ve metanet göstererek onları hezimete uğratıp reisIerini öldürdü. Böylece düşman ordusu perişan bir vaziyette geri döndü.
Züheyrin ömrü uzayıp yaşı ilerleyince, yerine yeğeni Abdullah bin Uleymi geçirmişti. Bir gün Züheyr: “Dikkat edin, kabile yolcudur.” dedi. Abdullah ise: “Bilin ki, kabile mukimdir.” diye itiraz etti. Bunun üzerine Züheyr: “Bana karşı muhalefet eden kimdir?” diye sordu. Oradakiler: “Kardeşinin oğlu, yani yeğenin Abdullah bin Uleym.” diye cevap verdiler. Bu cevap karşısında: “Demek kişinin en büyük düşmanı yeğeni imiş.” dedi, sonra katıksız saf şarap içti ve öldü.
Katıksız şarap içerek ölenlerin arasında Amr bin Gülsüm et-Tağlibi ile Ebi Amir Mülaıbul-Esinne el-Amiri de bulunmaktadır.