"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hürmüz bin enuşirvanın hükümdarlığı

Hürmüzün babası Kisra Enüşirvan, annesi ise büyük Hakanın kızı idi. Hürmüz bin Kisra, edip ve zayıflara karşı iyilik yapma konusunda iyi niyet sahibi bir kişi idi. Ülkenin ileri gelen eşrafına ise pek yüz vermezdi. Bu yüzden ona darılıp düşman kesilmişlerdi. Hürmüz de onlara karşı aynı duyguları taşıyordu. Aslında Hürmüz adil bir kişiydi; hatta onun adaleti ile ilgili olarak şöyle bir hadise anlatılır: Bir gün Hürmüz, Medain yakınlarında bulunan Sabat (Pelasabad)a giderken yolu üzüm bağına uğramıştı. Timarlı sipahilerden birisi, bir üzüm bağına girip bir kaç salkım koruk üzüm almış, bağ bekçisi de peşine takılıp bağırmağa başlamıştı. Kisra Hürmüzün cezalandırma korkusu sipahinin içine öylesine yerleşmişti ki, aldığı bir kaç salkım koruk üzüm karşılığında altın ile süslenmiş olan kemerini bekçiye verip kendisini kurtarmak mecburiyetinde kaldı. Bunun üzerine bekçi onu serbest bıraktı.

Rivayet edildiğine göre, Hürmüz daima muzaffer olan bir hükümdardı, neye el atsa mutlaka onu elde ederdi. Bazı yönleriyle Türk olan dayılarına çekmişti. Alimlerden, hanedan ve asilzadelerden on üç bin altı yüz kişiyi öldürtmüştü. Onun tek düşüncesi sefil kimselerle uyuşmak ve onların durumlarını iyileştirmekti. Bu arada ülkenin ileri gelen büyüklerinden pek çok kimseyi hapse attırıp görevlerinden uzaklaştırmış, rütbe ve derecelerini indirmişti. Diğer taraftan askerlerin maddi durumunu da ihmal etmişti. Dolayısıyla çevresinde bulunan pek çok kimse aleyhine dönmüştü. Yine bu sırada Hürmüzün hükümdarlığının on altıncı yılında Türk hükümdarı Şaye (Şabe ) üç yüz bin kişilik savaş erleriyle birlikte onun üzerine yürüyüp Herat ve Bazeğisa kadar geldi. Buradan Hürmüz ve Fars ahalisine bir mektup göndererek Bizans ülkesine geçebilmesi için güzergahındaki yolları düzeltmelerini istedi. Bu arada Bizans hükümdarı, Hürmüzü kastederek seksen bin kişilik bir orduyla ülkenin kenar kısımlarına kadar geldi. Diğer taraftan Hazar hükümda rı da büyük bir ordu ile Bab ve Ebvab (Demirkapı)a kadar ilerledi. Araplardan meydana gelen bir grup da Sevad bölgesine her taraftan baskınlar yaptılar. Bu durum karşısında Hürmüz, Çübin adıyla bilinen Behram-Huşenşin komutasında askerlerinin arasından seçtiği on iki bin cengaver savaşçıyı harekete geçirdi. Nihayet on iki bin askerle birlikte hızla yoluna devam eden Behram Türk hükümdarı Şaye ile karşılaşıp savaşa tutuştu ve attığı bir okla onu öldürdü, askerlerini ise yok etti. Bundan sonra Behramın karşısına Şayenin oğlu Bermüda çıktı, fakat savaş neticesinde Behram onu da hezimete uğrattı ve teslim oluncaya kadar bir kalede muhasara altında tuttu, sonra esir edip Hürmüze gönderdi. Bu arada kalede bulunanları ganimet olarak aldı. Ganimet malları ise çok yüklüydü.

Bundan sonra Behram ve beraberindeki askerler, Hürmüzün kahrından korktukları için ona karşı baş kaldırdılar ve Medain tarafına gittiler. Bu arada oğlu Pervizin babası Hürmüzden hükümdarlığa daha layık olduğunu açığa vurdular. Hürmüzün maiyetinde bulunan bazı kişiler de bu hususta onları desteklediler. Behramın maksadı ise, Hürmüz ile oğlu Pervizin arasına soğukluk sokmak suretiyle onların arasını açmaktı. Böylece Perviz babasına üstün gelip kazanırsa Behramın işi Pervize karşı kolaylaşacak, şayet Hürmüz oğlu Pervize karşı üstün gelirse, aralarındaki ihtilaf sebebiyle yine Behram kolayca kurtulacaktı. Dolayısıyla Behram Hürmüze karşı maksat ve gayesine ulaşmış olacaktı. Nihayet Perviz durumu öğrenince babası Hürmüzden korkarak Azerbaycana kaçtı. Buraya geldiğinde etrafına bir kısım merzuban (beylerbeyi) ve ispehbed (baş kumandan veya hükümdar) toplandı. Bu arada içlerinde Pervizin dayıları Bistam ve Pinduyenin de bulunduğu ülkenin ileri gelen büyükleri harekete geçerek Medaine yürüdüler, Kisra Hürmüzü tahttan indirip gözlerine mil çektiler ve öldürmeyi günah sayarak onu bu halde bıraktılar. Perviz bu durumu öğrenince hemen Azerbaycandan ayrılıp başkente hareket etti.
Hürmüzün hükümdarlığı on bir yıl dokuz ay sürdü. Bir rivayette on iki yıl sürdüğü söylenir. Hürmüzden önce veya sonra, Hürmüz hariç, hiç bir Fars hükümdarının gözlerine mil çekilmemiştir.

Hürmüzün iyi hareketlerinden biri şöyle anlatılır: O Medainin karşısında Dicleye bakan sarayının inşasını tamamladıktan sonra büyük bir ziyafet tertip edip etraftan pek çok insan davet etmişti. Hürmüz yemekten sonra davetlilere sarayın inşasında bir kusur olup olmadığını sordu, bunun üzerine orada bulunan bütün davetliler sarayın inşasında her hangi bir kusur olmadığını söylediler. Ancak içlerinden birisi ayağa kalkıp sarayın üç büyük kusurunun olduğunu söyledi.
“1) İnsanlar evlerini dünyaya yaparlar, halbuki sen dünyayı sarayının içine koymuşsun, genişliği ve odaların büyüklüğü hususunda ifrata kaçmışsın. Bu durumda saray yazın çok güneş ve yel alır, kışın ise çok soğuk olur, bu da sakinlerini rahatsız eder.
2) Hükümdarlar sulara bakarak keder ve efkarlarını dağıtmak, havayı nemli tutmak ve göz nurlarını artırmak için saraylarını nehir kenarlarına inşa ederler. Sen ise Dicleyi bırakıp sarayını otsuz, susuz bir kıra inşa ettirmişsin.
3) Kadınların odalarını erkeklerin kaldıkları yerin kuzeyine yaptırmışsın, halbuki bu taraf devamlı olarak rüzgar aldığından, kadınların seslerini ve güzel kokularını erkeklerin tarafına götürür. Bu ise gayret ve hamiyete aykırı düşer.”
Hürmüz onun bu tenkitlerini şu şekilde cevaplandırdı: “Sahanlıkların ve salonların genişliğine gelince: Meskenlerin en iyisi temaşa edilecek kadar geniş olan meskendir. Şiddetli sıcak ve soğuk ise keten bez (hayş), elbise ve ateşle giderilebilir. Sarayımı bir su kenarına inşa ettirmemem hususuna gelince: Bir gün babamın yanında bulunuyordum. Babam sarayından Dicleyi seyrediyordu. Bu sırada Diclede gözünün önünde bir gemi batmıştı. İçindekiler babamdan yardım istiyorlardı, babam da telaş ve üzüntü içerisinde yetişip onları kurtarmaları için sarayının altında bulunan gemilere sesleniyordu; fakat gemiler yardıma gelinceye kadar onların hepsi boğulmuştu. İşte o zaman kendi kendime: Bundan sonra kendimden daha güçlü olan bir sultana komşu olmam. dedim. Kadınların odalarını kuzey tarafına yaptırmama gelince: Kuzey kısmının havasının ağır olmadığını, hatta daha yumuşak olduğunu düşünüp devamlı surette kadınların evde bulunacaklarını göz önüne aldım. Bu sebeple onların odalarını Kuzey kısmına inşa ettirdim. Mahremiyet ve gayret meselesine gelince: Kadınlarla erkekler bir arada bulunmayacaklar, hem bu saraya girip çıkanlar bir kayyimin nezareti altında bulunan köle ve hizmetçiler olacaktır. Sana gelince, bu söylediklerini mutlaka bana olan bir kin yüzünden söylemiş olmalısın. Bana bunun sebebini anlat.”

Bunun üzerine adam şunları söyledi: “Benim mülk olarak bir köyüm vardı, bu köyümün gelirini aileme harcardım, fakat Merzuban (beylerbeyi) bana üstün gelip köyümü elimden aldı. Tam iki yıldan beri bu haksızlığı size şikayet etmek istiyorum, fakat bir türlü size ulaşamadım. Bu durum karşısında gidip vezirinize şikayet ettim, lakin veziriniz bana insaf etmedi. Köyün bana ait olduğuna dair ismimin devam etmesini sağlamak için hala köyün vergisini ben ödüyorum. Gelirini başkası alsın, vergisini ben ödeyeyim, işte bu zulmün son merhalesi ve ta kendisidir. ”

Bunun üzerine Hürmüz vezirine durumu sordu, o da adamın söylediklerini tasdik edip: “Merzubanın kötülük etmesinden korktuğum için durumu size bildirmedim.” dedi. Bu durum karşısında Hürmüz Merzubandan aldığının iki katının geri alınmasını ve köyün sahibi olan bu adamın onu dilediği işte iki yıl müddetle çalıştırmasını emretti. Bu arada vezirini azledip kendi kendine: Eğer vezir zalim i gözetip korursa, başkasının da veziri murakabe etmesi gayet tabiidir. dedi. İşte bundan sonra Hürmüz bir kutu edindi ve kutuyu kendi mührüyle mühürleyip kilitledikten sonra sarayının kapısına bıraktı. Kutunun üzerinde ise haksızlığa uğrayan halkın şikayet dilekçelerini atabilecekleri bir delik vardı. Hürmüz, her hafta bu kutuyu açar, haksızlığa uğrayan halkın meselelerini hallederdi. Bir gün Hürmüz kendi kendine düşünüp halka yapılan haksızlıkları an be an öğrenmek istediğini söyledi ve bir zincir edindi. Bu zincirin bir ucunu oturduğu yerin tavanına, diğer ucunu ise sarayın dışındaki bir pencereye bağladı. Zincirin tavana bağlı olan kısmının ucunda ise bir çan takılıydı. Haksızlığa uğrayan kimse gelip zinciri salladığı zaman çan sallanıp ses veriyordu. Bunun üzerine Hürmüz derhal haksızlığa uğrayan kimseyi huzuruna getirtiyor ve yapılan haksızlığı anında hallediyordu.