"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Buht nassarın israiloğullarının üzerine yürümesi

Buht Nassarın İsrailoğullarının üzerine ne zaman gönderildiği konusunda alimler ihtilaf etmişlerdir. Bir rivayette onun, peygamber İrmiya, Danyal, Hananya, Azarya ve Mişailin zamanında gönderildiği, diğer bir rivayette ise İsrailoğullarının Yahya bin Zekeriyyayı öldürmeleri üzerine Allahın onu İsrailoğullarının üzerine gönderdiği söylenmektedir. Ancak birinci görüşte olanların sayısı daha çoktur.
Buht Nassarın ilk günlerine dair olan hususları Said bin Cübeyr şöyle anlatıyor:

“İsrailoğullarından (semavi) kitapları okuyan birisi vardı. Bu kişi: …Üzerinize güçlü, kuvvetli kullarımızı gönderdik .. (İsra 5) mealindeki Allahın buyruğuna gelince: “Ey Rabbim! İsrailoğullarının helakini ellerine verdiğin bu adarm bana göster.” diyerek dua etti. Bunun üzerine ona rüyasında, Babilde bulunan Buht Nassar adında zavallı bir miskin kişi gösterildi. Bu kişi, ticaret maksadıyla gidiyormuş gibi göstererek Babile gitti ve bütün miskinleri yanına çağırıp Buht Nassarı nasıl bulabileceğini sordu. Nihayet onlar Buht Nassarı nasıl bulabileceğini ona gösterdiler. O da birini gönderip Buht Nassarı yanına getirtti; onun hasta bir fakir kişi olduğunu gördü, iyileşinceye kadar onu tedavi etti. İyileştikten sonra ona bir miktar harçlık verdi ve memleketine geri dönmeyi kararlaştırdı. Bu sırada Buht Nassar ağlayarak ona: Sen bana bunca iyilik yaptın, halbuki ben bu iyiliklerinin karşılığını sana verebilecek durumda değilim. dedi. Bunun üzerine İsrailli bu kişi ona: “Senin buna gücün yeter. Bana bir belge yazarsın, bu belgede hükümdar olduğun zaman beni serbest bırakacağına dair taahhütte bulunursun. dedi. Buht Nassar: Benimle alay mı ediyorsun? dedi. İsrailli kişi: Hayır, bu mutlaka vuku bulacaktır. diye cevap verdi.”

“Sonra Fars hükümdarı, Şam (Suriye) bölgesinin durumu hakkında bilgi sahibi olmak isteyince, o bölgenin haberlerini öğrenmek ve orada bulunanların durumları hakkında bilgi toplamak maksadıyla kendisine güvendiği birini oraya gönderdi. Bu kişi, kendisine hizmet etmekten başka bir işi olmayan fakir Buht Nassar ile birlikte yola çıktı. Nihayet bu kişi Şam bölgesine gelince, orasının süvarileri, adamları ve silahları itibariyle Allahın yeryüzündeki memleketlerinin en büyüğü olduğunu gördü. İşte bu gördüğü şeyler onun kolunu kanadını kırdı (moralini bozdu), bundan dolayı kimseye bir şey sormadı. Buht Nassar ise Şam ahalisinin sohbet ettikleri meclislere gider onlara: Neden Babile savaş açmıyorsunuz? Eğer siz Babile savaş açarsanız, bir ev hariç hiçbir kimseden mukabele görmezsiniz. der idi. Meclislere gelip toplanan bütün Şam ahalisi de ona: Biz savaşçı kimseler değiliz ve hem biz savaş için bir gerekçe de görmüyoruz. diye cevap verirlerdi. Nihayet onlar bu bölgeden geri döndüklerinde, gözcüler hükümdara gelip gördükleri süvarileri, adamları ve silahları haber verip anlattılar. Diğer taraftan Buht Nassar ise hükümdara haber gönderip ona işin iç yüzünü anlatması için kendisini huzuruna kabul etmesini istedi. Hükümdar onu huzuruna kabul etti, o da hükümdara her şeyi olduğu gibi anlattı. Daha sonra hükümdar, aralarında piyade bulunmayan dört bin kişiden teşekkül eden bir atlı süvari birliğini Şam bölgesine göndermek isteyip de bu birliğin başına kimin getirilmesini istişare ettiği zaman, ona, adamlarından birini tavsiye etmişlerdi. Bunun üzerine Hükümdar: Hayır, onların başına Buht Nassarı getireceğim. dedi ve Buht Nassarı onların başına kumandan tayin etti. Bundan sonra onlar, Şam bölgesine hareket ettiler, bir kısım beldelerin halkını öldürdüler, bir hayli ganimet aldıktan sonra sağ salim geri döndüler.”

“Daha sonra Lührasb onu, Ahvazdan Dicle batısındaki Rum topraklarına kadar olan bölgenin ispehbedliğine (başkomutanlığına) tayin etti. Buht Nassarın İsrailoğullarının üzerine yürümesinin sebebi şu idi: Lührasb, yukarıda zikrettiğimiz üzere, onu bu makama getirince, o Şam bölgesine hareket etti, fakat Dimaşk ve Beytül-Makdis ahalisinin ondan sulh istemesi üzerine onlarla sulh anlaşması yaptı. Onlardan rehineler alarak geri döndü. Buht Nassar, Kudüsten dönüp Taberiyeye geldiği bir sırada İsrailOğulları onunla sulh anlaşması yapan hükümdarlarına: Sen, Babillilere yağcılık yaparak bizi rezil rusvayettin. dediler ve üzerine saldırıp onu öldürdüler. Buht Nassar onun öldürüldüğünü haber alınca, yanında bulunan rehineleri öldürdü ve Kudüse dönüp orasını tahrip etti.”
Rivayet edildiğine göre, Buht Nassarı ispehbedlik görevine getiren hükümdar, Behmen bin Büştasb bin Lührasb idi. Buht Nassar ise uzun ömürlü olduğundan Behmenin dedesi Lührasba, babası Büştasba ve kendisine hizmet etmişti. Behmen, İsrailoğullarının Beytül-Makdisteki hükümdarına elçiler göndermiş, bir İsrailli de onları öldürmüştü. Buna öfkelenen Behmen, Buht Nassarı Babil bölgesine tayin etti ve kalabalık bir askerle birlikte onu (Kudüse geçmek üzere) Babile gönderdi. O da, biraz sonra anlatacağımız üzere, İsrailoğullarına yapacağını yaptı.

Buraya kadar anlattıklarımız zahiri (görünürdeki) sebeplerdir. İsrailoğullarından intikam almayı gerektiren sebepleri ortaya çıkaran asıl sebep ise, İsrailoğullarının Allaha karşı isyan edip Onun emirlerine karşı gelmeleri idi. Allahın onlar üzerindeki ilahi adeti (kanunu) ise şöyle idi: Allah, onların başına bir hükümdar geçirdiği zaman bu hükümdarla birlikte bir de peygamber gönderir, bu peygamber hükümdara doğru yolu gösterip ona Tevratın hükümlerini anlatırdı. İsrailoğullarının üzerine Buht Nassar gelmezden önce, onların arasında isyan ve kömlükler çoğalıp yayılmıştı. Bu sırada onların başında Yakunya bin Yuyakim hükümdar bulunuyordu. Allah, bu hükümdara yol göstermesi için İrmiyayı peygamber olarak gönderdi. Bir rivayette gönderilenin Hızır olduğu söylenir. İrmiya onların arasında kalıp, onları Allahın yoluna davet etti, günah işlemekten onları men etti ve Senharibi helak etmekle Allahın kendilerine ne kadar büyük bir nimet ihsan etmiş olduğunu onlara hatırlattı, fakat onlar, bunların hiç birine aldırış etmediler, bunun üzerine Allah, İrmiyaya onları kendi azabından sakındırmasını emretti. Ayrıca ona, İsrailoğullarının tekrar Allaha itaate dönmemeleri halinde, onları öldürecek, çoluk çocuklarını esir alacak, kentlerini tahrip edip yıkacak, kendilerini köleleştirecek birisini göndereceğini ve onun, kalplerinden merhamet ve şefkatin silinmiş bir orduyla üzerlerine geleceğini bildirdi. Fakat onlar buna rağmen Allaha itaate dönmediler. Bunun üzerine Allah İrmiyaya: “Onların üzerine öyle bir fitne (bela) göndereceğim ki, bu fitne akıllı kişiyi şaşkına çevirecek ve filozofun hikmeti, akıl sahibi kişinin görüşü bu fitnenin içerisinde fonksiyonunu yitirecektir. Yine ben onların başına diktatör, katı kalpli ve zalim birini musallat edeceğim, onu heybetli kılıp kalbinden merhamet duygusunu alacağım. Onun arkasından gecenin karanlığını andıran kalabalıklar yürüyecek, bulut parçaları gibi askerler gidecektir. Bu kimse İsrailoğullarını helak edecek, onlardan intikam alacak ve Beytül-Makdisi tahrip edecektir.” buyurdu.

İrmiya, bu ilahi tehdidi işitince feryat ederek ağlamağa başladı ve elbiselerini parçaladı. Başına kül saçarak Allaha yalvarmağa ve kendisi hayatta olduğu müddetçe onların üzerinden bu azabı kaldırması için dua etmeye başladı.
Bunun üzerine Allah Ona: “İzzetime yemin ederim ki, bu hususta senin tarafından bir dilek olmadıkça, Beytül-Makdisi ve İsrailoğullarını helak etmeyeceğim.” diye vahyetti. İrmiya buna sevindi ve: “Musa ve diğer peygamberleri hak ile gönderen Allaha yemin ederim ki, ebediyen ve hiçbir zaman İsrailoğullarının helakini istemeyeceğim.” dedi.

Bunun üzerine İrmiya, İsrailoğullarının hükümdarına gidip kendisine gelen vahyi bildirdi, O da bu müjdeye çok sevindi. Bu vahyin üzerinden üç yıllık bir zaman geçti, fakat onlar isyan ve kötülüklerini daha da artırdılar. Bu, onların helakinin yaklaştığı bir zamanda olmuştu. Onlar öğüt dinleyip ibret almadıkları için de vahiy azalmıştı. Bunun üzerine hükümdarları onlara: “Ey İsrailoğulları! Allahın azabı size gelip çatmadan önce, şu içinde bulunduğunuz hale bir son verin.” dedi, fakat onlar, aldırış etmediler ve yaptıkları kötülükleri de terk etmediler. Bu defa Allah, Buht Nassarın kalbine, Beytül-Makdiste bulunan İsrailoğullarının üzerine yürümesini ilham etti. O da ufukları kaplayan kalabalık bir askerle harekete geçerek onların üzerine yürüdü. İsrailoğullarının hükümdarı bu durumu öğrenince, İrmiya peygamberi yanına çağırdı. Yanına gelince: “Ey İrmiya! Senin iddian nerede kaldı? Hani, Allah sana vahyedip, sen istemedikçe Beytül-Makdisi yıktırmayacaktı?” dedi. Bunun üzerine İrmiya: “Rabbim verdiği sözden caymaz, ben Ona güveniyorum.” dedi.
Nihayet onların ecelleri gelip mülklerinin son bulması yaklaşınca, Allah da onları helak etmek isteyince, İrmiyaya insan kılığında bir melek gönderdi ve İrmiyadan fetva sorup görüşünü almasını emretti. Bunun üzerine Melek gelip: “Ey İrmiya! Ben İsrailoğullarından bir kimseyim, sana akrabalarım hakkında bir şey sormağa geldim. Ben, Allahın bana emrettiği şekilde onların akrabalık haklarına riayet ediyorum. Ayrıca iyilik edip ihsanda bulunuyorum. Ama benim bu iyiliklerim onların bana kızgınlıklarını arttırıp ve bana kötü muamele etmekten başka bir netice vermedi. Onlar hakkında bana fetva ver, fikrini bildir.” dedi.

İrmiya ona: “Sen, Allah ile arandaki ilişkileri güzel tut. Allahın sana emrettiği şekilde akrabalık münasebetlerine riayet et.” dedi. Bundan sonra Melek Onun yanından ayrıldı, fakat bir kaç gün sonra yine insan suretinde İrmiyanın yanına geldi. İrmiya: “Ahlakları düzelmedi mi? Arzu ettiğin durum hasıl olmadı mı?” diye sordu. Melek: “Seni hak ile gönderen Allaha yemin ederim ki, bir insanın yakınlarına yapabileceği her şeyi yaptım, hatta daha fazlasını yaptım, fakat onların davranış ve gidişatı daha da kötüleşti.” dedi. İrmiyanın: “Akrabalarının yanına geri dön ve iyilik yapmağa devam et.” demesi üzerine Melek ayrıldı ve bir müddet daha bekledi. Buht Nassar ise çekirge sürüsünden daha kalabalık bir askerle Beytül-Makdise geldi. İsrailoğulları onlardan korktular, hükümdarları ise İrmiyaya: “Hani Rabbinin sana verdiği söz nerede kaldı?” dedi. İrmiya da: “Ben, Rabbime güveniyorum. ” diye karşılık verdi.
Daha sonra Allah tarafından İmriyaya fetva istemek üzere gönderilen melek, tekrar Beytül-Makdisin duvarı üzerinde oturmuş halde bekleyen İrmiyanın yanına gelip daha önceki sözlerini tekrarladı ve akrabalarının kendisine yaptıkları cefa ve zulmü şikayet ederek: “Ey Allahın peygamberi! Bu güne kadar olan her şeye sabr edip tahammül gösterdim, çünkü bunlar beni kızdıran şeylerdi. Bugün ise, onların Allah tarafından büyük bir gazaba uğradıklarını görüyorum. Eğer onlar, bu gün, daha önceki bulundukları hal üzere kalsalardı, öfkem artmayacaktı. Bugün onlara Allah için gazap ediyorum, sana durumu haber vermek için geldim. Seni hak ile gönderen Allaha yemin ederek söylüyorum ve senden İsrailoğullarının helak olması için onların aleyhine dua etmeni istiyorum.” dedi. Bunun üzerine İrmiya ellerini kaldırıp: “Ey göklerin ve yerin sahibi olan Allahım! Eğer onlar hak ve doğru yol üzerinde iseler, onları halleri üzerine bırak; eğer onlar senin gazap ettiğin bir şey ve razı olmadığın bir hareket üzerinde iseler, onları helak et.” diyerek dua etti. Bu sözler, İrmiyanın ağzından çıkar çıkmaz, Allah Beytül-Makdise gökyüzünden bir yıldırım gönderdi ve Allaha kurban sunulan yer alevler içinde yanmağa başladı. Bu esnada şehrin kapılarından yedisi yerin dibine geçti.

İrmiya bu durumu görünce feryat edip elbiselerini parçaladı ve başına kül serperek: “Ey yerin ve göklerin sahibi Allahım! Ey Rahman ve Rahim olan Rabbim! Hani bana söz vermiştin, sözün nerede?” diye seslendi. Bunun üzerine Allah ona vahiy yoluyla: “Onların başlarına gelen bu felaket, senin bizim elçimize (gönderdiğimiz meleğe) verdiğin fetvadan dolayı gelmiştir.” buyurdu. İşte bu sırada İrmiya, bu felaketin kendi verdiği fetvadan kaynaklandığını ve gelip kendisine fetva soran kişinin Allah tarafından gönderilen bir melek olduğunu anladı. Bunun üzerine İrmiya bulunduğu yerden ayrıldı ve vahşi hayvanların arasına katıldı. Buht Nassar da ordusuyla birlikte BeytülMakdise girdi, Şam topraklarını çiğneyip İsrailOğullarını yok edip tüketinceye kadar onları öldürmeğe devam etti ve Beytül-Makdisi de tahrip edip yıktı, hatta askerlerine emir verip taşıttırdığı topraklarla Beytül-Makdisi doldurup üzerini kapattı. Bundan sonra Buht Nassar, İsrailoğullarından aldığı esirler ile birlikte Babile geri döndü. Bu arada Buht Nassar emrederek Beytül-Makdiste bulunanların tümünü bir araya toplattırdı; toplananların arasından yüz bin çocuk seçip bunları beraberinde bulunan kumandan ve prenslere taksim etti.
Taksim edilenlerin arasında Peygamber Danyal, Hananya, Azarya ve Mişail gibi gençler bulunuyordu. Ayrıca Buht Nassar İsrailoğullarını üç eşit gruba ayırdı. Onların üçte birini öldürdü, üçte birini Şam bölgesinde bıraktı, geri kalan üçte birisini ise esir alıp Babile getirdi. Bu hadiseden sonra Allah İrmiyaya uzun bir ömür verdi. Çeşitli beldelerde, yeryüzündeki kır ve sahralarda görülen odur.

Bundan sonra Buht Nassar, Babile döndü ve Allahın dilediği kadar hükümdarlığını sürdürdü. Sonra hoşuna giden bir rüya gördü, fakat rüyasında gördüğü başka bir şey, kendisine asıl rüyasını unutturdu. Bunun üzerine Danyalı, Hananyayı, Azalyayı ve Mişaili yanına çağırdı, onlara: “Görüp de unutturulmuş olduğum bu rüyayı bana haber verip söyleyin. Eğer gördüğüm bu rüyayı ve onun yorumunu bana söylemeyecek olursanız, omuzlarınızdan kollarınızı söküp çıkarırım.” diyerek tehdit etti. Nihayet onlar, Buht Nassarın yanından ayrıldılar, Allaha yalvarıp dua ederek Ondan kendilerine bu rüyayı ve yorumunu öğretmesini istediler. Allah, onlara kendisinden istedikleri bu rüyayı ve yorumunu öğretip haber verdi. Bunun üzerine Büht-Nassarın yanına gelip ona: “Sen rüyanda bir heykel görmüşsün.” dediler. O: “Doğru söylüyorsunuz.” diyerek sözlerini tasdik etti. Bu defa: “Gördüğün heykelin iki ayağı ve baldırları seramikten, dizleri ve uylukları bakırdan, karın gümüşten, göğsü altından, başı ve boynu demirdendi. Sen, hayret içerisinde bu heykeli seyrederken, Allah onun üzerine gökten bir kaya parçası gönderdi ve onu parçaladı. İşte sana gördüğün rüyayı unutturan budur.” dediler. Buht Nassar: “Doğru söylediniz. Pek iyi, bu rüyanın yorumu nedir?” diye sordu, onlar da:

“Sen, hükümdarların hükümdarlıklarını gördün. Kiminin hükümdarlığı diğerinden daha yumuşak, kiminin hükümdarlığı ise diğerinden daha güzel, kimininki de daha serttir. Hükümdarlığın ilki seramikten (balçıktan) idi. Bu ise hükümdarlığın en zayıf ve yumuşak olamdır. Onun üstünde bakır gelmekte idi. Bu, seramikten daha üstün ve daha serttir. Bakırın üstünde ise gümüş bulunmakta idi. Bu, bakırdan daha değerli ve hem de daha güzeldir. Gümüşün üstünde altın yer almakta idi. Bu, gümüşten daha güzel, hem de ondan daha değerlidir. Tüm bunların üzerinde ise demir bulunmakta idi. İşte bu, senin hükümdarlığındır. Bu ise diğer hükümdarlıkların en çetini ve en satvetlisidir. Senin, Allah tarafından gökten gönderilerek bunların hepsini parçaladığını gördüğün kaya ise, Allahın gökten göndereceği bir peygamberdir, hakimiyet sonunda onun eline geçecektir.” dediler.

Danyal ve beraberindekiler, Buht Nassarın rüyasını yorumlayıp tabir edince, onları kendisine yaklaştırıp işlerini onlarla istişare etmeğe başladı, fakat Buht Nassarın yakın adamları onları kıskandıklarından jurnal edip onlar hakkında Buht Nassarı soğutacak bir takım şeyler söylediler. Bunun üzerine Buht Nassar emir verip büyük bir hendek kazdırdı ve onları hendeğe bıraktı. Hendeğe atılanlar altı kişiydi. Ayrıca bunlarla birlikte parçalayıp yemesi için ete düşkün bir de aslan bırakıldı. Bundan sonra Buht Nassarın adamları birbirlerine: “Haydi gidelim, yemeklerimizi yiyelim, içeceklerimizi içelim.” dediler, gittiler ve yiyip içtiler. Sonra geri döndüklerinde onları oturmuş bir vaziyette, aslan da hiç birine saldırmadan onların arasında uzanmış bir durumda buldular. Ayrıca onların arasında yedinci bir kişinin daha bulunduğunu gördüler. Meleklerden bir melek olan bu yedinci kişi onların yanına gelip Buht Nassara öyle bir şamar indirdi ki, bir anda aslan suretinde bir vahşi hayvana çeviriverdi. Fakat o, bununla birlikte insanların akıl erdirdiği şeylere akıl erdirip düşünebiliyordu. Bundan sonra Allah onu tekrar eski suretine, yani insan şekline döndürdü ve ona hükümdarlığını iade etti. Buht Nassar hükümdarlığına tekrar geri dönünce, bu defa Danyal ve arkadaşları onun katında en değerli insanlar oldular. Buht Nassar, Fars bölgesine döndükten sonra, bu defa Farslı kişiler Danyal ve arkadaşlarını ona jurnal edip gammazladılar ve jurnal ederken de, Danyalın şarap içtiği zaman idrarını tutamadığını söylediler. Onların arasında yaygın olan adete göre, idrarını tutmamak ayıp sayılırdı. Bunun üzerine Buht Nassar, Danyal ve arkadaşlarına bir ziyafet hazırlayıp onları yemeğe çağırdı, kapıcıya da: “İdrarını yapmak için çıkan ilk kişiyi öldür.” diye talimat verdi ve “Eğer idrarını yapmak için çıkan kimse: Ben Buht Nassarım. derse, sen ona: Yalan söylüyorsun; Buht Nassar bana seni öldürmemi emretti. dersin, sonra da onu öldürürsün.” dedi.

Allah, Danyala idrar yapma ihtiyacını hissettirmedi. Toplantı yerinden ilk kalkan Buht Nassar olmuş, vakit gece olmasına rağmen hükümdarlığına güvenerek dışarı çıkmıştı. Kapıcı onu görünce öldürmek için üzerine atıldı. Bunun üzerine Buht Nassar ona: “Ben, Buht Nassarım.” dedi. Kapıcı: “Hayır, yalan söylüyorsun. Buht Nassar bana, seni öldürmemi emretti.” dedi ve onu öldürdü.
Bir rivayete göre, Buht Nassarın öldürülme sebebi şu idi: Allah, onun üzerine bir sivrisinek göndermiş, bu sinek onun burun deliğinden girip başına (beynine) çıkmıştı. Buht Nassar, bu yüzden kafasına vurulmadıkça yerinde duramıyor ve rahat edemiyordu. Buht Nassar, ölüm döşeğine düşünce, ailesine ve yakınlarına: “Kafamı yarın, benim ölümüme sebep olan şeyin ne olduğunu bakıp görün.” dedi. Nihayet Buht Nassar ölünce başını yardılar ve beyninin üzerinde sivrisineği gördüler. Bununla Allah, kullarına kendi kudret ve hakimiyetini, Buht Nassarın ise zayıflığını göstermek murad etmişti. Bu sebeple Buht Nassar büyüklük taslayıp kabarınca, Allah onu yaratıklarının en güçsüzü ile Öldürdü. Her şeyin mülkü ve hakimiyeti elinde olan Allahın şanı ne kadar yücedir! O, dilediğini yapar ve ne isterse hükmeder.
Danyala gelince, o bir müddet Babil topraklarında kaldı, buradan ayrıldıktan sonra da vefat etti. Hüzistana bağlı Süs kasabasında defnedildi.

Allah, İsrailoğullarını Beytül-Makdise geri döndürmeyi murad ettiği zaman, Buht Nassar ölmüş bulunuyordu. Bazı alimlerin görüşüne göre, Buht Nassar, Beytül-Makdisin tahribinden sonra kırk yıl daha yaşamıştı. Ondan sonra yerine Ölmerdec (Ölmerudah ) adındaki oğlu geçti ve o bölgede yirmi üç yıl hükümdarlık yaptı. Ölmerdecin ölümünden sonra yerine oğlu BeItasır hükümdar oldu ve bir yıl hükümdarlık yaptıktan sonra işi çığırından çıkarması üzerine, o günün Fars hükümdarı (Belımen) -yukarıda da bahsettiğimiz üzere bu ihtilaflı bir konudur- onu azletti, yerine ise Şam ve Babil bölgelerine hükümdar olarak Daryuşu tayin etti. Daryuş otuz yıl (veya üç yıl ) hükümdarlık yaptı, sonra onu da azledip yerine Ahaşviruşu hükümdar yaptı ve bu da on dört yıl hükümdarlık etti. Ondan sonra yerine oğlu Keyruş el-İlmi (doğrusu el-Gaylemi) on üç yaşında iken hükümdar oldu. Keyruş, Tevratı öğrendi ve Yahudilik dinine girdi. Ayrıca o Danyal ve beraberindeki Hananya, Azarya ve diğerlerinden değerli bilgiler öğrendi. Sonra bunlar Keyruştan Beytül-Makdise gitmek için izin istediler, fakat Keyruş onlara: “Sizin gibi yanımda bin tane peygamber bile olsa, sizi yanımdan asla ayırmam.” dedi. Sonra Danyalı kaza (yargı) işleriyle görevlendirerek devlet işleriyle ilgili bütün yetkisini ona bıraktı. Ayrıca Buht Nassarın İsrailoğullarından aldığı ganimet mallarını tekrar İsrailoğulları arasında taksim etmesini ve Beytül-Makdisi yeniden imar etmesini emretti. Beytül-Makdis, Keyruşun döneminde imar edildi ve İsrailOğulları buraya geri döndü.

Bu hükümdarların hükümdarlık müddetleri, Beytül-Makdisin tahrip edilmesinden itibaren sayılmış olup Buht Nassara nisbet edilirler. Keyruşun hükümdarlığı ise yirmi iki yıl sürmüştür.
Bir rivayete göre, İsrailoğulları nın Şam bölgesine geri dönmelerine izin veren hükümdarın Büştasb bin Lührasb olduğu söylenir. Ona Şam beldelerinin tahrip edildiği ve burada İsrailOğulları ndan hiçbir kimsenin kalmadığı haberi ulaştığı zaman, Babil ülkesinde bir ilanda bulunarak: “İsrailoğullarından Şam bölgesine dönınek isteyen dönebilir.” dedi. Ayrıca onların başına Davüdun soyundan gelen birisini ge-çirdi ve ona Beytül-Makdisi imar etmesini emretti. Bunun üzerine İsrailoğulları geri döndüler ve Bey tü lMakdis i imar ettiler.
İrmiya bin Halkıya (veya Hazkıya), Harun bin İmranın kolundan (sırtından) gelen bir kimseydi. Buht Nassar, Şam bölgesini çiğneyip BeytülMakdisi tahrip ettikten ve İsrailoğullarının bir kısmını öldürüp, bir kısmını esir ettikten sonra, İrmiya bu bölgeyi terk edip vahşi hayvanların arasına katılmıştı. Daha sonra Buht Nassar, Babile geri döndüğü zaman İrmiya elinde bir sepet incir ve yanında bir miktar üzüm şırası ile birlikte eşeğinin sırtında olduğu halde geri geldi ve Beytül-Makdisin harabe halini gördü. Bunun üzerine o: … “Allah burasını böyle öldükten sonra nasıl diriltecek?” demişti. Allah da onu yüz sene ölü bırakıp sonra dirilmişti. . (Bakara 259). Allah, önce onu, sonra eşeğini öldürdü ve onu gözlerden (başkalarının görmesinden) korudu. Nihayet Beytül-Makdis imar edildikten sonra, Allah İrmiyanın önce iki gözünü canlandırdı, sonra onun gözleri önünde bakıp dururken cesedine can verildi.
Kendisine: “Ne kadar (ölü olarak) kaldın?” denildi. O: “Bir gün, yahut bir günden az.” dedi. Allah: “Hayır, yüz yıl kaldın. Yiyecek ve içeceğine bak, henüz bozulmamıştır. Bir de merkebine bak.” dedi. (Bakara 259). Bunun üzerine İrmiya, eşeğinin kemiklerine baktı, bu kemiklerin yan yana dizildiklerini, sonra bu kemiklerin ete büründüklerini gördü. Bundan sonra Allahın izniyle merkep dirilip ayağa kalktı. İrmiya, şehre baktığında onun imar edilmekte olduğunu, çeşitli ülkelerden geri dönen İsrailoğullarının burada çoğalmış olduklarını gördü. Halbuki daha önceleri şehir bir harabe halindeydi ve İsrailoğullarının bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı ise esir alınmıştı. İrmiya, şehri bu halde görünce: Biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir. (Bakara 259) dedi.

Rivayet edildiğine göre, Allahın yüz yıl öldürüp, sonra dirilttiği kişi Üzeyrdir. Allah, Üzeyri tekrar diriltince, o bir hatırlama üzerine Beytül-Makdisteki evine gitmek istedi, evinin önüne geldiğinde kendi cariyelerinden yaşlı, ama ve kötürüm bir kadın gördü. Bu kadın yüz yirmi yaşında bulunuyordu. Üzeyr ona: “Bu ev, Üzeyrin evi midir?” diye sordu. Yaşlı kadın: “Evet, onun evidir.” dedi ve ağlamağa başladı. Sonra: “Senden başka hiçbir kimsenin Üzeyrden söz ettiğini görmedim.” dedi. Bunun üzerine O: “Ben, Üzeyrim” diye karşılık verdi. Yaşlı kadın da: “Üzeyr, duası makbul bir kimseydi, beni sağlığıma kavuşturması için Allaha dua et.” dedi ve Üzeyr dua etti, yaşlı kadının gözleri açıldı ve ayağa kalkıp yürümeğe başladı. Kadın onu görünce tanıdı. O sıralarda Üzeyrin yüz on üç yaşında bir oğlu bulunuyordu, onun da yaşlı başlı oğulları vardı. Nihayet bu kadın onların yanına giderek, Üzeyrin geldiğini haber verdi, onlar da gelip Üzeyri gördüler. Oğlu onu sırtında bulunan bir benden tanıdı.

Bir başka rivayette ise, Üzeyr İsrailoğulları ile birlikte Irakta bulunuyordu. Bilahare Beytül-Makdise geri dönerek İsrailoğullarına Tevratı yeniledi, çünkü İsrailoğulları bu sırada Beytül-Makdise geri dönmüş bulunuyorlardı. Fakat daha önce ganimet mallarıyla birlikte Tevrat kendilerinden alınıp yakılarak yok edildiğinden ellerinde Tevrat bulunmuyordu. Üzeyr de alınan esirler arasındaydı. Üzeyr, İsrailoğullarıyla birlikte Beytül-Makdise dönünce, halktan uzaklaşıp tek başına yaşamağa ve gece gündüz ağlamağa başlamıştı. Bir ara üzüntülü bir şekilde otururken yanına bir adam gelip Ona: “Ey Üzeyrı Seni ağlatan nedir?” diye sordu. Üzeyr Ona: “Allahın kitabı ve bize olan ahdi elimizde bulunuyordu. Şimdi ise artık yok. İşte bunun için ağlıyorum.” diye cevap verdi. Bunun üzerine adam: “Allahın, bu kitabı tekrar size geri vermesini ister misin?” diye sordu. Üzeyr: “Evet, istiyorum.” dedi. Adam: “O halde geri dön, oruç tut ve temizlen. Yarın ayni yerde buluşalım.” dedi. Nihayet Ü zeyr, denileni yaptı ve aynı yere gelip adamı beklemeğe başladı. Adam de elinde bir kap su ile onun yanına geldi. Aslında bu adam, insan kılığında Allah tarafından gönderilen bir melek idi. Bu kaptaki sudan Üzeyre içirdi ve hemen Tevrat onun kalbine nakşedildi. Bundan sonra Üzeyr hemen İsrailoğullarına gelip onlara Tevratı yeniden vaaz etti. Onlar da Tevratın getirdiği helal ve haram hükümleriyle birlikte cezai hükümleri (Hudüd) kabul edip tanıdılar. Üzeyri de hiç bir kimseyi sevmedikleri bir sevgiyle sevdiler. Böylece Üzeyr, İsrailoğullarının durumunu düzeltti ve bir müddet sonra bu hal üzere iken Allah onun ruhunu kabzetti. Bundan sonra tekrar İsrailoğullarının arasında isyan ve kötülükler ortaya çıkmağa başladı, hatta bazıları: “Üzeyr, Allahın oğludur.” dediler.
Nihayet İsrailoğulları Beytül-Makdiste kalmağa devam ettiler; hatta Mülükut-tavaif (beylikler, bölge hükümdarlıkları) döneminde, Rumlar (Bizanslılar)ın kendilerine galip gelmesine kadar, Beytül-Makdise dönenlerle birlikte bir hayli çoğaldılar, fakat bundan sonra bir daha toparlanıp bir araya gelemediler.
Buht Nassar ile Beytül-Makdisin imarı konusunda alimler pek çok farklı görüş ileri sürmüşlerdir. Fakat biz, sözü uzatmamak için kısa kesiyoruz.