"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
İslam Tarihi - İbnül Esir
Mesnevi Şerif - Mevlana
Peygamberler Tarihi
Tabakat - İbn Sad
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Yirmi Yedinci Mektup ve Zeyilleri

Otuz Üçüncü Sözün Yirmi Yedinci Mektubudur ki, Mektubatün-Nurun birinci muhatabı olan Hulusi Beyin hususi mektuplarından, Risaletün-Nur hakkındaki takdiratını gösteren fıkralardır.

Yirmi Yedinci Mektubun ikinci kısmı olan “Zeyl”i dahi, elhak bir Hulusi-i Sani olan Sabri Efendinin Risaletün-Nur hakkındaki takdiratını gösteren hususi mektuplarındaki fıkralardır.

Şu Risale, bir meclis-i nuranidir ki Kuranın şu münevver, mübarek şakirdleri, içinde birbiriyle manen müzakere ve müdavele-i efkar ediyorlar.

Ve yüksek bir medrese salonudur ki, Kuranın şakirdleri onda herbiri aldığı dersi arkadaşlarına söylüyor.

Ve Kuran-ı Mucizül-Beyanın hazine-i Kudsiyesinin sandukçaları olan Risalelerin satıcı ve dellallarına muhteşem ve müzeyyen bir dükkan ve bir menzildir. Herbiri aldığı kıymettar mücevheratı birbirine ve müşterilerine orada gösteriyor.
Said Nursi

– 1 –
بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَۤائِنَاتِ اَبَدًا
Hulusinin birinci fıkrasıdır.
Eyyühel Üstadül-Muhterem!

Kendilerini fakir ve hakir görmekte zevk alan zevat-ı aliye gibi değil, belki olduğu gibi görünmek isteyen ve “talebem, kardeşim, biraderzadem” ünvanlarıyla taltif buyurduğunuz bendeniz, hakikatte manen düşkün bir vaziyette ve cidden duanıza muhtaç bir haldeyim. Serapa nur olan Kuran-ı Mucizül-Beyanın hak ve hakikatini, bu asır insanlarının, bilhassa fırak-ı dallenin gözlerine sokacak derecede, bazı Kuran lemeatının zahir olmasına murad-ı İlahi taalluk etmiş ve bu emr-i mühimme, felillahilhamd, muhterem Üstadımız vasıta olmuştur.

İşte, hiç ender hiç olan bu talebeniz de, yine lütuf ve fazl ve inayet-i İlahi ile bu ali memuriyetini ifa eden aziz ve muhterem hocasına ve Kuran hesabına pek cüzi bir hademelik yaptırılmıştır. Bundan dolayı ne kadar şükretsem azdır; fahre zerre kadar hakkım yoktur. Belki şu hademelikte yapmış olmaklığım muhtemel hatiat ve kusurattan dolayı affımı niyaz ve istirham ediyorum. Fena şahsiyetimi tarif eylemekliğim gerçi manasızdır. Fakat mürasele ve mülakatta bu babda pek çok büyük iltifatlarınızı gördüğümden mütehassıl hicap sevkiyle ufak bir tasdide bulundum. Son iki mektubunuzda sual buyurulan hususa cevap vermekliğim ısrarla emir buyuruldu.

سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا Fakat bu ağır suale, acz ve fakrın en müntehasında bulunan bu kardeşiniz hak ve hakikate muvafık ve mutabık bir cevap verebilmek için inayet ve kerem-i İlahi ve meded-i ruhaniyet-i Peygamberiye iltica eyledi. Şöyle ki:

Mübarek Sözler şüphesiz Kitab-ı Mübinin nurlu lemeatıdır. İçinde izaha muhtaç yerler eksik olmamakla beraber, küll halinde kusursuz ve noksansızdır. Beşerin her tabakası kendi fıtri anlayışları nisbetinde onlardan hisse-mend ve faide-mend olurlar. Şimdiye kadar tenkit olunmaması, her meslek ve mezhep ve meşrep ehline hoş gelmesi ve mülhidlerin dil uzatamayıp ebkem kalmaları, kanaatimizin sıhhatine delalet etmeye kafidirler.

Vazifenizin bitmediğine dair düşünebildiğim burhanlar:

Evvela: Bidatların çoğaldığı bir zamanda ulemanın sükut etmemeleri lazım geldiğine dair beyan buyurulan hadisteki emir ve zecir.

Saniyen: Peygamberimizin ittibaına mükellef olduğunuzdan, onlar gibi müddet-i hayatınızca vazifeye devam mecburiyeti olduğu.

Salisen: Madem bu hizmet münhasıran reyinizle değil, istihdam olunuyorsunuz; nasıl Mübelliğ-i Kuran, Fahr-i Cihan, Habib-i Yezdan sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz hazretleri birgün اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ ferman-ı celilini tebliğ buyurmakla aynı zamanda vazife-i risaletinin hitamına remzen işaret eylemişti. Muhterem Üstadın da hizmeti kafi görülürse, bildirilir kanaatindeyim.

Rabian: Sözler hakkında bugüne kadar sükut edilmesi ve tenkide cüret edilmemesi, ila nihaye bu halin devam edeceğine delil olamaz. Hal-i hayatınızda muhtemel hücumlara evvelen ve bizzat zat-ı fazılaneleri cevap vereceksiniz.

Hamisen: Dünyayı unutmak isteseniz, başka hiçbir sebep olmasa dahi, yalnız bu mübarek Sözlerle rabıta peyda eden insanların rica edecekleri izahatı vermek isteyecek ve cevapsız bırakmayacaksınız.

Sadisen: Allah için sizi sevenlere ve sizden istizahta bulunanlara yazdığınız pek kıymetli yazılarla meclis-i ilminizde takrir buyurduğunuz mütenevvi ve Sözlere bile geçmeyen mesail katiyetle gösteriyorlar ki, ihtiyaç da, hizmet de bitmemiştir.

Birkaç maruzat: Nurlu Sözleri cemaate okumak nasip olduğu zamanlarda, bende bazı hissiyat hasıl oluyordu; şurada arza müsaadenizi rica edeceğim.

Evvela: Muhterem Üstadıma maruzatta bulunmak için kalemi elime aldığım zaman, ruhumda büyük bir inkişaf hissediyor ve ihtiyarsız kalemim o andaki muvakkat duygularıma tercüman olduğunu görüyorum.

Saniyen: Şöyle düşünüyordum: Eğer yalnız adüvv-i ekber olan nefsin hilesinden ve cin ve ins ve şeytanların mekrinden emin olayım diye herkes başını karanlığa çekse ve kendisi kuşe-i nisyana çekilse veya çekilmek istese ve alem-i insan ve alem-i İslam mühmel kalacak, kimsenin kimseye faidesi olmayacak bir zaman olsa; ben din kardeşlerime bu nurlu hakikatleri iblağ edeyim de, Allahü Zülcelal nasıl şen-i uluhiyetine yaraşırsa öyle muamele eylesin. Nefsimi düşünmekten kat-ı nazar etmeyi yine o zamanlarda çok faideli görüyordum. Bundaki hikmet nedir?

Salisen: Esma-i Hüsnadan Rahman ve Rahim isimleri en azam mertebede olduklarından mı, yoksa başka sebep ve hikmetle mi kelimesi içine dahil olmuşlardır? Bu da şu mektubu yazarken kalbime geldi, ben de soruyorum.

Aziz ve muhterem Üstadım, sizin vücudunuza yalnız bizler değil, bütün alem-i İslam muhtaçtır. Çünkü, müminlerin imanına kuvvet veren, gafilleri uyandıran, dalalete düşenlere rah-ı hidayeti gösteren, hükema-yı felasifeyi beht ve hayrette bırakan Kuran-ı Mübinden nebean ve lemean eden o kudsi Sözlerin vücuduna vasıta oldunuz. Hemen Cenab-ı Erhamürrahimin aziz Üstadımızı sıhhat ve afiyette daim ve ümmet-i Muhammed üzere kaim buyursun. amin, bihürmeti Seyyidil-Mürselin.

Hulusi

– 2 –

Risale-i Nur mektuplarından bu mektubunuzun bendeki tesirlerini hülasaten arz edeyim:

Sıhhat ve afiyetinizin devamı, şükrümü; bu gibi mesailin hallini isteyenlerin vücudu, ümidimi; nazarımda ilim sayılacak herşeyi sizden öğrendiğim için, bu vesileyle hakikat sahasındaki malumatımı; hasbel-beşeriye fütur hasıl oluyorsa, şevkimi; hasta bir talebeniz olduğumdan Kuranın eczahanesinden verdiğiniz bu ilaçlarınızla sıhhatimi, matbaha-i Kurandan intihap buyurduğunuz bu gıdalarla bütün hasselerimin kuvvetini; hayatın beş derecesini de talim, mevtin itibari bir keyfiyet olduğunu tefhim, idam-ı ebedinin mutasavver olamayacağına kalbimi takvim buyurduktan sonra, Allah için muhabbetin herhalde bu hayat derecelerinde de devam ederek hayat-ı bakiyede baki meyvesini vereceğini işaret buyurmakla müddet-i hayatımı nihayetsiz arttırmaya sebep olmuştur.

Risale-i Nurla ihda buyurduğunuz dualar, zaten hergün sevgili Üstadı düşünmeye kafi gelmektedir. Kuranın nihayetsiz füyuzatından, tükenmez hazinesinden inayet-i Hakla edindiğiniz ve tebliğe mezun olduğunuz manaları, cevherleri göstermekle, bildirmekle de bu biçare ve müştak talebe ve kardeşinize sonuna kadar ders vermek istediğinizi izhar ediyorsunuz ki, bu suretle de ebeden ve teşekkürle gözümün önünden, hayalimden ayrılmamaklığınız temin edilmiş olunuyor.
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى

Hulusi

– 3 –

Muvasalatımın ilk gecesi pederimin misafirlerine tahsis eylediği odaya devam eden zevata, mütevekkilen alallah, akşamla yatsı arasında Risale-i Nuru okumaya başladım.

Sevgili Üstadım,

Evvelce arzettiğim veçhile, ben artık birşey için yaşadığımı zannediyorum. O da, Üstadım olan dellal-ı Kuranın vazife-i memure-i maneviyesini ifada kendilerine pek cüzi bir yardım ve Kuran hesabına cüzi bir hizmetkarlıktan ibarettir. Orada bulunduğunuz müddetçe Kurandan hakikat-i iman ve İslam hesabına vaki olacak istihraç ve tecelliyattan mahrum bırakılmamaklığımı hassaten istirham ediyorum.

İnşaallah, müstecap olan duanızla Allahü Zülcelal, Risale-i Nur hizmetinde ümit ve arzu ettiğim neticeye vasıl, merhum ve mağfur Abdurrahman gibi ahir nefeste iman ve tevfik ve saadet-i bakiyede iki cihan serveri Nebiyy-i Ekremimiz Muhammedenil-Mustafa (sallallahu teala aleyhi ve sellem) Efendimize ve siz muhterem Üstadımın arkasında ve yakınında komşuluk vermek suretiyle amal-i hakikiyeye nail buyurur.

Risale-i Nur gerçi zahiren sizin eserinizdir. Fakat nasıl ki, Kuran-ı Mübin Allahın kelamı iken Seyyid-i Kainat, Eşref-i Mahlukat Efendimiz nasa tebliğe vasıta olmuştur; siz de bu asırda yine o Furkan-ı Azimin nurlarından bugünün karma karışık sarhoş insanlarına emr-i Hakla hitap ediyorsunuz. Öyleyse, O Hakim-i Rahim, size bu eseri yaptırtan o Nurları ayak altında bıraktırmaz. Elbette ve elbette fanilerden, belki de hiç ümit edilmediklerden sahipler, hafızlar, ikinci, üçüncü, hatta onuncu derecede mübelliğler, naşirler halk buyurur itikadındayım.

Hulusi

– 4 –

Evet, İslamiyet gibi bir ali tarikım, acz ve fakrı Allaha karşı bilmek gibi bir meşrebim, Seyyidül-Mürselin gibi bir rehberim, Kuran-ı Azimüşşan gibi bir mürşidim, bir dakikada mertebe-i velayete erişmek gibi ulvi bir netice almak mümkün olan askerlik gibi bir mesleğim var.

Üstadım bana ve dinleyen her zevil-ukule, “Tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır. Beş vakit namazını hakkıyla eda et; namazın nihayetindeki tesbihleri yap; ittiba-ı sünnet et; yedi kebairi işleme” dersini vermiştir. Ben gerek bu derse, gerek Risaletün-Nurla verilen derslere, Kurandan istinbat buyurarak gösterdiği hakikatlere karşı Allahın tevfikiyle can ü dilden beli dedim, tasdik ettim ve bana böylece hakikat dersini veren bu zata da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim. Hata etmedim, isabet ettim.

Hulusi

– 5 –

Bu kere irsal buyurulan Mektubatün-Nur zeyilleri, emsali gibi hoş, güzel ve bedidir. Eserlerin Nur ism-i aziminin tecellisi olduğuna, ihtiyaca ve hal-i aleme göre yazdırıldığına bence asla şüphe kalmamıştır. Bunu küçük bir misalle teyid etmek isterim. Mülhidler çok ileri gidiyorlar. Mesela: . . . ila ahir.

İşte bu ahmakların hezeyanına ve her nevi iğfallerine ve zahiren süslü laflarına kanmayarak, iman ve itikatlarında sabit-kadem olmaları için erbab-ı imana kuvvet ve zümre-i tuğyana kahr ve şiddetle ders-i ibret verecek pek münasebetli sözler, mevzuu bahis asarda ayan-beyan görülmektedir.

Hayfa ki, bu nurlar şimdilik lihikmetin pek mahdut sahada ve ancak müminler içinde neşredilebilir.
اَلصَّبْرُ مِفْتَاحُ الْفَرَجِ اِنَّ اللهَ مَعَ الصَّابِرِينَ

Hulusi

– 6 –

Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfını da Hakkı Efendi kardeşimizle merak ve dikkatle okuduk. Cidden çok ali mefhumu var. Tavsife bu acizin kudreti olsa, belki bu ikinci nokta için pek ziyade rahatsız etmeye cesaret ederdim. Heyhat ki, diğer hususatta olduğu gibi, bunda da sıfrül-yed bulunuyorum. Yalnız hulus ve safiyetle ve kısaca derim: Belki diğer bütün Sözlerin daha fevkinde parlayan bir necm-i nur-efşandır.

(Doktordan Miracı nasıl bulduğunu sordum. Doktor Kemal der: “Eserin pek büyük kıymetini takdir etmek için İslam olmaya bile lüzum yok, insan olmak kafi” cevabını verdi.)

Hulusi

– 7 –

Bizler ki, Elhamdü lillahi teala, ahiret kardeşiniz, Kuran hizmetinde aciz hizmetkarınız, esrar-ı Kuraniyenin beyanında, eşşükrü lillahi teala, “Ashab-ı Kehf” gibi musahibiniziz. Liyakat ve kifayetimizin çok fevkinde mahza bir lütuf ve inayet-i Samedani olarak talebeniz bulunuyoruz. Bundaki niam-ı Sübhaniyeye hamd ve şükürden aciz bulunuyoruz.

Hulusi

– 8 –

Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfını, Ramazan hediyesini ikmale muvaffak oldum. Tevfik-i Hüda yoldaşım olursa, diğerlerini de inşaallah emir buyurduğunuz müddette yazarım. Bu kadar kıymetli ve nurlu Sözlerin en hüsünlü hat ile ve hatta altınla yazılması layık ve muktazi iken, hasbel-kader bu biçare kardeşinizin perişan ve belki ancak okunabilir, hatalı hattıyla yazılması da, hamd ve şükrümü artırmaya vesile oluyor ve her vasıtayla aldığım meserret-bahş selam ve iltifatat-ı fazılanelerinin ve herbiri Risale-i Nura bir zeyil ve tefsir ve haşiye makamındaki cihan-değer emirname-i arifanelerinden maddeten dur bulunacağımdan dolayı çok müteessir olacağım.

Fakat manevi ciheti böyle düşünmüyorum ve nerede bulunursam bulunayım, inayet-i Bari ile aldığım dersi dinletecek bir muhatap bulmaya çalışacak ve neşr-i hakikat yolunda acz ve fakrıma bakmayarak, duanızla elimden gelen her çareye başvuracağım için müteselli oluyorum.

Yalnız, dünyevi vazifelerle uğraşmak ise, fıtraten hoşlandığım ve hakaikine meclub olduğum nurlu Sözlerle iştigalime kısmen mani oluyor. İşte buna müteessifim; fakat elimden birşey gelmiyor. Her geçen gün dünyanın fena ve fani yüzünü daha ziyade üryanlığıyla göstermekte ve bu hayatta baki ve sermedi hayat için birşey kazanılmadan geçen vakitlere teessür hasıl ettirmektedir. Sureten ayrıldığımıza o kadar müteessir değilim. Bilhassa sevgili Üstadın son dersi, bu fani dünyanın en zevkli halinden pek çok yukarı derecede bir baki hayat olduğunu katiyetle müjde etmektedir.

Hulusi

– 9 –

Gönül isterdi ki, o muazzam Sözlere sönük yazılarımla biraz uzun cevap yazayım. Fakat buna muvaffak olamıyorum. Kabiliyetimin azlığı, istidadımın kısalığı, iktidarımın noksanlığıyla beraber uhdeme verilmiş olan birkaç maddi vazifelerin taht-ı tesirinde dimağım meşgul ve adeta meşbu olduğundan, o mübarek cevherlerinize mukabil adi boncuk bile ibraz edemeyeceğim.

Biliyorsunuz ki, çok ifadelerimde sizi taklit ettiğim birinci sebebi, merbutiyet-i halisanemin; ikinci sebebi, kudret-i kalemiyemin kifayetsizliğidir. Fakat mübarek Yirmi Dördüncü Sözde misali geçen fakir gibi, ben de derim: Ey sevgili Üstadım, gücüm yetişse, elimden gelse bütün o nurlu Sözler ayarında kelimelerden mürekkep cümlelerle size maruzatta bulunmak isterim. Fakat biliyorsunuz ki, yok. Niyetime göre muamele buyurunuz.

Hulusi

– 10 –

Eser, emsali gibi nurlu ve hikmetlidir. İnşaallah, temenni buyurduğunuz vecihle ümmet-i Muhammedin içtimai ve pek mühim bir yarasına kati deva olur. Doğrudan doğruya nur-u Kuran olan mübarek Sözlerin kast ve işaret edilmek istenildiğini arz ettim ve makam-ı tasdikte şimdiye kadar kendisine birkaç Sözü de okudum ve imkan buldukça da okuyacağım. Layüadd ve layuhsa niam-ı Sübhaniyesine mazhar olduğum Allahü Zülcelal Tebareke ve Teala ve Tekaddes Hazretlerine hamd ve şükürden aciz, isyanla alude iken, zat-ı üstadaneleri bizi izn-i Rabbaniyle o mübarek münevver Sözlerle irşad edip zulmetten nura çıkardınız.

Taharri-i hakikatle ömür geçirirken, mukadderat bu asi biçareyi de beş sene evvel Şah-ı Nakşibend Hazretlerinden Muhammedül-Küfrevi Hazretlerine doğru açılan tarik-i Nakşibendiye idhal eylemişti. Sonra, muvakkat bir küsuf neticesi olarak yol kaybolmuş, zulmet ve dikenler içinde kalınmış iken, nurlu Sözlerinizle zulmetten nura, girdaptan selamete, felaketten saadete çıktım.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ هٰذَا مِنْ فَضْلِ رَبِّى ferman buyuruyorsunuz ki: İmanı kurtarmak zamanıdır. Aler-resi vel-ayn.

Hulusi

– 11 –

Bu defa bu biçare talebesine ihsan ettiği hediyeyi, gıyabi muhiblerinden Fethi Bey ismindeki komşumuzla okuyorum. Baştan başa mucize-i kübra-yı Ahmediyeyi ilan eden On Dokuzuncu Mektubun tahsisen bendelerine irsali, yeniden hayata avdet etmiş kadar müessir olmuş ve mütalaası rikkat damarlarımı tahrik ederek hayli ciddi gözyaşı akıtmaya vesile olmuştur.

Hulusi

– 12 –

Ruhu, feza-yı kainatta beynel-ecram seyr-i seri ile seyahat ettirecek tarzda tulu eden manzume-i hakikat, bilhassa bizler için büyük mazhariyettir.

Tarik-i Nakşi hakkındaki fıkraya mukabil “tarik-i acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür”ün hesabına tulu eden fıkra da pek çok kıymetli bir cevherdir. Bu Sözler altınla yazılsa layık iken nakıs hattımla istinsah ettim. O halde kıymeti, aciz bir talebenizin yadigarı olmasındadır.

Hulusi

– 13 –

Saniyen: Şu zaman-ı isyan ve tuğyan ve küfranda mahz-ı inayet ve lutf-u Hak olan, ümmet-i İslamiyeyi hakaik-i imaniyeye sevk ve irşada memur edilen zat-ı hakimanelerini, bütün ümmet-i Muhammediyeyi olduğu gibi, bu acizi de nurlu Sözlerle tarik-i nura irşad buyurduğunuzdan dolayı hürmet ve minnetle daim yad eder, dünyevi ve uhrevi muratlarınızı hasıl eylemesini Rahim, Kerim olan Allahü Zülcelal Hazretlerinden abidane niyaz ve istirham eylerim.

Hulusi

– 14 –

Kardeşimin bir fıkrasıdır.

Ellerinizi öper, duanızı isterim. Dünyadan dargın, nefsinde aciz olan Abdülmecide güzel bir üstad, ulvi bir mürşid olacak yeni eserleriniz geldi. Lafzi bir üstadı kaybettimse de, manevi müteaddit mürşidleri buldum diye kendimi tebşir ettim. Hakikaten irşad edecek nurlu eserlerdir. Allah çok razı olsun.

Abdülmecid

– 15 –

Yine Hulusinin

Evet, müteselli olduğum iki cihet var. Biri: elimizdeki mübarek Sözler vasıtasıyla daima sohbet-i manevide bulunduğumuz. Diğeri: muhabbetimizin inayet-i Bari ile “hubb-u fillah” mertebesinde olduğuna imanımızdır. Binaenaleyh, size benim bugün ve yarın en büyük hediyem: Verdiğiniz dersi, namınıza olarak vekaleten ala kadril-imkan müminlere tebliğ eylemek ve Allahın verdiği hakiki muhabbeti ebeden taşımak ve buna mukabil Erhamürrahimin ve Ekremül-Ekremin, Ahsenül-Halıkin, Rabb-i Rahim ve Kerim Hazretlerinden, hakiki muhabbetin Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfında izah buyurulan neticesine mazhar buyurulmaktır. İman-ı tahkiki yolunda buluştuğumuz Hakkı Efendiyle niyetimiz hakka, sıdka, ihlasa iştirakimiz muhakkaktır.

Hulusi

– 16 –

Bu mektubunuzdaki sualle ve en son yazılmış olan Otuz İkinci Sözle münasebet ve müşabehet nevinden bu defaki ariza-i cevabiyem üç vakfeli oldu.

Demek oluyor ki, Risale-i Nur manevi bir güneş, herbir Söz muhtelif kadirlerden nurani yıldızlar ve Otuz İkinci Söz üç mevkıfı ile bu yıldızların hepsinin üstünde parlayan ve enzar-ı dikkati hah-nahah üzerlerine celb eden halis nurdan vücuda gelmiş birinci kadirden pek nurlu, erbab-ı imana gülümseyen, ahzab-ı dalalete haşmetle bakan, gözlerini kör eden, erbab-ı gafleti uyandıran pek haşmetli, çok nurlu birinci kadirden bir kevkeb-i nevvardır. Ne yapayım, talebenizin dili bu kadar dönüyor. Yoksa bu sönük ifade o mübarek Sözler için sarf edilmek layık olmadığını biliyorum.

Bizden Üçüncü Maksadın tesirini sual buyuruyorsunuz. Biz Hakkı Efendiyle ittifaken deriz ki:

İçindeki hakikatler cerh edilmez; içinde lüzumsuz birşey yok, zararlı bir kayıt mutasavver değil. Dikkatle dinleyenler, Allah tevfik verirse, imanını kurtarabilirler. Bu hakaikle Avrupa ehl-i dalaletine de meydan okunur fikrindeyiz. Bu kabil dalalet ve gaflette olanlar ya mübarezeden mağlup olurlar, ya ulviyeti hissedip tegayyüb ederler, yahut Ebu Cehil gibi hakikati kabul etmemekte inat ederler veya dehşetlerinden kulaklarını kapayıp kaçarlar, fikir ve kanaat ve imanındayız. Sözleri dinleyenlerin bir sükut-u mesti göstermeleri, izhar-ı hayret eylemeleri, kudretleri derecesinde takdiratta bulunmaları, herhalde düşündüğümüze kuvvet verir bir keyfiyettir; ümit ve tahminimizi tasdik ediyor.

Hulusi

– 17 –

Niyetim büyük, tevfik Hüdadan. Yalnız oda cemaatimize Yirmi Beşinci Söze kadar okudum. Ve inşaallah devam edeceğim. Emrinize tebean ve duanıza binaen fütur getirmiyorum. Maddi vazifem oradakinden daha ağırdır. Fakat her umurumda Allaha istinad ettiğim için, ümitsizliğe düşmüyorum. Oradan ayrıldıktan sonraki füyuzattan istifade etmeyi can ü yürekten arzu ediyorum. Natamam kalan Otuz İki ve Otuz Üçüncü Sözlerin de itmamına muvaffak olmanızı eltaf-ı İlahiyeden niyaz eylerim.

Hulusi

– 18 –

Ben burada inşaallah emanetçi olduğum Sözleri inayet-i Hakla ve duanız berekatıyla layıklı kulaklara duyurabileceğimi ümit ediyorum. Üstadım, müsterih olunuz, bu Nurlar ayak altında kalamazlar. Onları Dellal-ı Kurandan enzar-ı cihana vaz eden Halık (Celle Celaluhu) bizim gibi kimsenin ümit ve tahayyül etmeyeceği aciz insanlarla bile neşir ve muhafaza ettirir. Bu işi ben sayimle, kudretimle kazandım diyen huddam o gün görecekler ki, o mukaddes hizmet, zahiren ehliyetsiz görünen, hakikaten çok değerli diğerlerine devredilmiş olur kanaatindeyim. Bu sebeple oradaki kardeşlerimizden Risale-i Nurla çok alakadar olmalarını rica etmekteyim.

Hulusi

– 19 –

Risaletün-Nur, Mektubatün-Nurun mütalaası, tahrir edilmesi, başkalara neşir ve tebliğe ala-kadril-istitaa çalışılması gibi emr-i hayr-i azime havl ve kuvvet-i Samedani ve inayet ve lutf-u Rabbaniyle muvaffak olduğum zamanlar ki, bu evkatta evvelen ve bizzat bu fakir istifade, istifaza, istiane etmiş oluyor; bu itibarla mezkur saatleri çok mübarek tanıyor, firakına acıyor, o yaşayışın devamını, tekrarını, kesilmemesini ez-can ü dil arzu ediyorum.

Fakat ne çare ki, iğtinam edebildiğim kısacık vakitlerde zihnimi safileştirip Nurların karşısına, dolayısıyla Kuranın mucizeleri mecmuasına ve aziz, muhterem Üstadımın medresesine ve ol Seyyidül-Kevneyn Peygamberimiz Efendimiz (a.s.m.) Hazretlerinin ravza-i saadetlerine ve nihayet Rabbül-alemin Teala ve Tekaddes Hazretlerinin huzur-u lamekanisine çıkıyorum. Bu sebeple cidden “O Nurlarla iştigal etmediğim zamanlar, keşki enfas-ı madude-i hayattan olmaya idiler” diyorum.

Hulusi

– 20 –

Geçen hafta muhtelif iki cemaate Yirmi Dördüncü Mektubun Birinci ve İkinci Zeyillerini okudum. Dinleyenler hayran ve bu fakir de o parlak icaz-ı Kurandan adeta gaşyoldum. Bu eserinizi Risale-i Nur ve Mektubatün-Nurun en münevverleri safında mütalaa ediyorum. Bugün Cuma idi. Komşumuz Fethi Beye on bir ve on üç numaralı Sözleri okudum. Dünyevi işlerden tahlis-i nefisle iğtinam edebildiğim vakitlerde, o mübarek nurlu pencerelere koşuyorum. Ruhi ve manevi gıdamı almaya ve bulabildiğim böyle bir muhatabı da hissedar etmeye çalışıyorum.

Hulusi

– 21 –

Yirmi Altıncı Mektubu büyük sevinçle aldım. Defaatle, dikkatle, merakla, muhabbetle, lezzetle okudum ve neticede, “Duanız olmazsa ne değeriniz var?” ferman buyuran Zat-ı Zülcelale ubudiyetle intisabım hasebiyle ve abdiyetin tazammun ettiği lisanla, kemal-i acz ve fakr ve şevkle, tamamen hasbi, bütün manasıyla Allah namına, bütün vuzuhuyla ehl-i iman ve Kuran nef ve hesabına olan maddi, manevi, zahiri, batıni, dünyevi, uhrevi hidematınızın mükafatını lütuf ve kerem-i binihayesine münasip bir tarzda ihsan ve ikram buyurmasını ve zat-ı Üstadanelerini her iki cihanda aziz etmesini ol Halık-ı Rahim ve Kerim Hazretlerinden abidane tazarru ve niyaz eyledim. Ümidim اُدْعُونِىۤ اَسْتَجِبْ لَكُمْ fermanının tecelli edeceğindedir.

Muhterem Üstad,

Zaten sizin, biz biçarelerden beklediğiniz yalnız dua değil mi? Mübarek Sözler hakkında şimdiye kadar mektuplarımda mevcut olan ihtisasatımı natık, sönük ifadatımı Risaletün-Nura takriz yapmak hususundaki niyet-i Üstadanelerine birşey demeye hakkım yok. Fakat benim o perişan ifadelerim, güneşin yanına mum yakmak kabilinden olacak ve muhtemelen hakikatteki sönüklüğüne rağmen o Nurların komşuluğundan, ayinedarlığından hisse-mend olarak nisbi bir parlaklık arz edebilecektir.

Risaletün-Nurun müstemileri arasında, Sultan Abdülhamidin devrinde Kerbelada senelerce müderrislik hizmetinde bulunmuş olan Hacı Abdurrahman Efendi namında 88 yaşında bir hoca vardır. Her defaki mütalaadan büyük memnuniyet göstermekte, “Çok istifade ettim, Allah razı olsun” demekte ve çok dua etmektedir. Yirmi Altıncı Mektubun Üçüncü Mebhasını gayr-ı ihtiyari muhtelif rütbede mühim zatlara okudum. Hepsi “Çok doğru, çok güzel” dediler.

Evet, bu fakir çok tecrübe ettim ve yakin hasıl ettim ki, وَقُلْ جَۤاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ (ila ahiril-aye) ayetinin layemut mucizesi vardır. Bu defaki mektupları birkaç defa muhtelif küçük cemaatlere okumak nasip oldu. Bunların birinde mühim bir alim de vardı. Cümlesi hayret ve takdirlerini izhar ettiler. Benim fikrime gelince:

Bütün Risaletün-Nur ve Mektubatün-Nur, ihtiyac-ı zamana göre her sınıf erbab-ı din ve hatta, müfrit muannid olmamak şartıyla, dinsizleri bile ilzam ve ikna edecek derecededirler. Fakat—dünya bu—sevk-i menfaat, hırs-ı cah, küfür ve inat, gaflet ve kesel, şirk ve dalal gibi ilaçsız hastalıklara tutulanlar için, bu Nurlara karşı göz yummak, görse bilse kabul etmemek, gördüğünü inkar etmek, hak ve hakikati reddetmek gibi divanelikler istibad edilemez. Malum-u fazılaneleri, Allahın şu muvakkat misafirhanesinde insan suretinde hayvanları eksik değildir. Bu Nurlar intişar etseydi, elbette böylelerinin bugün istidlalen dermeyan edilen divanelik hezeyanları da açık olarak görülürdü.

Hulusi

– 22 –

Şu fıkra kardeşim Abdülmecidindir.

Bu eserler bütün sınıflara ve cemaatlere daima mazhar-ı takdir oluyor. Kim görse istihsan eder. Tenkide maruz olacak eserler değil. Fakat derecat-ı takdir, derecat-ı fehim gibi mütefavit ve müteaddittir. Herkes derece-i fehmine göre takdir edebilir.

Abdülmecid

– 23 –

Hulusi Beyin selefi, yirmi altı yaşında vefat eden biraderzadem Abdurrahmanın, vefatından bir-iki ay evvel yazdığı mektuptur.
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ

Ellerinizden öper, duanızı dilemekteyim. Sıhhat haberinizi, irşad edici olan Onuncu Söz risalenizle beraber Tahsin Efendi vasıtasıyla aldım; çok teşekkür ederim. Evvelce gerçi emrinize muhalefet ederek muhterem ve değerli amcamdan ayrıldığıma pişman olmuş isem de ve itabınıza müstehak olmuş isem de, bu da mukadder imiş. Ve Cenab-ı Hakkın emir ve iradesiyle ve belki de bizim için hayırlı olduğu için oldu. Binaenaleyh, ben cehalet saikasıyla bir kusur yaptım ve belasını da çektim. Bundan sonra çekmemek için affınızı rica ve duanızı dilerim.

Aziz mamo! Şunu da şurada arz edeyim ki: Himaye ve himmetiniz sayesinde, din ve ahiretime dokunacak efal ve harekattan kendimi muhafaza ettim ve etmekte berdevamım. Gerçi dünyanın değersiz çok musibetlerini gördüm ve çektim ve birçok da lezaiz ve safasını gördüm, geçirdim. Hiçbir vakit ve hiçbir zaman unutmadım ki, bunların hepsi heba olduğu ve dünyanın Allah için olmayan lezaiz ve safası neticesi zillet ve şedid azap olduğu ve dünyada Allah için ve Allahın emir buyurduğu yollarda çekilen ve çekilmekte olan mezahim neticesi, sonu lezzet ve mükafat verildiğini bildiğim ve iman ettiğimden, fena şeylerin irtikabından kendimi muhafaza edebildim. Bu his ve bu fikir ise, terbiye ve himmetinizle zihnimde ve hayalimde yer yapmıştır. Hakikat böyle olduğunu bildiğim için bütün meşakkatlere şükürle beraber sabretmekteyim.

Şimdi amcacığım ve büyük üstadım,

Habis olan nefsimle mücadele edebilmek ve onun hevai ve bilahare elem verici olan arzularını yapmamak ve dinlememek için teehhül etmek mecburiyetinde kaldım ve şimdi artık her cihetle Cenab-ı Hakkın lütuf ve keremiyle rahatım. Kimsenin dediğini, şer ise duymamazlığa gelir ve kimseyle, fena hasletleri kapmamak için ihtilat etmemekteyim. Dairede müddet-i mesaiden hariç zamanlarımı kendi evimde Cenab-ı Hakkın şükrüyle geçiriyorum. Bundan başka, ey amca, sizden sonra şimdiye kadar en çok beni ikaz ve fena şeylerden men eden, üstad-ı azam ve mürşidim olan bu ayet-i kerimeden duyduğum ve hissettiğimdir:

اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰۤى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَۤا اَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

Ve öyle biliyorum ki, o gün de pek yakındır.
اَلل ٰهُمَّ لاَتُخْرِجْنَا مِنَ الدُّنْيَا اِلاَّ مَعَ الشَّهَادَةِ وَاْلاِيمَانِ duam bu ve itikadım böyledir ve böyle de iman ederim.
اٰمَنْتُ بِاللهِ وَمَلٰۤئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ اْلاٰخِرِ وَبِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالٰى وَالْبَعْثُ بَعْدَ الْمَوْتِ حَقٌّ اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّمُحَمَّدًا رَسُولُ الل
Biraderzadeniz

Abdurrahman

– 24 –

Demek Onuncu Söz onun hakkında bir mürşid-i hakiki hükmüne geçmiştir ki, birden onu derece-i velayete çıkararak şu üç kerameti söylettirmiştir. Benden sekiz sene evvel ayrılmış. Onuncu Söz eline geçmiş, mektubun başında söylediği gibi çok azim istifade edip sekiz sene zarfında aldığı kirleri onunla silmiştir. Hatta tayyedilmiş, mektubunun diğer bir parçasında Onuncu Sözün şevkinden demiş: “Yazdığın Sözlerin hepsini bana gönder, kendi hattımla herbirisinden otuzar nüsha yazar ve yazdırırım. Ta intişar edip kaybolmasın.” İşte böyle bir kahraman varisi kaybettim. Ruhuna elfatiha.

Said Nursi

Yirmi Yedinci Mektupun Zeyli ve İkinci Kısmı

– 25 –

Hulusi-i Sani ve büyük bir alim olan Sabri Efendinin fıkralarıdır.

Mebus-u alem aleyhissalatü vesselam Efendimiz Hazretlerinin insanları hayrette bırakan ve cüzi şuuru olana iman-ı kamil bahşeden, fevkalhad ve harikulade manen bin enva-ı mucizat-ı Ahmediyeyi ihtiva eden ve pek ali ve azim kıymeti müsbet ve müsellem bulunan On Dokuzuncu Mektubun dördüncü cüzünü, nazar ve teveccüh-ü fazılanelerinde min-gayr-ı haddin vekilleri bulunduğum mumaileyh Hulusi Beyefendiye irsal kılınmak üzere istinsaha başlamıştım.

Bin mucize-i Muhammediye münderic olan On Dokuzuncu Mektup, mukaddemen dahi arz edildiği vecihle, arzumun fevkinde pek ziyade ulvi ve nurani mebahis ve vekayi-i risalet-meabiyeyi beyan ve müjdeyle ruh ve kalb-i aciziyi bahar-ı alem gibi gül ve gülistanlığa çevirmiştir. Bu hususta kalben hisseylediğim duygulardan mütevellid ve lazımül-arz medh ü senayı gayet parlak bir tarzda arzetmek, ehass-ı emelim ise de, maalesef söylemekten aciz bulunduğumu beyanla iktifa ediyorum. Yalnız şu noktayı hissettim ki:

O vekayide siz cismen değilse de, fakat ruhen, Server-i Kainat Efendimiz Hazretleriyle beraber idiniz tasavvur ediyorum. Zira o vekayi-i mezkurenin künyesiyle, mevkiiyle, ananesiyle katiyen müşahede ve ol vecihle nakil ve tahrir buyurduğunuza kani ve kailim.

On Altıncı Mektubu Atabeye giderken götürdüm. Ekseri noktalar bir kısım ihvanı ağlattı. Ve amcazadem Zühdü Efendi, On Altıyı okuyunca, “Şimdiye kadar bilmediğim ve görmediğim nurani ve pek kesretli sürur-u maneviyi ihtiva eden bir pencere bugün kalbimde açıldı. Şu pencereden hasıl olan netayici yazmak iktidarımın fevkinde ise de, avn-i İlahiye dayanarak bir arizayla arz etmek ehass-ı emelimdir. Nihayetsiz selam ve hürmetlerimi tebliğe tevessülünüzü rica ederim” dediler.

Sabri

– 26 –

Gönül ister ki, hemen Risaletün-Nurun umumunu yazıversem de mamelekimde bulunan dürr-i yektaları istidadım nisbetinde mütalaaya başlasam.

Otuz Birinci elmas külliyatını avn-i Hak ve inayet-i ekremileriyle iki gün evvel ikmale muvaffak oldum. Ahmed kardeşime ait derkenarı tefhim ettim. Biraz okur ve Onuncu Sözü istiyor; fakat bu Söz kıymet-i maneviye itibarıyla mevcudattan ağırdır. İcaz-ı Kuranın ikinci cüzünü hemen hitam buldurmak üzereyim. Fakat müştak bulunduğum Otuz İkinci Sözü dahi lütuf buyuracak olursanız, hasıl olacak memnuniyetimi bir vecihle arz etmekten aciz kalacağım. Çünkü, bu gibi kıymettar ve manidar eserleri işittikten sonra görmek iştiyakı gittikçe artıyor ve bu tabiattan bir türlü kendimi men edemiyorum.

Sabri

– 27 –

Bu defa istinsahına muvaffak olduğum nurlu Yirmi Dokuzuncu Sözde, melaike denizlerinde sefain-i Kibriyaya yapışarak seyran ederken ve beşerin hata-savap işlediği efali, kati olarak umumi yoklama defter-i kebirinde okunacağını, nef ve zarar hiçbirşeyin mektum bırakılmayacağını şiddetle ihtar eden bekà-i ruh alemini temaşa ederken; matlab-ı ala ve maksad-ı aksa olan bas ve mahkeme-i kübranın ahkamını kablel-vuku makam-ı istimada dinlerken ve bilhassa “Medarlar” merdivenlerinden ali makamlara manevi suud ederken, hele Onuncu Medar ve Üçüncü, Dördüncü Meselelerde deniz dalgıçları gibi derya-yı maneviyatta dalıp yüzerken, o kadar envar-ı hakaik-i kibriyaya ve ezvak-ı letaif-i ulyaya müstağrak oldum ki, arz ve ifadeden acizim.

Sabri

– 28 –

Müşrik ve münkirleri mağlup ve ilzam eden ve son sistem malzeme-i cihadiye-i vahdaniyeyi havi ve cami, kuvvet ve resaneti çelik, kıymet ve ehemmiyeti elmas ve cevahir ve akik bir kala-misal olan Otuzuncu Sözü istinsaha muvaffak oldum.

Sabri

– 29 –

Sözler sayesinde şu bir seneyi mütecaviz bir müddetten beri şevkle taallüm, inayetle tefeyyüz, tergible tenevvür, hahişle telezzüz, işaretle tahalluk, tedriçle tekemmül tarikinde ilerlemeye sai bulunduğum bu muayyen müddetin bir gününe, sabıkan geçirmiş olduğum umum hayatımın bile mukabil olamayacağı kanaatindeyim.

Sabri

– 30 –

İkinci bir Sabri olan Ali Efendinin bir fıkrasıdır.

Sözler öyle hazık bir doktordur ki, gözsüzlere hidayet-i Hakla göz, ve kalbsizlere inhidam-ı katiyeye uğramamış ise, kalb ve şuurunda çatlaklık yoksa tenvirle düşünceye sevk, ve “nereden, nereye, necisin?” sual-i müşkilin halliyle insanlığın iktiza ettiği insaniyeti bahşediyor.

Ali

– 31 –

Yine Sabrinin.

Sözler namında olan bahr-i muhit-i Nurda iki seneyi mütecaviz bir zamandan beri seyr ü seyahatimin semere ve neticesini görüp bilmek hususunda şimdiye kadar zemin ve zaman müsait olmadığından, sermaye-i ticaretimin ne derecelere çıktığında, daha doğrusu bir ticaret edinebildim mi, yoksa edinemedim mi, mütereddit ve mütehayyir idim.

Hamden lillah, bu şehr-i rahmet ve mağfirette, inayet-i Rabbaniye ve muavenet-i Peygamberiye ve himemat ve daavat-ı Üstadaneleri berekatıyla sermaye-i ilmiye-i evveliye-i bendeganemin yüzde doksan dokuz derece yükseldiğini fehmettim. O menabi-i ilmiye ve temsilat-ı hakikiye, meclislerimi o kadar tezyin ve tenvir etmektedir ki, arz etmekten acizim. Beşerin pek ziyade ayağını kaydıran şu asırda, gayetle harika ve fevkalhad cihazat ve malzemeyi neşreden Nur fabrikasından her nevi teçhizatı almak farz olduğunu bilip, her türlü sena ve sitayişe bihakkın seza ve layık bulunan ve hiçbir suretle riyaya hamli imkansız olan müessese sahib-i azamına, ne derecelerde ifa-yı şükran ve arz-ı minnetdari eylesem, yine hakkıyla vazife-i zimmetime eda etmiş olamayacağım.

Sabri

– 32 –

Çoktan beri ruh-u kemteranemin son derece müştak bulunduğu ve herbir kelimesi birer elmas mahzeni olan şu Yirmi Sekizinci risale-i pür-nurlarını, lehül-hamd, kıraat ve istinsaha muvaffak oldum. Şu altın-misal hurufattan mürekkep elmas menbaının derece-i kıymet ve rağbet ve ehemmiyetini arz ve ifade hususunda—mübalağa olmasın—mümkün olsaydı, şu risale-i kıymetdarinin hakaik-i namütenahisini muvazzıh ve cami birçok kelimatın vaz ettirilmesine çalışacaktım ki, hakikat layıkıyla ifade edilsin. Zira Halık-ı alem Hazretleri, şu mükevvenatı halk ve icad ve herbirini birer vazifeyle tavzif ve ecel-i alemin hululünde, mesuliyet noktasında bu dünyada acz ve fakr ve zaaf ve ihtiyacını fehm ve idrak ederek, kavanin-i ezeliye ve desatir-i Rabbaniyeye imtisal ve ittiba edenlere, şu mevzuu bahis Cennet gibi bir nimetle izaz edecek ve alelhusus Cennette en büyük nimet, cemal-i ba-kemal-i Rabbaniyeyi müşahede ve müşerrefiyet-i uzma olduğundan, şu fani alemdeki herşey binnetice Cennete nazır ve hayran olduğu ve şu hakaikin menbaı olan Furkan-ı Mübin ve Kuran-ı Azimin ebvab-ı müteaddidesini fetih ve esrar-ı guna-gununa ıttıla ile derya-yı hakaike dalmak herkese müyesser olmadığından, beş sual ve beş cevap miftah-ı hakikisiyle o künuz-u mütenevvia kapılarını açıp pek yakından ve kemal-i sarahatle gösterilmesi ciheti, değil bu abd-i acizin kàsır aklı, belki oldukça yüksek zekalara malik olanların bile takdirine hakkıyla şayan olduğunu kail ve kaniim.

Sabri

– 33 –

Kemal-i ulviyet ve kıymet-i binihayesini arz ve ifadeden aciz bulunduğum şu Sözlerdeki ali ve azim üslup ve gayeler, bu abd-i pürkusuru ihya ve adeta “basü badel-mevt” haline getirdi ve “Siyah Dutun Bir Meyvesi” namıyla müsemma, Avrupa meftunlarına endaht edilen altın topun elmas güllelerini gördüm, hayran oldum.

Sabri

– 34 –

Yirminci Mektubu yazarken vaktimin adem-i müsaadesi cihetiyle çabuk yazmaya fazlaca say ettiğimden, sathi bir nazar ve kıraat edildi. Derince düşünüp zihnimde takarrur ettiremedim ise de, müsaade-i fazılaneleriyle şu hakikati arza ictisar ediyorum ki, bu mektub-u azimül-mefhum, şimdiye kadar tesyar buyurulan umum Nur Risalelerinin, hülasatül-hülasa zübdesi ve menba-ı amiki olduğuna müşahedemle beraber, tafsilat ve teşrihat hususunda dahi zevil-akıl olanlar için, ibare-i Arabiyle tahrir buyurulan ve yedi fıkra-i manidar ve Türkçe meallerinde münderiç olduğuna kanaat-i kamilem mevcut bulunduğunu arz ile başkaca bir arzu daha uyandırdı ve dedim:

ah, Huda-yı Müteal ve Vahibül-Amal vel-amal Hazretleri tevfikat-ı Samedanisini ihsan buyursa da, Üstad-ı alikadrimden fenn-i ilm-i kelamı taallümle tefeyyüz edebilsem, dedim ve bu arzu kalb-i bendeleride ilel-ebed merkuz kalacaktır ki, bu da kıymet-i bipayanını hissedip ulviyet ve kudsiyetini hakkıyla ifadeden aciz bulunduğum Yirminci Mektub-u mergubdan mütevelliddir.

Sabri

– 35 –

Hele Birinci Sözde besmelenin derece-i ehemmiyeti ve suret-i temsiliyesi şayan-ı takdir ve hayrettir. Öteden beri her kitabın iptidasında Besmele, Hamdele, Salvelenin zikrinin vücubu, hocaefendilerimiz tarafından beyan edilmişse de, bu gibi nefsi iskat edecek bir temsil işitilmediğinden, bu derece zihinde takarrur ve temerküz etmemişti. Şu temsil, Besmele Sözü olan Birinci Sözde ne kadar musib ve manidar olduğunu insan olan takdir eder.

Sabri

– 36 –

Üç kitaptan Yirminci Sözü ilk defa okudum. Habl-i metin-i İlahi ve kanun-u mübin-i Rabbani olan Kuran-ı Azimüşşanda, şu son asırda vücuda gelen ve Frenklerin medar-ı iftiharları bulunan tahtelbahir, tayyare ve saire gibi eşyaya, bin üç yüz küsur sene mukaddem işaretle ifade edildiğini öğrenerek Kitab-ı Mübinin mazi ve müstakbelden vermekte olduğu ihbarat-ı gaybiye ve sadıka ve beyanat-ı harika, dost ve düşmanı meftun ve hayretlerde bıraktığı cihetle, bir kat daha icaz-ı Kuranı ispat ve teyid etmiştir. Yirmi Üç ve Otuzuncu Sözlerin baş taraflarından üçer, beşer sayfa okuyabildim. Mahzen ve medfen-i mücevherata rasgelmiş bir fakir gibi hangi cevheri alacağımı harisane düşünüyorum.

Sabri

– 37 –

Bahr-i mucizat, Fahr-i Kainat Efendimiz Hazretlerinin “şu sisli asırda paslı ruhlarımızı tenvir ve tesrir eden” ve “saik-i hayat-ı ebediyeleri bulunan” On Dokuzuncu Mektubun beşinci cüzünü alarak, üçüncüsünü iade ettim. Fahr-i Kainat Efendimizin mucizatından olan, parmaklarından su akıtarak orduya içirmesine dikkat ederek derin bir tefekküre daldım. O sırada kalemim boya şişesinde idi. Yazmak vazifeme muvakkat bir fasıla verecektim. Kalemimi tuttum, mürekkebiyle yerinde koymamak için kalemdeki mürekkep bitinceye kadar bir iki kelam daha yazayım da öyle bırakayım dedim. Başladım, yarım sahife yazdım, kalemden boya kesilmedi. Bundaki hikmeti düşündüm, kalem kurudu. Sonra birçok defalar kalemi dikkatle boyaya batırarak yazdım, tecrübe ettim. Yarım satır, nihayet bir satıra kafi gelebildi. Bu da Hatib-i Bağdadinin فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ اَلْفَ سَنَةٍ sırrındaki tefekküründen mütehassıl vakıayı andırır bir tekid-i icaz-ı Nebevidir, dedim.

Sabri

– 38 –

Evvelce takdim kılınan arizalarımdaki tabirat ve elfaz-ı tazimiyem niçin hak olmasın? Zira şu kıymettar ve ehemmiyet-i namütenahiyeyi ihtiva ve aleme berk-i hatıf gibi satvet-i maneviye ve hakikiyesini emsali gibi ilam ve ilan eden Yirmi Altıncı Mektub-u mergubu, yirmi günden beri muhtelif derecatta müntesibin-i ilmiye mütalaa ettikleri halde, bugün tashihine lüzum görülen ve alet-tadad yirmi sekiz noktada tadil ve ilave buyurulan nukat-ı mühimme, kelimat ve tabirat-ı aliyeyi zaid veya noksan diyebilecek bir kimse çıkmasın ve çıkmıyor.

Evet, şu asrın eşhas-ı muzırrasına karşı ilan etmiş olduğu cihad-ı maneviyede müşahede edilen muvaffakiyet-i fevkaladenin, o güruh-u hazele ve rezeleyi iskat ve ilzam ettiğini zerre kadar insafı ve izanı ve insaniyette hazzı olanın ikrar ve itiraf ve tasdik etmesi, vecibeden olduğu vareste-i rayb ve zunundur.

Sabri

– 39 –

Şu fıkra Şamlı Hafız Tevfikindir.

Altın yaldızla yazılması lazımgelen eser-i alinizde, Resul-i Mücteba aleyhi ekmelüt-tehaya efendimiz hazretlerine dil uzatan hain-i bidin olan mülhid hainlerin kuruyası dillerini, inayet-i İlahi ve ruhaniyet-i Peygamberi ve şeriat kılıcıyla kesmeye muvaffak olduğunuz şu eser-i bergüzidenizi Cenab-ı Hak ind-i İlahisinde ve nezd-i Peygamberide kabul eylesin. Şefaat-i Nebeviyeye efendimi ve fakiri de nail eyleyip, sancak-ı Muhammedi (a.s.m.) tahtında cümlemizi ihvanlarımızla beraber haşreylesin. amin.

Tevfik

– 40 –

Yine Sabrinin.

Burak-ı tevfikle hakaik-i semavata rah-ı urucu irae ve tefhim için tanzim ve tasnif buyurulan ve herbir lema-i ulviyesi, akli ve nakli binler ayat ve alaim-i imanı fevkalhad izah ve ispat eden ve bir mirkat-ı iman ve bir mirat-ı Vacibül-Vücud vel-Mennan olan ve saray-ı dar-ı bekanın elmas bir miftahı bulunan Yirmi İkinci bahr-i hakaikı inayet-i İlahiyeyle istinsaha muvaffak oldum.

Sabri

– 41 –

Şu fıkra, hakiki ve birinci bir kardeşimiz olan Hakkı Efendinindir.

Mükerreren mütalaa ve kıraat ederek, arş kadar yüksek eserleriniz hakkında mütalaa serdine, bir kelime hatta bir nokta ilavesine kendimde cüret ve kudret bulamadığımdan dolayı, bu babda bir mütalaa dermeyanına imkan göremiyorum. Yalnız, çok yüksek, cihan kadar kıymettar mübarek eserleri okuyup, cehaletimiz hasebiyle idrak edebildiğimiz kadar istifade ve istifazaya çalışarak müstefid olabilmek, bizim için pek büyük bir nimettir.

Hakkı

– 42 –

Yine Hakkı Efendinindir.

İşbu cihan-kıymet eserin mütalaasında nasıl bulduğumuz istifsar buyuruluyor. Dekaik-i hikmet ve hakaik-i ilmiyeyle tezyin ve tarsin edilmiş olan yüksek eser hakkında bir mütalaa serd etmek, bidaamın fevkindedir.

Hakkı

– 43 –

Şu fıkra ikinci bir Sabri olan Hafız Alinindir.

Efendim,

Yirmi Beşinci Söz, Cenab-ı Hakkın ferman-ı mübini olan Kuran-ı Mucizül-Beyan için öyle bir vuzuh-u etemmi havi bir muarrif-i hakikidir ki, bahr-i hakaikte seyr ü seyahat eden ve haricen çelikle mücella ve müstahkem ve dahilen elmas ve akikle müzeyyen ve müberhen ve menba-ı hakikisi olan Furkan-ı Hakim gibi, daima gençliğini ve resanetini, ziynet ve hüsnünü tezyid ve muhafaza eden ve hiçbir vecihle ahkam-ı memduhasına nakisa getirmeyen, bir sefine-i semaviyenin mahsulü olup, kalbleri kışırlanarak felsefenin çıkmaz çığırlarına sapan gafil ve asilere şiddetle darbe-i müthişe ve mühlikesini çarpan o Söz, mutilere lutf-u dest-i manevisiyle dünyevi ve uhrevi nihayetsiz mükafatını ihsan eden Cenab-ı Hakkın, zat-ı Üstadanelerine lütuf buyurduğu ve Vehhab ism-i celilinden tulu eden nurun lemasıyla ziyalandırıp hakaik-i İlahiyenin zerrelerini bile pırlantalar gibi görüp ve gösteren Üstadımın hakaik denizinde seyir ve seyahatleri esnasında isabet eden mevceler ki, yekdiğerini müteakip herbirisi başlı başına bir mucize, hatta bir katresi bile icazıyla icazını gösterdiğini gördüğümde, Maşaallah, elhamdü lillahi ala nuril-iman ve hidayetir-Rahman cümle-i celilesini lisanımda vird ediyorum.

Ali

– 44 –

Yine şu fıkra Sabrinindir.

Nurları alemi tenvir eden, kıtası küçük ve kıymeti pek büyük ve ulvi ve azimül-meal ve bizzat hatt-ı ekremileriyle muharrer elmas risalelerini istinsah ve Yirmi İkinci Nur deryasına dalıyorum.

Sabri

– 45 –

Şu fıkra, mühim bir talebe olan Seyyid Şefikindir.

Şifahane-i kalbinizden tulu eden Otuz Üçüncü Sözünüzle otuz üç cihetten mariz olan kalb-i mecruhumuzu tedavi buyurmanızı bilhassa istirham eylerim.

Seyyid Şefik

– 46 –

İnşaallah Kurana büyük hizmet edecek olan Küçük Hafız Zühdünün mektubudur.

Bugün istinsahına muvaffak olduğum icaz-ı Kuranın bu biçare talebenize bahşetmiş bulunduğu nihayetsiz füyuzat, mevte mahkum ruhuma öyle bir tabib-i hazık ameliyatı yapmış ki, mübtela olduğum emraz-ı kalbiyeyi tedavi ve yeniden hayat bahşetmiş olduğundan, arz-ı minnetdari eyler ve bu binazir mücevherat mahzeninin diğer renkli kapılarının da açılmasını acizane istirham eylerim.

Otuz Üçüncü Mektubun otuz üç penceresinden ayrı ayrı lemean eden nurani ziyalar kalb-i acizaneme feyyaz nurlarıyla gül-ablar serpti. Daha birçok Nur Risalelerinin füyuzatından hisseyab olmasını barigah-ı Ehadiyyetten tazarru ederim efendim.

Hafız Zühdü

– 47 –

Yine şu fıkra Sabrinindir.

Maruzat-ı hususiye: Şu on dördüncü asr-ı Muhammedide (a.s.m.) marziyat-ı Rabbaniye ve tebligat-ı Ahmediyeyi bihakkın ifa ve icra ve ilam ve infaz eden, elhak “matla-i şems-i füyuzat” tabiriyle tavsif ve tazime masadak bulunan Nur risale-i feridelerinden ruh-u aciziye inikas eden ve sermaye-i kemteranemden olmayıp sırf Risaletün-Nurun füyuzat ve lemeatından derip çatıp yazdığım arizalarım, mahza bir eser-i hüsn-ü teveccüh-ü kerimaneleri olarak, Risaletün-Nur sırasına idhal edilmesi hicabımı intaç etmiştir. Zira bahr-i muhite nisbeten bir cetvel hükmünde bile olamayan, bu abd-i acizin pürkusur ifadeleri öyle bala bir mevkide yer tutacak bir mahiyette olmadığı aşikardır. Umarım Cenab-ı Kibriyadan ki, karin bulunduğu nevvar ve ziyadar Sözlerin nur ve ziyalarından müstefid ve ziyadar ola.

Sabri

– 48 –

Şu fıkra Hulusinindir.

Esasen siyaset anlamadığım bir iş; şunun bunun amaline hizmet, menfurum. Zilletle yaşamak, tahammül edemediğim hallerdir. Felillahilhamd, Allahımız bir, Peygamberimiz bir, kitabımız bir, dinimiz bir, ila ahir. Bu bir birler, bize yekdiğerimizi Allah için sevmek kaydını sağlamlaştırmakla beraber, ruhi, kalbi, ebedi, layemut bir birlik temin etmektedir. Hamd ve şükürler olsun, müminiz. Hayatta tesadüf edeceğimiz binlerle musibet ve acılara مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ gibi çok müessir devamız var. Yine idrak ediyoruz ki, burada vazifeleri nihayet bulanlar için, ebedi mevud bir hayat başlıyor. Biz de bu yolun yolcusu, bu hanın misafiri, bu fabrikanın muvakkat bir amelesi olduğumuz için, er geç o kafileye iltihak edeceğiz. Kısa, müziç, dağdağalı, elemli, hüzünlü, firaklı ve ancak o sermedi hayatın mezraası olan bu fani ve kararsız alemde başlayan garazsız, ivazsız, pürüzsüz ve kimsenin arzusuna tabi olmadan, sırf hasbi ve ciddi, halis ve muhlis arkadaşlığımızın meyvesini ve her türlü saadeti cami hayatta idrak edeceğiz.

Ümit ve iman gibi pek ali sermayemiz var. Hoca Efendi Hazretlerinin ali tavsiyeleri: Beş vakit namazını tadil-i erkanla kıl. Yani, başka ibadete gücün yetmez. Namazın nihayetindeki tesbihleri yap. Yani, başka zikri yapamadım diye teessüf etme. Yedi kebairi terk et. Çünkü sagairi arayacak zamanda değiliz. İttiba-ı sünnet et. Zira bu zamanda arkasında gidilecek ve harekatı taklide değer, saf, halis ve muhlis bir hadi—ki, o da seni yine bu yola götürecektir—maalesef bulamayacaksın. Belki bu yola çıkaracaklar vardır; fakat kömürle elması kim fark edecek? Öyleyse, sen çalış, ondan daha iyi kılavuz bulamazsın. Derslerinden birinde ki, her vakit zikrettiğim مَنْ اٰمَنَ بِالْقَدَرِ اَمِنَ مِنَ الْكَدَرِ şifabahş vecizesi hatırımızda varken, şüphesiz her musibet ve her elem hoş karşılanacaktır.

Aziz kardeş,

Zaman olur ki herşey, herkes, her muamele, kalbi incitiyor. Fakat işte tiryakı:

فَاِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِىَ اللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ

Her zaman söylüyorum: Biz bu fani hayat için dostluk yapmıyoruz. Bu kısa hayata veda etmek, indimizde ve itikadımızda ebedi bir hayatın mukaddemesidir. Öyleyse müteessir olmayalım. Nice ki, o hayata başlamadık. İşte mürasele ile muvasalayı temin edelim. Allaha güvenelim, Ondan medet dileyelim.

اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذِى هَدٰينَا لِهٰذَا وَمَا كُنَّا لِنَهْتَدِىَ لَوْ لاَ اَنْ هَدٰينَا اللهُ لَقَدْ جَۤائَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ مِنَ اْلاَزَلِ اِلَى اْلاَبَدِ عَدَدَ مَا فِى عِلْمِ اللهِ وَعَلٰى اٰلِهِ وَصَحْبِهِ وَسَلِّمْ

Hulusi

– 49 –

Sabrinin Yirmi Birinci ve Yirmi İkinci Sözleri yazdığı vakit yazdığı mektubun bir fıkrasıdır.

Bilumum Risalatül-Envar herbiri ayrı ayrı mevzularda, had ü hesaba gelmeyen müşkülleri halletmeleriyle beraber, bendeniz şöyle tasavvur ediyorum ki:
Nur deryasından nuş etmek isteyen bir kimse, Birinci ve Yirmi Birinci ve Yirmi İkinci Sözleri alsa, diğerlerine eli yetişmezse dahi maraz-ı kalbiyi def ve refe, ruhu tenvir ve tesrire kafi bulunduğu meşhud ve müsellemdir. Zira Birinci Söz tevhid miftahıdır. Yirmi Birin birinci şıkkı da mirkat-ı Cennettir. İkinci şıkkı da emraz-ı kalbiyenin tedavisi için nazirsiz bir şifahane-i eczadır. İksir ilaçlarıyla, bilaistisna herkeste bulunan vesvese marazını tedavi ve kal eder. Kalb ve ruhta Kuran-ı Hakimin ebedi ve namütenahi füyuzat ve envarından gelen revzat-ı inşirahiyeyi küşadla saadet-i ebediyeye isal edecek bir rah-ı necat ve selamettir. Yirmi İki ise, burhanlarıyla, lemalarıyla, insan olanın akaid-i diniyesini tahkim ve tarsine emsalsiz bir rehber bulunduğunu arz ederim efendim.

Sabri

– 50 –

Şu fıkra Hüsrevin mektubundandır.

Sevgili ve muhterem Üstadım,

Sözlerinizin (yani risalelerinizin) herbiri birer derya-yı azimdir. Sözlerinizden pek çok feyz alıyorum. O kadar ki, okudukça tekrar etmeyi istiyorum. Ve tekrarında duyduğum İlahi bir zevki tarif edemeyeceğim. Bugün Sözlerinizden değil hepsini, bir tanesini alan insafla okursa, hakkı teslime ve münkir ise gittiği yolu terke, fasık ise tevbeye mecbur olacağına katiyen ümitvarım.

Hüsrev

– 51 –

Şu fıkra Refet Beyin mektubundandır.

Sözleriniz mürşidane ve çok yüksek olduğundan, gayet dikkatli ve tahlil ederek okunmak icap ediyor. Serd eylediğiniz delail-i akliye ve mantıkiye o kadar tatlı ve hayret-bahştır ki, insan okudukça okuyor ve namütenahi bir zevk-i manevi hissederek hiç elinden bırakmak istemiyor. Bu sebeple, bir defa okumak kafi değil. Hepsi yanında bulunup daima okumalıdır.

Refet

– 52 –

Şu fıkra dahi Sabri Efendinin mektubundandır.

Üstadım Efendim,

Şu kıymetli elmaslar Cenab-ı Haktan Habib-i Zişanına gönderilen şecere-i tubanın namütenahi semereleri olduğunu ve bunların emsali gibi binazir mücevheratın ihraç ve teşhiri zamanını bulup sergi-i Rabbaniye ve Muhammediyeye vaz eden zat-ı Üstadanelerine şu dakikada kàsır aklım ve istidadsız lisanımla şöyle dualar ediyorum:

اَللّٰهُمَّ احْفَظْ مُؤَلِّفَ هٰذَا الدُّرِّ الْيَكْتَا الَّذِى هُوَ مَوْسُومٌ بِرِسَالَةِ النُّورِ وَاعْطِ قَلْبَهُ وَقَلْبَ صَبْرِى الَّذِى هُوَ مَمْلُوءٌ بِالْحَقَۤائِقِ وَ اْلاِبْتِهَاجِ وَالسُّرُورِ اٰمِينَ

Sabri

– 53 –

Hulusi Beyin fıkrasıdır.

Maddeten uzak düşen bu biçare talebenizi yakından temsil eden Hafız Sabri Efendiyle diğer zevatın Nurlar hakkındaki ihtisasları çok kıymetli ve yüksek ve layıklı bir surette ifade edilmiştir. Bir mektubunuzda Muallim Cudinin kasidesi münasebetiyle buyurduğunuz vecizeyi burada tekrara münasebet geldi.
﴾ وَمَا مَدَحْتُ مُحَمَّدًا بِمَقَالَتِى وَلٰكِنْ مَدَحْتُ مَقَالَتِى بِمُحَمَّدٍ ﴿ ص ع و sırrınca, güzellik yazılarımızda değil, belki icaz-ı Kurandan olan nurlu Sözlere ve Mektubata aittir. Her ferd-i mümin, derece-i fehim ve zevkine göre, aslında güzel olan birşeyi tarif eder. Acz ve fakrdaki lezzet, şefkat ve tefekkürdeki ulviyet, hakikaten hiçbir şeyle kabil-i kıyas değilmiş.

Hal-i alem müsait olsa da, hazine-i hassa-i Kurandan çıkararak tabir-i alinizce dellallığını yaptığınız elmasları çok gözler görse! Görse de, sarhoşlar ayılsa, mütehayyirler kurtulsa, müminler sevinse, mülhidler, kafirler, müşrikler imana, insafa, daire-i akla gelseler! Ve bu mesut ve ulvi neticeyi bizlere idrak ettirmesini eltaf-ı İlahiyeden tazarru ve niyaz ediyorum. amin.

Muhterem Üstad,

Allah Zülcelal Hazretlerine ne kadar müteşekkir bulunsanız yeridir. Acz ve fakr tezkeresiyle girmeye muvaffak olduğunuz saray-ı Kuranın has hazinesinden, gözler görmemiş, kulaklar işitmemiş cevherleri görüyor ve mezun

olduğunuz miktarını necim necim çıkartarak evvela kendiniz bakıyor, sonra “Eyyühel insan! İşte bakınız, bu misafirhaneyi açan, alemleri rahmetiyle yaratan, sizi hikmetiyle halk buyurup bu aleme gönderen Sultan-ı Kainat, bin üç yüz küsur sene evvel, büyük bir elçisi Habib-i Ekremi (a.s.m.) vasıtasıyla, size hilkatteki hikmeti, buraya gelmekteki maksadı, ubudiyetin iktiza ettiği hizmeti, ilh, bildirmişti. Bu ali tebligatı, o kudsi ahkamı sizin anlayacağınız lisanla anlatıyorum, dinleyiniz. Eğer aklınız varsa, gözünüz görüyorsa, insanlığınız varsa hakikati anlar ve imana gelirsiniz” diye beyanatta bulunuyorsunuz. Bizler, hasbelkader, felillahilhamd, bu kudsi beyanatı yakından dinlemek, görmek ve göstermek iştiyakını gösterdik. Siz de o elmasları gösterip bizi uyandırdınız. Hakikati anlatıp, yolumuzu doğrultmaya vesile oldunuz. Allah sizden ebeden razı olsun. Nefs-i emmarenin zebunu, cin ve ins şeytanlarının hedefi olmaktan kurtulamadık ise de, bu hasbi ve Kurani hizmetten zevk alıyoruz, layıkıyla yapamıyorsak da yolunda bulunuyoruz.
اِنَّمَا اْلاَعْمَالُ بِالنِّيَاتِ
Hulusi