(Bu filozofların Kuran hakkındaki senalarının bir hülasası küçük Tarihçe-i Hayatta ve Nur Çeşmesi Mecmuasında yazılmıştır.)
Prens Bismarckın Beyanatı
Sana muasır bir vücut olamadığımdan müteessirim,ey Muhammed (a.s.m.)
Muhtelif devirlerde, beşeriyeti idare etmek için taraf-ı Lahutiden geldiği iddia olunan bütün münzel semavi kitapları tam ve etrafıyla tetkik ettimse de, tahrif olundukları için, hiçbirisinde aradığım hikmet ve tam isabeti göremedim. Bu kanunlar değil bir cemiyet, bir hane halkının saadetini bile temin edecek mahiyetten pek uzaktır. Lakin Muhammedilerin (a.s.m.) Kuranı, bu kayıttan azadedir. Ben, Kuranı her cihetten tetkik ettim, her kelimesinde büyük hikmetler gördüm. Muhammedilerin (a.s.m.) düşmanları, bu kitap Muhammedin (a.s.m.) zade-i tabı olduğunu iddia ediyorlarsa da, en mükemmel, hatta en mütekamil bir dimağdan böyle harikanın zuhurunu iddia etmek, hakikatlere göz kapayarak kin ve garaza alet olmak manasını ifade eder ki, bu da ilim ve hikmetle kabil-i telif değildir. Ben şunu iddia ediyorum ki, Muhammed (a.s.m.) mümtaz bir kuvvettir. Destgah-ı kudretin böyle ikinci bir vücudu imkan sahasına getirmesi ihtimalden uzaktır.
Sana muasır bir vücut olamadığımdan dolayı müteessirim, ey Muhammed (a.s.m.)! Muallimi ve naşiri olduğun bu kitap, senin değildir; o Lahutidir. Bu kitabın Lahuti olduğunu inkar etmek, mevzu ilimlerin butlanını ileri sürmek kadar gülünçtür. Bunun için, beşeriyet senin gibi mümtaz bir kudreti bir defa görmüş, bundan sonra göremeyecektir. Ben, huzur-u mehabetinde kemal-i hürmetle eğilirim.
Prens Bismarck
En temiz ve en doğru din, Müslümanlıktır
Meşhur muharrir, müsteşrik, edebiyat-ı Arabiye mütehassısı ve Kuran-ı Kerimin mütercimi Doktor Maurice şöyle diyor:
Bizans hristiyanlarını, içine düştükleri batıl itikatlar girivesinden, ancak Arabistanın Hıra Dağında yükselen ses kurtarabilmiştir. İlahi kelimeyi en ulvi makama yükselten ses, bu ses idi. Fakat Rumlar bu sesi dinleyememişlerdi. Bu ses, insanlara en temiz ve en doğru dini talim ediyordu. O yüksek din ki, onun hakkında, Gundö Firey Hesin gibi muhakkik bir fazıl, şu sözleri pek haklı olarak söylüyor: “Bu dinde mukaddes sular, şayan-ı teberrük eşya, esnam ve azizler, yahut amal-i salihadan mücerred imanı müfit tanıyan akideler, yahut sekerat-ı mevt esnasında nedametin bir fayda vereceğini ifade eden sözler, yahut başkaları tarafından vuku bulacak dua ve niyazların günahkarları kurtaracağına dair ifadeleri yoktur. Çünkü bu gibi akideler, onları kabul edenleri alçaltmıştır.”
Zamanlar geçtikçe, Kuranın ulvi sırları inkişaf ediyor
Doktor Maurice, Le Parler Française Roman ünvanlı gazetede, Kuranın Fransızca mütercimlerinden Selman Runahın tenkidatına verdiği cevapta diyor ki:
Kuran nedir? Her tenkidin fevkinde bir fesahat ve belagat mucizesidir. Kuranın, 350 milyon Müslümanın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti, onun, her manayı hüsn-ü ifade etmesi itibarıyla, münzel kitapların en mükemmeli ve ezeli olmasıdır. Hayır, daha ileri gidebiliriz:
Kuran, kudret-i ezeliyenin, inayetle insana bahşettiği kütüb-ü semaviyenin en güzelidir. Beşeriyetin refahı nokta-i nazarından Kuranın beyanatı, Yunan felsefesinin ifadatından pek ziyade ulvidir. Kuran, arz ve semanın Halıkına hamd ve şükranla doludur. Kuranın her kelimesi, herşeyi yaratan ve herşeyi haiz olduğu kabiliyete göre sevk ve irşad eden Zat-ı Kibriyanın azametinde mündemiçtir.
Edebiyatla alakadar olanlar için, Kuran, bir kitab-ı edebdir. Lisan mütehassısları için Kuran, bir elfaz hazinesidir. Şairler için Kuran, bir ahenk menbaıdır. Bundan başka bu kitap, ahkam ve fıkıh namına bir muhit-i maariftir.
Davudun (a.s.) zamanından, Jan Talmusun devrine kadar gönderilen kitapların hiçbiri, Kuran-ı Kerimin ayetleriyle muvaffakiyetli bir şekilde rekabet edememiştir.
Bundan dolayıdır ki, Müslümanların yüksek sınıfları, hayatın hakikatini kavramak nokta-i nazarından ne kadar tenevvür ederlerse, o derece Kuran ile alakadar oluyorlar ve ona o kadar tazim ve hürmet gösteriyorlar.
Müslümanların Kurana hürmetleri daima tezayüd etmektedir. İslam muharrirleri, Kuran ayetlerini iktibasla yazılarını süslerler ve o yazılar o ayetlerden mülhem olurlar. Müslümanlar, tahsil ve terbiye itibarıyla yükseldikçe, fikirlerini o nisbette Kurana istinad ettiriyorlar. Müslümanlar, kitaplarına aşıktırlar ve onu, kalblerinin bütün samimiyetiyle mukaddes tanırlar. Halbuki, kütüb-ü İlahiyeye nail olan diğer milletler, ne kitaplarına ehemmiyet verirler ve ne de onlara hürmet gösterirler.
Müslümanların Kurana hürmetlerinin sebebi, bu kitap payidar oldukça, başka bir dini rehbere arz-ı ihtiyaç etmeyeceklerini anlamalarıdır. Filhakika, Kuranın fesahat, belagat ve nezahet itibarıyla mümtaziyeti, Müslümanları başka belagat aramaktan vareste kılmaktadır. Edebi dehaların ve yüksek şairlerin Kuran huzurunda eğildikleri bir vakıadır. Kuranın hergün daha fazla tecelli etmekte olan güzellikleri, hergün daha fazla anlaşılan, fakat bitmeyen esrarı, şiir ve nesirde üstad olan Müslümanları, üslubunun nezahet ve ulviyeti huzurunda diz çökmeye mecbur etmektedir. Müslümanlar, Kuranı ta ruz-u haşre kadar payidar kalacak kıymet biçilmez bir hazine addeylerler ve onunla pek haklı olarak iftihar ederler. Müslümanlar, Kuranı, en fasih sözlerle, en rakik manalarla coşan bir nehre benzetirler.
Şayet Monsieur Renaud İslam alemiyle temas etmek fırsatını elde edecek olursa, münevver ve terbiyeli Müslümanların, Kurana karşı en yüksek hürmeti perverde ettiklerini ve onun evamir-i ahlakiyesine fevkalade riayetkar olduklarını ve bunun haricine çıkmamaya gayret ettiklerini görürdü.
Yeni nesiller ve asri mekteplerin mezunları da, Kurana ve Müslümanlığa karşı müstehziyane bir cümlenin sarfına tahammül etmemektedirler. Çünkü Kuran, iki sıfatla bu ehliyeti haizdir.
Bunların birincisi: Bugün ellerde tedavül eden Kuranın Muhammede (a.s.m.) vahyolunan kitabın aynı olmasıdır. Halbuki, İncil ile Tevrat hakkında birçok şüpheler ileri sürülmektedir.
İkincisi:< Müslümanlar, Kuranı, Arapçanın en kuvvetli muhafızı ve esasat-ı diniyenin ameli bir mahiyet almasının en kuvvetli menbaı telakki ederler. Binaenaleyh, Monsieur Renaud eserini tashih edecek olursa, bu tercümesiyle, insanları tenvir hususunda insanlığa büyük bir muavenette bulunur ve batıl itikadların hudutlarını tarümar etmeye hadim olur. Doktor Maurice Nur Çeşmesinde ve Risale-i Nurda yazılan bu nevi filozoflardan kırk altıncısıdır. Zat-ı Kibriya hakkındaki ayetlerin ulviyeti veKuranın kudsi nezaheti
Mister John Davenport, “Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ve Kuran-ı Kerim” ünvanlı eserinde Kuran-ı Kerimden bahsederken şu sözleri söylüyor:
Kuranın sayısız hususiyetleri içinde bilhassa ikisi fevkalade mühimdir.
1. Zat-ı Kibriyayı ifade eden ayatın ahengindeki ulviyettir. Kuran-ı Kerim, beşeri zaaflardan herhangi birisini Zat-ı Kibriyaya isnaddan münezzehtir.
2. Kuran, başından sonuna kadar, gayr-ı beliğ, gayr-ı ahlaki, yahut terbiyeye muhalif fikirlerden, cümlelerden ve hikayelerden tamamen münezzehtir.
Halbuki bütün bu nakisalar, hristiyanların ellerindeki muharref Kitab-ı Mukaddeste mebzuliyetle vardır.
John Davenport
Kuran, serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur
Carlyle şöyle diyor:
Kuranı bir kere dikkatle okursanız, onun hususiyetlerini izhara başladığını görürsünüz. Kuranın güzelliği, diğer bütün edebi eserlerin güzelliklerinden kabil-i temyizdir. Kuranın başlıca hususiyetlerinden biri, onun asliyetidir.
Benim fikir ve kanaatime göre, Kuran, serapa samimiyet ve hakkaniyetle doludur. Muhammedin (a.s.m.) cihana tebliğ ettiği davet, hak ve hakikattır.
Carlyle
Müslümanlık, tecessüd ve teslis akidesini reddeder
İngilterenin en meşhur ve en büyük müverrihlerinden Edward Gibbon Roma İmparatorluğunun İnhitat ve Sukutu adlı eserinde şöyle diyor:
Ganj Nehri ile, Bahr-i Muhit-i Atlasi (Atlas Okyanusu) arasındaki memleketler, Kuranı, bir kanun-u esasi ve teşrii hayatın ruhu olarak tanımışlardır. Kuranın nazarında, satvetli bir hükümdarla, zavallı bir fakir arasında fark yoktur. Kuran, bu gibi esaslar üzerinde öyle bir teşri vücuda getirmiştir ki, dünyada bir naziri yoktur.
Müslümanlığın esasatı, teslisiyet ve Allahın tecessüdiyetini ve vahdet-i vücut akidesini reddetmektedir. Bu mutasavvifane akideler üç kuvvetli uluhiyetin mevcudiyetini ve Mesihin, Allahın oğlu—haşa!—olduğunu öğretmektedir. Fakat bu akideler, ancak mutaassıp hristiyanları tatmin edebilir. Halbuki Kuran, bu gibi karışıklıklardan, iphamlardan azadedir.
Kuran, Allahın birliğine en kuvvetli delildir. Feylesofane bir dimağa malik olan bir muvahhid, İslamiyetin nokta-i nazarını kabul etmekte hiç tereddüt etmez. Müslümanlık, belki bugünkü inkişaf-ı fikrimizin seviyesinden daha yüksek bir dindir.
Edward Gibbon
Halıkın hukukuyla mahlukatın hukukunu en mükemmel surette ancak Müslümanlık tarif etmiştir
Kuranın telkin ve Muhammedin (a.s.m.) tebliğ ettiği esasattan mükemmel bir ahlak mecellesi vücut bulur. Esasat-ı Kuraniyenin muhtelif memleketlerde insanlığa ettiği iyiliği ve ettikten sonra da Allaha takarrub etmek isteyen insanları Cenab-ı Hakka raptettiğini inkar etmek mümkün değildir.
Halıkın hukuku ile mahlukun hukuku, ancak Müslümanlık tarafından mükemmel bir surette tarif olunmuştur. Bunu yalnız Müslümanlar değil, hristiyanlar da, Museviler de itiraf ediyorlar.
Marmaduke Pickthall
Kuran ile kavanin-i tabiiye arasında tam bir ahenk vardır
Yeni keşfiyatın veyahut ilim ve irfanın yardımıyla hallolunan, yahut halline uğraşılan mesail arasında bir mesele yoktur ki İslamiyetin esasatıyla taarruz etsin. Bizim, hristiyanlığı, kavanin-i tabiiye ile telif için sarf ettiğimiz mesaiye mukabil, Kuran-ı Kerim ve Kuranın talimiyle kavanin-i tabiiye arasında tam bir ahenk görülmektedir. Kuran, her hürmete şayan olan eserdir.
Levazaune
Kuran, bütün iyilik ve fazilet esaslarını muhtevidir; insanı, her türlü dalaletlerden korur
Kuran, insanlara hukukullahı tanıtmış, mahlukatın Halıktan ne bekleyeceğini, mahlukatın Halıkla münasebatını en sarih şekilde öğretmiştir. Kuran, ahlak ve felsefenin bütün esasatını camidir. Fazilet ve rezilet, hayır ve şer, eşyanın mahiyet-i hakikiyesi, hülasa her mevzu Kuranda ifade olunmuştur. Hikmet ve felsefenin esası olan adalet ve müsavatı öğreten ve başkalarına iyilik etmeyi, faziletkar olmayı talim eden esaslar, bunların hepsi Kuranda vardır. Kuran, insanı iktisat ve itidale sevk eder, dalaletten korur, ahlaki zaafların karanlığından çıkarır, teali-i ahlak nuruna ulaştırır, insanın kusurlarını, hatalarını itila ve kemale kalb eyler.
Müsteşrik Sedio
Kuran, öyle bir Peygamber sesidir ki, onu bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi, saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar.
Kuran şiir midir? Değildir. Fakat onun şiir olup olmadığını tefrik etmek müşkildir. Kuran, şiirden daha yüksek birşeydir. Mamafih, Kuran ne tarihtir, ne tercüme-i haldir, ne de İsanın (a.s.) dağda irad ettiği mevize gibi bir mecmua-i eşardır. Hatta Kuran, ne Budanın telkinatı gibi bir mabad et-tabiiye, yahut mantık kitabı, ne de Eflatunun herkese irad ettiği nasihatler gibidir.
Bu, bir Peygamberin sesidir. Öyle bir ses ki, Onu, bütün dünya dinleyebilir. Bu sesin aksi, saraylarda, çöllerde, şehirlerde, devletlerde çınlar. Bu sesin tebliğ ettiği din, evvela naşirlerini bulmuş, sonra teceddütperver ve imar edici bir kuvvet şeklinde tecelli etmiştir. Bu sayededir ki, Yunanistan ile Asyanın birleşen ışığı, Avrupanın zulümat-abad olan karanlıklarını yarmış ve bu hadise, hristiyanlığın en karanlık devirlerini yaşadığı zaman vuku bulmuştur.
Dr. Johnson
Kuranın cihanşümul hakikati: Kuran, Allahın birliğine inanmak hakikat-i kübrasını ilan eder
İngilizce-Arapça, Arapça-İngilizce lügatlerin muharriri Doktor City Youngest Kuran hakkında şu sözleri söylüyor:
Kuran, insanların yed-i istifadesine geçen eserlerin en büyüklerinden biridir. Kuranda, büyük bir insanın hayal ve seciyesi, en vazıh şekilde görülmektedir.
Carlyle “Kuranın ulviyeti, onun cihan-şümul hakikatindedir” dediği zaman, şüphesiz, doğru söylemişti.
Muhammedin (a.s.m.) doğruluğu, faaliyeti, hakikatı taharride samimiyeti, sarsılmayan azmi, imanı, kendisini dinlemek istemeyenlere ezeli hakikati dinletmek yolundaki sebatı, bana kalırsa, onun, o cesur ve azimkar Peygamberin hatem-i risalet olduğunun en kati ve en emin delilleridir.
Kuran, akaid ve ahlakın, insanlara hidayet ve hayatta muvaffakiyet temin eden esasatın mükemmel mecellesidir. Bütün bu esasatın üssül-esası, alemin bütün mukadderatını yed-i kudretinde tutan Zat-ı Kibriyaya imandır.
Allahın birliğine iman etmek hakikat-i kübrasını ilan ediyorken, Kuran, lisan-ı belagatin en yükseğine ve nezahetin şahikasına varır. Kuran, Allahın iradesine itaati, Allaha isyanın neticelerini izah ederken, insanların muhayyilesini elektrikleyen en seyyal lisanı kullanır. Resul-i Kibriyaya teselli vermek ve onu teşvik etmek, yahut halkı sair Peygamberlerin ahvaliyle, milletlerinin akıbetiyle korkutmak icap ettiği zaman, Kuranın lisanı, en kati ciddiyeti almaktadır.
Madem ki Kuranın birbirine düşman kabileleri, yekdiğeriyle mücadele eden unsurları derli toplu bir millet haline getirdiğini, onları eski fikirlerinden daha ileri bir seviyeye yükselttiğini görüyoruz; o halde, belagat-i Kuraniyenin mükemmeliyetine hükmetmeliyiz. Çünkü, Kuranın bu belagati, vahşi kabileleri medeni bir millet haline getirmiş, dünyanın eski tarihine yeni bir kuvvet ilave etmiştir. Zaman ve mekan itibarıyla birbirinden çok uzak oldukları gibi, fikri inkişaf itibarıyla da birbirinden çok farklı insanlara harikulade bir hassasiyet ilham eden ve muhalefeti hayrete ve istihsana kalb eden Kuran, en şayan-ı hayret eser tanınmaya layıktır. Kuran, beşerin mukadderatıyla meşgul alimler için tetebbua şayan en faydalı mevzu sayılır.
Doktor City Youngest
Kuranın lisanı, nezahet ve belagat itibarıyla nazirsizdir. Kuran, bizatihi muhteşem bir mucizedir.
Kuranın mutaassıp münekkidi ve mütercimi Corselle diyor ki:
Kuran Arapçanın en mükemmel ve pek mevsuk bir eseridir. Müslümanların itikadı veçhile bir insan kalemi, bu icazkar eseri vücuda getiremez. Kuran, bizatihi daimi bir mucizedir; hem öyle bir mucize ki, ölüleri diriltmekten daha yüksektir. Bu mukaddes kitabın ta kendisi, menşeinin semavi olduğunu ispata kafidir. Muhammed (a.s.m.), bu mucizeye istinaden, bir peygamber olarak tanınmasını istemiştir. Arabistanın çıplak ve kısır çöllerini aydınlatan, şair ve hatiplere meydan okuyan Kuran, bir ayetine bir nazire istemiş; hiçbir kimse bu tahaddiye karşı gelememişti. Burada yalnız bir misal irad ederek, bütün büyük adamların Kuranın belagatine baş eğdiklerini göstermek isterim.
Hazret-i Muhammedin (a.s.m.) zamanında, Arabistan şairlerinin şehriyarı, şair Lebid idi. Lebid, muallakattan birinin nazımıdır. O zaman putperest olan Lebid, Kuranın belagati karşısında lal kalmış, bu belagati en güzel sözlerle ifade etmişti. Kuranın belagati karşısında hayran kalan Lebid, Müslümanlığı kabul etmiş, Kuranın ancak bir Peygamber lisanından duyulacağını söylemiştir.
Kuranın lisanı, beliğ ve harikulade seyyaldir. Cenab-ı Hakkın şan ve celaletini, azamet sıfatlarını ifade eden ayetlerin ekserisi, müstesna bir güzelliği haizdir. Kuranı bitarafane tercümeye gayret ettimse de, kàrilerim, Kuranın metnini sadakatkarane bir ifadeye muvaffak olamadığımı göreceklerdir. Bu kusuruma rağmen, kàriler tercümemde bahis mevzuu ettiğim muhteşem ayetlerin birçoklarını okuyacaklardır.
Corselle
Kuran, beşeriyete ilahi bir lütuftur. Kuran, muzaffer cumhuriyetler meydana getirmiştir.
Kuran ayetlerini nüzul tarihine göre tercüme ve tertip eden İngilterenin en mutaassıp papazlarından Rodwell, şu hakikatleri itiraf ediyor:
Kuran, Arabistanın basit bedevilerini öyle bir istihaleye uğratmıştır ki, bunların adeta meşhur olduklarını zannedersiniz. hristiyanların telakkisine göre Kuranın nazil olmuş bir kitap olduğunu söyleyecek olsak bile, Kuran putperestliği imha; Allahın vahdaniyet akidesini tesis; cinlere, perilere, taşlara ibadeti ilga; çocukları diri diri gömmek gibi vahşi adetleri izale; bütün hurafeleri istisal; taaddüd-ü zevcatı tahdit ile, bütün Araplar için İlahi lütuf ve nimet olmuştur.
Kuran bütün kainatı yaratan, gizli ve aşikar herşeyi bilen Kadir-i Mutlak sıfatıyla Zat-ı Kibriyayı takdis ve tebcil ettiğinden, her sitayişe şayandır. Kuranın ifadesi veciz ve mücmel olmakla beraber, en derin hakikati, en kuvvetli ve mülhem hikmeti takrir eden elfaz ile söylemiştir. Kuran, devamlı memleketler değilse de, muzaffer cumhuriyetler vücuda getirmeye hadim olacak esasları muhtevi olduğunu ispat etmiştir. Kuranın esaslarıyladır ki, fakr ve sefaletleri ancak cehaletleriyle kabil-i kıyas olan, susuz ve çıplak bir yarımadanın sekenesi, yeni bir dinin hararetli ve samimi salikleri olmuşlar, devletler kurmuşlar, şehirler inşa etmişlerdir. Filhakika Müslümanların heybetidir ki, Füstat, Bağdat, Kurtuba, Delhi, bütün hristiyan Avrupayı titreten bir azamet ve haşmet ihraz etmişlerdir.
Rodwell
Müslümanlık, dünyanın kıvamı olan bir dindir; cihan medeniyetinin istinad ettiği temelleri muhtevidir
Fransanın en maruf müsteşriklerinden Gaston Care, 1913 senesinde Le Figaro Gazetesinde, yeryüzünden Müslümanlık kalkacak olursa, müsalemetin muhafazasına imkan olup olmadığı hakkında makaleler silsilesi yazmış ve o zaman bu makaleler Şark gazeteleri tarafından tercüme olunmuştu. Fransız müsteşriki diyor ki:
Yüz milyonlarca insanın dini olan Müslümanlık, bütün saliklerine nazaran, dünyanın kıvamı olan bir dindir. Bu akli dinin menbaı ve düsturu olan Kuran, cihan medeniyetinin istinad ettiği temelleri muhtevidir. O kadar ki, bu medeniyetin, İslamiyet tarafından neşrolunan esasların imtizacından vücut bulduğunu söyleyebiliriz.
Filhakika, bu ali din, Avrupaya, dünyanın imarkarane inkişafı için lazım olan en esaslı kaynakları temin etmiştir. İslamiyetin bu faikiyetini teslim ederek, ona medyun olduğumuz şükranı tanımıyorsak da, hakikatın bu merkezde olduğunda şek ve şüphe yoktur.
Fransız muharriri, daha sonra, Kuranın umumi müsalemeti muhafaza hususundaki hizmetini bahis mevzuu ederek diyor ki:
İslamiyet, yeryüzünden kalkacak ve bu suretle hiçbir Müslüman kalmayacak olursa, barışı devam ettirmeye imkan kalır mı? Hayır buna imkan yoktur!
Gaston Care
Kuran bütün dini kitaplara faiktir
Alman alimlerinden ve müsteşriklerinden Jochahim du Rulpp Kuranın sıhhate verdiği ehemmiyetten bahsederken şu sözleri söylüyor:
İslamiyetin, şimdiye kadar Avrupa muharrirlerinden hiçbirinin nazar-ı dikkatini celb etmeyen bir safhasını bahis mevzuu etmek istiyorum. İslamiyetin bu safhası, onun sıhhati muhafaza için vuku bulan emirleridir. Evvela şunu itiraf etmek lazımdır: Kuran, bu nokta-i nazardan bütün dini kitaplara faiktir. Kuranın tarif ettiği basit, fakat mükemmel sıhhi kaideleri nazar-ı dikkate alırsak, bu mukaddes kitap sayesinde, bütün dünyanın bazı kısımlarıyla, haşarat mahşeri olan Asyanın müthiş bir tehlike olmaktan kurtulduğunu görürüz. Müslümanlık nezafeti, temizliği, nezaheti bütün saliklerine farz etmekle, birçok tahripkar mikropları imha etmiştir.
Jochahim
Kuran ayetleri İslamiyetin muhteşem bünyesinde altın bir kordon gibi işlenmiştir
Sembires Encyclopedia namıyla intişar eden İngilizce muhitül-maarifte, Müslümanlıktan şu suretle bahsolunmaktadır:
İslam Peygamberinin seciyesini aydınlatan Kuran ayetleri, son derece mükemmel ve son derece müessirdir. Bu kısım ayetler, Müslümanlığın ahlaki kaidelerini ifade eder. Fakat bu kaideler, bir iki sureye münhasır değildir. Bu ayetler, İslamiyetin muhteşem bünyanında, altından bir kordon gibi işlenmiştir. İnsafsızlık, yalancılık, hırs, israf, fuhuş, hıyanet, gıybet, bunların hepsi Kuran tarafından en şiddetli surette takbih olunmuş ve bunlar reziletin ta kendisi tanınmıştır.
Diğer taraftan, hüsn-ü niyet sahibi olmak, başkalarına iyilik etmek, iffet, haya, müsamaha, sabır ve tahammül, iktisat, doğruluk, istikamet, sulhperverlik, hakperestlik, herşeyden fazla Cenab-ı Hakka itimad ve tevekkül, Allaha itaat, Müslümanlık nazarında hakiki iman esasları ve hakiki bir müminin başlıca sıfatları olarak gösterilmiştir.
Resulallah idrak ve şuur timsalidir
Profesör Edward Monte, “hristiyanlığın İntişarı ve Hasmı Olan Müslümanlar” ünvanlı eserinin 17 ve 18inci sayfalarında diyor ki:
Rasyonalizm, yani “akliye” kelimesinin müfadını ve tarihi ehemmiyetini tevsi edebilirsek, Müslümanlığın akli bir din olduğunu söyleyebiliriz. Akıl ve mantık mısdakıyla akaid-i diniyeyi muhakeme eden mektep, rasyonalizm kelimesinin, İslamiyete tamamıyla mutabık olduğunu teslim etmekte tereddüt etmez.
Resulallah şuur ve idrak timsali olduğu, dimağının iman ışıkları ve kamil bir yakin ile pür-nur olduğu muhakkaktır. Resulallah, muasırlarını aynı heyecanla alevlemiş, bu sıfatlarla teçhiz etmiştir. Muhammed (a.s.m.), başarmak istediği ıslahatı, İlahi bir vahiy olarak takdim etmiştir. Bu, İlahi bir vahiydir. Muhammedin (a.s.m.) dini ise, akıl kaidelerinin ilhamlarına tamamıyla muvafıktır.
Ehl-i İslama göre İslamiyetin esas akaidi, şu suretle hülasa olunabilir:
Allah birdir; Muhammed (a.s.m.) Onun Peygamberidir. Filhakika, İslamiyetin esaslarını sükunetle ve derin bir teemmülle tetkik ettiğimiz zaman, bunların, Allahın birliğine ve Muhammedin (a.s.m.) risaletine, sonra haşir ve neşre ve itikada müntehi olduklarını görürüz. Bizzat dinin esasları tanınan bu iki akide, bütün dindar insanlarca akıl ve mantığa müstenid telakki olunmakta ve bunlar Kuranın akidelerinin hülasası bulunmaktadır.
Kuranın ifadesindeki sadelik ve berraklık, Müslümanlığın intişar ve itilasını bila-tevakkuf temadi ettiren saik kuvvet olmuştur. Resul-ü İslam tarafından tebliğ olunan mukaddes talimatın cihanşümul terakkisine rağmen, Müslümanların ilham kaynağı ve en kuvvetli ilticagahı Kuran olmuştur. En takdiskar ve kanaat-bahş bir lisanla, başka bir kitab-ı münzelin tefevvuk edemeyeceği bir ifade ile takrir eden kitap, Kurandır. Bu kadar mükemmel ve esrarengiz, her insanın tetkikine bu kadar açık olan bir din, muhakkak, insanları kendisine meclub eden icazkar kudreti haizdir. Müslümanlığın bu kudreti haiz olduğunda şüphe yoktur.
Edward Monte