"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
İslam Tarihi - İbnül Esir
Mesnevi Şerif - Mevlana
Peygamberler Tarihi
Tabakat - İbn Sad
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Zeylül-Habbe

Arkadaş! Şu müşevveş eserlerimle büyük birşeyin etrafını kazıyorum. Amma bilmiyorum, keşfedebildim mi? Veyahut sonra inkişaf edecektir. Veyahut bilahare zuhur edecek. Keşfine yol açıp gösteriyorum.

لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّصِيرُ اَللٰهُمَّ لاَ تُخْرِجْنَا مِنَ الدُّنْيَا اِلاَّ مَعَ الشَّهَادَةِ وَاْلاِيمَانِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ عَلٰى نِعْمَةِ اْلاِيمَانِ وَاْلاِسْلاَمِ بِعَدَدِ قَطَرَاتِ اْلاَمْطَارِ وَاَمْوَاجِ الْبِحَارِ وَثَمَرَاتِ اْلاَشْجَارِ وَنُقُوشِ اْلاَزْهَارِ وَنَغَمَاتِ اْلاَطْيَارِ وَلَمَعَاتِ اْلاَنْوَارِ وَالشُّكْرُ لَهُ عَلٰى كُلٍّ مِنْ نِعَمِهِ فِى اْلاَطْوَارِ بِعَدَدِ كُلِّ نِعَمِهِ فِى اْلاَدْوَارِ وَالصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ عَلٰى سَيِّدِ اْلاَبْرَارِ وَاْلاَخْيَارِ مُحَمَّدٍنِالْمُخْتَارِ وَعَلٰى اٰلِهِ اْلاَطْهَارِ وَاَصْحَابِهِ نُجُومِ الْهِدَايَةِ ذَوِى اْلاَنْوَارِ مَادَامَ الَّيْلُ وَالنَّهَارُ

İlem eyyühel-aziz! Misafir olan bir kimse, seferinde çok yerlere, menzillere uğrar. Uğradığı her yerin adetleri ve şartları ayrı ayrı olur.

Kezalik, Allahın yolunda süluk eden zat çok makamlara, mertebelere, hallere, perdelere rastgelir ki, bunların da herbirisi için kendine mahsus şartlar ve vaziyetler vardır. Bu şartları ve perdeleri birbirine halt edip karıştıran, galat ve yanlış hareket eder. Mesela bir ahırda atın kişnemesini işiten bir adam, yüksek bir sarayda andelibin terennümünü, güzel sadasını işitir. Eğer o terennümle atın kişnemesini fark etmeyip andelibden kişnemeyi talep ederse, kendi nefsiyle mugalata etmiş olur.

İlem eyyühel-aziz! Dünya hayatını güzelleştiren esbabdan biri, dünya ayinesinde temessül ile parlayan hidayet nurları ve büyük insanların sevgili ve sevimli timsalleridir. Evet, müstakbel, mazinin ayinesidir. Mazi berzaha, yani öteki aleme intikal ve inkılap ettiğinde, suretini ve şeklini ve dünyasını istikbal ayinesine, tarihe, insanların zihinlerine vedia ediyor. Onlara olan manevi ve hayali muhabbetleriyle dünya muhabbeti tatlı olur. Mesela, arkadaşlarının ve akrabasının timsallerini ve fotoğraflarını havi büyük bir ayineyi yolunda bulan bir adam, şark cihetine giden adamların memleketlerine gidip onlara iltihak etmek için çalışmayıp da, o ayinenin içindeki timsallerle uğraşır, muhabbet eder. İşte bu adam gafletten ayıldığı zaman, “Eyvah, ne ediyorum? Bunlar şarap değil, seraptır. Bunlarla uğraşmak azb değil azaptır” der, arkadaşlarına yetişmek üzere şark seferine tedarikatta bulunmaya başlar.

İlem eyyühel-aziz! Kuran-ı Mucizül-Beyanın hak ve hakikat olduğuna en sadık deliller:

1. Tevhidin bütün iktizalarını ve lazımlarını mertebeleriyle muhafaza etmesidir.

2. Esma-i Hüsnanın tenasüp ve iktizası üzerine hakaik-i aliye-i İlahiyedeki muvazeneyi müraat etmesidir.

3. Rububiyet ve uluhiyete ait şuunatı kemal-i muvazene ile cem etmesidir.

Kuranın bu hasiyeti beşerin eserlerinde bulunmadığı gibi, melekut cihetine geçen evliya ve sair büyüklerin netaic-i fikirlerinde de bulunamamıştır. Ve eşyanın batınına dalmış olan İşrakiyun ve alem-i gayba nüfuz eden Ruhaniyun dahi Kuranın bu hasiyetini bulamamışlardır. Zira onların nazarları mukayyet olduğundan, hakikat-i mutlakayı ihata edemez. Bunlar ancak hakikatin bir tarafını bulur ve ifrat-tefritle tasarrufa başlarlar. Bunun için tenasübü bozup muvazeneyi ihlal ediyorlar.

Mesela, enva-ı cevahiri havi ziynetli ve kıymetli bir defineyi keşfetmek için birkaç adam denizin dibine dalarlar. Denizin dibinde araştırma yaparken birisinin eline uzunca bir parça elmas geçer. Definenin müştemilatını tamamen bu gibi elmaslardan ibaret olduğuna hükmeder. Sonra arkadaşlarından başka çeşit cevherin bahsini işittiğinde, onların buldukları cevahirin kendi bulduğu elmasın nakışları olduklarını tahayyül eder. Diğeri kürevi bir yakutu bulur. Öteki arkadaşı da başka bir çeşidini buluyor. Ve hakeza, herbirisi definenin esas müştemilatı kendi bulduğu çeşitten ibaret olduğunu ve arkadaşlarının buldukları çeşitler de definenin zevaid ve teferruatından olduğunu itikad eder. Mesele bu şekle girmekle muvazene kayıp ve tenasüp zail olur. Sonra meselenin hakikatini keşif ve izah için tevilat ve tekellüfata başlarlar. Hatta definenin inkarına bile zehab eden olur.

Evet, Sünnet-i Seniye ile muvazene yapılmazdan evvel, hemen meşhudatına itimad eden İşrakiyun ile mutasavvifenin eserlerini teemmül eden zatlar, şu söylediğime hak verir, bila-tereddüt kabul ederler.

Arkadaş! Kuran da o defineyi keşfetmek için o denize dalmıştır. Fakat Kuranın gözü açık olduğundan, defineyi tamamıyla ihata ile görmüştür. Ve hakikate uygun bir tarzda tenasüp ve muvazeneye riayet ederek kemal-i intizam ve ıttırad ile hakikatı izhar etmiştir.

Arkadaş! Nev-i beşerde envaen dalalete düşen fırkaların sebeb-i dalaletleri, imamlarının kusurudur. Evet, imamları batından bahsetmişlerse de, meşhudatlarına itimad ve iktifa ederek esna-i tarikten dönmüşlerdir. Ve حَفَظْتَ شَيْئًا وَغَابَتْ عَنْكَ اَشْيَاءُ kavline masadak olmuşlardır.

İlem eyyühel-aziz! Cenab-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek çok eşkal ve vaziyetlerinden en yükseği Müslim sıfatı ile insan suretine getirmiştir. Mebde-i hareketin ile son aldığın suret arasında müteaddit vaziyetlerin, menzillerin ve etvar ve ahvalin herbirisi sana ait nimetler defterine kaydedilmiştir. Bu itibarla, senin geçirmiş olduğun zaman şeridine elmas gibi nimetler dizilmiş, tam bir gerdanlık veya nimetlerin envaına bir fihriste şeklini veriyor. Binaenaleyh, geçirmiş olduğun vücudun her menzilinde ve vaziyetinde, etvarında, ahvalinde, “Nasıl bu nimete vasıl oldun? Ne ile müstahak oldun? Ve şükründe bulundun mu?” diye suale çekileceksin. Çünkü, vukua gelen haller suale tabidir. Amma imkanda kalıp vukua gelmeyen şeyler suale tabi değildir. Geçirmiş olduğun ahval, vukuattır. Gelecek ahvalin ademdir. Vücut mesuldür, adem ise mesul değildir. Öyle ise, mazide şükrünü eda etmediğin nimetlerin şükrünü kaza etmek lazımdır.

İlem eyyühel-aziz! İnsanı havalandırıp baş aşağı felakete atan şöyle bir hal var:

İstihkak nazara alınmayarak, Hakkın takdiri hakkında tefrit veya ifrat yapılır. Ve kuvvetine, kıymetine bakılmayarak küçük veya büyük bir yük altına alınır gibi gayr-ı insani haller insanı insaniyetten düşürür, ya zulme, veya kizbe sevkeder.

Mesela, bir fırka askerin mümessili bir nefer, bütün askerlik umurunu bilmek; veya bir katre sudaki timsalinden, şemsin azametini göstermek talebinde bulunmak, en yüksek bir insafsızlıktır. Çünkü, vasıfla ittisaf arasında fark vardır. Mesela, Katredeki timsal, şemsin evsafını gösterir; ama o evsaf ile muttasıf olamaz.

İlem eyyühel-aziz! Vücut nevinde tezahüm yoktur. Yani, pek çok alemler, haller, vücut sahnesinde içtima eder, birleşirler. Mesela, gece zamanı duvarları camdan olan ve elektrik yanan bir odaya girdiğin vakit, alem-i misale bir pencere hükmünde olan camlarda pek çok menzilleri, odaları göreceksin.

Saniyen: Odada otururken, kemal-i suhulet ile o misali odalarda her çeşit tebdil, tağyir, tasarruf edebilirsin.

Salisen: Odadaki elektrik, elektrik misallerinin en uzağına en yakındır. Çünkü, o misali misallerin kayyumu odur.

Rabian: Bu maddi vücudun bir habbesi, bir parçası, o misali vücudun bir alemini içine alabilir.

Bu dört hüküm, Vacib ile alem-i mümkinat arasında da caridir. Çünkü mümkinatın vücudu, vacibin nurundan bir gölge olduğu cihetle, vehmi bir mertebededir. Vacibin emriyle vücud-u hariciyeye girer. Sabit ve müstakar kalır.

Demek mümkinatın vücudu bizzat hakiki bir vücud-u harici olmadığı gibi, vehmi veya zail bir zıll de değildir. Ancak, Vacibül-Vücudun icadıyla bir vücuttur.

İlem eyyühel-aziz! Bu güzel alemin bir maliki bulunmaması muhal olduğu gibi, kendisini insanlara bildirip tarif etmemesi de muhaldir. Çünkü, insan, Malikin kemalatına delalet eden alemin hüsnünü görüyor. Ve kendisine beşik olarak yaratılan küre-i arzda istediği gibi tasarruf eden bir halifedir. Hatta sema-i dünyada dahi aklıyla çalışıyor ve küçüklüğüyle, zafiyetiyle beraber harika tasarrufat-ı acibesiyle eşref-i mahlukat ünvanını almıştır. Ve elinde cüz-ü ihtiyari bulunduğundan, bütün esbab içerisinde en geniş bir salahiyet sahibidir. Binaenaleyh, Malik-i Hakikinin rusül vasıtasıyla böyle yüksek, fakat gafil abdlerine kendisini bildirip tarif etmesi zaruridir ki, o Malikin evamirine ve marziyatına vakıf olsunlar.

İlem eyyühel-aziz! İnsanın vehim, farz, hayal duygularına varıncaya kadar bütün hassaları bilahare rücu edip bilittifak Hakka iltica ettiklerini ve batıla hiçbir ihtimal ve imkanın kalmadığını ve kainatın ancak ve ancak Kuranın izah ettiği şekilde bulunduğunu gördüm.

İlem eyyühel-aziz! alem-i ziya, alem-i hararet, alem-i hava, alem-i kehrüba, alem-i elektrik, alem-i cezb, alem-i esir, alem-i misal, alem-i berzah gibi alemler arasında müzahame ve yer darlığı yoktur. Bu alemler, hepsi de, ihtilalsiz, müsademesiz, küçük bir yerde içtima ederler.

Kezalik, pek geniş gaybi alemlerin de bu küçük arzda içtimaları mümkündür. Evet, hava, su, insanın yürüyüşüne, cam ziyanın geçmesine, şuaın röntgen vasıtasıyla kesif cisimlere bile nüfuzuna ve akıl nuruna, melek ruhuna, demirin içine hararetin akmasına, elektriğin cereyanına bir mani yoktur.

Kezalik, bu kesif alemde ruhanileri deverandan, cinnileri cevelandan, şeytanları cereyandan, melekleri seyerandan men edecek bir mani yoktur.

İlem eyyühel-aziz! Göz, lamba, şems gibi nur ve nurani şeylerde cüzi-külli, cüz-küll, bir-bin müsavidir. Evet, şemse bak: Onun timsalleriyle seyyarat, denizler ve havuzlar, katre, kabarcıklar gibi bütün şeffaf şeyler, kemal-i suhuletle temessül ediyorlar. Kezalik, Şems-i Ezeli şu kainat kitabında bütün babları, fasılları, satırları, cümleleri, harfleri defaten, bila-külfet yazıyor. Ve basü badelmevtte dahi aynı bu suhulet vardır. “Hilkatiniz ve basiniz, bir nefsin hilkat ve basi gibidir” diye Kuran-ı Kerim emrediyor!

İlem eyyühel-aziz! Herşeyi tahrik eden zerrat-ı müteharrikenin, muayyen hadlerine kadar hareket ettikten sonra tevakkuf ve durmalarına dikkat eden adam anlar ki, herşeyin hududunda daima harekette bulunan zerratı durdurup geri çeviren bir hudut bekçisi vardır; o zerratı taşmaktan menediyor. O bekçi ise, muhit bir ilmin tecellisidir ki, o tecelli kadere, kader de miktara, miktar da kalıba tahavvül eder. Demek, herşey, içerisindeki zerrata bir kalıptır.

İlem eyyühel-aziz! Kuranın ayetleri birbirini tefsir ettiği gibi, bu kitab-ı alemin de bir kısmı, diğer bir kısmını izah ediyor. Mesela, maddiyat alemi Cenab-ı Hakkın envar-ı nimetini cezb etmek için hakiki bir ihtiyaçla şemse muhtaç olduğu gibi, alem-i maneviyat dahi rahmet-i İlahiyenin ziyalarını almak için şems-i nübüvvete muhtaçtır. Binaenaleyh, Resulallahın (a.s.m.) nübüvveti, şemsin katiyet ve vuzuhu derecesinde kati ve vazıhtır.

İlem eyyühel-aziz! Zihayatın vücuduna terettüp eden semereler, yalnız kendisine, menfaatine, bekasına, kemaline mahsus değildir. Ancak o semerelerden bir hisse kendisine aittir. Baki kalan kısm-ı azamı Halıka racidir. Zihayata ait, uzun bir zaman sonra husule gelir. Halıka raci kısım ise, bir anda husule gelir. Mesela, o zihayat, Esma-i Hüsnanın tecelliyatına mazhariyetle, Halıkı, evsaf-ı kemaliyeyle tavsif ve lisan-ı haliyle hamd etmiş oluyor.

İlem eyyühel-aziz! İnsanın bir ferdi, ihata-i fikriyesiyle, aklıyla, kalbinin vüsatiyle bir nevi külliyet kesb eder. Ve keza, insanın bir ferdi, hilafet hususunda alemin eczasıyla şuurca alakadar olduğundan, nebati olsun, hayvani olsun, pek çok nevilerde tasarruf sahibi bulunduğundan, nevi gibidir. Ve bu itibarla, insanın bir ferdi, neviler sırasına geçer. Binaenaleyh, gerek hayvanatın, gerek semeratın nevilerinde vukua gelen mükerrer kıyametler, hevam ve haşeratta vücuda gelen senevi haşir ve neşirler, insanın da herbir ferdinde caridir.

Hülasa: Kuranın ayetleriyle ebna-yı beşer için büyük kıyametin geleceğine kati delaletler olduğu gibi, kitab-ı alemin ayat-ı tekviniyesiyle de kıyamet-i kübraya pek kati delaletler ve işaretler vardır.

İlem eyyühel-aziz! Kuran-ı Kerim okunurken, istimaında bulunduğun zaman muhtelif şekillerde dinleyebilirsin.

1. Resulallah aleyhissalatü vesselam, nübüvvet kürsüsüne çıkıp nev-i beşere hitaben Kuranın ayetlerini tebliğ ederken, kıraatini kalben ve hayalen dinlemek için kulağını o zamana gönder. O fem-i mübarekinden çıkar gibi dinlemiş olursun.

2. Veya Cebrail (a.s.) Muhammede (a.s.m.) tebliğ ederken, her iki hazretin arasında yapılan tebliğ-tebellüğ vaziyetini dinler gibi ol.

3. Veya Kab-ı Kavseyn makamında, yetmiş bin perde arkasında Mütekellim-i Ezelinin Resulallah aleyhissalatü vesselama olan tekellümünü dinler gibi hayali bir vaziyete gir.

İlem eyyühel-aziz! Senin şuur ve ilminin sana taalluku, ahval ve levazımat-ı ihtiyacatın nisbetindedir. Çünkü, sebep ile müsebbep, kuvvetle amel arasında münasebet lazımdır; fazla noksan olmamalıdır. Senin sana olan şuur ve ilminin nisbeti, Halıkın sana olan nazar ve ilmine nisbetle bir kıl gibidir. Binaenaleyh, pek cüzi olan ilim ve şuurun ile, Şems-i Ezelinin ilim ve nazarına mukabele etmekle, gündüz ortasında, güneşin altında, güneşin ziyası ile mübarezeye çıkan ateşböceği gibi olma!

İlem eyyühel-aziz! Cenab-ı Hakkın efali birbirine münasip, asarı birbirine müşabih, esması birbirine ayine ve makes, sıfatı birbirine mütedahil, şuunatı memzuc ise de, herbirisi için hususi bir tavır, bir hal vardır ki, maksud-u bizzat o hususi tavırdır. Sair tavırlar ise tebeidirler. Binaenaleyh, mesela Halıkın asarından cemadata baktığın zaman azamet ve kudreti kastına hedef yap, başka isimlerin tecelliyatını teban düşün. Hayvanata bakarken merhamet kasdıyla bak, sair tecelliyata tebei bir nazarla bak.

İlem eyyühel-aziz! Kuran-ı Kerim, bütün insanlara rahmettir. Çünkü herbir insanın şu hakiki alemden kendisine mahsus hayali bir alemi olduğu gibi, herkes kendi meşrebine göre Kurandan fehim ve iktibas ettiği, (hafızasında) kendisine has bir Kuran vardır ki, onun ruhunu terbiye, kalbini tedavi eder.

Ve keza, Kuran-ı Kerimin bir meziyeti şudur ki: Bütün ulema ve ehl-i meşrep gibi herkes hidayeti için, şifası için müteaddit surelerden ayrı ayrı ayetleri ahz edebilir. Çünkü, bir ayetin sair ayat-ı Kuraniye ile pek ince münasebetleri, ittisal cihetleri vardır. Aralarında vahşet yoktur. Bu itibarla, müteaddit surelerden alınan ayetler küçük bir Kuran hükmünde olur.

İlem eyyühel-aziz! لاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ اِلاَّ بِاللهِ 1 cümle-i mukaddesesi, insanın, zerre vaziyetinden, insan-ı mümin suretine gelinceye kadar camidiyet, nebatiyet, hayvaniyet, insaniyet gibi geçirdiği etvar ve ahvaline nazırdır. Şu menzillerde insanın letaifi pek çok elem ve emellere maruzdur. Maahaza, havl ve kuvvetin müteallikleri zikredilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Binaenaleyh, bu cümle, teselli-bahş olup şümulü dahilinde olan makamlara göre tefsir edilir. Mesela,
1. لاَ حَوْلَ عَنِ الْعَدَمِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْوُجُودِ “Ademden çıkıp vücuda gelmek.”

2. لاَ حَوْلَ عَنِ الزَّوَالِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْبَقَاءِ “Zevale gitmeyip bekada kalmak.”

3. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَضَرَّةِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النَّفْعِ “Mazarratı def, menfaati celp.”

4. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَصَائِبِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْمَطَالِبِ “Musibetten uzak olup, matluba nail olmak.”

5. لاَ حَوْلَ عَنِ الْمَعَاصِى وَلاَ قُوَّةَ عَلَى الْعِبَادَةِ “Maasiye düşmemek, ibadete devam etmek.”

6. لاَ حَوْلَ عَنِ النِّقَمِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النِّعْمَةِ “Azaba maruz kalmamak, nimete mazhar olmak.”

7. لاَ حَوْلَ عَنِ الظُّلْمَةِ وَلاَ قُوَّةَ عَلَى النُّورِ “Zulmete düşmemek, nurla tenevvür etmek.”

Ve hakeza, herbir makamda insanın letaifine göre takyid ve tefsir edilebilir.