Yalnız İki Nüktedir.
Namazdaki teşehhüdde bulunan اَلتَّحِيَّاتُ اَلْمُبَارَكَاتُ اَلصَّلَوَاتُ اَلطَّيِّبَاتُ لِلّٰهِ ila ahirenin iki noktasına gelen iki suale iki cevaptır. Teşehhüdün sair hakikatlerinin beyanı başka vakte talik edilerek bu Altıncı Şuada yüzer nüktesinden yalnız İki Nüktesi muhtasar bir surette beyan edilecek.
Birinci Sual: Teşehhüdün mübarek kelimatı, Mirac gecesinde Cenab-ı Hak ile Resulünün bir mükalemeleri olduğu halde, namazda okunmasının hikmeti nedir?
Elcevap: Her müminin namazı, onun bir nevi miracı hükmündedir. Ve o huzura layık olan kelimeler ise Mirac-ı Ekber-i Muhammed aleyhissalatü vesselamda söylenen sözlerdir. Onları zikretmekle o kudsi sohbet tahattur edilir. O tahatturla o mübarek kelimelerin manaları cüziyetten külliyete çıkar ve o kudsi ve ihatalı manalar tasavvur edilir veya edilebilir. Ve o tasavvur ile kıymeti ve nuru teali edip genişlenir.
Mesela: Resulallah aleyhissalatü vesselam, o gecede Cenab-ı Hakka karşı selam yerinde اَلتَّحِيَّاتُ لِلّٰهِ demiş. Yani, “Bütün zihayatların, hayatlarıyla gösterdikleri tesbihat-ı hayatiye ve Sanilerine takdim ettikleri fıtri hediyeler, ey Rabbim, Sana mahsustur. Ben dahi bütün onları tasavvurumla ve imanımla Sana takdim ediyorum.”
Evet, nasıl ki, Resulallah aleyhissalatü vesselam اَلتَّحِيَّاتُ kelimesiyle bütün zihayatın ibadat-ı fıtriyelerini niyet edip takdim ediyor.
Öyle de, tahiyyatın hülasası olan اَلْمُبَارَكَاتُ kelimesiyle de, bütün medar-ı bereket ve tebrik ve barekallah dediren ve mübarek denilen ve hayatın ve zihayatın hülasası olan mahluklar, hususan tohumların ve çekirdeklerin, danelerin, yumurtaların fıtri mübarekiyetlerini ve bereketlerini ve ubudiyetlerini temsil ederek, o geniş mana ile söylüyor.
Ve mübarekatın hülasası olan اَلصَّلَوَاتُ kelimesiyle de, zihayatın hülasası olan bütün ziruhun ibadat-ı mahsusalarını tasavvur edip dergah-ı İlahiye o ihatalı manasıyla arzediyor.
Ve اَلطَّيِّبَاتُ kelimesiyle de, ziruhun hülasaları olan kamil insanların ve melaike-i mukarrebinin, salavatın hülasası olan tayyibat ile nurani ve yüksek ibadetlerini irade ederek Mabuduna tahsis ve takdim eder.
Hem nasıl ki o gecede Cenab-ı Hak tarafından اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَۤا اَيُّهَا النَّبِىُّ demesi, istikbalde yüzer milyon insanların her biri, her gün, hiç olmazsa on defa اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَۤا اَيُّهَا النَّبِىُّ demelerini amirane işar eder ve o selam-ı İlahi, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir mana verir. Öyle de, Resulallah aleyhissalatü vesselamın, o selama mukàbil اَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلٰى عِبَادِ اللهِ الصَّالِحِينَ demesi istikbalde muazzam ümmeti ve ümmetinin salihleri, selam-ı İlahiyi temsil eden İslamiyete mazhar olmasını ve İslamiyetin umumi bir şiarı olan müminler ortasındaki اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ – وَعَلَيْكَ السَّلاَمُ umum ümmet demesini raciyane, daiyane Halıkından istediğini ifade ve ihtar eder.
Ve o sohbette hissedar olan Cebrail , emr-i İlahi ile o gece اَشْهَدُ اَنْ لاَ إِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللهِ demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehadet edeceğini ve böyle diyeceklerini mübeşşirane haber verir. Ve bu mükaleme-i kudsiyeyi tahattur ile kelimelerin manaları parlar, genişlenir.
Bu mezkur hakikatın inkişafında bana yardım eden garip bir halet-i ruhiyedir:
Bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, hali hazırda olan bu koca kainat hayalime camid, ruhsuz, meyyit, boş, hali, müthiş bir cenaze göründü. Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş, meyyit, müthiş tahayyül edildi. O hadsiz mekan ve o hudutsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgah suretini aldı. Ben o haletten kurtulmak için namaza iltica ettim.
Teşehhüdde اَلتَّحِيَّاتُ dediğim zaman birden kainat canlandı; hayattar, nurani bir şekil aldı, dirildi. Hayy-ı Kayyumun parlak bir ayinesi oldu. Bütün hayattar eczasıyla beraber, hayatlarının tahiyyelerini ve hedaya-yı hayatiyelerini daimi bir surette Zat-ı Hayy-ı Kayyuma takdim ettiklerini ilmelyakin, belki hakkalyakin ile bildim ve gördüm.
Sonra اَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ يَۤا اَيُّهَا النَّبِىُّ dediğim vakit, o hudutsuz ve hali zaman birden Resulallah aleyhissalatü vesselamın riyaseti altında, zihayat ruhlar ile vahşetzar suretinden ünsiyetli bir seyrangah suretine inkılap etti.
İkinci Sual: Teşehhüd ahirinde, اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰۤى اٰلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰۤى اِبْرٰهِيمَ وَعَلٰۤى اٰلِ اِبْرٰهِيمَ deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünkü, Muhammed aleyhissalatü vesselam, İbrahim dan daha ziyade rahmete mazhardır ve daha büyüktür. Bunun sırrı nedir? Hem bu tarzdaki salavatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir? Aynı dua, eski zamandan beri ve bütün namazda tekrar etmeleri… Halbuki bir dua bir defa kabule mazhar olsa yeter. Milyonlarca duaları makbul olan zatlar musırrane dua etmesi ve bilhassa o şey vaad-i İlahiye iktiran etmiş ise… Mesela عَسٰۤى اَنْ يَبْعَثَكَ رَبُّكَ مَقَامًا مَحْمُودًا Cenab-ı Hak vaad ettiği halde, her ezan ve kàmetten sonra edilen mervi duada وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا نِالَّذِى وَعَدْتَهُ deniliyor; bütün ümmet o vaadi ifa etmek için dua ederler. Bunun sırr-ı hikmeti nedir?
Elcevap: Bu sualde üç cihet ve üç sual var.
Birinci cihet: İbrahim , gerçi Muhammed aleyhissalatü vesselama yetişmiyor. Fakat onun ali, enbiyadırlar. Muhammed aleyhissalatü vesselamın ali, evliyadırlar. Evliya ise, enbiyaya yetişemezler. al hakkında olan bu duanın parlak bir surette kabul olduğuna delil şudur ki:
Üç yüz elli milyon içinde, al-i Muhammed aleyhissalatü vesselamdan yalnız iki zatın, yani Hasan ve Hüseyinin neslinden gelen evliya ekser-i mutlak hakikat mesleklerinin ve tarikatlarının pirleri ve mürşidleri onlar olmaları عُلَمَۤاءُ اُمَّتِى كَاَنْبِيَۤاءِ بَنِىِۤ اِسْرَۤائِيلَ hadisinin mazharları olduklarıdır. Başta Cafer-i Sadık ve Gavs-ı azam ve Şah-ı Nakşibend olarak herbiri, ümmetin bir kısm-ı azamını tarik-i hakikate ve hakikat-i İslamiyete irşad edenler, bu al hakkındaki duanın makbuliyetinin meyveleridirler.
İkinci cihet: Bu tarzdaki salavatın namaza tahsis-i hikmeti ise, meşahir-i insaniyenin en nurani, en mükemmeli, en müstakimi olan enbiya ve evliyanın kàfile-i kübrasının gittikleri ve açtıkları yolda, kendisi dahi o yüzer icma ve yüzer tevatür kuvvetinde bulunan ve şaşırmaları mümkün olmayan o cemaat-i uzmaya, o sırat-ı müstakimde iltihak ve refakat ettiğini tahattur etmektir. Ve o tahatturla şübehat-ı şeytaniyeden ve evham-ı seyyieden kurtulmaktır. Ve bu kàfile, bu kainat Sahibinin dostları ve makbul masnuları; ve onların muarızları, Onun düşmanları ve merdut mahlukları olduğuna delil ise, zaman-ı ademden beri o kàfileye daima muavenet-i gaybiye gelmesi ve muarızlarına her vakit musibet-i semaviye inmesidir.
Evet, kavm-i Nuh ve Semud ve ad ve Firavun ve Nemrut gibi bütün muarızlar, gazab-ı İlahiyi ve azabını ihsas edecek bir tarzda gaybi tokatlar yedikleri gibi, kàfile-i kübranın Nuh , İbrahim , Musa , Muhammed aleyhissalatü vesselam gibi bütün kudsi kahramanları dahi, harika ve mucizane ve gaybi bir surette mucizelere ve ihsanat-ı Rabbaniyeye mazhar olmuşlar. Birtek tokat hiddeti, birtek ikram muhabbeti gösterdiği halde, binler tokat muarızlara ve binler ikram ve muavenet kàfileye gelmesi, bedahet derecesinde ve gündüz gibi zahir bir tarzda, o kàfilenin hakkaniyetine ve sırat-ı müstakimde gittiğine şehadet ve delalet eder. Fatihada صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ o kàfileye ve غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّۤالِينَ muarızlarına bakıyor. Burada beyan ettiğimiz nükte ise, Fatihanın ahirinde daha zahirdir.
Üçüncü cihet: Bu kadar tekrar ile kati verilecek olan bir şeyin vermesini istemesinin sırr-ı hikmeti şudur:
İstenilen şey, mesela, Makam-ı Mahmud, bir uçtur. Pek büyük ve binler Makam-ı Mahmud gibi mühim hakikatleri ihtiva eden bir hakikat-ı azamın bir dalıdır. Ve hilkat-i kainatın en büyük neticesinin bir meyvesidir. Ve ucu ve dalı ve o meyveyi dua ile istemek ise, dolayısıyla o hakikat-i umumiye-i uzmanın tahakkukunu ve vücut bulmasını ve o şecere-i hilkatin en büyük dalı olan alem-i bakinin gelmesini ve tahakkukunu ve kainatın en büyük neticesi olan haşir ve kıyametin tahakkukunu ve dar-ı saadetin açılmasını istemektir. Ve o istemekle, dar-ı saadetin ve Cennetin en mühim bir sebeb-i vücudu olan ubudiyet-i beşeriyeye ve daavat-ı insaniyeye kendisi dahi iştirak etmektir. Ve bu kadar hadsiz derecede azim bir maksat için, bu hadsiz dualar dahi azdır.
Hem Muhammed aleyhissalatü vesselama Makam-ı Mahmud verilmesi, umum ümmete şefaat-i kübrasına işarettir. Hem o, bütün ümmetinin saadetiyle alakadardır. Onun için hadsiz salavat ve rahmet dualarını bütün ümmetten istemesi ayn-ı hikmettir.
سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ