Otuz sene evvel yazılan matbu Muhakemat-ı Bediiyyede bahsedilen “Sedd-i Zülkarneyn” ve Yecüc, Mecüc ve sair eşrat-ı kıyametten yirmi mesele, o Muhakemata bir tetimme olarak on üç sene evvel bir kısım müsveddesi yazılmış idi. Aziz bir dostumun hatırı için tebyiz edildi, Beşinci Şua oldu.
Otuz Birinci Mektuptan Otuz Birinci Lemanın Beşinci Şuaıdır.
İHTAR: Evvelce Mukaddimeden sonra gelen Meseleler okunsun, ta Mukaddimedeki maksat anlaşılsın.
فَقَدْ جَۤاءَ اَشْرَاطُهَا ayetinin bir nüktesi, bu zamanda akide-i avam-ı müminini vikaye ve şübehattan muhafaza için yazılmış. ahirzamanda vukua gelecek hadisata dair hadislerin bir kısmı, müteşabihat-ı Kuraniye gibi, derin manaları var. Muhkemat gibi tefsir edilmez ve herkes bilemez. Belki tefsir yerinde tevil ederler.
وَمَا يَعْلَمُ تَأْوِيلَهُۤ إِلاَّ اللهُ وَالرَّاسِخُونَ فِى الْعِلْمِ sırrıyla, vukuundan sonra tevilleri anlaşılır ve murat ne olduğu bilinir ki, ilimde rasih olanlar اٰمَنَّا بِهِ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَا deyip o gizli hakikatleri izhar ederler.
Bu Beşinci Şuanın bir Mukaddimesi ve yirmi üç Meselesi vardır. Mukaddime beş noktadır.
Birinci nokta: İman ve teklif, ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tetkik ve tecrübeye muhtaç olan nazari meseleleri elbette bedihi olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zaruri olmaz. Ta ki, Ebu Bekirler ala-yı illiyyine çıksınlar ve Ebu Cehiller esfel-i safiline düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mucizeler seyrek ve nadir verilir. Hem dar-ı teklifte gözle görünecek olan alamet-i kıyamet ve eşrat-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kuraniye gibi kapalı ve tevilli oluyor. Yalnız, güneşin mağripten çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tevbe kapısı kapanır, daha tevbe ve iman makbul olmaz. Çünkü, Ebu Bekirler Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar. Hatta İsa ın nüzulü dahi ve kendisi İsa olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hatta Deccal ve Süfyan gibi eşhas-ı müthişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar.
İkinci nokta: Peygambere bildirilen umur-u gaybiye, bir kısmı tafsil ile bildirilir.
Bu kısımda hiç tasarruf edilmez ve karışamaz: Kuranın ve hadis-i kudsinin muhkematı gibi.
Ve diğer bir kısmı icmal ile bildirilir, tafsilat ve tasviratı onun içtihadına havale edilir: İmana girmeyen hadisat-ı kevniyeye ve vukuat-ı istikbaliyeye dair hadisler gibi. Bu kısımda, Peygamberimiz (aleyhissalatü vesselam) belağatiyle, temsiller suretinde, sırr-ı teklif hikmetine muvafık tafsil ve tasvir eder. Mesela, bir sohbette derin bir gürültü işitildi. Ferman etti ki: “Bu gürültü, yetmiş seneden beri Cehennem tarafına yuvarlanan bir taşın bu dakikada Cehennemin dibine yetişip düşmesinin gürültüsüdür.” Bu garip haberden beş altı dakika sonra birisi geldi, dedi: “Ya Resulallah, yetmiş yaşında bulunan filan münafık vefat etti, Cehenneme gitti.”Peygamberin yüksek beliğane kelamının tevilini gösterdi.
İHTAR: Hakaik-i imaniyeye girmeyen cüzi hadisat-ı istikbaliye nazar-ı Nübüvvette ehemmiyetsizdir.
Üçüncü nokta: İki Nüktedir.
Birincisi: Teşbihler ve temsiller suretinde rivayet edilen bir kısım hadisler, mürur-u zamanla avamın nazarında hakikat telakki edildiğinden, vakıa mutabık çıkmıyor. Ayn-ı hakikat olduğu halde, vakıa mutabakatı görünmüyor. Mesela, Hamele-i Arş gibi arzın hamelesinden olan “Sevr” ve “Hut” namında ve misalinde iki melaike, koca bir öküz ve pek büyük bir balık tasavvur edilmiş.
İkincisi: Bir kısım hadisler İslamların ekseriyeti noktasında veya hükumet-i İslamiyenin veya merkez-i hilafetin nokta-i nazarında vürud ettiği halde, umum ehl-i dünyaya şamil zannedilmiş ve bir cihette hususi bulunduğu halde, külli ve amm telakki edilmiş. Mesela rivayette vardır ki, “Bir zaman gelecek, Allahallah diyen kalmayacak.”Yani, “Zikirhaneler kapanacak ve Türkçe ezan ve kàmet okunacak” demektir.
Dördüncü nokta: Ecel ve mevt gibi umur-u gaybiye çok hikmet ve maslahat cihetiyle gizli kaldığı misillü, dünyanın sekeratı ve mevti ve nev-i beşerin ve cins-i hayvanın eceli ve vefatı olan kıyamet dahi çok maslahatlar için gizlenilmiş.
Evet, eğer ecel vakti muayyen olsaydı, yarı ömür gaflet-i mutlaka içinde ve yarıdan sonra, darağacına asılmak için her gün bir ayak daha onun tarafına atılmakla dehşet-i mutlaka içinde, havf ve recanın muvazene-i maslahatkarane ve hakimanesi bozulduğu gibi; aynen öyle de, dünyanın eceli ve sekeratı olan kıyamet vakti muayyen olsaydı, kurun-u ula ve vusta fikr-i ahiretten pek az müteessir olacaktı. Ve kurun-u uhra, dehşet-i mutlaka içinde bulunup ne hayat-ı dünyeviyenin lezzeti ve kıymeti kalır ve ne de havf ve reca içinde ihtiyar ile itaatkarane olan ubudiyetin ehemmiyeti ve hikmeti bulunurdu. Hem eğer muayyen olsa, bir kısım hakaik-i imaniye bedahet derecesine girer, herkes ister istemez tasdik eder. İhtiyar ve irade ile bağlı olan sırr-ı teklif ve hikmet-i iman bozulur.
İşte bunun gibi çok maslahatlar için umur-u gaybiye gizli kaldığından, herkes her dakikada hem ecelini, hem bekàsını düşündüğü için hem dünyaya, hem ahiretine çalışabildiği gibi, her asırda dahi hem kıyamet kopacağını, hem dünyanın devamını düşünebildiği için, hem dünyanın faniliğinde hayat-ı bakiyeye, hem hiç ölmeyecek gibi imaret-i dünyaya çalışabilir.
Hem de musibetlerin vakti muayyen olsaydı, musibet başına gelen adam, musibetin intizarında o gelen musibetin belki on mislinden ziyade manevi bir musibet, o intizardan çekmemesi için, hikmet ve rahmet-i İlahiye tarafından gizli, perdeli bırakılmış. Ve ekser hadisat-ı kevniye-i gaybiye böyle hikmetleri bulunduğundandır ki, gaybdan haber vermek yasak edilmiş.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ düsturuna karşı hürmetsizlik ve itaatsizlik etmemek içindir ki, medar-ı teklif ve hakaik-i imaniyeden başka olan umur-u gaybiyeden izn-i Rabbani ile haber verenler dahi, yalnız işaret suretinde perdeli ve kapalı ihbar etmişler. Hatta Tevrat ve İncil ve Zeburda Peygamberimiz hakkında gelen müjdeler ve haberler dahi bir derece perdeli ve kapalı gelmiş ki, o kitapların bir kısım tabileri tevil edip iman etmediler. Fakat itikadat-ı imaniyeye giren meseleleri tasrihle ve tekrarla ihbar etmek ve açık bir surette tebliğ etmek hikmet-i teklifin muktezası olduğundan, Kuran-ı Mucizül-Beyan ve Tercüman-ı Zişanı (a.s.m.) umur-u uhreviyeden tafsilen ve hadisat-ı istikbaliye-i dünyeviyeden icmalen haber vermişler.
Beşinci nokta: Hem her iki deccalın, asırlarına ait olan harikaları, onların bahsiyle ve münasebetiyle rivayet edildiğinden, onların şahıslarından sudur edeceği telakki ve tevehhüm edilmesinden, o rivayet müteşabih olmuş, manası gizlenmiş, mesela tayyare ve şimendiferle gezmesi…
Hem mesela, meşhur olmuş ki, İslam Deccalı öldüğü vakit ona hizmet eden şeytan, İstanbulda Dikilitaşta bütün dünyaya bağıracak ve herkes o sesi işitecek ki, “O öldü.” Yani pek acip ve şeytanları dahi hayrette bırakan radyoyla bağırılacak, haber verilecek.
Hem Deccalın rejimine ve teşkil ettiği komitesine ve hükumetine ait garip halleri ve dehşetli icraatı, onun şahsıyla münasebettar rivayet edilmesi cihetiyle manası gizlenmiş. Mesela, “O kadar kuvvetlidir ve devam eder; yalnız İsa (a.s.) onu öldürebilir, başka çare olamaz”rivayet edilmiş. Yani, onun mesleğini ve yırtıcı rejimini bozacak, öldürecek, ancak semavi ve ulvi halis bir din İsevilerde zuhur edecek ve hakikat-i Kuraniyeye iktida ve ittihad eden bu İsevi dinidir ki, İsa ın nüzulüyle o dinsiz meslek mahvolur, ölür. Yoksa onun şahsı bir mikrop, bir nezle ile öldürülebilir.
Hem bir kısım ravilerin kàbil-i hata içtihadlarıyla olan tefsirleri ve hükümleri, hadis kelimelerine karışıp hadis zannedilir, mana gizlenir. Vakıa mutabakatı görünmez, müteşabih hükmüne geçer.
Hem eski zamanda, bu zaman gibi cemaatin ve cemiyetin şahs-ı manevisi inkişaf etmediğinden ve fikr-i infiradi galip olduğundan, cemaatin sıfat-ı azimesi ve büyük harekatı o cemaatin başında bulunan şahıslara verildiği cihetiyle, o şahıslar, harika ve külli sıfatlara layık ve muvafık olmak için yüz derece cisminden ve kuvvetinden büyük bir acube cisim ve müthiş bir heykel ve çok harika bir kuvvet ve iktidar bulunmak lazım geldiğinden öyle tasvir edilmiş. Vakıa mutabakatı görünmüyor ve o rivayet müteşabih olur.
Hem iki deccalın sıfatları ve halleri ayrı ayrı olduğu halde, mutlak gelen rivayetlerde iltibas oluyor; biri, öteki zannedilir. Hem Büyük Mehdinin halleri sabık mehdilere işaret eden rivayetlere mutabık çıkmıyor, hadis-i müteşabih hükmüne geçer. İmam-ı Ali yalnız İslam Deccalından bahseder.
Mukaddime bitti, meselelere başlıyoruz.
Şimdilik o hadisat-ı gaybiyenin yüzer misallerinden, mülhidler tarafından avamın akidelerini bozmak fikriyle işaa edilen yirmi üç Meseleleri, tevfik-i Rabbani ile, gayet muhtasar bir surette beyan edilecek. Ve o Meseleler mülhidlerin tahmini gibi zarar vermemekle beraber, herbiri bir lema-i icaz-ı Nebevi olduğu görünmekle ve hakiki tevilleri ispat ve izhar edilmekle akide-i avamı kuvvetlendirmeye mühim bir sebep olmasını rahmet-i Rabbaniden rica edip hatiatımı ve galatatımı afv ve mağfiret altına almasını Rabb-i Rahimimden niyaz ederim.
Beşinci Şuaın İkinci Makamı ve Meseleleri
BİRİNCİ MESELE
Rivayette var ki, “ahirzamanın eşhas-ı mühimmesinden olan Süfyanın eli delinecek.”
Allahu alem, bunun bir tevili şudur ki: Sefahet ve lehviyat için gayet israf ile elinde mal durmaz, israfata akar. Darb-ı meselde deniliyor ki, “Filan adamın eli deliktir.” Yani çok müsriftir.
İşte, “Süfyan israfı teşvik etmekle, şiddetli bir hırs ve tamaı uyandırarak insanların o zayıf damarlarını tutup kendine musahhar eder” diye bu hadis ihtar ediyor; “İsraf eden ona esir olur, onun damına düşer” diye haber verir.
İKİNCİ MESELE
Rivayette var ki, “ahirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar, alnında Haza kafir yazılmış bulunur.”
Allahu alem bissavab, bunun tevili şudur ki: O Süfyan, kendi başına frenklerin serpuşunu koyup herkese de giydirir. Fakat cebir ve kanunla tamim ettiğinden, o serpuş dahi secdeye gittiği için, inşaallah ihtida eder; daha herkes—yalnız istemeyerek—onu giymekle kafir olmaz.
ÜÇÜNCÜ MESELE
Rivayette var ki, “ahirzamanın müstebit hakimleri, hususan Deccalın yalancı cennet ve cehennemleri bulunur.” اَلْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ bunun bir tevili şudur ki: Hükumet dairesinde karşı karşıya kurulan ve birbirine bakan vaziyette bulunan hapishane ile lise mektebi, “Biri huri ve gılmanın çirkin bir taklidi, diğeri azap ve zindan suretine girecek” diye bir işarettir.
DÖRDÜNCÜ MESELE
Rivayette var ki, “ahirzamanda Allahallah diyecek kalmaz.”
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: “Allah Allahallah” deyip zikreden tekyeler, zikirhaneler, medreseler kapanacak ve ezan ve kàmet gibi şeairde ismullah yerine başka isim konulacak demektir. Yoksa, umum insanlar küfr-ü mutlaka düşecekler demek değildir. Çünkü Allahı inkar etmek, kainatı inkar etmek kadar akıldan uzaktır. Umum değil, belki ekser insanlarda dahi vukuunu akıl kabul etmez. Kafirler Allahı inkar etmiyorlar, yalnız sıfatında hata ediyorlar.
Diğer bir tevili şudur ki: Kıyamet kopmasının dehşetini görmemek için, müminlerin ruhları bir parça evvel kabzedilir. Kıyamet kafirlerin başlarında patlar.
BEŞİNCİ MESELE
Rivayette vardır ki, “ahirzamanda Deccal gibi bir kısım şahıslar uluhiyet dava edecekler ve kendilerine secde ettirecekler.”
Allahu alem, bunun bir tevili şudur ki: Nasıl ki padişahı inkar eden bir bedevi kumandan, kendinde ve başka kumandanlarda, hakimiyetleri nisbetinde birer küçük padişahlık tasavvur eder. Aynen öyle de, tabiiyyun ve maddiyyun mezhebinin başına geçen o eşhas, kuvvetleri nisbetinde kendilerinde bir nevi rububiyet tahayyül ederler ve raiyetini kendi kuvveti için kendine ve heykellerine ubudiyetkarane serfüru ettirirler, başlarını rükua getirirler demektir.
ALTINCI MESELE
Rivayette var ki, “Fitne-i ahirzaman o kadar dehşetlidir ki, kimse nefsine hakim olmaz.”Bunun için bin üç yüz sene zarfında emr-i Peygamberi ile bütün ümmet o fitneden istiaze etmiş, azab-ı kabirden sonra مِنْ فِتْنَةِ الدَّجَّالِ.. مِنْ فِتْنَةِ اٰخِرِ الزَّمَانِ vird-i ümmet olmuş.
Allahu alem bissavab, bunun bir tevili şudur ki: O fitneler nefisleri kendilerine çeker, meftun eder. İnsanlar ihtiyarlarıyla, belki zevkle irtikap ederler. Mesela, Rusyada hamamlarda kadın-erkek beraber çıplak girerler. Ve kadın, kendi güzelliklerini göstermeye fıtraten çok meyyal olmasından, seve seve o fitneye atılır, baştan çıkar. Ve fıtraten cemalperest erkekler dahi, nefsine mağlup olup o ateşe sarhoşane bir sürurla düşer, yanar. İşte dans ve tiyatro gibi o zamanın lehviyatları ve kebairleri ve bidaları, birer cazibedarlıkla pervane gibi nefisperestleri etrafına toplar, sersem eder. Yoksa, cebr-i mutlakla olsa ihtiyar kalmaz, günah dahi olmaz.
YEDİNCİ MESELE:
Rivayette var ki, “Süfyan büyük bir alim olacak, ilimle dalalete düşer. Ve çok alimler ona tabi olacaklar.”
Vel-ilmu indallah, bunun bir tevili şudur ki: Başka padişahlar gibi ya kuvvet ve kudret veya kabile ve aşiret veya cesaret ve servet gibi vasıta-i saltanat olmadığı halde, zekavetiyle ve fenniyle ve siyasi ilmiyle o mevkii kazanır ve aklıyla çok alimlerin akıllarını teshir eder, etrafında fetvacı yapar. Ve çok muallimleri kendine taraftar eder ve din derslerinden tecerrüt eden maarifi rehber edip tamimine şiddetle çalışır, demektir.
SEKİZİNCİ MESELE
Rivayetler, Deccalın dehşetli fitnesi İslamlarda olacağını gösterir ki, bütün ümmet istiaze etmiş.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ Bunun bir tevili şudur ki: İslamların Deccalı ayrıdır. Hatta bir kısım ehl-i tahkik, İmam-ı Alinin dediği gibi demişler ki: Onların Deccalı Süfyandır, İslamlar içinde çıkacak, aldatmakla iş görecek. Kafirlerin Büyük Deccalı ayrıdır.Yoksa Büyük Deccalın cebir ve ceberut-u mutlakına karşı itaat etmeyen şehid olur ve istemeyerek itaat eden kafir olmaz, belki günahkar da olmaz.
DOKUZUNCU MESELE
Rivayetlerde, vukuat-ı Süfyaniye ve hadisat-ı istikbaliye Şamın etrafında ve Arabistanda tasvir edilmiş.
Allahu alem, bunun bir tevili şudur ki: Merkez-i hilafet eski zamanda Irakta ve Şamda ve Medinede bulunduğundan, raviler kendi içtihadlarıyla, daimi öyle kalacak gibi mana verip, merkez-i Hükumet-i İslamiye yakınlarında tasvir etmişler, Halep ve Şam demişler. Hadisin mücmel haberlerini, kendi içtihadlarıyla tafsil etmişler.
ONUNCU MESELE
Rivayetlerde, eşhas-ı ahirzamanın fevkalade iktidarlarından bahsedilmiş.
Velilmü indallah, bunun tevili şudur ki: O şahısların temsil ettikleri manevi şahsiyetin azametinden kinayedir. Bir vakit Rusyayı mağlup eden Japon Başkumandanının sureti, bir ayağı Bahr-i Muhitte, diğer ayağı Port Arthur Kalesinde olarak gösterildiği gibi, şahs-ı manevinin dehşetli azameti, o şahsiyetin mümessilinde, hem o mümessilin büyük heykellerinde gösteriliyor. Amma fevkalade ve harika iktidarları ise, ekser icraatları tahribat ve müştehiyat olduğundan, fevkalade bir iktidar görünür. Çünkü tahrip kolaydır. Bir kibrit bir köyü yakar. Müştehiyat ise, nefisler taraftar olduğundan çabuk sirayet eder.
ON BİRİNCİ MESELE
Rivayette var ki, “ahirzamanda bir erkek kırk kadına nezaret eder.”
Allahu alem bissavab, bunun iki tevili var:
Birisi: O zamanda meşru nikah azalır veya Rusyadaki gibi kalkar. Bir tek kadına bağlanmaktan kaçıp başıboş kalan, kırk bedbaht kadınlara çoban olur.
İkinci tevili: O fitne zamanında, harplerde erkeklerin çoğu telef olmasından, hem bir hikmete binaen ekser tevellüdat kızlar bulunmasından kinayedir. Belki hürriyet-i nisvan ve tam serbestiyetleri kadınlık şehvetini şiddetle ateşlendirdiğinden fıtratça erkeğine galebe eder; veledi kendi suretine çekmeye sebebiyet verdiğinden, emr-i İlahi ile kızlar pek çok olur.
ON İKİNCİ MESELE
Rivayetlerde var ki, “Deccalın birinci günü bir senedir, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü bir gündür.”
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ Bunun iki tevili vardır:
Birisi: Büyük Deccalın kutb-u şimali dairesinde ve şimal tarafında zuhur edeceğine kinaye ve işarettir. Çünkü kutb-u şimalinin mevkiinde bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Bir gün şimendiferle bu tarafa gelse, yaz mevsiminde bir ay mütemadiyen güneş gurub etmez. Daha bir gün otomobil ile gelse, bir haftada daima güneş görünür. Ben Rusyadaki esaretimde bu mevkie yakın bulunuyordum. Demek Büyük Deccal, şimalden bu tarafa tecavüz edeceğini mucizane bir ihbardır.
İkinci tevili ise: Hem Büyük Deccalın, hem İslam Deccalının üç devre-i istibdatları manasında üç eyyam var. “Bir günü, bir devre-i hükumetinde öyle büyük icraat yapar ki, üç yüz sene yapılmaz. İkinci günü, yani ikinci devresi, bir senede, otuz senede yapılmayan işleri yaptırır. Üçüncü günü ve devresi, bir senede yaptığı tebdiller on senede yapılmaz. Dördüncü günü ve devresi adileşir, bir şey yapmaz, yalnız vaziyeti muhafazaya çalışır” diye, gayet yüksek bir belağatla ümmetine haber vermiş.
ON ÜÇÜNCÜ MESELE
Kati ve sahih rivayette var ki, “İsa Büyük Deccalı öldürür.”
Velilmü indallah, bunun da iki vechi var:
Bir vechi şudur ki: Sihir ve manyetizma ve ispritizma gibi istidraci harikalarıyla kendini muhafaza eden ve herkesi teshir eden o dehşetli Deccalı öldürebilecek, mesleğini değiştirecek, ancak harika ve mucizatlı ve umumun makbulü bir zat olabilir ki, o zat, en ziyade alakadar ve ekser insanların peygamberi olan İsa dır.
İkinci vechi şudur ki: Şahs-ı İsa ın kılıncıyla maktul olan şahs-ı Deccalın, teşkil ettiği dehşetli maddiyyunluk ve dinsizliğin azametli heykeli ve şahs-ı manevisini öldürecek ve inkar-ı uluhiyet olan fikr-i küfrisini mahvedecek ancak İsevi ruhanileridir ki, o ruhaniler din-i İsevinin hakikatini hakikat-i İslamiye ile mezc ederek o kuvvetle onu dağıtacak, manen öldürecek. Hatta, “Hazret-i İsa gelir, Mehdiye namazda iktida eder, tabi olur”diye rivayeti, bu ittifaka ve hakikat-i Kuraniyenin metbuiyetine ve hakimiyetine işaret eder.
ON DÖRDÜNCÜ MESELE
Rivayette var ki, “Deccalın mühim kuvveti Yahudidir. Yahudiler severek tabi olurlar.”
Allahu alem, diyebiliriz ki, bu rivayetin bir parça tevili Rusyada çıkmış. Çünkü, her hükumetin zulmünü gören Yahudiler, Almanya memleketinde kesretle toplanıp intikamlarını almak için, komünist komitesinin tesisinde mühim bir rol ile Yahudi milletinden olan Troçki namında dehşetli bir adamı, Rusyanın Başkumandanlığına ve terbiyegerdeleri olan meşhur Leninden sonra Rus hükumetinin başına geçirerek Rusyanın başını patlatıp bin senelik mahsulatını yaktırdılar. Büyük Deccalın komitesini ve bir kısım icraatını gösterdiler. Ve sair hükumetlerde dahi ehemmiyetli sarsıntılar verip karıştırdılar.
ON BEŞİNCİ MESELE
Yecüc ve Mecüc hadisatının icmali Kuranda olduğu gibi, rivayette bir kısım tafsilat var. Ve o tafsilat ise, Kuranın muhkematından olan icmali gibi muhkem değil, belki bir derece müteşabih sayılır. Onlar tevil isterler. Belki ravilerin içtihadları karışmasıyla, tabir isterler.
Evet, لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ bunun bir tevili şudur ki: Kuranın lisan-ı semavisinde “Yecüc” ve “Mecüc” namı verilen Mançur ve Moğol kabileleri, eski zamanda Çin-i Maçinden bir kısım başka kabileleri beraber alarak kaç defa Asya ve Avrupayı hercümerc ettikleri gibi, gelecek zamanlarda dahi dünyayı zir ü zeber edeceklerine işaret ve kinayedir. Hatta şimdi de komünistlik içindeki anarşistin ehemmiyetli efradı onlardandır.
Evet, ihtilal-i Fransevide hürriyetperverlik tohumuyla ve aşılamasıyla sosyalistlik türedi, tevellüd etti. Ve sosyalistlik ise bir kısım mukaddesatı tahrip ettiğinden, aşıladığı fikir, bilahare bolşevikliğe inkılap etti. Ve bolşeviklik dahi çok mukaddesat-ı ahlakiye ve kalbiye ve insaniyeyi bozduğundan, elbette, ektikleri tohumlar hiçbir kayıt ve hürmet tanımayan anarşistlik mahsulünü verecek. Çünkü kalb-i insaniden hürmet ve merhamet çıksa, akıl ve zekavet, o insanları gayet dehşetli ve gaddar canavarlar hükmüne geçirir; daha siyasetle idare edilmez. Ve anarşistlik fikrinin tam yeri ise, hem mazlum kalabalıklı, hem medeniyette ve hakimiyette geri kalan çapulcu kabileler olacak. Ve o şeraite muvafık insanlar ise, Çin-i Maçinde kırk günlük bir mesafede yapılan ve Acaib-i Seba-i alemden birisi bulunan Sedd-i Çininin binasına sebebiyet veren Mançur ve Moğol ve bir kısım Kırgız kabileleridir ki, Kuranın mücmel haberini tefsir eden Zat-ı Ahmediye (aleyhissalatü vesselam) mucizane ve muhakkikane haber vermiş.
ON ALTINCI MESELE
Rivayette var ki: İsa Deccalı öldürdüğü münasebetiyle, “Deccalın fevkalaade büyük ve minareden daha yüksek bir azamet-i heykelde ve İsa ona nisbeten çok küçük bulunduğunu”gösterir.
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ Bunun bir tevili şu olmak gerektir ki: İsa ı nur-u iman ile tanıyan ve tabi olan cemaat-i ruhaniye-i mücahidinin kemiyeti, Deccalın mektepçe ve askerce ilmi ve maddi ordularına nisbeten çok az ve küçük olmasına işaret ve kinayedir.
ON YEDİNCİ MESELE
Rivayette var ki, “Deccal çıktığı gün bütün dünya işitir ve kırk günde dünyayı gezer ve harikulade bir eşeği vardır.”
Allahu alem, bu rivayetler tamamen sahih olmak şartıyla tevilleri şudur: Bu rivayetler mucizane haber verir ki, “Deccal zamanında vasıta-i muhabere ve seyahat o derece terakki edecek ki, bir hadise bir günde umum dünyada işitilecek. Radyo ile bağırır, şark-garp işitir ve umum ceridelerinde okunacak. Ve bir adam kırk günde dünyayı devredecek ve yedi kıtasını ve yetmiş hükumetini görecek ve gezecek” diye, zuhurundan on asır evvel telgraf, telefon, radyo, şimendifer, tayyareden mucizane haber verir.
Hem Deccal, deccallık haysiyetiyle değil, belki gayet müstebit bir kral sıfatıyla işitilir. Ve gezmesi de her yeri istila etmek için değil, belki fitneyi uyandırmak ve insanları baştan çıkarmak içindir. Ve bindiği merkebi ve himarı ise, ya şimendiferdir ki bir kulağı ve bir başı cehennem gibi ateş ocağı, diğer kulağı yalancı cennet gibi güzelce tezyin ve tefriş edilmiş. Düşmanlarını ateşli başına, dostlarını ziyafetli başına gönderir. Veyahut onun eşeği, merkebi, dehşetli bir otomobildir veya tayyaredir veyahut—sükut lazım!
ON SEKİZİNCİ MESELE
Rivayette var ki, “Ümmetim istikametle gitse, ona bir gün var.”Yani, فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ أَلْفَ سَنَةٍ ayetinin sırrıyla, bin sene hakimane ve mükemmel yaşayacak. Eğer istikamette gitmezse, ona yarım gün var. Yani, ancak beş yüz sene kadar hakimiyeti ve galibiyeti muhafaza eder.
Allahu alem, bu rivayet kıyametten haber vermek değil, belki İslamiyetin galibane hakimiyetinden ve hilafetin saltanatından bahseder ki, ayn-ı hakikat ve bir mucize-i gaybiye olarak aynen öyle çıkmış. Çünkü hilafet-i Abbasiyenin ahirinde, onun ehl-i siyaseti istikameti kaybettiği için, beş yüz sene kadar yaşamış. Fakat ümmetin heyet-i mecmuası ise, istikameti kaybetmediğinden, hilafet-i Osmaniye imdada gelip bin üç yüz sene kadar hakimiyeti devam ettirmiş. Sonra Osmanlı siyasiyyunları dahi istikameti muhafaza edemediğinden, o da ancak (hilafetle) beş yüz sene yaşayabilmiş. Bu hadisin mucizane ihbarını, hilafet-i Osmaniye kendi vefatıyla tasdik etmiş. Bu hadisi başka risalelerde dahi bahsettiğimizden burada kısa kesiyoruz.
ON DOKUZUNCU MESELE
Rivayetlerde, ahirzamanın alametlerinden olan ve al-i Beyt-i Nebeviden Mehdinin (radıyallahu anh) hakkında ayrı ayrı haberler var. Hatta bir kısım ehl-i ilim ve ehl-i velayet, eskide onun çıkmasına hükmetmişler.
Allahu alem bissavab, bu ayrı ayrı rivayetlerin bir tevili şudur ki: Büyük Mehdinin çok vazifeleri var. Ve siyaset aleminde, diyanet aleminde, saltanat aleminde, cihad alemindeki çok dairelerde icraatları olduğu gibi, her bir asır, meyusiyet vaktinde kuvve-i maneviyesini teyid edecek bir nevi Mehdiye veyahut Mehdinin onların imdadına o vakitte gelmek ihtimaline muhtaç olduğundan, rahmet-i İlahiye ile her devirde, belki her asırda bir nevi Mehdi al-i Beytten çıkmış, ceddinin şeriatını muhafaza ve sünnetini ihya etmiş. Mesela, siyaset aleminde Mehdi-i Abbasi ve diyanet aleminde Gavs-ı azam ve Şah-ı Nakşibend ve aktab-ı erbaa ve on iki imam gibi büyük Mehdinin bir kısım vazifelerini icra eden zatlar dahi, Mehdi hakkında gelen rivayetlerde, medar-ı nazar Muhammed aleyhissalatü vesselam olduğundan, rivayetler ihtilaf ederek, bir kısım ehl-i hakikat demiş: “Eskide çıkmış.” Her ne ise… Bu mesele Risale-i Nurda beyan edildiğinden, onu ona havale ile burada bu kadar deriz ki:
Dünyada mütesanit hiçbir hanedan ve mütevafık hiçbir kabile ve münevver hiçbir cemiyet ve cemaat yoktur ki, al-i Beytin hanedanına ve kabilesine ve cemiyetine ve cemaatine yetişebilsin.
Evet, yüzer kudsi kahramanları yetiştiren ve binler manevi kumandanları ümmetin başına geçiren ve hakikat-i Kuraniyenin mayasıyla ve imanın nuruyla ve İslamiyetin şerefiyle beslenen, tekemmül eden al-i Beyt, elbette ahirzamanda, şeriat-ı Muhammediyeyi ve hakikat-ı Furkaniyeyi ve sünnet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ihya ile, ilan ile, icra ile, başkumandanları olan Büyük Mehdinin kemal-i adaletini ve hakkaniyetini dünyaya göstermeleri gayet makul olmakla beraber, gayet lazım ve zaruri ve hayat-ı içtimaiye-i insaniyedeki düsturların muktezasıdır.
YİRMİNCİ MESELE
Güneşin mağripten çıkması ve zeminden dabbetül-arzın zuhurudur.
Amma güneşin mağripten tuluu ise, bedahet derecesinde bir alamet-i kıyamettir. Ve bedaheti için, aklın ihtiyarı ile bağlı olan tevbe kapısını kapayan bir hadise-i semaviye olduğundan, tefsiri ve manası zahirdir, tevile ihtiyacı yoktur. Yalnız bu kadar var ki:
Allahu alem, o tuluun sebeb-i zahirisi: Küre-i arz kafasının aklı hükmünde olan Kuran onun başından çıkmasıyla zemin divane olup, izn-i İlahi ile başını başka seyyareye çarpmasıyla hareketinden geri dönüp, garptan şarka olan seyahatini irade-i Rabbani ile şarktan garba tebdil etmekle güneş garptan tulua başlar. Evet, arzı şems ile, ferşi Arş ile kuvvetli bağlayan hablullahil-metin olan Kuranın kuvve-i cazibesi kopsa, küre-i arzın ipi çözülür, başıboş, serseri olup aksiyle ve intizamsız hareketinden güneş garptan çıkar. Hem müsademe neticesinde emr-i İlahi ile kıyamet kopar diye bir tevili vardır.
Amma “dabbetül-arz”: Kuranda, gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı halinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise, ben şimdilik, başka meseleler gibi kati bir kanaatle bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim:
لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ إِلاَّ اللهُ
Nasıl ki kavm-i Firavuna çekirge afatı ve bit belası ve Kabe tahribine çalışan kavm-i Ebreheye ebabil kuşları musallat olmuşlar. Öyle de, Süfyanın ve deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Yecüc ve Mecücün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür ve küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zir ü zeber edecek. Allahu alem, o dabbe bir nevidir. Çünkü, gayet büyük bir tek şahıs olsa, her yerde herkese yetişmez. Demek, dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki, اِلاَّ دَۤابَّةُ اْلاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَأَتَهُ ayetinin işaretiyle o hayvan, dabbetül-arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Müminler iman bereketiyle ve sefahet ve su-i istimalattan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, ayet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.
رَبَّنَۤا لاَ تُؤَاخِذْنَۤا اِنْ نَسِينَۤا اَوْ اَخْطَأْنَا سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
Sabık yirmi adet meselelere bir tetimme olarak
Üç Küçük Meseledir
BİRİNCİ MESELE
Rivayetlerde İsa a “Mesih” namı verildiği gibi her iki Deccala dahi “Mesih” namı verilmiş ve bütün rivayetlerde مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ.. مِنْ فِتْنَةِ الْمَسِيحِ الدَّجَّالِ denilmiş. Bunun hikmeti ve tevili nedir?
Elcevap: Allahu alem, bunun hikmeti şudur ki: Nasıl ki emr-i İlahi ile İsa , şeriat-ı Museviyede bir kısım ağır tekalifi kaldırıp şarap gibi bazı müştehiyatı helal etmiş; aynen öyle de, büyük Deccal, şeytanın iğvası ve hükmüyle şeriat-ı İseviyenin ahkamını kaldırıp hristiyanların hayat-ı içtimaiyelerini idare eden rabıtaları bozarak anarşistliğe ve Yecüc ve Mecüce zemin hazır eder. Ve İslam Deccalı olan “Süfyan” dahi, şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) ebedi bir kısım ahkamını nefis ve şeytanın desiseleriyle kaldırmaya çalışarak, hayat-ı beşeriyenin maddi ve manevi rabıtalarını bozarak, serkeş ve sarhoş ve sersem nefisleri başıboş bırakarak hürmet ve merhamet gibi nurani zincirleri çözer, hevesat-ı müteaffine bataklığında birbirine saldırmak için cebri bir serbestiyet ve ayn-ı istibdat bir hürriyet vermek ile dehşetli bir anarşistliğe meydan açar ki, o vakit o insanlar gayet şiddetli bir istibdattan başka zapt altına alınamaz.
İKİNCİ MESELE
Rivayetlerde, her iki Deccalın harikulade icraatlarından ve pek fevkalade iktidarlarından ve heybetlerinden bahsedilmiş. Hatta bedbaht bir kısım insanlar, onlara bir nevi uluhiyet isnad eder diye haber verilmiş. Bunun sebebi nedir?
Elcevap: اَلْعِلْمُ عِنْدَ اللهِ icraatları büyük ve harikulade olması ise: Ekser tahribat ve hevesata sevkiyat olduğundan, kolayca harikulade öyle işler yaparlar ki, bir rivayette, “Bir günleri bir senedir.” Yani, bir senede yaptıkları işleri üç yüz senede yapılmaz denilmiş. Ve iktidarları pek fevkalade görülmesi ise, dört cihet ve sebebi var:
Birincisi: İstidrac eseri olarak, müstebidane olan koca hükumetlerinde, cesur orduların ve faal milletin kuvvetiyle vukua gelen terakkiyat ve iyilikler haksız olarak onlara isnad edilmesiyle, binler adam kadar bir iktidar onların şahıslarında tevehhüm edilmeye sebep olur. Halbuki, hakikaten ve kaideten, bir cemaatin hareketiyle vücuda gelen müsbet mehasin ve şeref ve ganimet o cemaate taksim edilir ve efradına verilir. Ve seyyiat ve tahribat ve zayiat ise, reisinin tedbirsizliğine ve kusurlarına verilir. Mesela, bir tabur bir kalayı fethetse, ganimet ve şeref süngülerine aittir. Ve menfi tedbirlerle zayiatlar olsa, kumandanlarına aittir.
İşte hak ve hakikatin bu düstur-u esasiyesine bütün bütün muhalif olarak müsbet terakkiyat ve hasenat o müthiş başlara ve menfi icraat ve seyyiat biçare milletlerine verilmesiyle, nefret-i ammeye layık olan o şahıslar, istidrac cihetiyle, ehl-i gaflet tarafından bir muhabbet-i umumiyeye mazhar olurlar.
İkinci cihet ve sebep: Her iki Deccal, azami bir istibdat ve azami bir zulüm ve azami bir şiddet ve dehşetle hareket ettiklerinden, azami bir iktidar görünür. Evet, öyle acip bir istibdat ki, kanunlar perdesinde herkesin vicdanına ve mukaddesatına, hatta elbisesine müdahale ederler. (Zannederim, asr-ı ahirde İslam ve Türk hürriyetperverleri, bir hiss-i kablelvuku ile bu dehşetli istibdadı hissederek oklar atıp hücum etmişler. Fakat çok aldanıp yanlış bir hedef ve hata bir cephede hücum göstermişler.) Hem öyle bir zulüm ve cebir ki, bir adamın yüzünden yüz köyü harap ve yüzer masumları tecziye ve tehcir ile perişan eder.
Üçüncü cihet ve sebep: Her iki Deccal, Yahudinin İslam ve hristiyan aleyhinde şiddetli bir intikam besleyen gizli komitesinin muavenetini ve kadın hürriyetlerinin perdesi altındaki dehşetli bir diğer komitenin yardımını, hatta İslam Deccalı masonların komitelerini aldatıp müzaheretlerini kazandıklarından, dehşetli bir iktidar zannedilir. Hem bazı ehl-i velayetin istihracatıyla anlaşılıyor ki, İslam devletinin başına geçecek olan Süfyani Deccal ise, gayet muktedir ve dahi ve faal ve gösterişi istemeyen ve şahsi olan şan ve şerefe ehemmiyet vermeyen bir sadrazam ve gayet cesur ve iktidarlı ve metin ve cevval ve şöhretperestliğe tenezzül etmeyen bir serasker bulur, onları teshir eder. Onların fevkalade ve dahiyane icraatlarını, riyasızlıklarından istifade ile kendi şahsına isnat ve o vasıtayla koca ordunun ve hükumetin teceddüt ve inkılap ve harb-i umumi inkılabından gelen şiddet-i ihtiyacın sevkiyle işledikleri terakkiyatı şahsına isnad ettirerek şahsında pek acip ve harika bir iktidar bulunduğunu meddahlar tarafından işaa ettirir.
Dördüncü cihet ve sebep: Büyük Deccalın, ispritizma nevinden teshir edici hassaları bulunur. İslam Deccalının dahi, bir gözünde teshir edici manyetizma bulunur. Hatta, rivayetlerde “Deccalın bir gözü kördür”diye nazar-ı dikkati gözüne çevirerek Büyük Deccalın bir gözü kör ve ötekinin bir gözü, öteki göze nisbeten kör hükmünde olduğunu hadiste kaydetmekle, onlar kafir-i mutlak bulunduğundan, yalnız münhasıran bu dünyayı görecek bir tek gözü var ve akıbeti ve ahireti görebilecek gözleri olmamasına işaret eder.
Ben bir manevi alemde İslam Deccalını gördüm. Yalnız bir tek gözünde teshirci bir manyetizma gözümle müşahede ettim ve onu bütün bütün münkir bildim. İşte bu inkar-ı mutlaktan çıkan bir cüret ve cesaretle mukaddesata hücum eder. Avam-ı nas hakikat-ı hali bilmediklerinden, harikulade iktidar ve cesaret zannederler.
Hem şanlı ve kahraman bir millet, mağlubiyeti hengamında, böyle istidraçlı ve şanlı ve talili ve muvaffakiyetli ve kurnaz bir kumandanı bulunduğundan, gizli ve dehşetli olan mahiyetine bakmayarak, kahramanlık damarıyla onu alkışlar, başına kor, seyyielerini örtmek ister. Fakat kahraman ve mücahid ordunun ve dindar milletin ruhundaki nur-u iman ve Kuran ışığıyla hakikat-ı hali göreceği ve o kumandanın çok dehşetli tahribatını tamire çalışacağı rivayetlerden anlaşılır.
ÜÇÜNCÜ KÜÇÜK MESELE
Medar-ı ibret üç hadisedir.
Birinci hadise: Bir zaman, Resulallah aleyhissalatü vesselam, Ömer radıyallahu anha Yahudi çocukları içinde birisini gösterdi, “İşte sureti” dedi. Ömer Radiyallahu Anh, “Öyle ise ben bunu öldüreceğim” dedi. Ferman etti: “Eğer bu Süfyan ve İslam Deccalı olsa, sen öldüremezsin; eğer o olmazsa, onun suretiyle öldürülmez.”
Bu rivayet işaret eder ki, onun sureti, hakimiyeti zamanında çok şeylerde görüneceği gibi, kendisi Yahudiler içinde tevellüt edecek. Gariptir ki, onun suretindeki bir çocuğu katledecek derecede ona hiddet ve adavet eden Ömer (radıyallahu anh), o Süfyanın en çok beğendiği ve takdir ettiği ve çok defa ondan senakarane bahsedeceği bir memduhu Ömerle çıkmış.
İkinci hadise: O İslam Deccalı, “Sure-i وَالتِّينِ وَالزَّيْتُونِ manasını merak edip soruyor” diye çoklar nakletmişler.
Gariptir ki, bu surenin akibinde olan اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ suresinde اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَيَطْغٰى cümlesi, onun aynı zamanına ve şahsına cifirle ve manasıyla işaret ettiği gibi, ehl-i salata ve camilere tağiyane tecavüz edeceğini gösteriyor. Demek o istidraçlı adam, küçük bir sureyi kendiyle alakadar hisseder. Fakat yanlış eder, komşusunun kapısını çalar.
Üçüncü hadise: Bir rivayette, “İslam Deccalı Horasan taraflarından zuhur edecek”denilmiş.
لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ bunun bir tevili şudur ki: Şarkın en cesur ve kuvvetli ve kesretli kavmi ve İslamiyetin en kahraman ordusu olan Türk milleti, o rivayet zamanında Horasan taraflarında bulunup daha Anadoluyu vatan yapmadığından, o zamandaki meskenini zikretmekle Süfyani Deccal onların içinde zuhur edeceğine işaret eder.
Gariptir, hem çok gariptir: Yedi yüz sene müddetinde İslamiyetin ve Kuranın elinde şeref-şiar, barika-asa bir elmas kılınç olan Türk milletini ve Türkçülüğü, muvakkaten İslamiyetin bir kısım şeairine karşı istimal etmeye çalışır! Fakat muvaffak olmaz, geri çekilir. Kahraman ordu, dizginini onun elinden kurtarıyor diye rivayetlerden anlaşılıyor.
وَاللهُ اَعْلَمُ بِالصَّوَابِ لاَيَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّاللهُ