بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ
اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ isimlerie girdiklerinin ve her mübarek şeyin başında zikredilmelerinin çok hikmetleri var. Onların beyanını başka vakte taliken, şimdilik kendime ait bir hissimi söyleyeceğim.
Kardeşim, ben اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ isimlerini öyle bir nur-u azam görüyorum ki, bütün kainatı ihata eder ve her ruhun bütün hacat-ı ebediyesini tatmin edecek ve hadsiz düşmanlarından emin edecek, nurlu ve kuvvetli görünüyorlar. Bu iki nur-u azam olan isimlere yetişmek için en mühim bulduğum vesile, fakr ile şükür, acz ile şefkattir; yani ubudiyet ve iftikardır.
Şu mesele münasebetiyle hatıra gelen ve muhakkikine, hatta bir üstadım olan İmam-ı Rabbaniye muhalif olarak diyorum ki:
Hazret-i Yakup ın Yusuf a karşı şedit ve parlak hissiyatı, muhabbet ve aşk değildir, belki şefkattir. Çünkü, şefkat, aşk ve muhabbetten çok keskin ve parlak ve ulvi ve nezihtir ve makam-ı nübüvvete layıktır. Fakat muhabbet ve aşk, mecazi mahbuplara ve mahluklara karşı derece-i şiddette olsa, o makam-ı mualla-yı nübüvvete layık düşmüyor. Demek, Kuran-ı Hakimin parlak bir icaz ile, parlak bir surette gösterdiği ve ism-i Rahimin vusulüne vesile olan hissiyat-ı Yakubiye, yüksek bir derece-i şefkattir. İsm-i Veduda vesile-i vusul olan aşk ise, Züleyhanın Yusuf a karşı olan muhabbet meselesindedir. Demek Kuran-ı Mucizül-Beyan, Yakup ın hissiyatını ne derece Züleyhanın hissiyatından yüksek göstermişse, şefkat dahi o derece aşktan daha yüksek görünüyor.
Üstadım İmam-ı Rabbani, aşk-ı mecaziyi makam-ı nübüvvete pek münasip görmediği için demiş ki: “Mehasin-i Yusufiye, mehasin-i uhreviye nevinden olduğundan, ona muhabbet ise mecazi muhabbetler nevinden değildir ki, kusur olsun.”
Ben de derim: Ey Üstad, o tekellüflü bir tevildir. Hakikat şu olmak gerektir ki: O muhabbet değil, belki yüz defa muhabbetten daha parlak, daha geniş, daha yüksek bir mertebe-i şefkattir.
Evet, şefkat bütün envaıyla latif ve nezihtir. Aşk ve muhabbet ise, çok envaına tenezzül edilmiyor.
Hem şefkat pek geniştir. Bir zat, şefkat ettiği evladı münasebetiyle, bütün yavrulara, hatta ziruhlara şefkatini ihata eder ve Rahim isminin ihatasına bir nevi ayinedarlık gösterir. Halbuki aşk, mahbubuna hasr-ı nazar edip herşeyi mahbubuna feda eder. Yahut mahbubunu ila ve sena etmek için başkalarını tenzil ve manen zemmeder ve hürmetlerini kırar. Mesela biri demiş: “Güneş mahbubumun hüsnünü görüp utanıyor; görmemek için bulut perdesini başına çekiyor.” Hey aşık efendi! Ne hakkın var, sekiz İsm-i azamın bir sahife-i nuranisi olan güneşi böyle utandırıyorsun?
Hem şefkat halistir, mukabele istemiyor, safi ve ivazsızdır. Hatta en adi mertebede olan hayvanatın yavrularına karşı fedakarane, ivazsız şefkatleri buna delildir.
Halbuki aşk ücret ister ve mukabele talep eder. Aşkın ağlamaları bir nevi taleptir, bir ücret istemektir.
Demek, suver-i Kuraniyenin en parlağı olan Sure-i Yusufun en parlak nuru olan Yakupun (a.s.) şefkati, ism-i Rahman ve Rahimi gösterir ve şefkat yolu rahmet yolu olduğunu bildirir. Ve o elem-i şefkate deva olarak da فَاللهُ خَيْرٌحَافِظًا وَهُوَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ dedirir.
اَلْبَاقِى هُوَ الْبَاقِى
Said Nursi