“Cennete dairdir”
Şu sözün iki makamı var. Birinci Makam, Cennetin bazı letaifine işaret eder. Fakat Onuncu Sözde on iki hakikat-i kàtıa ile gayet kati bir surette ve bu Sözün İkinci Makamında, Onuncu Sözün hülasası ve esası, müteselsil gayet metin Arabi bir burhan-ı kati ile gayet parlak bir tarzda vücudu ispat olunan Cennetin ispat-ı vücudundan bahis değil, belki şu makamda yalnız sual ve cevaba ve tenkide medar olan birkaç ahval-i Cennetten bahseder. Eğer tevfik-i İlahi refik olsa, sonra azim bir Söz, o muazzam hakikate dair yazılacaktır inşaallah.
وَبَشِّرِ الَّذِينَ اٰمَنُو وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا اْلاَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقًا قَالُوا هٰذَا الَّذِي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَاُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا وَلَهُمْ فِيهَۤا اَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ فِيهَا خَالِدُونَ
Cennet-i bakiyeye dair bazı suallere kısa cevaplardır.
Cennete dair, Cennetten daha güzel, hurilerinden daha latif, selsebilinden daha tatlı olan beyanat-ı ayat-ı Kuraniye kimseye söz bırakmamıştır ki, fazla birşey söylensin. Fakat o parlak, ezeli ve ebedi, yüksek ve güzel ayetleri fehme takrib için bazı basamakları, hem o cennet-i Kuraniyeden nümune için, bazı çiçeklerin nümunesi nevinden bazı nükteleri söyleyeceğiz. Beş rümuzlu sual ve cevaba işaret edeceğiz.
Evet, Cennet, bütün lezaiz-i maneviyeye medar olduğu gibi, bütün lezaiz-i cismaniyeye de medardır.
Sual: Kusurlu, noksaniyetli, mütegayyir, kararsız, elemli cismaniyetin ebediyetle ve Cennetle ne alakası var? Madem ruhun ali lezaizi vardır; ona kafidir. Lezaiz-i cismaniye için bir haşr-i cismani neden icab ediyor?
Elcevap: Çünkü, nasıl toprak suya, havaya, ziyaya nisbeten kesafetli, karanlıklıdır, fakat masnuat-ı İlahiyenin bütün envaına menşe ve medar olduğundan bütün anasır-ı sairenin manen fevkine çıktığı gibi; hem kesafetli olan nefs-i insaniye, sırr-ı camiiyet itibarıyla, tezekki etmek şartıyla bütün letaif-i insaniyenin fevkine çıktığı gibi; öyle de, cismaniyet en cami, en muhit, en zengin bir ayine-i tecelliyat-ı esma-i İlahiyedir. Bütün hazain-i rahmetin müddeharatını tartacak ve mizana çekecek aletler cismaniyettedir. Mesela, dildeki kuvve-i zaika, rızık zevkinde, enva-ı matumat adedince mizanlara menşe olmasaydı, herbirini ayrı ayrı hissedip tanımazdı, tadıp tartamazdı.
Hem ekser esma-i İlahiyenin tecelliyatını hissedip bilmek, zevk edip tanımak cihazatı yine cismaniyettedir. Hem gayet mütenevvi ve nihayet derecede ayrı ayrı lezzetleri hissedecek istidatlar yine cismaniyettedir.
Madem şu kainatın Sanii, şu kainatla bütün hazain-i rahmetini tanıttırmak ve bütün tecelliyat-ı esmasını bildirmek ve bütün enva-ı ihsanatını tattırmak istediğini, kainatın gidişatından ve insanın camiiyetinden, On Birinci Sözde ispat edildiği gibi, kati anlaşılıyor. Elbette, şu seyl-i kainatın bir havz-ı ekberi ve bu kainat destgahının işlediği mahsulatın bir meşher-i azamı ve şu mezraa-i dünyanın bir mahzen-i ebedisi olan dar-ı saadet, şu kainata bir derece benzeyecektir. Hem cismani, hem ruhani bütün esasatını muhafaza edecektir. Ve o Sani-i Hakim ve o adil-i Rahim, elbette cismani aletlerin vezaifine ücret olarak ve hidematına mükafat olarak ve ibadat-ı mahsusalarına sevap olarak, onlara layık lezaizi verecektir. Yoksa hikmet ve adalet ve rahmetine zıt bir halet olur ki, hiçbir cihetle Onun cemal-i rahmetine ve kemal-i adaletine uygun değildir, kabil-i tevfik olamaz.
Sual: Cisim, eğer hayati olsa, ecza-yı bedeni, daim terkip ve tahlildedir, inkıraza mahkumdur, ebediyete mazhar olamaz. Ekl ve şürb, bekà-yı şahsi; ve muamele-i zevciye ise, bekà-yı nevi içindir ki, şu alemde birer esas olmuşlar. alem-i ebediyette ve alem-i uhrevide şunlara ihtiyaç yoktur. Neden Cennetin en büyük lezaizi sırasına geçmişler?
Elcevap: Evvela, şu alemde cism-i zihayatın inkıraza ve mevte mahkumiyeti ise, varidat ve masarifin muvazenesizliğindendir. Çocukluktan sinn-i kemale kadar varidat çoktur. Ondan sonra masarif ziyadeleşir, muvazene kaybolur, o da ölür.
alem-i ebediyette ise, zerrat-ı cisim sabit kalıp, terkip ve tahlile maruz değil; veyahut muvazene sabit kalır, varidatla masarif muvazenettedir. Devr-i daimi gibi, cism-i zihayat, telezzüzat için hayat-ı cismaniye destgahının işlettirilmesiyle beraber ebedileşir.
Ekl ve şürb ve muamele-i zevciye, gerçi bu dünyada bir ihtiyaçtan gelir, bir vazifeye gider. Fakat o vazifeye bir ücret-i muaccele olarak, öyle mütenevvi leziz lezzet içlerine bırakılmıştır ki, sair lezaize tereccuh ediyor. Madem bu dar-ı elemde bu kadar acib ve ayrı ayrı lezzetlere medar, ekl ve nikahtır. Elbette, dar-ı lezzet ve saadet olan Cennette o lezzetler o kadar ulvi bir suret alıp ve vazife-i dünyeviyenin uhrevi ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevi ihtiyacı dahi uhrevi bir hoş iştiha suretinde ilave ederek, Cennete layık ve ebediyete münasip, en cami, hayattar bir maden-i lezzet olur.
Evet, وَمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَۤا اِلاَّ لَهْوٌ وَلَعِبٌ وَاِنَّ الدَّارَ اْلاٰخِرَةَ لَهِىَ الْحَيَوَانُ sırrınca, şu dar-ı dünyada camid ve şuursuz ve hayatsız maddeler, orada şuurlu, hayattardırlar. Buradaki insanlar gibi orada da ağaçlar, buradaki hayvanlar gibi oradaki taşlar, emri anlar ve yapar. Sen bir ağaca desen, “Filan meyveyi bana getir”; getirir. Filan taşa desen, “Gel”; gelir. Madem taş, ağaç bu derece ulvi bir suret alırlar. Elbette, ekl ve şürb ve nikah dahi, hakikat-i cismaniyelerini muhafaza etmekle beraber, Cennetin dünya fevkindeki derecesi nisbetinde, dünyevi derecelerinden o derece yüksek bir suret almaları iktiza eder.
Sual: اَلْمَرْءُ مَعَ مَنْ اَحَبَّ sırrınca, dost dostuyla beraber Cennette bulunacaktır. Halbuki, basit bir bedevi, bir dakikada sohbet-i nebeviyede lillah için bir muhabbet peyda eder; o muhabbetle, Cennette Peygamberin yanında bulunması lazım gelir. Halbuki, gayr-ı mütenahi feyze mazhar Resulallah aleyhissalatü vesselamın feyzi, bir basit bedevi feyziyle nasıl birleşir?
Elcevap: Bir temsille şu ulvi hakikate şöyle bir işaret ederiz ki:
Mesela, gayet güzel ve şaşaalı bir bağda, muhteşem bir zat, gayet büyük bir ziyafet, gayet müzeyyen bir seyrangah öyle bir surette ihzar etmiş ki, kuvve-i zaikanın hissedecek bütün lezaiz-i matumatı cami, kuvve-i basıranın hoşuna gidecek bütün mehasini şamil, kuvve-i hayaliyeyi keyiflendirecek bütün garaibi müştemil, ve hakeza, bütün havass-ı zahire ve batınayı okşayacak ve memnun edecek herşeyi içine koymuştur. Şimdi iki dost var, beraber o ziyafete giderler; bir locada, bir sofrada oturuyorlar. Fakat birisinin kuvve-i zaikası pek az olduğundan, cüzi zevk alır. Gözü de az görüyor. Kuvve-i şammesi yok. Sanayi-i garibeden anlamaz, harika şeyleri bilmez. O nüzhetgahın, binden ve belki milyondan birisini, kabiliyeti nisbetinde ancak zevk ederek istifade eder. Diğeri ise, bütün zahiri ve batıni duyguları, akıl ve kalb ve his ve latifeleri o derece mükemmel ve o mertebe inkişaf etmiştir ki, o seyrangahtaki bütün incelikleri, güzellikleri ve letaifi ve garaibi ayrı ayrı hissedip zevk ederek ayrı ayrı lezzet aldığı halde, o dostla omuz omuzadır.
Madem bu karma karışık, elemli ve daracık şu dünyada böyle oluyor. En küçükle en büyük beraberken, seradan Süreyyaya kadar fark oluyor. Elbette, dar-ı saadet ve ebediyet olan Cennette, bittarikıl-evla, dost dostuyla beraberken, herbirisi istidadına göre sofra-i Rahmanür-Rahimden, istidatları derecesinde hisselerini alırlar. Bulundukları Cennetler ayrı ayrı da olsa, beraber bulunmalarına mani olmaz. Çünkü, Cennetin sekiz tabakası birbirinden yüksek oldukları halde, umumun damı Arş-ı azamdır. Nasıl ki, mahruti bir dağın etrafında, birbiri içinde, birbirinden yüksek, kaidesinden zirvesine kadar surlu daireler bulunsa; o daireler birbirinin üstündedir, fakat birbirinin güneşi görmelerine mani olmaz, birbirinden geçebilir, birbirine bakar. Öyle de, Cennetler de buna yakın bir tarzla olduğu, ehadisin mütenevvi rivayatı işaret ediyor.
Sual: Ehadiste denilmiş: “Huriler yetmiş hulleyi giydikleri halde, bacaklarının kemiklerindeki ilikleri görünüyor.”Bu ne demektir? Ne manası var? Nasıl güzelliktir?
Elcevap: Manası pek güzeldir ve güzelliği pek şirindir. Şöyle ki:
Şu çirkin, ölü, camid ve çoğu kışır olan dünyada hüsün ve cemal, yalnız göze güzel görünüp ülfete mani olmazsa, yeter. Halbuki, güzel, hayattar, revnaktar, bütün kışırsız, lüb ve kabuksuz iç olan Cennette, göz gibi bütün insanın duyguları, latifeleri, cins-i latif olan hurilerden ve huriler gibi ve daha güzel, dünyadan gelme, Cennetteki nisa-i dünyeviyeden ayrı ayrı hisse-i zevklerini, çeşit çeşit lezzetlerini almak isterler. Demek, en yukarı hullenin güzelliğinden tut, ta kemik içindeki iliklere kadar, birer hissin, birer latifenin medar-ı zevki olduğunu, hadis işaret ediyor.
Evet, “hurilerin yetmiş hulleyi giymeleri ve bacaklarındaki kemiklerin ilikleri görünmesi” tabiriyle, hadis-i şerif işaret ediyor ki: İnsanın ne kadar hüsünperver ve zevkperest ve ziynete meftun ve cemale müştak duyguları ve hasseleri ve kuvaları ve latifeleri varsa, umumunu memnun edip doyuracak ve herbirisini ayrı ayrı okşayıp mesut edecek, maddi ve manevi her nevi ziynet ve hüsn-ü cemale huriler camidirler. Demek, huriler Cennetin aksam-ı ziynetinden yetmiş tarzını, birtek cinsten olmadığından birbirini setretmeyecek surette giydikleri gibi, kendi vücutlarından ve nefis ve cisimlerinden, belki yetmiş mertebeden ziyade ayrı ayrı hüsün ve cemalin aksamını gösteriyorlar, وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ اْلاَنْفُسُ وَتلَذُّ اْلاَعْيُنُ işaretinin hakikatini gösteriyorlar.
Hem Cennette lüzumsuz, kışırlı ve fuzuli maddeler olmadığından, ehl-i Cennetin ekl ve şürbünden sonra kazuratı olmadığını hadis-i şerif beyan ediyor. Madem şu süfli dünyada, en adi zihayat olan ağaçlar, çok tagaddi ettikleri halde kazuratsız oluyorlar. En yüksek tabaka-i hayat olan Cennet ehli neden kazuratsız olmasın?
Sual: Ehadis-i şerifede denilmiştir ki: “Bazı ehl-i Cennete dünya kadar bir yer veriliyor; yüz binler kasır, yüz binler huri ihsan ediliyor.”Birtek adama bu kadar şeylerin ne lüzumu var, ne ihtiyacı var, nasıl olabilir ve ne demektir?
Elcevap: Eğer insan yalnız camid bir vücut olsaydı veyahut yalnız mideden ibaret nebati bir mahluk olsaydı veyahut yalnız mukayyet, ağır ve muvakkat ve basit bir zat-ı cismaniye ve bir cism-i hayvaniden ibaret olsaydı, öyle çok kasırlara, çok hurilere layık ve malik olmazdı. Fakat insan öyle cami bir mucize-i kudrettir ki, hatta şu dünya-yı fanide, şu kısa bir ömürde, şu inkişaf etmemiş bazı letaifinin ihtiyacı cihetiyle, bütün dünyanın saltanatı, serveti ve lezaizi verilse, belki hırsı tok olmayacaktır. Halbuki, ebedi bir dar-ı saadette, nihayetsiz istidada malik, nihayetsiz ihtiyaçlar lisanıyla, nihayetsiz arzular eliyle, nihayetsiz bir rahmetin kapısını çalan bir insan, elbette ehadiste beyan olunan ihsanat-ı İlahiyeye mazhariyeti makuldür ve haktır ve hakikattir. Ve şu hakikat-i ulviyeye bir temsil dürbünüyle rasat edeceğiz. Şöyle ki:
Bu dere bahçesi gibi,şu Barla bağ ve bahçelerinin herbirinin ayrı ayrı maliki bulunduğu halde, Barlada gıdası itibarıyla ancak bir avuç yeme malik olan herbir kuş, herbir serçe, herbir arı, “Bütün Barlanın bağ ve bostanları benim nüzhetgahım ve seyrangahımdır” diyebilir. Barlayı zaptedip daire-i mülküne dahil eder. Başkalarının iştiraki onun bu hükmünü bozmaz.
Hem insan olan bir insan diyebilir ki: “Benim Halıkım, bu dünyayı bana hane yapmış. Güneş benim bir lambamdır; yıldızlar benim elektriklerimdir; yeryüzü çiçekli miçekli halılarla serilmiş benim bir beşiğimdir” der, Allaha şükreder. Sair mahlukatın iştiraki, onun bu hükmünü nakzetmez. Bilakis, mahlukat onun hanesini tezyin eder, hanenin müzeyyenatı hükmünde kalırlar.
Acaba, bu daracık dünyada, insan, insaniyet itibarıyla, hatta bir kuş dahi, böyle bir daire-i azimede bir nevi tasarruf dava etse, cesim bir nimete mazhar olsa, geniş ve ebedi bir dar-ı saadette, ona beş yüz senelik bir mesafede bir mülk ihsan etmek nasıl istibad edilebilir?
Hem nasıl ki, şu kesafetli, karanlıklı, dar dünyada, güneşin pek çok ayinelerde bir anda aynen bulunması gibi, öyle de, nurani bir zat, bir anda çok yerlerde aynen bulunması (On Altıncı Sözde ispat edildiği gibi); mesela Cebrail bin yıldızda bir anda, hem Arşta, hem huzur-u nebevide, hem huzur-u İlahide bir vakitte bulunması; hem Peygamber aleyhissalatü vesselamın haşirde bir anda ekser etkıya-i ümmetiyle görüşmesi ve dünyada hadsiz makamlarda bir anda tezahür etmesi; ve evliyanın bir nevi garibi olan abdalların bir vakitte çok yerlerde görünmesi; ve avamın rüyada, bazan bir dakikada bir sene kadar işler görmesi ve müşahede etmesi; ve herkesin kalb, ruh, hayal cihetiyle bir anda pek çok yerlerle temas edip alakadarane bulunması, malum ve meşhud olduğundan, elbette nurani, kayıtsız, geniş ve ebedi olan Cennette, cisimleri ruh kuvvetinde ve hiffetinde ve hayal süratinde olan ehl-i Cennet, bir vakitte yüz bin yerlerde bulunup yüz bin hurilerle sohbet ederek yüz bin tarzda zevk almak, o ebedi Cennete, o nihayetsiz rahmete layıktır ve Muhbir-i Sadıkın (a.s.m.) haber verdiği gibi hak ve hakikattir. Bununla beraber, bu küçücük aklımızın terazisiyle o muazzam hakikatler tartılmaz.
İdrak-i maali bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.
سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ
رَبَّنَا لاَ تُؤٰاخِذْنَۤا اِنْ نَسِينَۤا اَوْ اَخْطَاْنَا اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى حَبِيبِكَ الَّذِى فَتَحَ اَبْوَابَ الْجَنَّةِ بِحَبِيبِيَّتِهِ وَبِصَلاَتِهِ وَاَيَّدَتْهُ اُمَّتُهُ عَلٰى فَتْحِهَا بِصَلَوَاتِهِمْ عَلَيْهِ، عَلَيْهِ الصَّلاَةُ وَالسَّلاَمُ اَللّٰهُمَّ ادْخِلْنَا الْجَنَّةَ مَعَ اْلاَبْرَارِ بِشَفَاعَةِ حَبِيبِكَ الْمُخْتَارِ اٰمِينَ
Cennet Sözüne küçük bir zeyl
Cehenneme dairdir
İkinci ve Sekizinci Sözlerde ispat edildiği gibi, iman, manevi bir cennetin çekirdeğini taşıyor. Küfür dahi, manevi bir cehennemin tohumunu saklıyor. Nasıl ki küfür, Cehennemin bir çekirdeğidir. Öyle de, Cehennem, onun bir meyvesidir.
Nasıl ki küfür, Cehenneme duhulüne sebeptir. Öyle de, Cehennemin vücuduna ve icadına dahi sebeptir. Zira, küçük bir hakimin küçük bir izzeti, küçük bir gayreti, küçük bir celali bulunsa, bir edepsiz ona serkeşane dese, “Beni tedip etmezsin ve edemezsin”; herhalde, o yerde hapishane yoksa da, tek o edepsiz için bir hapishane teşkil edecek, onu içine atacaktır.
Halbuki, kafir, Cehennemi inkarla, nihayetsiz izzet ve gayret ve celal sahibi ve gayet büyük ve nihayetsiz Kadir bir Zatı tekzip ve isnad-ı acz ediyor, yalancılıkla ve aczle itham ediyor, izzetine şiddetle dokunuyor, gayretine dehşetli dokunduruyor, celaline asiyane ilişiyor. Elbette, farz-ı muhal olarak, Cehennemin hiçbir sebeb-i vücudu bulunmazsa da, şu derece tekzip ve isnad-ı aczi tazammun eden küfür için bir Cehennem halk edilecek, o kafir içine atılacaktır.
رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ