"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
İslam Tarihi - İbnül Esir
Mesnevi Şerif - Mevlana
Peygamberler Tarihi
Tabakat - İbn Sad
Mitoloji
Diğer Kitaplar

On Sekizinci Söz

Bu Sözün iki makamı var. İkinci Makamı daha yazılmamıştır. Birinci Makamı Üç Noktadır.

BİRİNCİ NOKTA
لاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ يَفْرَحُونَ بِمَۤا اَتَوْا وَيُحِبُّونَ اَنْ يُحْمَدُوا بِمَا لَمْ يَفْعَلُوا فَلاَ تَحْسَبَنَّهُمْ بِمَفَازَةٍ مِنَ الْعَذَابِ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَلِيمٌ

Nefs-i emmareme bir sille-i tedip
Ey fahre meftun, şöhrete müptela, medhe düşkün, hodbinlikte bihemta, sersem nefsim!

Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu, bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lazım olduğu hak bir dava ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var.

Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz-i ihtiyar ın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrinle tenkis ediyorsun, gururunla tahrip ediyorsun ve küfranınla iptal ediyorsun ve temellükle gasp ediyorsun.

Senin vazifen fahir değil, şükürdür. Sana layık olan şöhret değil, tevazudur, hacalettir. Senin hakkın medih değil, istiğfardır, nedamettir. Senin kemalin hodbinlik değil, hüdabinliktedir.

Evet, sen, benim cismimde, alemdeki tabiata benzersin. İkiniz hayrı kabul etmek, şerre merci olmak için yaratılmışsınız. Yani, fail ve masdar değilsiniz; belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var. O da, hayr-ı mutlaktan gelen hayrı güzel bir surette kabul etmemenizden, şerre sebep olmanızdır.

Hem siz birer perde yaratılmışsınız, ta güzelliği görülmeyen zahiri çirkinlikler size isnad edilip, Zat-ı Mukaddese-i İlahiyenin tenzihine vesile olasınız. Halbuki, bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıt bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalb ettiğiniz halde, Halıkınızla güya iştirak edersiniz! Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.

Hem deme ki, “Ben mazharım. Güzele mazhar ise güzelleşir.” Zira, temessül etmediğinden, mazhar değil, memer olursun.

Hem deme ki, “Halk içinde ben intihap edildim. Bu meyveler benimle gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.” Hayır, haşa! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.

İKİNCİ NOKTA
اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ ayetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:

Herşeyde, hatta en çirkin görünen şeylerde, hakiki bir hüsün ciheti vardır. Evet, kainattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahiri perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:

Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebatatın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin firak perdeleri arkasında, tecelliyat-ı celaliye-i Sübhaniyenin mazharı olan kış hadiselerinin tazyikinden ve tazibinden muhafaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok manevi çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşvünemasız kalan birçok istidat çekirdekleri, zahiri çirkin görünen hadiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılaplar ve külli tahavvüller birer manevi yağmurdur.

Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgam olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgamlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Saniinin esmasına ait binlerdir. Mesela, kudret-i fatıranın büyük mucizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, manasız telakki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Mesela, atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki, serçe kuşunun istidadı, o taslitle inkişaf eder. Mesela, “kar”ı pek baridane ve tatsız telakki ederler. Halbuki, o barid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.

Hem insan, hodgamlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebi olan şeyleri hilaf-ı edep zanneder. Mesela, alet-i tenasül-ü insan, insan nazarında bahsi hacalet-averdir. Fakat şu perde-i hacalet, insana bakan yüzdedir. Yoksa, hilkate, sanata ve gayat-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edeptir, hacalet ona hiç temas etmez.

İşte, menba-ı edep olan Kuran-ı Hakimin bazı tabiratı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasıl ki, bize görünen çirkin mahlukların ve hadiselerin zahiri yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli sanat ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Saniine bakar; ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar; ve pek çok zahiri intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir.

ÜÇÜNCÜ NOKTA
قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ

Madem kainatta hüsn-ü sanat, bilmüşahede vardır ve katidir. Elbette, risalet-i Ahmediye (a.s.m.), şuhud derecesinde bir katiyetle sübutu lazım gelir. Zira, şu güzel masnuattaki hüsn-ü sanat ve ziynet-i suret gösteriyor ki, onların Sanatkarında ehemmiyetli bir irade-i tahsin ve kuvvetli bir taleb-i tezyin vardır. Ve şu irade ve talep ise, o Sanide ulvi bir muhabbet ve masnularında izhar ettiği kemalat-ı sanatına karşı kudsi bir rağbet var olduğunu gösteriyor. Ve şu muhabbet ve rağbet ise, masnuat içinde en münevver ve mükemmel fert olan insana daha ziyade müteveccih olup temerküz etmek ister.

İnsan ise, şecere-i hilkatin zişuur meyvesidir. Meyve ise, en cemiyetli ve en uzak ve en ziyade nazarı amm ve şuuru külli bir cüzidir. Nazarı amm ve şuuru külli zat ise, o Sanatkar-ı Zülcemale muhatap olup görüşen ve külli şuurunu ve amm nazarını tamamen Saniinin perestişliğine ve sanatının istihsanına ve nimetinin şükrüne sarf eden en yüksek, en parlak bir fert olabilir.

Şimdi iki levha, iki daire görünüyor:
Biri, gayet muhteşem, muntazam bir daire-i Rububiyet ve gayet musanna, murassa bir levha-i sanat.

Diğeri, gayet münevver, müzehher bir daire-i ubudiyet ve gayet vasi, cami bir levha-i tefekkür ve istihsan ve teşekkür ve iman vardır—ki, ikinci daire, bütün kuvvetiyle birinci dairenin namına hareket eder.

İşte, o Saniin bütün makàsıd-ı sanatperveranesine hizmet eden o daire reisinin ne derece o Sani ile münasebettar ve onun nazarında ne kadar mahbup ve makbul olduğu bilbedahe anlaşılır.

Acaba hiç akıl kabul eder mi ki, şu güzel masnuatın bu derece sanatperver, hatta ağzın her çeşit tadını nazara alan inamperver Sanatkarı, Arş ve ferşi çınlattıracak bir velvele-i istihsan ve takdir içinde, ber ve bahri cezbeye getirecek bir zemzeme-i şükran ve tekbirle, perestişkarane Ona müteveccih olan en güzel masnuuna karşı lakayt kalsın ve onunla konuşmasın ve alakadarane onu resul yapıp güzel vaziyetinin başkalara da sirayet etmesini istemesin?

Kella! Konuşmamak ve onu resul yapmamak mümkün değil…
اِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللهِ اْلاِسْلاَمُ
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللهِ وَالَّذِينَ مَعَهُۤ اَشِدَّۤاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَۤاءُ بَيْنَهُمْ

Firkatli ve gurbetli bir esarette, fecir vaktinde ağlayan bir kalbin ağlayan ağlamalarıdır

Seherlerde eser bad-ı tecelli
Uyan ey gözlerim vakt-i seherde.
İnayethah zidergah-ı İlahi
Seherdir ehl-i zenbin tevbegahı,
Uyan ey kalbim vakt-i fecirde,
Bikün tevbe, bicu gufran, zidergah-ı İlahi.

سَحَرْ حَشْرِيسْت، دَرُو هُشْيَارْ دَرْ تَسْبِيحْ هَمَه شَىْ
بَخَوابِ غَفْلَتْ سَرْسَمْ نَفْسَمْ حَتَى كَىْ؟
عُمُرْ عَصْرِيسْت سَفَرْ بَاقَبِرْمِى بَايَدْ زِهَرْحَىْ
بِبَرْخِيزْ نَمَازِى چُونِيَازِى كُو بِكُنْ آوَازِى چُونْ نَىْ
بَكُو: يَارَبْ! پَشِيمَانَمْ، خَجِيلَمْ، شَرْمَشَارَمْ اَزْ گُنَاهِ بِى شُمَارَمْ، پَرِيشَانَمْ، ذَلِيلَمْ، أَشْك بَارَمْ اَزْحَيَاتْ بِى قَرَارَمْ، غَرِيبَمْ، بِى كَسَمْ، ضَعِيفَمْ، نَا تُوَانَمْ، عَلِيلَمْ، عَاجِزَمْ، إِخْتِيَارَمْ، بِى اِخْتِيَارَمْ، اَ ْلاَمَانْ گُويَمْ، عَفُو جُويَمْ، مَدَدْ خَواهَمْ زِ دَرْ كَاهَتْ اِلَهِى !