"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Beni sehm b. Amr b. Hüsays b. Kabtan olanlar

731. Amr b. el-as
Amr b. el-as b. Vail b. Haşim b. Suayd b. Sehm. Kendisi, Ebu Abdullah künyesiyle bilinirdi. Onun annesi, en-Nabiğa bt. Huzeyme olup, Anezeden savaş esiri olarak alınmıştır. Amrın anne bir iki kardeşi olup Amr b. Üsase b. Abbad b. Abdülmuttalib b. Abdümenaf b. Kusaydır. Diğeri ise Urve b. Ebu Üsasedir. Ayrıca onun Erneb bt. Afif b. Ebül-as b. Ümeyye b. Abdüşems adında anne-bir kız kardeşi de vardı. Amr b. el-asın Çocukları: 1. Abdullah: Annesi, Rayta bt. Münebbih b. el-Haccac b. el-amir b. Huzeyfe b. Sad b. Sehm b. Amrdır. 2. Muhammed: Annesi, Beli kabilesindendir. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Abdülhamid b. Cafer anlattı. O da babasından şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. elas dedi ki: İnsanlardan uzak duran inatçı bir kişiydim. Ben müşriklerle Bedire katıldım ve orada öldürülmekten kurtuldum. Daha sonra Uhuda katıldım, yine kurtuldum; Hendeke katıldım yine kurtuldum. Kendi kendime dedim ki: “Daha kaç sefer bu savaşlarda bulunacağım? Allaha yemin ederim ki, Muhammed, Kureyşe karşı galip gelecektir.” Bunun üzerine ben malımı el- Veht denilen köyde bir araya getirdim; insanlarla görüşmeyi ve onlarla bir araya gelmeyi azalttım. Böylece Hudeybiye Barış Antlaşmasında bulunmadım. Resulallah  buradan sulh yaparak ayrıldı. Kureyş de Mekkeye döndü. Kendi kendime, “Muhammed arkadaşlarıyla beraber, bir daha Mekkeye dönecektir. Artık ne Mekke, ne de Taif bizim için kalınacak bir yer olmaktan çıkmıştır. Artık buradan ayrılmaktan daha hayırlı bir şey bulunmamaktadır.” Bu esnada İslamdan o kadar uzaktım ki, “Herkes Müslüman olsa da ben asla Müslüman olmayacağım.” derdim. Bunun üzerine, Mekkeye gelerek kendi akrabalarımdan bazı adamlar topladım. Bunlar da görüşüme katılıyor, beni dinliyor ve başlarına gelen sıkıntıları benimle paylaşıyorlardı. Onlara dedim ki: “Beni aranızda nasıl görüyorsunuz?” Onlar da, “Sen bizin aramızda ileri görüşlülerimizden, eşrafımızdan olan uğurlu ve hayırlı bir kişisin.” dediler. Bunun üzerine, “İyice biliniz ki, ben, Muhammedin durumunu, istenmese de gittikçe karşı konulmaz bir yükseliş olarak görüyorum. Benim bu konuda bir görüşüm var.” dediğimde, “O görüşün nedir?” dediler. Ben de, “Gelin Necaşiye katılalım ve onun yanında kalalım.” dedim. Şayet Muhammed galip gelirse, biz zaten Necaşinin yanındayız; Muhammedin emri altında olmaktansa onun emrinde kalmak bizim için daha iyidir. Şayet Kureyş galip gelirse, biz zaten bilinen kişileriz.” dedim. Onlar, “Bu harika bir fikir!” dediler. Bunun üzerine kendilerine, “O zaman, hazırlıklarınızı hemen yapın!” dedim. Bizim topraklarımızda gıda maddelerinin en iyisi bulunduğundan önemli miktarda azık topladık. Daha sonra Necaşiye vardığımızda, Resulallahın  elçisi olan Amr b. Ümeyye ed-Damri de orada hazır bulunmaktaydı. Resulallah  onu bir mektupla kendisine göndermiş ve o mektupta Ebu Süfyanın kızı Ümmü Habibe ile evlendiğini kendisine bildirmişti. O, Necaşinin yanına girip, çıkınca, arkadaşlarıma dedim ki: “Bu, Amr b. Ümeyyedir. Eğer ben Necaşinin yanına girer de bana izin verirse, onun boynunu vuracağım. Kureyş de bu durumdan gayet memnun olacaktır. Muhammedin elçisini öldürmekle, aynı zamanda Kureyşe karşı ödevimi yeterince yerine getirmiş olurum.” dedim. Amr dedi ki: “Daha sonra Necaşinin huzuruna girip, daha önce de yaptığım gibi ona secde ettim. O da bana, “Hoş geldin dostum! Memleketinden bana hediyelik bir şey getirdin mi?”dedi. ben de “Evet, ey Hükümdar! Ben size katık olacak fazla miktarda yiyecek maddesi getirdim.” dedim. Daha sonra onları kendisine takdim edince gayet memnun oldu. Onlardan bir kısmını patriklerine dağıttı, kalan kısmının da belirli bir yere konularak korunmasını emretti. Onun moralinin iyi olduğunu görünce kendisine dedim ki: “Ey Melik! Senin yanından bize düşman olan birisi çıktı. Bu adam Resulallah bize haksızlık yaptı; eşrafımızı ve seçkinlerimizi öldürdü. Onun (elçisini) bana teslim edersen ben öldürmek istiyorum.” deyince, kızarak elini sertçe kaldırıp onunla burnumun üzerine öyle bir tokat indirdi ki, adeta burnumun kırıldığını zannettim. Bu sırada burnum kanamaya başladı. Burnumun kanını durdurmak için çaresiz elbisemle burnumu tutmak durumunda kaldım. O kadar rezil oldum ki, mahcubiyetimden ve korkumdan o sırada yerin yarılıp da içine girmeyi arzuladım. Bu arada, “Ey Hükümdar! Ben senin bu kadar kızacağını bilseydim, bunu senden istemezdim.” deyince, o da utanarak, “Ey Amr! Sen benden Allahın Resulünün elçisini (öldürmek üzere) sana teslim edilmesini istiyorsun. Oysa ona gelen melek, Musaya ve Meryem oğlu İsaya da gelen melektir.” Amr dedi ki: Allah benim kalbimi üzerinde bulunduğu durumdan değiştirdi ve kendi kendime, “Bu gerçeği Araplarla beraber Acemler de onaylarken Sen neden hala buna karşı ne duruyorsun?” dedim. Sonra Necaşiye, “Ey Melik! Sen de buna tanıklık ediyor musun?” dedim. O da, “Evet, ey Amr! Ben Allah katında da buna tanıklık edeceğim. Sen de beni dinle ve ona uy! Yemin ederim ki o, hak üzeredir. Musanın, Firavun ve askerlerine karşı galip geldiği gibi o da, muhalifi olan her şeye ve herkese galip gelecektir.” dedi. Bunun üzerine, “Sen onun adına biatimi kabul eder misin?” dedim; o da, “Evet, ederim.” diyerek elini uzattı ve Müslüman olarak ona biat etmiş oldum. O sırada kana bulanmış olan elbiselerimi çıkararak başka bir elbise giydim. Arkadaşlarımın yanına döndüğümde Hükümdarın verdiği elbiseyi üzerimde görünce, “Hükümdardan elde etmek istediğine kavuşabildin mi?” dediler. Ben de, “İlk seferde durumu kendisine anlatmayı uygun görmedim; ikinci sefer dönüp de teklif etmeyi düşünüyorum.” dedim. Onlar, “Nasıl uygun görüyorsan öyle yap!” dediler. Daha sonra, bir ihtiyaç gidermek istercesine onlardan ayrıldım. Ancak doğruca gemilere yöneldim. Bir geminin yükünü alıp da iskeleden ayrılmak üzere olduğunu gördüm. Ben de onlarla beraber gemiye binince, gemi derhal oradan ayrıldı. Derken gemi, sonunda eş-Şuaybeye varınca, beraberimde bir miktar azık olduğu halde ben de onlarla beraber bu yerleşim birimine indim. Daha sonra Medineye gitmek üzere bir deve kervanına takıldım. Derken Merrüzzahrana vardım. Yola devam ederek el- Heddeye ulaştım. Orada önümde devesiz bir şekilde ilerleyen ve bir yer aradıkları anlaşılan iki adam gördüm. Bunlardan birisi, çadırın içinde durmakta, diğerini de iki kişilik yol eşyasını elinde tutmuş olarak gördüm. Dikkat ettiğimde bunlardan birisinin Halid b. el-Velid olduğunu anlayarak “Ey Ebu Süleyman” diye kendisine seslenince, “Evet!” dedi. Ben, “Nereye gitmek istiyorsun?” deyince, “Muhammede gitmek istiyorum. Zira herkes İslama girdi. Artık onu arzulamayan kalmadı. Yemin ederim ki, eğer daha fazla geride kalırsak, kelerin deliğinde boynundan yakalandığı gibi, bizim de boynumuzdan tutularak yakalanır götürülürüz.” dedi. Kendisine, “Vallahi ben de Muhammede giderek Müslüman olmayı arzuluyorum.” dedim. O arada Osman b. Talha da çıkagelerek bana, “Hoş geldin.” dedi. Birlikte konaklama yerine gittik. Daha sonra o da bize refakat ederek beraberce Medineye vardık. Ebu İnebe kuyusuna varınca bir adamın, “Ey Rebah, ey Rebah!” demesini uğura yorumlayarak çok sevindiğimizi hiç unutamam! Daha sonra ona bakınca, şöyle dediğini işittim: “Artık Mekke bu iki kişiden sonra, yönetimini teslim etmiştir.” derken beni ve Halid b. el- Velidi kastettiğini zannetmiştim. Daha sonra bu kişi, bize sırtını dönerek hızlıca Mescide doğru koştu. Onun, gelişimizin müjdesini Resulallaha  vermek istediğini zannettim. Durum, aynen zannettiğim gibiymiş. el- Harre denilen yerde develerimizi çökerterek orada elbiselerimizin en güzelini giydik. O sırada ikindi namazı için ezan okununca birlikte Mescide girdik. Resulallah  bizi görünce, yüzü parıldamıştı. Etrafındaki Müslümanlar da Müslüman oluşumuza çok mutlu olmuşlardı. Önce Halid b. el-Velid öne çıkarak ona  biat etti. Peşinden Osman b. Talha biat etti. Resulallah  da onların biatini kabul etti. En sonunda ben ilerleyerek huzuruna varıp oturunca, Allaha yemin olsun ki, utancımdan başımı kaldırarak onun  yüzüne bakamadım. Geçmiş ve en son günahlarımın bağışlanması dileğiyle kendisine biat ettim. O da, “İslam, kendisinden önceki günahlarla işlenen en son günahları kökünden kazıdığı gibi, hicret de onları silip temizlemiştir.” dedi. Yemin ederim ki, Resulallah, Müslüman olduğumuz bu andan itibaren, önemli bir durumla karşı karşıya kaldığında, ashabından hiçbir kimseyi benimle ve Halid b. el-Velid ile denk tutmadı. İkimiz, Ebu Bekir katında da aynı mertebede iken, ben aynı zamanda Ömer katında da aynı konumdaydım. Abdülhamid dedi ki: Ben bu hadisi, Yezid b. Ebu Habibe anlattığımda; dedi ki: “Bana Habib b. Ebu Üveysin mevlası olan Raşidin, Habib b. Ebu Evs es-Sekafiden, onun da Amrdan aynı şekilde rivayet ettiğini bana haber verdi.” Abdülhamid dedi ki: “Amr ve Halidin gelişleriyle ilgili bir zaman belirlemedi mi?” diye sorduğumda, “Hayır, sadece bunu bana Mekkenin fethinden biraz önce anlattı.” dedi. Ben de, “Babam bana, Amr ile Halidin hicri 8. yılının Safer ayının başında Medineye geldiklerini haber verdi.” dedim. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Abdullah b. Cafer anlattı. O Ebu Umeyr et-Taiden, o da ez-Zühriden şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-as, Resulallahın  galip gelmekte olduğunu anlayınca, Habeş topraklarında (hükümdar olan) en-Necaşiye gidip beraberinde ona hediyeler götürerek onun civarında yerleşmek istedi. Orada, Resulallahın  kendisiyle Necaşiye iki mektup gönderdiği Amr b. Ümeyye ed-Damri ile karşılaştı. Resulallah  bu mektuplardan birisiyle onu İslama davet ederken, diğeriyle de, Ebu Süfyanın kızı Ümmü Habibe ile evlenmek istediğini kendisine bildiriyordu. Resulallah  onunla beraber ashabından iki gemi yolcusu kadar refakatçiler göndermişti. Amr b. el-as orada Amr b. Ümeyye ile karşı karşıya gelerek ona vurdu ve abasını onun boğazına dolayarak boğmak istedi. Daha sonra Necaşinin huzuruna çıkarak ona durumu bildirdiğinde, Necaşi, bu duruma çok kızarak ona şöyle dedi: “Eğer onu boğarak ölürmüş olsaydın, sizden bir kişiyi bile sağ bırakmadan hepinizi öldürürdüm. Sen nasıl olur da Resulallahın  elçisini öldürmeye kalkışırsın?” dedi. Bu esnada Amr b. el-as dedi ki: Ben Necaşiye, “Sen onun Allahın elçisi olduğuna tanıklık ediyor musun? dedim; o da, “Evet onun Allahın elçisi olduğuna tanıklık ediyorum.” dedi. Bunun üzerine, “O zaman elini uzat, sana biat edeceğim.” dedim. O da elini uzatınca, Müslüman olmak üzere ona biat ettim ve Amr b. Ümeyyenin yanına giderek kendisini kucakladım. O da beni kucakladı. Böylece kendisine Müslüman olduğumu haber verdim. Daha sonra çabukça Medineye Resulallahın  yanına gittim. Ben Müslüman olmak ve geçmiş günahlarım ile üzerinde bulunduğum şirk durumundan bağışlanmak üzere kendisine biat ettim. Bu arada kendisine, son günahlarımın Allah Teala tarafından bağışlanması için dua etmesini söylemeyi unutmuştum. Bize İshak el-Horasani b. Ebu İsrail haber verdi; dedi ki: Bize en- Nadr b. Şümeyl anlattı; dedi ki: Bize Ebu Avn Abdullah b. Avn haber verdi. O da Umeyr b. İshaktan şöyle dediğini rivayet etti: Cafer, Resulallahtan  izin isteyerek dedi ki: “Ey Allahın Resulü! Allahtan başka hiç kimseden korkmayacak şekilde Allaha ibadet edeceğim bir yere gitmeme izin verir misiniz?” Resulallah da ona izin verince, Necaşinin yanına gitti. Umeyr dedi ki: Amr b. el-as bana anlattı; dedi ki: “Ben onun üstün konumunu görünce onu kıskandım ve kendi kendime, “Yemin olsun ki, ben, kendisinin ve arkadaşlarının öldürülmesini hükümdardan isteyeceğim.” diyerek Necaşinin yanına çıkıp, “Senin topraklarında öyle bir adam vardır ki, onun amcası oğlu bizim memleketimizde insanlara Allahtan başka ilah olmadığını iddia ediyor. Eğer sen bunu ve arkadaşlarını öldürmezsen, ben ve arkadaşlarım, şu su damlası kadar bile kalmayacak şekilde seninle aramızdaki ilşkimizi ebediyen keseriz.” dedim. Bunun üzerine, “Onu çağır.” dedi. Ben de, “O, benimle gelmez.” dedim. Benimle beraber ona bir elçi gönderdi. Böylece, beraber Necaşinin kapısına gelince, “Amr b. el-asa izin veriniz!” diye seslendim. O da (Cafer de) arkamdan, “Allah taraftarına izin veriniz!” diye seslendi. Amr dedi ki: “Necaşi, onun sesini duyunca, sesinden kendisini tanıyarak benden önce içeri girmesine izin verdi. Ben girdiğimde o, oturmuş bulunmaktaydı. Ravi dedi ki: Onun oturduğu yerin tahtın neresinde olduğunu anlatarak, ben girince, tam onu arkama alacak şekilde onun önünde oturdum ve kendi arkadaşlarımdan her birisini onun her iki arkadaşının ortasına oturttum. Ravi dedi ki: Necaşi, “Anlatın!” dedi. Bunun üzerine dedim ki: “Bunun amcası oğlu, bizim memleketimizde insanlara, Allahtan başka ilah olmadığını iddia etmektedir. Eğer sen bunları öldürmezsen, ben ve arkadaşlarımdan her biri, seninle bu damlayı bile (deniz yolunu) ebediyen keseceğiz. Amr dedi ki: “Cafer, bunun üzerine şehadet getirerek; -Ben de ilk defa şehadet getirilmesini duymuş oldum.- “Amcam oğlu doğru söylüyor ve ben de kendisinin dini üzereyim.” dedi. Amr dedi ki: Cafer bunları söylerken öyle bağırıyordu ki, ben, “Habeş oğluna ne oluyor da buna hiç ses çıkarmıyor?” diye düşünürken, Necaşi dedi ki: “Musaya  gelen melek mi ona gelmekte ve Meryem oğlu İsa  hakkında ne söylemektedir? “diye sordu. Cafer dedi ki: “O, onun, Allahın Meryeme üfürdüğü ruhu ve onun kelimesi olduğunu söylemektedir.” Amr dedi ki: “Necaşi, yerden ufak bir şey alarak, “O, bu kadarcık bile, yanlış bir durum üzere değildir. Eğer memleketimin (yönetim sorunu) olmasaydı, ben de sizinle gelirdim.” dedi. Daha sonra bana dönerek, “Senin ve arkadaşlarından hiç birisinin yanıma gelmemesi, hiç de önemli değildir.” dedi. Bu sefer Cafere dönerek, “Artık sen, memleketimde güvendesin. Kim bundan sonra sana vurursa, onu öldürürüm. Kim sana söverse, onu cezalandırırım. Müşavirine de, “Bu adam, ailemin yanında olmam hariç, ne zaman yanıma gelmek isterse ona izin vereceksin. Şayet izin istediği sırada ben ailemin yanında isem, durumu kendisine bildir. Yine de ısrar ederse, kendisine izin ver!” dedi. Amr dedi ki: Birbirimizden ayrıldık; fakat Cafer kadar, şimdiye dek karşılaşılmasından hoşlandığım kimse olmamıştı. Amr dedi ki: Bir seferinde yolda beni karşılamış, daha sonra arkasından baktığımda, kimseyi görememiş, arkama da bakmış, yine kimseyi görememiştim. Bu durumda kendisine yaklaşıp elinden tutarak, “Sen, benim Allahtan başka ilah olmadığına ve Muhammedin Onun kulu ve elçisi olduğuna tanıklık yaptığımı biliyor musun?” dedim. O da, “Allah seni doğru yola iletmiştir, sen de orada kalmada sebat göster!” dedi ve beni bırakarak yoluna devam etti. Amr dedi ki: Ben arkadaşlarımın yanına geldiğimde onlar onu, benimle beraber görmüşler gibi hissettim. Onlar beni tutup, üzerime bir kadife elbise atarak üstümü örttüler. O örtünün altından bazen başımı bu taraftan, bazen de o taraftan çıkartarak etrafıma bakınıyordum. Sonunda üzerimde hiçbir elbise olmadığı halde kurtulup kaçtım. Yolda Habeşli bir kadına rastlayarak onun başörtüsünü alarak avret yerimi kapattım. O bir şeyler söyledi, ben de bir şeyler söyledim. Derken Caferin yanına geldiğimde, “Sana ne oldu?” diye sordu. Ben de, “Üzerimde hiçbir şey kalmayacak derecede her şeyim alındı. Üzerimde gördüğün şu kumaş parçası da Habeşli bir kadının başörtüsüdür.” dedim. Cafer bana, “Benimle gel!” dedi. İkimiz gele gele Hükümdarın kapısına kadar geldik. Kapıdaki muhafıza, “Allah ehline izin ver!” dedi. O da, “İzin veririm, ancak Hükümdar ailesinin yanındadır.” dedi. Cafer, “Sen benim için izin iste!” dedi. Ona izin verilince, “Amr dinimi kabul ederek bana uydu.” dedi. O da “Asla olamaz” dedi. Bunun üzerine ben, “Evet!” dedim. O, “Asla!” dedi; ben yine, “Evet!” dedim. Bunun üzerine bir adam çağırtarak, “Eğer dediği gibi yapmış ise, onun her dediğini yazarak kaydet!” dedi. Bunun üzerine katip geldiğinde, bir bardağa varıncaya kadar her şeyi yazdırdım. Eğer isteseydim onların mallarının da, benim malımdır diyerek kendi malıma katabilirdim. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Rebia b. Osman anlattı. O da Yezid b. Rumandan şöyle dediğini rivayet etti. Muhammed b. Ömer dedi ki: Ayrıca bana Eflah b. Said anlattı. O Said b. Abdurrahman b. Kureyşten, o da Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazmdan onların şöyle dediğini rivayet etti: Resulallah , Amr b. el-as için beyaz bir sancak, onun yanında siyah renkli bir de bayrak tahsis ederek onu, Muhacir ve Ensardan oluşan 300 kişilik bir askeri kuvvetin başında olarak Zatüsselasil denilen yere gönderdi. O da buraya gelince, Resulallaha  Rafi b. Mekis el- Cüheniyi elçi olarak gönderip onların Beli, Kudaa ve başkalarından oluşan büyük bir topluluğa sahip olduklarını bildirerek kendisinden takviye kuvvet istedi. Resulallah  da aralarında Ebu Bekir ve Ömerin de bulunduğu Ebu Ubeyde b. el-Cerrah komutasında, 200 kişilik bir Müslüman takviye kuvveti gönderdi. Bu sırada Resulallah , Ebu Ubeyde için bir sancak tahsis etmiş ve kendisine, “Arkadaşına varınca ona uy!” şeklinde talimat vermişti. Ebu Ubeyde, Amrın yanına varınca namaz konusunda ihtilaf edince Amr kendisine, “Sen sadece bana yardım için gönderildin.” deyince, Ebu Ubeyde, Resulallahın  kendisine yaptığı tavsiyesinden dolayı ona uydu. Böylece, Amr, bütün insanlara namaz kıldırdığı gibi hepsinin de amiri olmuş oldu. Bize Veki b. el-Cerrah ile Abdullah b. Yezid Ebu Abdurrahman el- Mukri haber verdiler; dediler ki: Bize Musa b. Ali b. Rebah el-Lahmi anlattı. O da babasından şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-asın şöyle dediğini duydum: Resulallah  bana, “Ey Amr! Silahını ve elbiseni kuşanarak yanıma gel!” dedi. Onun emrine uyarak yanına geldiğimde, Resulallah  abdest almaktaydı. Gözlerini kaldırarak bana baktı ve “Ey Amr! Seni bazı insanlara karşı göndermek istiyorum, Allah seni koruyacak ve ganimet ihsan edecektir. Senin için Allahtan hayırlı bir mal arzuluyorum.” dedi. Ben de “Ey Allahın Resulü! Ben mal için değil, Allah yolunda cihad etmek ve sizinle beraber olmak üzere Müslüman oldum.” dedim. Resulallah , “Hayırlı bir mal, salih bir insana ne de güzel yaraşır!” dedi. Bize el-Fadl b. Dükeyn haber verdi; dedi ki: Bize Şerik anlattı. O Muhacirden, o da İbrahimden şöyle dediğini rivayet etti: Resulallah  Amr b. el-ası Zatüsselasil gazvesine gönderdi ve ona bir sancak tahsis ederek onu, Ebu Bekir ve Ömerin de aralarında bulunduğu Resulallahın  arkadaşlarından oluşan bir orduya komutan tayin etti. Bize Yahya b. Huleyf haber verdi; dedi ki: Bize İbn Avn anlattı. O da Muhammedden şöyle dediğini rivayet etti. Yine bize arim b. el-Fadl haber verdi; dedi ki: Bize Hammad b. Yezid anlattı. O Hişamdan, o da Muhammedden şöyle dediğini rivayet etti: Resulallah  Amr b. el-ası Zatüsselasil gazvesine gönderdi ve aralarında, Ebu Bekir ve Ömerin de bulunduğu bir ordunun komutanı olarak tayin etti. Bize Veki b. el-Cerrah haber verdi; dedi ki: Bize İsmail b. Ebu Halid anlattı. O da Kays b. Ebu Hazimden şöyle dediğini rivayet etti: Resulallah  Amr b. el-ası Zatüsselasil gazvesine gönderdiğinde, şiddetli bir soğuk hava ile karşılaşmalarına rağmen Amr arkadaşlarına, “Hiç kimse asla ateş yakmasın!” dedi. Savaştıktan sonra ordu Medineye döndüğünde, halk Resulallahın  huzuruna çıkarak bu durumu kendisine şikayet etti. Amr da, “Ey Allahın Resulü! Askerim azdı, ateşin yakılmasıyla düşmanın askerlerimin azlığını öğrenmesinden endişe ettim. Yine dağın arka tarafında düşman pusu kurmuş olabilir, diye düşmanı takip etmelerini istemedim.” dedi. Ravi dedi ki: “Onun bu mahareti, Resulallahın  son derece hoşuna gitti.” Bize Veki b. el-Cerrah haber verdi. O el-Münzir b. Salebeden, o da Abdullah b. Büreydeden şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-as, halkın ateş yakmasına müsaade etmeyince Ömer, Ebu Bekire, “Şu adamın ne yapmak istediğini düşünüyorsun? Millete faydalı olan bir şeyi engelliyor.” dedi. Ebu Bekir de, “Bırak ne yaparsa, yapsın; Resulallah  onu, savaş bilgisinden ötürü üzerimize komutan olarak tayin etmişti.” dedi. Bize İsmail b. Abdullah b. Ebu Üveys haber verdi; dedi ki: Bize İbrahim b. İsmail b. Ebu Habibe anlattı. O da Davud b. el-Husayndan onun, şöyle dediğini rivayet etti: Nebi  Amr b. el-ası, kendi ashabından oluşan bir orduya komutan tayin edip onu, bir topluluğun üzerine gönderdi. Ordu, seriyyeden döndüğünde Resulallah, “Komutanınızı nasıl buldunuz?” diye sordu. Onlar da, “Kendisinin cünüp olarak bize namaz kıldırmasından başka bir yanlışlığını görmedik.” dediler. Bunun üzerine Resulallah  Amrı yanına çağırarak, “Bu adamlar ne diyor?” diye durumu ona sordu. O da, “Onlar doğru söylüyor, bir cünüplük hali başıma geldiği halde ben çok hastaydım. Guslettiğim takdirde kendimi öldüreceğimden korktum. Allah ise, “Kendi kendinizi öldürmeyiniz! Şüphesiz ki Allah size çok merhamet edicidir.” buyurmaktadır.” dedi. Bize Ahmed b. Abdullah b. Yunus haber verdi; dedi ki: Bize Ebu Bekir b. Ayyaş anlattı; dedi ki: Bize el-asım anlattı. O da el-Haris b. el- Hassan el-Bekriden şöyle dediğini rivayet etti: Resulallahın  yanına gelmek veya onun huzuruna çıkmak üzere Mescide geldiğimde Resulallahın  minberde, Bilalin ise yalın kılıç onun önünde durduğunu ve onun önünde de bir takım siyah sancakların bulunduğunu gördüğümde, “Bu nedir?” diye sordum. Onlar da, “Bu, Resulallahın  kendisini gazaya gönderip de gazadan dönen Amr b. elastır.” dediler. Bize Affan b. Müslim haber verdi; dedi ki: Bize Sellam Ebül-Münzir anlattı. O el-asım b. Ebün-Necuddan, o Ebu Vailden, o da el-Haris b. Hassan el-Bekriden rivayet etti. Ayrıca bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Abdülmelik b. Yezid anlattı. O da Said b. Amr el-Hüzeliden şöyle dediğini rivayet etti: Resulallah  Mekkeyi fethettikten sonra, etrafa askeri birlikler göndermeye başladı. Bu esnada Resulallah  Amr b. el-ası da, Hüzeyl kabilesinin putu olan Süvaı yıkmak üzere gönderdi. O da giderek onu yıktı. Amr şöyle diyordu: Ben o puta vardığımda onun bir hizmetlisi bulunuyordu. Bana, “Ne istiyorsun?” dedi. Ben de, “Süvaı yıkmak istiyorum.” dedim. O da, “Senin onunla ne işin var?” dedi. Ben de, “Resulallah  bana bunu emretti.” dedim. O, “Sen yıkamayacaksın.” dedi. Ben, “Neden?” dedim. O da, “O, kendisini senden koruyacaktır.” dedi. Amr dedi ki: Ben kendisine, “Sen şu ana kadar batıl bir düşünce üzere kalmışsın, yazıklar olsun sana! O, hiç duyar ve görür mü?” dedim. Daha sonra, yaklaşarak onu kırdım, arkadaşlarıma da onun hazinesini yıkmalarını söyledim. Onlar da onu yıkınca, içinde bir şey görmediler. Hizmetliye, “Nasıl gördün?” dedim. O da, “Ben artık Allaha teslim oldum.” dedi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Muhammed b. İsmail b. Müslim anlattı. O da ez-Zühriden rivayet etti. Muhammed b. Ömer dedi ki: Bana ayrıca Abdullah b. Yezid el-Hüzeli anlattı. O da Said b. Amr el-Hüzeliden şöyle dediğini rivayet etti: Resulallah  el-Ciraneden dönünce, hicretin 8. senesinin Zilkade ayının bitimine üç gün kala Medineye geldi. Zilkadenin kalan günleriyle Zilhicce ayını burada geçirdikten sonra, 9. yılın Muharrem ayının hilalini görünce, Araplardan zekatlarını kabul etmek üzere memurlar gönderdi. Bu kapsamda, Amr b. el-ası da zekatlarını kabul etmek üzere Beni Fezareye gönderdi. Bize el-Hasan b. Musa haber verdi. O da Ebu Lehiadan rivayet etti; dedi ki: Bize Mişrah b. Haan anlattı. O da Ukbe b. amirden şöyle dediğini rivayet etti: Resulallah , “İnsanların bazıları Müslüman oldu, Amr b. el-as ise iman etti.” dedi. Bize Amr b. Hakkam b. Ebül-Veddah haber verdi; dedi ki: Bize Şube anlattı. O Amr b. Dinardan, o Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazmdan, o amcasından, o da Nebiden  şöyle buyurduğunu rivayet etti: “asın her iki oğlu da mümindir.” Bize Affan b. Müslim ve Amr b. asım el-Kilabi haber verdiler; dediler ki: Bize Hammad b. Seleme anlattı; dedi ki: Bize Muhammed b. Amr anlattı. O Ebu Selemeden, o da Ebu Hüreyreden Resulallahın  şöyle buyurduğunu rivayet etti: “el-asın iki oğlu olan Hişam ile Amr, mümindirler.” Bize Amr b. asım haber verdi; dedi ki: Bize Nafi b. Ömer anlattı; dedi ki: Bize Abdullah b. Ebu Müleyke haber verdi; dedi ki: Talha b. Ubeydullah şöyle dedi: Ben, Resulallahtan  duyduğumun dışında bir şey anlatmam. O, şöyle buyuruyordu: “Amr b. el-as, Kureyşin salih kişilerindendir.” Bize Yezid b. Harun haber verdi; dedi ki: Bize Ebu Abdullah et- Temimi haber verdi; dedi ki: Yezid şöyle dedi. Ben, Hammad b. Yezidi, sadece Kesir b. Zeydin kendisinden bu hadisi bize naklettiğini, ondan da el-Muttalib b. Hantebin rivayet ederek söylediğini biliyorum. Ayrıca bize Affan b. Müslim haber verdi; dedi ki: Bize Vüheyb anlattı. O Eyyubdan, o İbn Ebu Müleykeden, o da Amr b. Dinardan rivayet etti: Bunlar, Resulallahın  şöyle buyurduğunu söylediler: “Abdullah, Ebu Abdullah ve Ümmü Abdullah, ne iyi birer hane halkıdırlar.” Yezid b. Harun dedi ki: Resulallah  bu kişilerle; Abdullah b. Amr b. el-ası, Amr b. el-ası ve Abdullah b. Amrın annesini kastederek bunları böyle isimlendirdi. Bize Said b. Mansur haber verdi; dedi ki: Bize el-Ferec b. Fedale haber verdi. O Muhammed b. Abdülaladan, o babasından, o da Abdullah b. Amrdan şöyle dediğini rivayet etti: Anlaşmazlığa düşen iki kişi Resulallaha  gelerek durumlarını kendisine arz ettiler. Resulallah  da, “Ey Amr! Bunlar arasında hüküm ver!” dedi. Amr dedi ki: Ben Resulallaha, “Ey Allahın Resulü! Sen hüküm vermede benden daha evlasın.” dedim. O da, “Evet!” dedi. “O zaman ben neye hüküm vereceğim?” dedim. Resulallah , “Eğer sen verdiğin hükümde isabet edersen, sana on hasene vardır, yok eğer ictihat eder de hata edersen, sana bir hasene vardır.” dedi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Ebu Bekir b. Abdullah b. Ebu Sebre anlattı. O Abdülmecid b. Süheylden şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. Şuaybın şöyle haber verdiğini duydum: Kendisi, Amr b. el-asın azadlı bir mevlasından şöyle dediğini duymuş: Necaşinin yanında Müslüman oldum ve Müslüman olarak ona biat ettim. Daha sonra Medineye geldim. Nebinin  huzuruna çıkarak kendisine şunları bildirdim: “Hicreti arzulayarak geldim ve İslamın zühuruna katkıda bulunmak istedim. İslama hizmet noktasında eserimi, İslamın ve Müslümanların mallarında da gözümün olmadığını görmenizi arzuladım. Ancak ne yazık ki aradan, İslama yardımcı olmadığım uzun bir zaman geçmiştir.” Resulallah  da, “İslam, kendisinden önceki hataları kökünden kazımıştır. Ben de inşaallah seni, (seçkin) insanlar arasında elçim olarak göndereceğim.” dedi. Daha sonra Resulallah  ismen sekiz kişiyi, elçi olarak çeşitli yerlere gönderdiğinde, beni de; el-Cülündanın iki oğlu olan Ceyfer ve Abda gönderdi. Bunlar, Ezd kabilesinden idiler. Bunlar arasında kabile reisliğini yapan ise, Ceyfer idi. Resulallah , aynı zamanda benimle onlara bir mektup gönderdi. Bu mektubunda onları İslama davet ediyordu. Mektubu Übey b. Kab yazmış, Resulallah  da onu mühürlemişti. Yola çıkarak Umana vardım. Orada, ilk olarak Abd b. el-Cülündaya ulaşmak istedim. – Bu zat, iki kardeşten en yumuşak huylusuydu.- Bu zatın yanına çıkarak, “Resulallahın  sana ve kardeşine gönderdiği elçisiyim.” dedim. O da, “Kardeşim yaş ve mülk bakımından benden önceliklidir, ben seni onunla buluşturacağım.” dedi. Amr dedi ki: Onun kapısında birkaç gün bekledikten sonra ona ulaşarak Resulallahın  mektubunu kapalı bir şekilde mühürlenmiş olarak kendisine takdim ettim. Mektubun mührünü çözerek baştan sona kadar onu okudu. Sonra onu kardeşine vererek onun da okumasını istedi. O da okuyunca, bana dedi ki: “Ey Amr! Sen kendi kavminin eşrafından olan bir kimsenin oğlusun; senin baban bu durum karşısında ne yaptı?” Ben de, “O, Muhammede iman etmeden öldü, ama ben onun kendisine iman etmiş ve kendisini tasdik etmiş olarak ölmesini isterdim. Allah beni İslama iletinceye kadar, ben de onun gibi düşünüyordum.” dedim. Bana, “Sen ne zamandan beri ona uymaya başladın?” dedi. Ben de, “Yakın zamanda.” dedim. Bu sefer, bana nerede Müslüman olduğumu sordu; ben de, “Müslüman olmuş olan Necaşinin yanında.” dedim. “Peki, onun kavmi yönetimi hakkında ne yaptılar?” dedi. Ben de, “Onlar da kabul ederek ona uydular.” dedim. “Peki, uskuflar ve rahipler de mi ona uydular?” diye sordu; ben de, “Evet!” dedim. Amr dedi ki: Bu zat, önce Müslüman olmaya yanaşmadı. Ben de birkaç gün orada kaldıktan sonra, “Yarın döneceğim.” dedim. Benim, kesin olarak çıkıp gideceğimi anlayınca, İslama Müslüman olmaya olumlu cevap verdi. Kendisiyle beraber, kardeşi de Müslüman oldu; Resulallahı  tasdik ettikleri gibi, halktan zekat toplama ve aralarında hüküm verme konusunda beni kendi halime bırakmakla beraber, bana muhalefet edenlere karşı destek de oldular. Ben de onların zenginlerinden zekat alarak onların fakirlerine dağıtmaya başladım. Ticaretini yaptıkları sürece onların meyvelerinden de sadaka (zekat) kabul ettim. Böylece Resulallahın  vefatını duyuncaya kadar onların arasında kaldım. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize ed-Dahhak b. Osman anlattı. O Mahreme b. Süleyman el-Valibiden, o da İbrahim b. Muhammed b. Talha b. Ubeydullahtan rivayet etti. Muhammed b. Ömer dedi ki: Bize ayrıca Muhammed b. Salih haber verdi. O da Musa b. İmran b. Mennah ve diğerlerinden rivayet etti. Bu ikisinin dışında, başka kimseler de bize anlattı; dedi ki: Amr b. el-as, Resulallahın  Uman valisi idi. Günün birinde Uman Yahudilerinden birisi kendisine gelerek, “Senden bir şey sorduğum takdirde bundan ötürü korkmalı mıyım?” dedi. Amr, “Hayır!” deyince, Yahudi, “Allah aşkına seni bize kim gönderdi?” dedi. Amr da, “Allaha yemin ederim ki, beni Resulallah  gönderdi.” dedi. Yahudi, “Allah aşkına, sen onun Allahın elçisi olduğunu kesin olarak biliyor musun?” dedi. Amr da, “Allaha yemin ederim ki, evet!” dedi. Bu sefer Yahudi, “Eğer dediklerin doğruysa, onun bu gün vefat etmiş olması lazım.” dedi. Amr bunları duyunca, arkadaşlarını yanına topladı ve dağınık bulunan eşyalarını topladıktan sonra, Yahudinin bu söylediklerini yazarak kaydetti. Kendisinin güvenliğini sağlamak üzere Ezd ve Kays kabilesinden olan korumalarıyla beraber, Beni Hanife topraklarına geldi. Bu sefer onlardan korumalar alarak Beni Temim kabilesi topraklarına vardı. Onlardan da korumalar alarak Beni amir topraklarına kadar geldi. Orada Kurre b. Hübeyre el-Kuşeyriye konuk oldu. Kurre, ona büyük ikramlarda bulundu. Amr bineğine binip ayrılacağı sırada Kurre ona, “Benim sana bir nasihatim var; onu dinlemeni isterim.” dedi. Amr, “Nedir?” diye sorunca, Kurre, “Arkadaşınız vefat etmiştir.” dedi. Amr, “Sadece bizim adamımız mı, annesi ölesice!” dedi. Yani “Senin de adamın değil mi?” Kurre sözlerine devamla, “Siz Kureyş topluluğu olarak, kendi hareminizde güven içindeydiniz. İnsanlar her taraftan size doğru geliyorlardı; ancak aranızdan bir adam çıktı ve duyduklarımı söyledi. Daha sonra onun vefatını duyunca, biz üzülmedik ve “Bir takım insanları güden Mudarlı birisi ölmüştür.” dedik. İnsanlar size doğru koşup gelmekte; fakat size bir şey vermemektedirler. Siz yine Hareminize kavuşmaya ve orada güven içinde kalmaya bakın! Eğer bunu yapmayacak olursan, nereye istersen, ben oraya gelirim.” dedi. Amr bundan etkilenerek, “Ben senin bu nasihatlerini tekrar sana iade ediyorum, seninle buluşacağımız yer ise, senin o ananın küçücük evidir. Hangi Arap bizi onunla tehdit edebilirmiş? Yemin ederim ki, gelip seni atlarımın ayaklarıyla çiğneyeceğim!” dedi. Bunun karşısında Kurre, “Ben öyle demek istemedim.” diyerek söylediklerine pişman oldu. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana ed-Dahhak b. Osman anlattı; dedi ki: ez-Zührinin şöyle dediğini işittim: Amr b. el-as Umandayken ona Resulallahın  vefat haberi geldiğinde; (Ben bunun, el-Münzir b. Savanın yanında anlatıldığını gördüm.) Ezd kabilesinden olan korumalar eşliğinde, “Hecer” denilen yere geldi. Sonra Abdülkays kabilesinin korumalarının eşliğinde, Beni Hanife diyarına geldi. Orada Müseylime onun gelişini duyunca onun yoluna çıktı. Amr, yanında Beni Hanifeden olan Sümame b. Üsal bulunduğu halde kendisinden kaçtı. Ancak Müseylime, onun arkadaşlarından olan Habib b. Zeyd b. asım -O, Ümmü Umarenin oğludur.- ile Abdullah b. Vehb el- Eslemiyi, develer arasında saklanmışlarken yakalayarak onlara, “Siz benim Allahın Resulü olduğuma tanıklık ediyor musunuz?” dedi. Bunlardan el- Eslemi onun dediklerini itiraf edince onu demirlere bağlayarak tutukladı. el- Eslemi daha sonra kurtularak Halid b. el-Velidin yanına gitti. Habib b. Zeyde gelince ona da, “Sen benim Allahın Resulü olduğuma tanıklık ediyor musun? “dedi. O da, “Ben duymuyorum” dedi. Bu sefer, “Sen Muhammedin Allahın Resulü olduğuna tanıklık ediyor musun? “dedi. O, “Evet!” deyince; Müseylimenin emri üzerine kollarını omuzlarından, ayaklarını da dizlerinden kestikten sonra onu ateşle yaktı. Ravi dedi ki: Amr b. el-as, Beni Temimden Zibrikan b. Bedr ve Kays b. asım el-Minkarinin göndermiş olduğu korumaları alarak Kurre b. Hübeyreye kadar geldi. Kurre ise, kendi kavminden 100 kişilik bir kuvvetin başında, Amrın korumaları olarak yola çıktı. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Haşim b. asım el-Eslemi anlattı. O da el-Münzir b. Cehmden şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-as, Medineye dönerken insanlardan hep mürted olanlarla karşılaştı. Gele gele, Zülkassaya ulaştı. Bu sırada Medineden çıkıp gelmekte olan Uyeyne b. Bedr ile karşılaştı. O, bu sırada Ebu Bekire uğramıştı. Onunla görüşmekten dönüyordu. Uyeyne, Amra şöyle diyordu: “Eğer bize bir şeyler yaparsan, senin yerine, biz arkamızdakinin hakkından geliriz.” dedi. Amr, “Senin arkandaki nedir?” dedi. Uyeyne dedi ki: “O, halkın idaresini üstlenen İbn Ebu Kuhafedir. Ebu Bekirdir. Ey Amr! Bizler ile sizler eşitlendik!” dedi. Amr, “Ey Mudarın habislerinin çocuğu! Yalan söylüyorsun.” dedi. Amr Medineye geldiğinde, karşılaştığı durumları ve Kurre b. Hübeyre ile Uyeyne b. Bedrin söylediklerini Ebu Bekire anlattı. Ebu Bekir de, Halid b. el-Velidi Ehl-i Riddeye dinden dönenlerin üzerine gönderdiğinde Amr, Halidin yanına gelerek şöyle demeye başladı: “Ey Ebu Süleyman! Kurre b. Hübeyre senin elinden kurtulmamalı!” dedi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Ebu Bekir b. Abdullah b. Sebre anlattı. O İsa b. Umeyle el-Fezariden, o da babasından şöyle dediğini rivayet etti: amiroğulları mürted olmadıkları gibi onlara yardım da etmemiş olarak Halid b. el-Velide geldiklerinde, durmuş vaziyetteyken, Halid onlara, “Kurre b. Hübeyre el-Kuşeyri nerededir?” diye sorunca o, “İşte ben buradayım.” dedi. Halid, birilerine, “Onu getir de boynunu vur!” dedi. Sonra ona, “Amr b. el-asa şöyle, şöyle söyleyen ve Müslümanlara tuzak kuran sen değil misin?” dedi. O da dedi ki: “Ey el-Muğirenin oğlu! Benim, Amr b. el-as katında bir tanıklığım vardır.” dedi. Halid, “O, zaten senin söylediklerini Halifeye aktardı.” dedi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Muhammed b. Abdullah anlattı. O ez-Zühriden, o Ubeydullah b. Abdullah b. Utbeden, o da İbn Abbastan şöyle dediğini rivayet etti: Halid, Uyeyne b. Bedr ile Kurre b. Hübeyreyi bağlayarak Ebu Bekire gönderdi. Onlar da elleri bağlı bir şekilde Medineye getirildiler, Ben Uyeyneye baktım elleri bir iple boynuna bağlanmış bir şekilde Medine çocukları, yaprakları soyulmuş hurma dallarıyla onu dürterek ve ona vurarak, “Ey Allahın düşmanı! İmanından sonra inkarcı mı oldun?” diyorlardı. O da, “Vallahi ben hiçbir zaman iman etmiş değildim.” diyordu. Ravi dedi ki: Bu sefer Kurre b. Hübeyre getirildi; dedi ki: “Ey Resulallahın  Halifesi! Ben hiçbir zaman inkarcı olmadım. Amr b. elasa sorun, Umandan geldiği gecelerde, kendisini 100 kişilik bir kuvvetle koruduğuma ilişkin kendisi katında bir tanıklığım vardır. Bundan önce kendisini ağırlayarak ona kurban kesmiştim.” Ebu Bekir de Amra durumu sorunca, Amr dedi ki: “Ben onun yanında konaklamıştım. O zamana kadar kendisinden daha iyi bir mihmandar görmemiştim. Medineye gelmekte iken o, beni yalnız bırakmayarak korumalarıyla beraber benimle yola çıktı.” Daha sonra Amr onun dediklerini anlatınca, Kurre, “Vazgeç ey Amr!” dedi. Amr ise, “Sen vazgeçersen ben de vazgeçerim.” dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir onu affederek ona bir emanname yazdı. Uyeynenin de mazeretini kabul ederek onun için de bir emanname yazdı. Bize Muhammed b. Ömer haberdi, dedi ki: Bana Abdullah b. Vabisa el-Absi anlattı. O babasından, o da dedesinden şöyle dediğini rivayet etti: Ridde olayları sırasında kendisine yardımcı olmak üzere Halid b. el-Velid ile beraber bulunuyorduk. Kendisi Medineye dönünce, beraberindeki Araplar da memleketlerine döndüler. Abs ve Tay kabileleriyle Esed kabilesinden olanlar da kendi evlerine döndüler. Ta ki, Şama yönelik seferberlik ilan edilince onlar Medineye geldiklerinde Ebu Bekir orduyu üç komutanı arasında bölüştürerek üç fırkaya ayırdı. Bunlar Amr b. el-as, Şürahbil b. Hasene ve Yezid b. Ebu Süfyan idi. Ordu, bu üç komutanın yönetiminde, Şama gitti. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Abdülcebbar b. Umare anlattı. O da Abdullah b. Ebu Bekir b. Muhammed b. Amr b. Hazmdan şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Bekir orduyu toplayarak Şama göndermek isteyince, Ebu Bekirin valilerinden ilk gazaya çıkan, Amr b. el-as oldu. Ebu Bekir kendisine, Filistine gitmek üzere Eyle yolundan gitmesini emretti. Amr da, başlarında Said b. el-Haris es-Sehminin bulunduğu öncü bir kuvveti, oraya gönderdi. Onun sancağını da el-Haccac b. el-Haris es-Sehmiye teslim etti. Amr ile beraber yola çıkan askerleri, 3.000 kişi idi. Onlar arasında, birçok Muhacir ve Ensardan olan insanlar vardı. Ebu Bekir de Amrın kafilesi ile beraber çıkarak ona şöyle tavsiyelerde bulunuyordu: “Ey Amr! Açık ve gizli olan her işinde Allahtan sakın ve ondan daima haya et. Zira O, seni de senin amellerini de görmektedir. Seni, senden önce Müslüman olmuş olanların ve senden daha çok İslama ve Müslümanlara faydası dokunmuş olanların başına getirdiğimi gördün. Sen, elinden geldiğince, ahiret işçilerinden birisi olmaya çalış. Yaptığın her şeyi Allah rızası için yapmaya gayret et. Beraberinde olanların babası ol, onlara bir baba gibi davran onların sırlarını açığa vurma! Onların görünürdeki durumlarıyla yetin, işinde ciddi ol. Düşmanla karşılaştığın zaman dirayetli ol ve korkaklık gösterme. İhanetlerin üzerine yürü ve hainleri cezalandır. Arkadaşlarına öğüt verince, özlü konuş, nefsinin ıslahına çalış! Böylece maiyetindekiler, onu uzun bir tavsiye olarak algılayarak kendilerine çeki düzen verir ve kendilerini onunla sorumlu tutarlar.” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Abdülhamid b. Cafer anlattı. O da babasından şunu rivayet etti: Ebu Bekir, Amr b. el-asa, “Seni uğrayacağın Beli, Uzre, ve Kudaa kabilesinin diğer boyları ile orada geri kalan diğer Arap boylarına vali olarak atadım. Onları Allah yolunda cihat etmeye davet ederek onlara teşviklerde bulun. Eğer bu konuda sana uyarlarsa, onların binek ve azıklarını temin ederek onları birbiriyle yoldaş et. Her bir kabileye büyüklüğüne ve mertebesine göre muamele et!” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Üsame b. Zeyd anlattı. O Muaz b. Abdullah b. Hubeybten, o da kendi kabilesinden olan bazı adamlardan şöyle dediklerini rivayet etti: Ebu Bekir; Amr b. el-as, Yezid b. Ebu Süfyan ve Şürahbil b. Hasene olmak üzere üç kişiyi Şama gidecek olan orduya komutan olarak tayin etti. Halk Ordudaki askerler bir araya geldiği zaman, Amr b. el-as, hepsine imam oluyordu. Ayrıldıkları zaman ise, herkes, kendi arkadaşlarının başında bulunuyordu. her komutan kendi birliğine komuta ediyordu. Ebu Bekir, Halid b. el-Velide mektup yazarak Amra yardımcı olmasını istedi. Halid bunun üzerine Amra yardımcı oldu. Ecnadin ve Fihl savaşlarıyla fethedilinceye kadar Şam kuşatması günlerinde tüm insanların askerlerin emir ve komutası Amr b. el-astaydı. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Musa b. Muhammed b. İbrahim b. el-Haris et-Teymi anlattı. O da babasından şöyle dediğini rivayet etti: Amr, Şamın fethi esnasında, düşman tarafın çokluğunu görünce, Ebu Bekire mektup yazarak Rumların ve etraftan topladıkları askerlerin kalabalığını bildirerek kendisinden yardım istedi. Ebu Bekir de yanında bulunan Müslümanlarla konuyu istişare etti. Bunun üzerine Ömer, “Ey Resulallahın  halifesi, Halide mektup yazın; onun, beraberinde askerlerle birlikte, Amrın yanına gitmesini isteyin; bu şekilde Halid ve arkadaşları, Amra yardımcı olmuş olurlar.” dedi. Ebu Bekir de, Ömerin dediği gibi yaparak, Halide bu şekilde hareket etmesi için bir mektup gönderdiği. Halid mektubu okuyunca, “Bu Ömerin işidir; o, benim kıskanarak benim vasıtamla Irakın fethedilmesini istememektedir. Bunun için beni, Amr ve arkadaşlarına yardımcı olarak göndermekle onlar gibi sıradan bir asker olmamı istemektedir. Eğer bir fetih gerçekleşirse, biz buna ya ortak olmuş olacağız veya ben oradaki komutanlardan birisinin komutasına girmiş olacağım. Böyle bir fethin sonucunca, Ebu Bekirin katında benim değil de, emrinde bulunduğum kişinin adı anılacaktır.” dedi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Abdülhamid b. İmran b. Ebu Enes anlattı. O, el-Muttalib b. es-Saib b. Ebu Vedaadan şöyle dediğini rivayet etti: Ebu Bekir es-Sıddık, Amr b. el-asa mektup yazarak şöyle dedi: “Ben Halid b. el-Velide, sana yardımcı olmak üzere, yanına gelmesini yazdım. Yanına geldiği zaman onunla iyi bir arkadaşlık kur; ona karşı rekabet etme! onunla boy ölçüşme! Ondan habersiz, bir şeye kesin karar verme! Benim, gerek ona ve gerekse başkasına göre sana öncelik vermiş olmamdan dolayı onlarla müşavere et, onlara muhalefet etme!” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Sad b. Raşid anlattı. O Atiye b. Kaystan, o da Beytülmakdisin müezzini olan Ebül-Avvamdan şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah b. Amr b. el-asın Beytülmakdis hakkında şöyle dediğini işittim: “Biz 20.000 kişilik bir kuvvetle el-Ecnadin olayında bulunduğumuzda ordunun başında Amr b. el-as bulunmaktaydı. Allah onları hezimete uğratınca onlar dağılıverdiler. Ömer b. el-Hattabın döneminde, halkın bir kısmı Fihl denilen yere döndü. Bunun üzerine Amr b. el-as, onların üzerine yürüyerek, onları oradan sürdü. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Abdülhamid b. Cafer anlattı. O da babasından şöyle dediğini rivayet etti: Müslümanların emirleri komutanları Şama yürüyünce, Hicaz bölgesine yakın Gazze köylerinden Sadin denilen bir köyde konakladılar. Orada onları Rum patriklerinden birisi karşıladı ve komutanlardan birisinin, kendisiyle konuşmak üzere, yanına gelmesi için bir haber gönderdi. Komutanlar, bu konuyu kendi aralarında görüşerek Amra, “Sen bu işe elverişlisin.” dediler. Bunun üzerine, Amr da patriğin yanına çıkınca, patrik ona, “Hoş geldin.” dedikten sonra, onu da kendisine ait tahtın üstünde yanına oturttu. Patrik, Îs b. İshak b. İbrahim b. İsmail b. İbrahim vasıtasıyla kendisiyle Amr arasında bir akrabalık alakası kurdu. Amr onunla konuşurken, kendilerinin İslama girmelerini teklif etti. Aksi takdirde küçülmüş olarak kendi elleriyle cizye vermek durumunda kalacaklarını bildirdi. O ise İslama girmeyi kabul etmeyerek dininden ödün vermedi. Amr da buna karşılık, “Senin kılıçtan başka mazeretin kalmadı.” dedi. Daha sonra birbirlerinden ayrılmalarının akebinde aralarında büyük bir savaş meydana geldi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Abdullah b. Cafer anlattı. O Abdülhakim b. Suheybten, o da Cafer b. Abdullah b. Ebül-Hakemden şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-as, bir grup arkadaşıyla Gazze Patriğinin yanına çıktığında, üzerinde demir pası bulunan bir kaftan ile başında siyah bir sarık, elinde bir mızrak ve sırtında bir kalkan vardı. Patrik onu bu şekilde görünce gülerek, “Silahlı bir şekilde yanımıza gelmekle ne demek istiyorsun?” dedi. O da, “Senden farklı insanlarla karşılaşmaktan ardındakini görüp de (amacını anlayıp da), bunda kusur yapmış olmaktan endişe etmiştim de ondan.” dedi. Patrik arkadaşlarına dönüp baktı ve işaret parmağıyla orta parmağını birleştirerek onlara el işareti yaptı. Daha sonra Amre, “Hoş geldiniz!” diyerek onu kendi tahtının üstünde, yanı başında oturtup, kendisiyle uzun uzadıya konuştu. Bunun ardından Amr kendisiyle tartışarak onu İslama davet etti. Patrik onun sözünü, beyanını ve edasını görünce, Rumca, “Ey Rum topluluğu! Sadece bu gün bana itaat edin de, daha sonra isterseniz bir asır boyu bana isyan edin. Bu adam kendi toplumunun eşrafındandır. Görmüyor musunuz? Nasıl ben bir kelime konuşunca o, derhal kendiliğinden cevap vermekte ve hiçbir şekilde, “Ben arkadaşlarıma danışayım, bana söylediklerini onlara da arz edeyim.” demiyor. Onu yanımızdan ayrılmadan öldürmekten başka bir çare yoktur. Araplar aralarında anlaşmazlığa düşerek ittifakları gevşer ve bizimle savaşma konusunda sakinleşirler.” Bunun üzerine, etrafında bulunan Rumlar, “Bu isabetli bir görüş değildir.” dediler. Amr ile beraber arkadaşlarından Rumca bilen bir adam da girmişti. Bu adam, Patriğin dediklerini Amra iletti. Patrik tekrar Amra dönerek, “Aranızda senin kadar beyanı ve edası güzel başka bir arkadaşınız var mıdır?” diye sorunca, Amr, “Arkadaşlarım arasında ifadesi en bozuk ve edası en düşük olan benim. Arkadaşlarım arasında öyleleri var ki, kendisiyle konuştuğunda benim burada olmadığımı anlarsın.” dedi. Patrik, “Kendisiyle konuşmak üzere, beyan ve söz edasında en ileri olanınızı bana göndermenizi arzuluyorum.” dedi. Amr da, “Olur!” dedi. Amr patriğin yanından çıkınca, patrik arkadaşlarına, “Ben görüşünüze katılmayacağım; onların adamları yanıma girdiğinde boynunu vurduracağım.” dedi. Amr kapıdan çıktıktan sonra, tekbir getirerek, “Ben bir daha asla böyle bir şey yapmayacağım.” dedi. Karargahına gittiğinde, arkadaşları onun etrafında toplanarak kendisine durumu sordular, o da kendisiyle patrik arasında geçenleri onlara bildirdi. Topluluk askerler bu durumu önemseyerek bu işin sorunsuz bitmesini lütfeden Allaha hamd ettiler. Amr durumu Ömere mektupla bildirince, Ömer karşılığında kendisine şöyle bir mektup yazdı: “Allahın bize yaptığı ihsanından ötürü hamd olsun. Sakın bu durumdan ötürü, kendin veya Müslümanlardan herhangi birisiyle gururlanma! Onlardan gayr-ı Müslim bir kölenin seninle konuşmasına müsaade etme ki, onun gailesinden güvende kalasın, böyle art niyetli olanlar için de moral bozucu olsun.” Amr, Ömerin mektubunu okuyunca, “Ömerin raiyetine merhametli olduğu kadar, en merhametli bir baba dahi, çocuğuna merhametli olamaz!” dedi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Musa b. Muhammed b. İbrahim anlattı. O da babasından şöyle dediğini rivayet etti: Yermuk savaşı esnasında Amrın bayrağını oğlu Abdullah taşımaktaydı. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Ömer b. Muhammed anlattı. O Amr b. Şuaybtan şöyle dediğini rivayet etti: Yermuk savaşı esnasında Amrın bayrağı siyah renkliydi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Abdullah b. Cafer anlattı; dedi ki: Bana Abdülvahid b. Ebu Avn anlattı. O da Musa b. İmran b. Mennahtan şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-as, Yermuk gününde, insanların bayrak sahibinin etrafından açıldıklarını görünce, bizzat kendisi sancağı eline alarak ilerledi ve şöyle bağırmaya başladı: “Ey İslam topluluğu! Bana gelin” deyip öne doğru çarpışarak ilerlerken, “Siz de benim yaptığım gibi yapın!” diyordu. O, bayrağı kaldırdığında, üzerinde sanki kuşların kanlı dillerinin izleri vardı. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Yakup b. Muhammed anlattı. O Abdülmelik b. Müslimden, o Yala b. Şeddaddan, o da babasından şöyle dediğini rivayet etti: Müslümanlar, Ömer b. el-Hattabın el-Cabiyeye gelmekte olduğunu duyduklarında, Ordu komutanları olan Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, Amr b. elas ve Yezid b. Ebu Süfyan birlikte onu karşılamak üzere yola çıktılar. Medineye yakın bir mesafede bulunan el-Cabiyenin gerisindeki bir mevkide kendisiyle karşılaştılar. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana el-Mufaddal b. Fedale el-Kayni anlattı. O Ayyaş b. Abbas el-Kıtbaniden rivayet etti. Muhammed b. Ömer dedi ki: Ayrıca bana Salih b. Keysandan işiten birisi anlattı. O Yakup b. Utbeden, o da Mısır halkından olan bir şeyhten şunu rivayet etti: Amr b. el-as, Ömerin Filistin ve civarının valisi olarak bulunuyordu. O, arkadaşlarına Mısıra gitmek üzere çağrıda bulundu. Böylece Amr, oğlu Abdullah b. Amrı yerine vekil bırakarak Ömerden habersiz olarak 3.500 kişiyle Mısıra doğru yola çıktı. Muaviye b. Ebu Süfyan da Ömere bir mektup yazarak Amrın arkadaşlarıyla beraber Mısıra gidişlerini kendisine bildirdi. Mektup Ömere ulaşınca canı sıkıldı. Hemen Ukbe b. amir el- Cüheniyi çağırarak ona bir mektup verip kendisine, “Çabuk git ve Amrı bulduğun yerde bu mektubu ona ver!” dedi. Ukbe, Mısır topraklarına bakmakta olduğu bir sırada bineğini hızlandırarak ona ulaştı. Amr ona malını ve onları nasıl bırakıp geldiğini sordu. Mektup Ukbenin elinde iken Mısıra girinceye kadar onu Ukbenin elinden almak istemedi. Birileri kendisine “Burası artık Mısır topraklarıdır.” deyince, “Allahım! Bize Mısır topraklarını mübarek bereketli kıl.” diyerek bineğinden indi ve “Emirül- Mümininin mektubunu getir!” dedi. Onu sakin bir şekilde okuduktan sonra kendisine iade ederek onun da okumasını istedi. Ömer mektubunda şöyle diyordu: “Bismillahirrahmanirrahim Durum şu ki; Benden habersiz arkadaşlarını alıp istediğin yere götürmekle bana karşı gösterdiğin cesaretten; rüştünün, akıl ve tecrübenin şu anda seninle beraber bulunmadığı anlaşılmaktadır. Allaha yemin ederim ki, eğer Müslümanların gözünden düşeceğini düşünmeseydim, bir adam göndererek, ulaştığı yerde hemen seni yaya olarak veya en zahmetli bir bineğe bindirerek buraya getirtirdim de bu sana yaya yürümekten de güç gelirdi. Basit bir amaçla milleti seferber ederek yola çıkıyorsun. Eğer annen bu insanların ardından hasret çekmiş olsaydı, sen bunların başına geçerek onları böyle yürütmezdin. Yazıklar olsun sana! Bu Müslümanlardan birisinin başına bir şey gelmiş olsa, onun helakine sen sebep olduğun gibi, kendin de helak olursun. Mektubum sana ulaşır ulaşmaz, beraberinde olan insanlarla geri dönerek ikinci bir emrim gelinceye kadar işine bakmaya devam et!” Ravi dedi ki: Mektubu, okuyup sona gelince, Amrın yüzünün rengi değişti. Ravi dedi ki: Biz Mısır topraklarına girerek el-Ferema denilen yere vardığımızda, orada savaşa hazırlanmış bir toplumla karşılaştık. Amr, onlarla savaşarak onları mağlup etti. Daha sonra ilerleyerek Füstata vardı. Orada da savaşa hazırlanmış, kalelerinin etrafına hendek kazmış bir topluluk görünce, hendeğin gerisindeki bir yere indi. Ömer b. el-Hattab, Amr bu kaleyi kuşatmaktayken, Zübeyir b. el- Avvamı, 10.000 kişilik bir kuvvetle onun yardımına gönderdi. Burada günlerce savaştıktan sonra, düşman kaçarak kaleye girip kapılarını üzerlerine kilitlediler. Zübeyir dedi ki: “Bunlar kalelerine sığınınca Müslüman askerlerin ayağa kaldırılması gerekiyordu. Bunun için bir merdivenin getirilmesini emredip merdiven hazırlanınca onu, kalenin duvarına dayayarak duvarın üstüne çıkıp tekbir getirdi. Ardından Müslümanlar da tekbir getirmeye başladılar. Kendisi kaleye girince ardından Müslümanlar da girdi. Böylece kale savaşla fethedilmiş oldu. Müslümanlar da kalenin içindeki her şeyi kendilerine mübah gördüler. Böylece tüm o mallar, Müslümanlara ganimet olarak ayrılmış oldu. Daha sonra Amr b. el-as, onları cizye ve haraç vermekle yükümlü tutmak üzere onlarla bir anlaşma yaptı.” Daha sonra Amr b. el-as, Ömere mektup yazarak; Allahın müyesser kıldığı fetih müjdesini verdi; kendisinin, beraberindeki Müslümanlarla Ukbe b. amir el-Cüheninin selamet haberini bildirdi. Ömer de buna sevinip Allaha hamd ederek şöyle dedi: “Bilmiş ol ki, bundan önce yanımda makbul bir kişi olmaktan çıkmıştın, sen sen ol! Bir daha benim haberim olmadan kendi başına bir iş yapma! Ancak yanındaki Müslümanların başına gelebilecek acil bir olumsuz durum olursa, durumu onlara hemen bildirip harekete geçirmelisin.” Amr b. el-as da Ömere şöyle bir mektup yazdı: “Amr b. el-asdan sana selam olsun. Kendisinden başka hiçbir ilahın olmadığı Allaha olan hamdimi sana iletirim. Bundan sonra: Emirül- Mümininin mektubunu aldım ve kınanmamı gerektirecek davranışımdan ve bana izafe ettiği tedbirsizlikten dolayı beni azarlayan ifadelerini okudum. Her ne kadar sana danışmadığım bazı şeyler olmuşsa da, bu, kolladığım bir fırsat ve temenni ettiğim bir galibiyetten dolayı oldu. Allah da bize bu zaferi ve selameti nasip etti. Bundan dolayı Allaha hamd ediyoruz. Bundan sonra ise, bir daha emrine muhalif bir şey yapmayacağım. Bütün güç Allahtandır. Allahın selamı ve rahmeti, üzerinize olsun.” Amr b. el-as bir müddet Mısırda kaldıktan sonra, İskenderiye halkı üzerine gitmeye ilişkin Ömerden izin istedi. Ömer de beraberindeki Müslümanlarla beraber onların üzerine yürümesine izin verdi. Bunun üzerine Amr b. el-as, Harice b. Huzafe el-Adeviyi Mısırda vekil bırakarak, hicretin 21. yılında, Abdullah b. Huzafe es-Sehmiyi öncü olarak onlara karşı gönderdi. İskenderiye halkı, kendilerinden başka Rum ve Kıptileri de bir araya toplayarak Amrın asla İskenderiyeye giremeyeceğini kendisine bildirerek büyük bir orduyla Amrın karşısına çıktılar. Böylece aralarında şiddetli bir çarpışma meydana geldi. Sonunda Allah onları hezimete uğrattı. Daha sonra İskenderiyeye yakın el-Kiryevn denilen mevkiye kadar geldiler. Burada da İslam ordusuyla Rumlar arasında büyük savaş meydana geldi. Bu esnada Amr b. el-as, burada korku namazı kıldı. Amr ilerleyerek İskenderiyeye kadar gitti. İskenderiye Mukavkısı Amra haber göndererek barış anlaşması yapmak üzere Rum hükümdarına danışmak için kendilerine bir yıllık süre tanımasını istedi. Amr reddedince, bir aylık süre istediler. Amr, bir saatlik bir süre dahi vermeyeceğini onlara bildirerek onlarla şiddetli bir çarpışmaya girdi. Sonuçta İskenderiyeyi kılıç zoruyla fethederek onların mallarını ganimet alarak Müslümanlar arasında paylaştırdı. Daha sonra burada, başlarında Abdullah b. Huzafenin olduğu bir askeri birlik görevlendirerek buradan ayrıldı. Amr, Muaviye b. Hudeyci Ömere göndererek İskenderiyenin fethini kendisine bildirdi. Ravi dedi ki: İskenderiyenin fethini duyan Kostantin b. Hirakl, Menuyel adındaki bir hadımını 300 kişilik bir süvari birliğin başında İskenderiyeye gönderdi. Bunlar orada kalan Müslüman birliklerinden bir kısmını kılıçtan geçirirken, bir kısmı da oradan kaçmak durumunda bıraktılar. Bu arada İskenderiye halkı da idareyi tanımadığını bildirdi. Bu durum Amr b. el-asa ulaşınca, Müslümanlara çağrıda bulunarak 15.000 kişilik bir kuvvetle yola çıkarak İskenderiye halkının üzerine yürüdü ve onlara karşı mancınıklar kurdu. Onlarla şiddetli bir çarpışmaya girdi. Sonunda onları mağlup ederek şehir surlarını yıktı. Rivayete göre Amrın bizzat yıkıma katıldığı görülmüştür. Bize Abdullah b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Abdullah b. Nafi anlattı. O da Amr b. el-Haristen şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-as her yıl, İskenderiye halkının cizye ve haracından ihtiyacı kadarını alıkoyduktan sonra kalanını Ömer b. el-Hattaba gönderirdi. Daha sonra Amr b. el-as, haraç göndermede gevşeklik yapınca, Ömer kendisine bir mektup göndererek onu, bu tutumundan dolayı kınayarak ve sıkıştırarak şöyle dedi: “Ey Ebu Abdullah! Hak ile bir şeyin senden alınmasından veya sana verilmesinden üzülme! Zira hak, çok açıktır. İfade etmede zorluk çektiğin şeyleri bana bırak! Artık gizlilik aşikar olmuştur.” Amr b. el-as da Ömerin mektubuna karşılık ona şöyle bir cevap yazdı: “Bölge halkı, mahsullerinin yetişmesini beklemektedirler. Müslümanların haline baktım da, onlara şefkat etmenin, onları sıkıştırıp da geçinmekte oldukları ihtiyaç maddelerini satmak mecburiyetinde bırakmaktan daha hayırlı olacağını düşündüm. Ey Emirül-Müminin! Ben işin gerçeğini söylüyorum. Selamlar.” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Ebu Bekir b. Abdullah b. Ebu Sebre anlattı. O Musa b. Cübeyrden, o da Medine halkının yaşlılarından şöyle dediklerini rivayet etti: Ömer b. el-Hattab, Amr b. el-asa şöyle bir mektup yazdı: “Bundan sonra… Ben, benden önce tutulan divanda askerler için tutulan defterde adı geçen kişiler ile onların çocuklarına, ayrıca Yemen halkından yoksulluktan dolayı Medineye yanımıza gelenlere, bu durumda olup başka şehirlerden yanına gelenlere veya başka şehirlere gidenlere nafaka vermeyi kararlaştırdım. Yanında ikamet edip de kendisine nafaka bağladığım kimselere ve çocuklarına bak ve onlara iyilikte bulun; yanında ikamet edip de nafaka bağlamadığım aynı durumdaki kişilere ise, benim nafaka bağladığım gibi, sen de onlara nafaka bağla! Kendin için 200 dinar al. Bu miktar, Bedire katılan Muhacir ve Ensara verilen meblağdır. Senden başka emsaline verdiğim maaşı, bu miktara ulaştırmadım. Müslümanların valilerinden olduğun için sana en yüksek miktarı verdim. Senin bir takım erzaka ihtiyacının olduğunu biliyorum. Haracı biriktirince onu ondan al! Bundan sonra, topladığın haraca dokunma! Ondan Müslümanların ve çocuklarının nafakasıyla kendi zaruri ihtiyacını çıkardıktan sonra bir şey artarsa, onu bana gönder. Senden önce Mısır arazilerinde beşte bir (humus) vergisi yoktu. Oralar sulh arazileri olduğundan, o arazilerin gelirinden Müslümanlar için haraç vardır. Suğurlarında yaşayan en zenginlerinden almaya başla, onları işlerinde serbest bırak. Bu haraçtan arta kalanı, Allahın ismini anan herkese dağıt! Ey Amr! Bil ki, Allah seni ve davranışlarını görmektedir. Senin açık hallerini bildiği gibi, gizli hallerini de bilmektedir. Böylece yaşayışın ve davranışınla halkın kendisine uyabileceği güzel bir örnek ol! Zira Yüce Allah, “Bizi muttakilere rehber kıl!” buyurmakla bizlerin insanlara örnek olmamızı murad etmektedir. Senin yanındakiler ehl-i zimmet ve ehl-i ahittir. Resulallah da  onlara ve Kıptilere iyi davranmayı tavsiye etmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Kıptilere iyi davranmayı birbirinize tavsiye edin. Zira onların, koruma ve merhamet hakları vardır.” Sen de onlara merhametli davran, zira İsmailin annesi onlardandır. Yine Resulallah  buyurdu ki: “Kim antlaşmalı birisine zulmeder de, gücünün dışında onlara bir mükellefiyet yüklerse, kıyamet gününde onlara davacı olurum.” O halde ey Amr! Resulallahın  sana davacı olmasından sakın! Zira o, kime davacı olursa onu mağlup eder. Yemin olsun ki, ey Amr! Ben bu ümmetin yönetimiyle sınava tabi tutuldum. Kendimde bir zafiyet ve kemiklerimde bir incelme hissetmekle beraber raiyetim çoğalarak yaygınlaştı. Bu nedenle henüz daha ifrata kaçmadan Allahın beni katına almasını arzuluyorum. Yemin ederim ki, senin katı davranışından ötürü bir devenin bile ölmesinden dolayı Kıyamet gününde sorumlu tutulacağımdan endişe etmekteyim.” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize el-Velid b. Kesir anlattı. O Yezid b. Ebu Habibten, o da Ebül-Hayrdan şöyle dediğini rivayet etti: Müslümanlar Mısırı fethettiğinde Amr b. el-as, çevredeki köylere haber göndererek İslam devletine bağlanmadıkları takdirde onları atlarının ayağı altında ezeceğini bildirdi ve onların üzerine, el-as b. Vailin anne bir kardeşi olan Ukbe b. Nafi b. Abdülkaysı gönderdi. Böylece Amr b. elasın atlıları en-Nube denilen yere Rumların yazın savaşa çıktıkları gibi, savaşa çıktılar. Sonunda en-Nube topraklarına girdiklerinde, Müslümanlar, ilk günden şiddetli bir çarpışmayla karşılaştılar. Bunun üzerine onları ok yağmuruna tuttular. Böylece onların ekseriyeti yaralanıp birisinin gözü çıktı. Bu nedenle bu okçular, el-Hadak okçuları olarak adlandırıldılar. Bu durum Osman b. Affanın, Abdullah b. Sad b. Ebu Serhi Mısıra vali olarak tayin edinceye kadar devam etti. Sonunda en-Nube halkı ondan barış ve sözleşme teklifinde bulundular. O da onlara olumlu cevap vererek cizye karşılığı olmaksızın yılda Müslümanlara 300 büyük baş hayvan hediye etmeleri, Müslümanların da buna karşılık onlara yiyecek yardımında bulunmaları üzerinde anlaştılar. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Şürahbil b. Ebu Avn anlattı. O da Abdullah b. Hübeyrenin şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-as İskenderiyeyi fethedince, askerleriyle beraber, Mağribe doğru ilerleyerek Berkaya kadar ilerledi. Oranın halkıyla 13.000 dinar cizye vermeleri ve bu kapsamında, çocuklarından istediklerini cizye bedeli olarak verebilecekleri şartıyla anlaşma yaptı. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Amr b. el-as, Ömere mektup yazarak, kendisinin Ukbe b. Nafii yerine vekil bıraktığını, kendisinin ise, Zevileye ulaştığını, Berka ile Zevile arasındaki bölgede barışın tesis edildiğini, Müslümanların zekat vermeye, antlaşmalıların da cizye vermeye razı olduklarını, Berka halkıyla bir anlaşma yaptığını, Zevile ile aralarında verebilecekleri bir miktar üzerinde anlaşmaya vardıklarını, memurlarına zengin Müslümanlardan zekatlarını alarak fakirlerine vermelerini, cizye ehlinden alınan mal veya paralardan onlar arasında taksim etmeden kendisine getirmelerini emrettiğini, yine Müslümanların ticaret mallarından öşrün dörtte biri, yağmurla sulanan ekinlerinden onda bir, yer altı sularıyla sulananlardan ise, öşrün yarısı alınmasını, zimmet ehlinden üzerinde anlaşılan miktarın alınmasını, bunlardan meblağ belirlenmeden anlaşma yapılanlardan ise verebilecekleri miktarın alınmasını emrettiğini kendisine bildirdi. Ömer de, Amrın görüşlerini tasvip ettiğine ilişkin ona mektup yazarak kendisine şu talimatı verdi: “Onlarda iktisadi bir güçsüzlük gördüğün takdirde, vergilerini hafiflet ve onların cizyelerini Müslümanların Beytülmalına gönder!” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi. O Şürahbil b. Avndan o da Ebu Bekir b. Abdurrahman b. el-Misver b. Mahreme ve başkalarından şunları rivayet etti: Amr b. el-as, Atrablüse yürüyerek orayı fethetti. Ömere mektup yazarak bu durum ile beraber Atrablüs ile İfrikıyye arasındaki mesafenin dokuz gün olduğunu, oranın mal ve madenlerinin çok olduğunu ve halkının bunların gelirinden oldukça az bir miktar verdiklerini, eğer Emirül- Müminin izin verirse, Müslümanların oraya gireceğini kendisine bildirdi. Ömer de ona mektup yazarak orasının İfrikıyye olmayıp terk edilmiş ve mağdur edilmiş farklı bir mıntıka olduğunu, kendisi hayatta olduğu sürece hiçbir Müslümanın oraya savaş açmayacağını bildirdi. Böylece Ömer, oraya gazaya gidilmesine ilişkin ona izin vermedi. Amr b. el-as ise, bir grup atlıyı İfrikıyyenin en uzak köylerine göndererek oradan ganimet alarak dönüyorlardı. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Hişam b. Sad anlattı. O Yahya b. Abdullah b. Maliküddardan, Ömerin Amra mektup yazdığını rivayet etmiştir: Ömer, bu mektubunda ekin arazisi bulunmayan ve halkının imkanlarının kısıtlı olduğu Medineye deniz yoluyla gıda maddeleri göndermesini, ihtiyaç durumlarıyla aile efradı durumlarına göre yiyecek maddelerinin Müslümanlar arasında taksim edilmesi için de, gemilerin Bevela denilen sahildeki mevkide demir atmalarını istedi. Amr, yirmi gemi yükü gıda maddesi gönderip her bir gemide de, yiyecek maddeleriyle dolu aşağı yukarı üç bin küp bulunmaktaydı. Nihayet gemiler, bu gün liman olarak kullanılan el-Car denilen yere vardı. Gemilerin geliş haberi Ömere (r) ulaşınca, Resulallahın  ashabının büyükleriyle beraber sahile gelerek gemilere baktı ve gemilerin yüzerek Müslümanların ihtiyaçlarını Medineye getirmek üzere denizi kendilerinin hizmetine veren Allaha hamd etti. Daha sonra el-Carın reisine, bu gelen malları teslim alarak onları korumasını emretti. Ömer (r) gelen gıda maddelerini Müslümanlar arasında taksim etti. Ömer, alınan bu mallara ilişkin el-Car halkına alındı belgesi doldurarak gönderdi. Çünkü onlar gemilerden mal indirip teslim alıyorlardı. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Üsame b. Zeyd b. Eslem anlattı. O babasından, o da dedesinden şöyle dediğini rivayet etti: Ben, Amr b. el-asın bir gün Ömeri hatırlayıp ona rahmet diledikten sonra şöyle dediğini duydum: Ben, Allahın Nebisi  ile Ebu Bekirden sonra Ömer kadar Allahtan çok korkan bir kimse görmedim. Üzerine hak geçen kişinin konumu onun için önemli değildi. Haksızlık yapan ister oğlu, ister babası olsun onun için fark etmezdi. Bir gün ben Mısırdayken kuşluk vakti, birisi bana gelerek, Abdullah ile Abdurrahman adındaki Ömerin iki oğlunun gaza cihad amacıyla Mısıra gelmiş olduklarını söyledi. Ben onların şu anda nerede olduklarını sorduğumda, Mısırın üst tarafındaki bir yerde konaklamış olduklarını söyledi. Daha önce de Ömer bana mektup yazarak,: “Benim ailemden birileri yanına gelirse, sakın başkalarından farklı bir şekilde onlara özel muamele yapma! Aksi takdirde, ben de hak ettiğin şekilde sana muamele yaparım!” demekle dikkatimi çekmişti. Ben de babalarının korkusundan, onlara ne bir hediye gönderebildim, ne de konakladıkları yere giderek onları karşılayabildim. Allaha yemin ederim ki, bir adamın, “İşte Abdurrahman b. Ömer ile Ebu Sirvea; kapıda durmuş, sizden izin istemektedirler.” diye haber vermesine kadar, olduğum yerde kalarak, “Buyursunlar.” dedim. Onlar da moralleri bozuk bir şekilde içeri girip, “Bize Allahın haddini uygula! Çünkü biz, dün gece içki içerek sarhoş olduk.” dediler. Ben de, onları azarlayarak kovmama rağmen, Abdurrahman ısrar ederek, “Sen eğer bize haddi uygulamazsan babamın yanına geldiğinde seni ona söylerim.” dedi. Ben de düşünerek, haddi uygulamadığım takdirde, Ömerin bana son derece kızacağını, beni valilikten azledeceğini ve bu yaptığımın kendisine ters geleceğini biliyordum. Biz bu konuları konuşurken bir de baktım ki, Abdullah b. Ömer girdi. Ben de ayağa kalkarak “Hoş geldin.” diyerek kendisini karşıladım. Kendisini meclisimin başköşesine oturtmak isteyince kabul etmeyerek, “Babam zorunlu olmadıkça yanına gelmekten beni menetti. Ben de (şu anda) yanına gelmeyi zorunlu gördüm. Kardeşimin saçları asla insanların önünde kesilmemelidir. Ama had tatbikine gelince, nasıl uygun görüyorsan öyle yap!” dedi. Ravi dedi ki: “Kendilerine had cezası uygulanan kimselerin aynı zamanda saçları da kesilirdi.” Amr b. el-as dedi ki: Ben ikisini de evin avlusuna çıkartarak içki içmelerinden dolayı kırbaçlayarak had cezasını uyguladım. İbn Ömer, kardeşi Abdurrahman ile Ebu Sirveayı evin bir başka odasına götürerek onların saçlarını kendisi kesti. Yemin ederim ki, olup bitenleri bir harfle dahi olsa Ömere mektup yazarak bildirmedim. Ta ki, beklemekte olduğum mektubunda, kendisi şunları söylüyordu: “Bismillahirrahmanirrahim: Allahın kulu Emirül-Müminin Ömerden, asi oğlu asiye, Ey asinin oğlu! Bana karşı göstermiş olduğun cesaretine ve bana vermiş olduğun söze muhalefet etmiş olmana hayret ettim. Oysa ben, senin hakkında, senden daha hayırlı olan Bedir ehline muhalefet ederek, benden aldığın cüret ve ahdime vefa konusunda seni tercih ettim. (Bu sözleşmemizi) oldukça kirlettin. Seni azletmekten başka çare kalmadığından, seni azletmekle haksızlık yapmış olacağımı da düşünmüyorum. Sen Abdurrahmanı evinde dövüyor ve evinde saçını kesiyorsun, bunun da bana ters geleceğini biliyorsun. Abdurrahman da başkaları gibi, raiyetindeki Müslümanlardan birisidir. Dolayısıyla başkalarına yaptığını ona da yapmalıydın. Ancak sen, “Emirül- Mümininin oğludur.” diyerek ona farklı davrandın. Oysa Allahın emrinin kendisine uygulanmasının vacip olduğu insanlardan hiç birisine müsamahamın olmadığını biliyorsun. Bu mektubum sana ulaşır ulaşmaz, ona Abdurrahmana bir aba giydirerek ve onu basit bir bineğe bindirerek bana gönder ki, onun yaptığı işin kötülüğünü herkes bilsin!” Amr b. el-as dedi ki: Ben daha sonra babasının istediği gibi kendisini ona gönderdim ve onun mektubunu da İbn Ömere oğlu Abdullaha okuttum. Öbür taraftan kendim de ona bir mektup yazarak kendisinden özür diledim. Kendisinden daha büyük bir yeminin olmayacağı Allaha yemin ederek, gerek zimmi, gerek Müslüman herkese evimin avlusunda had uyguladığımı hiç kimseye dışarıda alenen had uygulamadığımı bildirdim. Bu mektubu da oğlu Abdullah b. Ömer ile kendisine gönderdim. Eslem yukarıda adı geçen ravi dedi ki: Abdurrahman kendisine Ömere takdim edildi. Üzerinde bir aba olmadan ve kendisine önce had tatbik edilmiş olarak içeri girerken bineğinden indiğinde yürüyemeyecek durumdaydı. Ömer kendine, “Sen şöyle, şöyle yaptın ha! O zaman kırbaçları hak ettin!” deyince Abdurrahman b. Avf, “Ey Emirül-Müminin! Ona daha önce had uygulanmıştır, ona ikinci defa had uygulaman gerekmez.” dediği halde, Ömer ona iltifat etmeyerek Abdurrahmanı kırbaçlamak için ortaya çıkardı. Bu durum üzerine, Abdurrahman da şöyle söyleyerek bağırmaya başladı: “Ben hastayım, eğer ölürsem katilim olacaksın.” Ömer, onun böyle demesine aldırış etmeden ikinci defa dövmek suretiyle had cezasını uyguladı ve ayrıca da onu hapsetti. Abdurrahman daha sonra hastalanarak vefat etti. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Şürahbil b. Ebu Avn anlattı. O da Ebu Bekir b. Abdurrahman b. el-Misver b. Mahremeden şöyle dediğini rivayet etti: Ömer b. el-Hattab vefat edip yerine Osman b. Affan halife olunca, Amr b. el-asa mektup yazarak Mısırda vali olarak kalmaya devam etmesini istedi. Amr b. el-as da Osman b. Affana mektup yazarak Müslümanların Mağribte çekmiş oldukları sıkıntıyı dile getirerek bu nedenle Kabis kapısına ulaştıklarını ve orada birçok malla karşılaştıklarını, Kabis kapısı ile İfrikıyye arasında da sadece dört gecelik bir mesafenin olduğunu bildirerek, Emirül-Müminin, Müslümanların oraya gazaya çıkmalarına müsaade ettiği takdirde, oraya gideceklerini bildirerek oranın fethedilmesine ilişkin kendisinden görüş istedi. Osman da buna karşılık kendisine mektup yazarak buna müsaade etmediğini bildirdi. Bunun üzerine Amr, artık oradan bahsetmekten vazgeçti. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Abdullah b. Cafer anlattı. O da el-Misverin mevlası Ebu Avndan şöyle dediğini rivayet etti. Ayrıca bize Abdülhamid b. Cafer anlattı. O da babasından şöyle dediğini rivayet etti. Yine bize Üsame b. Zeyd el-Leysi anlattı. O da Yezid b. Ebu Habibten şöyle dediğini rivayet etti: Osman b. Affan, Amrı Mısırın haracını toplama görevinden azledip onu ordu komutanlığına getirdikten sonra, orduya namaz kıldırmakla görevlendirdi. Mısırın haracıyla ilgili olarak da, Abdullah b. Sad b. Ebu Serhi görevlendirdi. Bunun üzerine Amr b. el-as ile Abdullah b. Sad, birbirlerine düştüler. Abdullah b. Sad Osmana mektup yazarak, Amrın Mısır haracını kendisinden kestiğini bildirdi. Amr b. el-as da Osmana mektup yazarak Abdullahın kendisini savaş taktiklerini uygulamaktan alıkoyduğunu bildirdi. Bunun üzerine Osman, Amr b. el-ası ordu komutanlığıyla namaz kıldırmaktan da azletti. Abdullah b. Sada ise, haraç yetkisiyle beraber, ordu komutanlığı ve namaz kıldırma görevini verdi. Amr da kızarak Medineye geldikten sonra, Osmanı kınayıp onu ayıplamaya başladı. Amr, bir gün sırtında pamuk dolgulu bir Yemen cübbesi olduğu halde Osmanın huzuruna çıktı. Osman kendisine, “Bu cübbenin dolgusu nedir ya Amr?” dedi. O da, “Onun dolgusu Amrdır!” dedi. Bunun üzerine Osman, “Ey Nabiğanın oğlu! Ben bunu demek istemedim. Cübbenin cepleri ne çabuk bitlendi? Vali olarak çalışmana dair sana verilen söz, ilk sene için idi. Sen yanıma gelirken bir yüzle geldiğin, yanımdan çıkarken başka bir yüzle çıktığın halde bir de beni ayıplıyorsun!” Amr dedi ki: “İnsanların yöneticilerine ilettikleri sözlerin birçoğu batıldır (asılsızdır).” Osman da; “İtham altında olmanla beraber, bir de seni vali olarak mı çalıştıracağım?” dedi. Amr, “Ben Ömer b. el-Hattabın valisi olarak çalıştım. Benden ayrılıncaya kadar benden hep memnun idi.” diyerek dargın ve öfkeli bir şekilde dışarı çıktı. Bundan sonra halkı başına toplayıp Osmanın aleyhine teşvik etmeye başladı. Osmanın etrafı ilk defa kuşatılınca, Amr Medineden ayrılarak Filistine es-Seb adı verilen arazisine ulaşarak orada bulunan el-Aclan adı verilen sarayına geçti. Buradayken kendisine Osmanın öldürüldüğü haberi gelince, “Ben Abdullahın babasıyım, bir yarayı deşersem, onun kabuğunu soyarım.” dedi. Yani, “Ben es-Seb denilen yerde de olsam, burada insanları Osmanın aleyhine kışkırtarak onu öldürtebilirim.” dedi. Amr şöyle devam etti: “Burada birkaç gün daha kalıp, halkın ne yapacağına bakacağım.” Buradayken halkın Aliye biat ettiği haberi kendisine ulaşınca, bundan oldukça rahatsız oldu. Daha sonra Ayşe ve Talhanın Cemele gittiklerini duyunca, “Ben acele etmeyeyim de onların ne yapacaklarını bekleyeyim.” dedi. Bu nedenle Cemelde bulunmadığı gibi, olayla ilgili hiçbir şeye de karışmadı. Daha sonra Talha ile Zübeyrin öldürüldüğü haberi gelince, bu durum karşısında donup kaldı. Daha sonra Muaviyenin Aliye biat edilmesini istemediği haberi geldi. Kendisine, “Sen de onunla işbirliği yapsana!” denildi. O da, “Ey Verdan! Haydi yol hazırlığı yap!” dedikten sonra, Abdullah ile Muhammed adındaki iki oğlunu çağırarak bu durumu kendilerine anlattıktan sonra, “Bu konuda ne düşünüyorsunuz?” dedi. Abdullah, “Resulallah vefat edinceye kadar senden razı idi. Ebu Bekir ve Ömer de vefat edinceye kadar hep senden memnunlardı. Ben senin bu işlerden el çekerek evinde oturmanı ve halkın birine biat etmek üzere bir araya gelmelerini beklemeni uygun görüyorum!” dedi. Bunun üzerine Amr, “Verdan, yol hazırlıklarını binekten indir!” dedi. Daha sonra Muhammed adındaki oğlu ona, “Sen Arapların azıdişi mesabesindesin. Halkın bu konuda bir araya gelip de senin orada bir görüşünün olmaması ve orada adının geçmemesi yakışmaz.” dedi. Bunun üzerine Amr Abdullaha hitaben, “Sen benim, ahiretimin hayrına olacak ve dinim için en sağlıklı olacak şeyler tavsiye ettin. Muhammed! Sen ise, dünyama yönelik benim için en dikkat çekici, ancak ahiretim için en zararlı şeyleri tavsiye ettin. Ali, kendisine biat edildiği için o şimdi konumuyla övünmektedir. O, yönetim işlerinde benimle hiçbir şey paylaşmaz. Verdan, haydi yol hazırlığı yap!” dedi. Daha sonra iki oğluyla yola çıkarak sonunda Muaviye b. Ebu Süfyanın yanına gelerek, Osmanın intikamının alınması konusunda ona biat etti. Bununla ilgili olarak aralarında aşağıda bir örneği yazılı olan şöyle bir protokol imzaladılar: “Rahman ve Rahim Olan Allahın adıyla… İşbu belge Muaviye b. Ebu Süfyan ile Amr b. el-asın Osman b. Affanın öldürülmesinden sonra Beytülmakdisde üzerinde mutabakata vararak imzaladıkları bir belgedir. Buna göre, her iki arkadaş, karşılıklı olarak bir birinin güvenliğini üstlenmiştir. Karşılıklı olarak yardımlaşacağımıza, birbirimize karşı samimi davranacağımıza, birbirimize Allah ve İslam yolunda öğüt vereceğimize, birbirimizi yalnız bırakmayacağımıza, aramızda başka birini sırdaş edinmeyeceğimize, sağ kaldığımız müddetçe elimizden geldiğince ne bir evlat, ne de bir babanın, hiçbir şekilde aramızı ayıramayacağına Allahadına söz veriyoruz. Mısır fethedildiğinde, Emirül-Müminin Ömerin, daha önce atadığı gibi, Amr, yine Mısır toprakları üzerinde yetkili olacak ve oraya vali olarak tayin edilecektir. Başımıza bir iş geldiğinde her birimiz, diğerinin yanında olacak, öğüt verip, teselli edecek ve her birimiz diğerinin sıkıntısını paylaşacaktır. Allah, ümmeti bir araya getirinceye kadar gerek halk arasında, gerek bütün işlerde Muaviye, Amrın amiri olacaktır. Ümmet bir araya geldiği zaman ise, ikisi bu sayfada belirtilen şarta bağlı olarak Allahadına birbirine en iyi bir şekilde davranacakları gibi, halka da o şekilde davranacaklardır. Bu belgeyi Verdan, h. 38 yılında yazmıştır.” Ravi dedi ki: Bu durum Aliye ulaşınca, Kufe halkına şöyle hitap etti: “Allaha hamd ve Peygamberine salat ve selamdan sonra, durum şu ki, bana, ebter oğlu ebter olan Amr b. el-asın, Osmanın kanını talep etmek onun katilinin yakalanmasını istemek üzere Muaviyeye biat ettiği ve halkı da buna teşvik ettiği haberi ulaştı. Yemin olsun ki, Muaviyenin destekçileri, sabotajcılık yapan Amr ve yardımcılarıdır.” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Hişam b. el-Gaz ve İbrahim b. Musa haber verdiler. Onlar İkrime b. Halid ve başkalarının şöyle dediklerini rivayet etti: Amr b. el-as, Sıffin savaşında bizzat ordu merkezinde katılmıştır. Bu savaş sürecinde Kufe halkı ile Şam halkı gün batımına kadar savaşmıştı. Bir de baktım ki, aralarında Amr b. el-asın da bulunduğu 500 kişilik silahlı bir askeri birliğin saflarımızın arkasından saldırıya geçiyor. Ali de, yaklaşık Amrın içinde bulunduğu grubun sayısı kadar bir birliğin başında, bu gruba karşı koymaktaydı. Bu iki grup arasında geceleyin bir müddet devam eden savaş esnasında çok kişi öldürüldü. Daha sonra Amr b. el-as arkadaşlarına; “Şam halkı, yerinize!” diye bağırmaya komut vermeye başladı. Bunun üzerine Şam halkı harekete geçti. O da onları sevk ve idare etti. Bunun üzerine Irak halkı da harekete geçti. İki grubun karşılaşmasıyla savaş kızıştı. Ben, Amr b. el-asın bizzat savaşarak şöyle dediğini gördüm: “Biz, beyazı insana karışık gösteren nice sıkıntılı yerlere ve nice tehlikelere karşı sabrettik.” Bu esnada Irak halkından birisinin, “Ben Semranın babasıyım!” diyerek Amr b. el-asa ulaşıp, boynuna bir darbe indirdiğini, Amrın da ona karşılık verip, bir darbe indirmekle onu durdurduğunu, böylece Amrın arkadaşlarının arasına Alinin de kendi arkadaşlarının arasına katıldığını gördüm. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana İsmail b. Abdülmelik anlattı. O Yahya b. Şiblden, o Ebu Caferden, o da Abdullah b. Rafiden şöyle dediğini rivayet etti: Sıffin olayında Amr b. el-asın kendisi için konulan sandalyelerin üzerine çıkarak üzerinde zırh olmaksızın bizzat kendi taraftarlarını saf düzenine soktuğunu ve onlara, “Kırpılmış bıyık düzeninde sıraya girin!” diyerek komut verdiğini gördüm. Onun olduğu yere yakın bulunduğumdan, kendisinin, Haşim b. Utbeyi kastederek, “Size Şeyhül-Ezdiye veya Deccala uymanızı tavsiye ederim.” dediğini rahatlıkla görebildim. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bana Mamer b. Raşid anlattı. O da ez-Zühriden şöyle dediğini rivayet etti: İnsanlar Sıffin savaşında öyle şiddetli çarpıştılar ki, bu ümmet bunun benzerini hiç görmemişti. Sonunda Şam ve Irak halkı çarpışmaktan nefret edecek ve kılıç kullanmaktan bıkacak duruma geldi. Bu sırada, bizzat savaşta yer alan Amr b. el-as, Muaviyeye hitaben, “Sana bir şey söylesem, bana uyar mısın?” dedi. O da, “Evet!” deyince, şöyle dedi: “Bazı insanlara Kuran sayfalarını mızraklarına takmalarını ve Irak halkına Sizi baştan sona kadar Kurana davet ediyoruz. demelerini emredersen, Irak halkı ihtilafa düşeceği gibi, aynı zamanda bu durum, Şam halkının da senin etrafında toplanmasından başka bir katkı sağlamaz.” dedi. Muaviye de ona uyarak dediklerini yaptı. Amrın Şam halkından bazılarına verdiği emirle Kuran okunmaya başlandı. Amr, daha sonra, “Ey Irak halkı! Sizi Kurana davet ediyoruz.” diye çağrıda bulundu. Bu durum karşısında, Irak halkı anlaşmazlığa girdi. Bazıları, “Biz zaten şu anda Kuran üzere değil miyiz? Biatimiz de Kuran üzerine değil midir?” derken, savaşa taraftar olmayan diğer bazıları ise, “Biz Allahın kitabına icabet ettik.” dediler. Ali, bu grubun gevşekliğini ve savaşa karşı isteksizliğini görünce, Muaviyenin bu teklifine yaklaşmak durumunda kaldı. Böylece iki taraf arasında elçiler gelip gitmeye başladı. Ali ona, “Peki, biz Allahın Kitabını kabul ediyoruz; ama aramızda Allahın Kitabıyla kim hükmedecek?” dedi. Muaviye de, “Biz, bizden tercih ettiğimiz birisini seçeriz, sen de, sizden tercih ettiğin birisini seçersin.” dedi. Muaviye Amr b. el-ası, Ali de Ebu Musa el- Eşariyi seçti. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi, dedi ki: Bize Mansur b. Ebül- Esved anlattı. O Mücalidden, o Şabiden, o da Ziyad b. en-Nadrdan şunu rivayet etti: Ali, Ebu Musa el-Eşariyi Şüreyh b. Hani başkanlığında aralarında Abdullah b. Abbasın da (onlara namaz kıldırmak ve işlerini üstlenmek üzere) bulunduğu, 400 kişilik bir heyetle gönderdi. Muaviye de Amr b. elası yine 400 kişilik bir heyetle gönderdi. Her iki heyet Dumetülcendel denilen mevki de karşılaştı. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi, dedi ki: Bana Bekir b. Abdullah b. Sebre anlattı. O İshak b. Abdullah b. Ebu Ferveden, o da Amr b. el-Hakemden şöyle dediğini rivayet etti: Dumetülcendelde insanlar bir araya gelince İbn Abbas, Ebu Musaya şöyle dedi: “Amrdan sakın! Zira o, Sen Allah Resulünün arkadaşısın ve benden yaşça da büyüksün. diyerek ilk sözü sana söylettirmek isteyebilir. Onun sözlerine dikkat et!” İkisi karşılaştıklarında, Amr ona, “Sen benden önce Resulallah  ile arkadaşlık yaptığın gibi, yaşça da benden büyüksün. Önce sen konuş, sonra da ben konuşayım.” dedi. Amr bu hareketiyle, sadece Aliyi, Ebu Musaya halettirmek istiyordu. Her iki temsilci o ikisinin durumunu görüştü. Amr, onun Muaviyeyi tercih etmesi için çabaladıysa da Ebu Musa, “Abdullah b. Ömer” dedi. Amr, “Sen bana görüşünü söyle!” dedi. Ebu Musa da, “Ben, her ikisinin de haledilmesinin, durumun Müslümanların şurasına bırakılmasının, böylece ümmetin, sevdiği kişiyi bizzat seçmelerinin doğru olacağı görüşündeyim.” dedi. Amr da, “Doğru söylüyorsun (görüşün isabetlidir.)” dedi. Bunun üzerine ikisi, toplanmış olan halka yöneldiklerinde, Amr ona, “Ey Ebu Musa! Görüş birliğine vardığımız konuyu halka duyur.” dedi. Ebu Musa da halka hitaben, “Biz bu ümmetin hayrına olacağını umduğumuz bir karara vardık.” deyince, Amr; “Ebu Musa, doğru söyledi ve ne iyi etti! İslama bakışı ne kadar da güzel, ne kadar da ona ehildir! Sen konuşmaya devam et!” diye ona övgüler dizdi. İbn Abbas, Ebu Musaya gelip onu bir tarafa çekerek şöyle dedi. “Bir tuzakla karşı karşıyasın. Sana, ilk sözü almamanı, kendisinden sonra konuşmanı söylemedim mi? Onun, kendi aranızda sana bir söz verip de, sonra halkın karşısında ondan vazgeçeceğinden endişe ediyorum.” dedi. Ebu Musa ise, “Korkma, biz bir araya gelerek uzlaşmaya vardık.” dedikten sonra ayağa kalktı ve Allaha hamd edip Ona senada bulunduktan sonra, şöyle dedi: “Ey insanlar! Bu ümmetin durumunu gözden geçirdik. Hiçbir taraftarlık gözetmeksizin ve herhangi bir taraftan yana karar vermeksizin toplumun işini kendi isteklerine ve aralarındaki şuraya havale etmekten daha hayırlı bir şey olamayacağını düşünerek ben ve arkadaşım, Ali ve Muaviyenin haledilmelerine ilişkin görüş birliğine vardık. Ümmet bu durumu hoş karşılayarak kendi aralarındaki şura ile istediğine görevi tevdi eder diye düşündük. Şimdi ben Ali ile Muaviyeyi halifelikten halettim. Artık kimi isterseniz, görevi ona tevdi edebilirsiniz.” diyerek aşağı indi. Daha sonra, Amr b. el-as ayağa kalkarak Allaha hamd edip Ona senada bulunduktan sonra, şöyle dedi: “Siz bu adamın ne dediğini duydunuz. Onun arkadaşını halettiği gibi, ben de onun arkadaşını halettim, arkadaşım Muaviyeyi ise halifelikte bıraktım. Osman b. Affanın velisi olup, onun kanını talep etmektedir. Halk arasında onun makamına geçmeye en layık kişi odur.” dedi. Bunun üzerine Sad b. Ebu Vakkas, “Yazıklar olsun sana ey Ebu Musa! Amr ve onun tuzakları karşısında ne kadar da güçsüz duruma düştün!” Ebu Musa da, “Ben ne yapayım, aynı görüş üzere bana katılmasına rağmen sonradan ondan vazgeçti.” dedi. İbn Abbas ise, “Ey Ebu Musa! Senin bunda bir günahın yok, vebal başkasındadır. Seni takdim edendedir.” Bunun üzerine Ebu Musa, “Allah sana rahmet etsin, o bana ihanet etti, ne yapabilirdim?” dedi. Ebu Musa, Amra hitaben de; “Senin durumun köpeğin durumuna benzer. Üzerine yürüsen de dilini salar solur, kendi haline bıraksan da dilini salar solur.” dedi. Amr da ona; “Senin durumun da odun taşıyan eşeğin durumuna benzer.” dedi. Bunun üzerine İbn Ömer; “Bu ümmetin durumu ne hale geldi? Ne yaptığını bilmeyen bir adam ile güçsüz bir adama havale edildi.” Abdurrahman b. Ebu Bekir ise, “Eşari daha önce ölmüş olsaydı, kendisi için bundan çok daha hayırlı olurdu.” dedi. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi, dedi ki: Bana Abdurrahman b. Abdülaziz anlattı. O da ez-Zühriden şöyle dediğini rivayet etti: Haricilerin Aliye karşı çıktıkları dönemde Amr b. el-as, Muaviyeye neşeli bir şekilde şöyle diyordu: “Senin, kırmızı atının üzerinde çok sıkışmış olarak onu durdurmaya çalıştığın bir anda, sana yol göstermek üzere, çare olarak Irak halkını Kurana çağırma önerimi nasıl buldun? Ben o zaman Irak halkının şüpheciliğini, bu şekilde onların ayrılığa düşerek Alinin, seni bırakıp onlarla meşgul olmak zorunda kalacağını biliyordum. Bu, onların yaptıkları son savaştır. Savaş taktiği yönünden onlardan daha zayıf bir asker yoktur.” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi, dedi ki: Bana Mufaddal b. Fedale anlattı. O da Yezid b. Habibten rivayet etti. Yine bana Abdullah b. Cafer anlattı. O Abdülvahid b. Ebu Avndan (ikisinin) şöyle dediklerini rivayet etti: Yetkinin Muaviyenin eline geçmesinden itibaren, Amrın Mısıra vali olma arzusu, gün geçtikçe artıyordu. Amr, tüm durumların kendisi için elverişli olduğuna, bütün işlerin kendisinin gayreti ve tedbiriyle döndüğüne inanıyordu. Muaviyenin, kendisinin Mısır ile ilgili isteğini destekleyeceğini umarken, Muaviyeden böyle bir karşılık bulamayınca ona tepki gösterdi. Böylece araları bozularak birbirlerine karşı katı tavır aldılar. Halk da bunun farkına vararak artık ikisinin bir araya gelemeyeceğine inanmışlardı. Aralarına, Muaviye b. Hudeyc girerek, ikisini barıştırdı ve aralarında bir sözleşme yazarak, hem her ikisi hem de kendileri ile halk arasındaki ilişkilere dair bir takım şartlar belirledi. Buna göre Amr Mısıra yedi seneliğine vali olacak ve Muaviyeye sadakatle bağlı kalacaktı. Bu şekilde uzlaşmaya vararak ve bazı kişileri de buna tanık göstererek bu belgeyi imzaladılar. Daha sonra Amr, 39 yılının sonuna doğru Mısır valiliğine geçti. Ancak bu görevde iki ya da üç yıl geçmeden öldü. Bize ed-Dahhak b. Mahled Ebu asım eş-Şeybani en-Nebil haber verdi; dedi ki: Bize Hayve b. Şüreyh anlattı; dedi ki: Bize Yezid b. Ebu Habib anlattı. O İbn Şimase el-Mehriden şöyle dediğini rivayet etti: Amr ölüm döşeğindeyken yanında bulunuyorduk. O yüzünü duvara çevirerek uzun uzun ağlamaya başladı. Oğlu ona, “Niye ağlıyorsun? Resulallah  seni şöyle şöyle müjdelemedi mi?” dedi. Yüzü duvara dönük olduğu halde bir süre daha ağlamaya devam etti. Ravi dedi ki: Amr daha sonra bize dönerek şöyle dedi: “Bana tekrarlanacak olan en güzel şey Allahtan başka ilah olmadığına ve Muhammedin Onun kulu ve Resulü olduğuna tanıklık yapmak demek olan kelime-i şehadettir. Şu kadar var ki, ben daha üç hal üzere bulunmaktaydım. İlkin halk arasında Resulallah  kadar kendisinden nefret ettiğim bir kişi yoktu. Bu nedenle fırsat bulduğumda onu öldürmek kadar bana daha hoş gelen bir şey yoktu. Eğer ben bu hal üzere ölseydim, cehennemlik olacaktım. Sonra Allah, İslam sevgisini kalbime koyunca Resulallaha  gelerek biat etmek üzere kendisine, “Elini uzat!” dedim. O da elini uzatınca elini sıkı tutarak bir müddet bırakmadım. Bunun üzerine, “Neyin var ey Amr?” diye sordu. Ben de, “Bir şartım var.” dedim. “Şartın nedir?” diye sorunca, “Günahlarımın bağışlanmasını şart koşuyorum.” dedim. Bunun üzerine; “Sen, İslamın, hicretin ve haccın kendisinden öncekilerini ortadan kaldırdığını bilmiyor musun?” dedi. Böylece, Resulallah  kadar bana sevimli gelen başka bir kimse olmadı. Ondan daha yüce bir insan gözüme gözükmedi. Şayet bana onun vasıfları sorulsa, onun yüceliğiyle gözlerimi doldurmak mümkün olmadığından onu tarif etmeye gücüm yetmez. Eğer bu hal üzere ölürsem, Cennete gireceğimi umuyorum. Daha sonra bazı şeyler uhdemize verildi. Ben bunların sorumluluğunun neresinde olduğumu ve bunlar hakkında ne durumda olacağımı bilemiyorum. Öldüğümde üzerime ağıt yakılmasın ve ateş yakılmasın! Beni defnettiğiniz zaman, üzerime toprağı bol bol atın. Üzerimi örtmeyi tamamladıktan sonra, bir devenin kesilip etinin bölünerek dağıtılacağı kadar bir zaman içinde kabrimin başında bekleyin! Zira ben, Rabbimin elçilerini ne şekilde göndereceğimi anlayıncaya dek sizinle ünsiyet etmek isterim.” dedi. Bize Ravh b. Ubade haber verdi; dedi ki: Bize Avf anlattı. O da el- Hasandan şöyle dediğini rivayet etti: Bana ulaşan habere göre, Amr ölümüne yakın bir zamanda, korumalarını çağırarak, “Sizin için nasıl bir arkadaştım?” diye sorunca onlar da, “Bize sadık bir arkadaştın. Bize ikramda ve bağışta bulunurdun, bize şöyle yapardın, böyle yapardın.” dediler. O da dedi ki: “İşte ben bütün bunları, beni ölümden kurtarmanız için yapardım. İşte şimdi ölüm bana yaklaşmış durumdadır. Haydi, beni ondan koruyun!” deyince, onlar bir birlerine bakarak, “Ey Ebu Abdullah! Senin böyle rastgele konuşacağını hiç tahmin etmezdik. Ölüme karşı hiçbir şeyin sana faydası olmaz.” dediler. Bunun üzerine, “Bunları söylüyorum ama yemin olsun ki, ben de ölüme karşı hiçbir şekilde bana fayda sağlayamayacağınızı biliyorum. Sizden hiç birinizi beni ölümden engellemek üzere tutmasaydım, bana şundan, şundan (her şeyden) daha sevimli olurdu. Eyvah Ebu Talibin oğlu! O, Bir kişiyi ölümden, onun eceli korur. dedi. Daha sonra sözlerine şöyle devem etti: “Ya Rabbi! Ben masum değilim, ben özür diliyorum; ben güçlü değilim, sen bana yardım et! Rahmetini imdadıma ulaştırmazsan, helak olanlardan olurum.” Bize Ubeydullah b. Ebu Musa haber verdi, dedi ki: Bize İsrail haber verdi. O Abdullah b. el-Muhtardan, o da Muaviye b. Kurre el- Müzeniden şöyle dediğini rivayet etti: Bana Ebu Harb b. Ebül-Esved anlattı. O Abdullah b. Amrdan, babasının kendisine tavsiyede bulunarak şöyle dediğini rivayet etti: Yavrucuğum! Öldüğüm zaman beni suyla güzelce bir yıka, sonra beni bir örtüyle kurula, sonra yine temiz bir suyla bir daha yıka ve kurula, sonra içinde bir miktar kafurun bulunduğu bir suyla üçüncü sefer yıka ve kurula. Sonra beni kefenlediğin zaman, bana izar giydir. Zira ben hassas birisiyim. Sonra beni tabuta koyduğun zaman, vasat bir yürüyüşle yürü ve cenazemin arkasında bulun. Zira tabutun önü meleklere, arkası ise ademoğullarına aittir. Beni kabre koyduğun zaman, toprağı üzerime bol bol at!” dedi ve şöyle söyleyerek dua etti: “Ey Allahım! Sen bize emrettin; biz ise, irtikap ettik; bize yasakladın, biz ise (yasağı) çiğnedik; suçsuz bir kimse olamaz. Sen mazur gör. Güçlü bir kimse olamaz; Sen yardım et! Lakin Allahtan başka bir ilah yoktur.” Ravi dedi ki: “Amr böyle diye, diye öldü.” Bize Ali b. Muhammed el-Kureşi haber verdi. O da Ali b. Hammad ve diğer birilerinden şöyle dediğini rivayet etti; dedi ki: Muaviye b. Hudeyc şöyle söyledi: Amr b. el-asa uğradığımda, ağırlaşmış durumdayken, “Kendini nasıl hissediyorsun?” dedim. O da, “Eriyorum, ama iyileşemiyorum. Çoğu zaman, kendimden geçiyor, kendime gelemiyorum. Bu durumda olan yaşlı bir insanın hayatta kalmasının ne önemi olabilir?” dedi. Bize Hişam b. Muhammed b. es-Saib el-Kelbi haber verdi. O da Avane b. el-Hakemden şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-as (önceleri) şöyle söylerdi: “Ölmek üzereyken (henüz) aklı başında olan bir adamın, ölümün nasıl olduğunu anlatamaması, ne kadar da şaşırtıcıdır!” Kendisi de ölüm döşeğindeyken aklının başında olduğunu gören oğlu Abdullah b. Amr dedi ki: “Babacığım, (daha önce) Ölmek üzereyken aklı başında olan bir adam, nasıl olur da ölümü anlatamaz? diyerek (hayret ederdin.) Şimdi ise, kendin ölmek üzereyken aklının başında olduğunu görüyorum. Bize ölümden biraz bahseder misin?” dedi. O da dedi ki: “Yavrucuğum! Ölüm anlatılamayacak kadar son derece büyük bir olaydır. Ancak sana onunla ilgili sadece birşeyler anlatacağım, şöyle ki: “Şu anda kendimi, sanki boynumun üzerine Radva dağları konulmuş, içimde hurma ağaçlarının dikenleri var; canım iğnenin deliğinden çıkarılacakmış gibi hissediyorum.” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize Abdullah b. Ebu Yahya anlattı. O da Amr b. Ebu Şuaybtan şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-as, vali olarak bulunduğu Mısırda, 42 yılında Ramazan Bayramı günü vefat etmiştir. Muhammed b. Ömer, “Onun 43 yılında vefat ettiğini de duydum.” demiştir. Muhammed b. Sad ise, “Ehl-i ilimden bazılarının, Amr b. el-asın 51 yılında vefat ettiğini söylediklerini duydum.” demiştir. Bize el-Fadl b. Dükeyn haber verdi, dedi ki: Bize Züheyr anlattı. O Leysten, o da Mücahidden şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-as, kendisine ait tüm köleleri azat etmiştir. Bize Hişam Ebül-Velid et-Tayalisi haber verdi; dedi ki: Leys b. Sad anlattı. O Yezid b. Ebu Habibten, o da buna erişenlerden şunu rivayet etti: Ömer b. el-Hattab, Amr b. el-asa şöyle bir mektup yazdı: “Senden önce Şeceretür-Rıdvan altında Resulallaha  biat eden kişiyle ilgilen ve ona 200 dirhem ver. Valilik görevine karşılık, kendine de 200 dirhem ayır. Şecaatinden dolayı Harice b. Huzafein, misafirperverliğinden dolayı da Kays b. el-asın atıyyelerini 200er dirheme tamamla!” Bize Muhammed b. Süleym el-Abderi haber verdi; dedi ki: Bize Hüşeym anlattı. O Abdurrahman b. Yahyadan, o da Hayyan b. Ebu Cebeleden şöyle dediğini rivayet etti: Amr b. el-asa, mertliğin ne olduğu sorulduğunda, “Kişinin malının kıymetini bilmesi ve dostlarına iyi davranmasıdır.” dedi.

732. Abdullah b. Amr b. el-as
Abdullah b. Amr b. el-as b. Vail b. Haşim b. Said b. Sehm. Annesi, Rayta b. Münebbih b. el-Haccac b. amir b. Huzeyfe b. Sad b. Sehmdir. Abdullah b. Amrın Çocukları: 1- Muhammed: Abdullah bu oğlunun adıyla künyelenirdi. Onun annesi de Mahmiye b. Cez ez-Zebidinin kızıdır. 2- Hişam, 3- Haşim, 4- İmran, 5- Ümmü İyas, 6- Ümmü Abdullah, 8- Ümmü Said: Bunların annesi, Ümmü Haşim el-Kindiyye olup, Beni Vehb b. el-Haristendir. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Abdullah b. Amr, babasından önce İslamiyeti kabul etmiştir. Bize Ebu Bekir b. Abdullah b. Ebu Üveys haber verdi. O Süleyman b. Bilalden, o Safvan b. Süleymden, o da Abdullah b. Amrdan şöyle dediğini rivayet etti: “Resulallahtan  duyduğumu yazmak üzere kendisinden izin istedim. Resulallahın  izin vermesi üzerine onları yazdım.” dedi. Bu itibarla, Abdullah bu sayfasını, es-Sadıka olarak isimlendirmişti. Bize Man b. İsa haber verdi; dedi ki: Bize İshak b. Yahya anlattı. O da Mücahidden şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah b. Amrın yanında bir sayfa görerek onun mahiyetini sordum. O da, “Bu sayfa, Resulallah  ile ikimiz arasında hiçbir kimse bulunmaksızın bizzat kendisinden duyduğum hadisleri kaydettiğim sayfadır.” dedi. Bize Said b. Muhammed es-Sekafi haber verdi. O İsmail b. Rafiden, o da Halid b. Yezid el-İskenderaniden şöyle dediğini rivayet etti: Bana Abdullah b. Amr b. el-asın şöyle dediği ulaştı: “Ey Allahın Resulü! Senden duyduğum hadisleri korumak istiyorum. Bu şekilde kalbime, ellerimin de yardımcı olmasını istiyorum. Yani yazmak istiyorum.” deyince o da, “Olur!” dedi. Bize Muhammed b. Abdullah el-Esedi haber verdi; dedi ki: Bize Misar b. Kidam anlattı. O Habib b. Sabitten, o Ebül-Abbastan, o da Abdullah b. Amr b. el-asdan şöyle dediğini rivayet etti: Resulallah , “Senin geceleri namazla, gündüzleri de oruçla geçirdiğine ilişkin bana gelen haber doğru mudur?” diye sorunca, “Evet ama ben çok güçlüyüm.” dedim. Resulallah, “Öyle yaparsan, gözlerine yazık eder, kendini de güçsüz bırakırsın. Bu nedenle her aydan üçer gün oruç tut, böylece tüm seneyi oruçla geçirmiş gibi olursun.” dedi. Ben de, “Kendimi güçlü buluyorum.” dedim. O, bu sefer, “O zaman, Davud  gibi oruç tut. O, bir gün tutar, bir gün iftar ederdi. O insanlarla karşılaştığında da (tutmakta olduğu oruç, nafile olduğundan) onlarla beraber yemek yemekten kaçınmazdı.” dedi. Bize Affan b. Müslim haber verdi, dedi ki: Bize Süleyman b. Hayyan anlattı; dedi ki: Bize Said b. Mina anlattı; dediki: Abdullah b. Amr b. el-astan şöyle dediğini duydum: Resulallah  bana şöyle buyurdu: “Ey Ebu Abdullah b. Amr! Bana, gündüzleri oruçla, geceleri de ibadetle geçirdiğinin haberi ulaştı. Böyle yapma! Zira vücudunun senin üzerinde hakkı, eşinin senin üzerinde hakkı, gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır. Oruç da tut, iftar da et! Her aydan üç gün oruç tutman, senin için bir yıllık oruç hükmüne geçer.” Ben de, “Böyle yapmada kendim de bir güç görmekteyim.” dedim. “O zaman Davud orucunu tut. Zira o, bir gün tutar, ertesi gün iftar ederdi.” Ravi dedi ki: “Abdullah, bir zaman sonra, Keşke ruhsatı esas alsaydım. diye söylenip dururdu.” Bize Muhammed b. Musa b. el-Karksani haber verdi; dedi ki: Bize el- Evzai anlattı. O Yahya b. Ebu Kesirden, o Ebu Seleme b. Abdurrahmandan, o da Abdullah b. Amrdan şöyle dediğini rivayet etti: Resulallah  buyurdu ki: “Senin gündüzleri oruçla geçirdiğinin, geceleri de (namaz kılmak, Kuran okumak gibi) ibadetle geçirdiğinin haberi bana ulaşmamış mıydı?” Ben de, “Evet, öyledir ey Allahın Resulü!” dedim. Abdullah dedi ki: Bu sefer Resulallah , şöyle buyurdu: “Oruç tut ve iftar da et (nafile orucu her gün değil, aralıklı olarak tut!), namaz kıl, uykunu da al! (geceyi hiç uyumadan tamamen namaz kılmakla geçirme, bir müddet uykunu aldıktan sonra gece namazını kıl!) Zira vücudunun senin üzerinde hakkı var, ziyaretçilerinin de misafirlerinin de senin üzerinde hakkı var, eşinin senin üzerinde hakkı vardır. Her aydan üç gün oruç tutman, senin için yeterlidir.” Abdullah dedi ki: Ben bu konuda ne kadar sıkı davrandıysam, Resulallah da beni o kadar sıkıştırdı. Ben, “Ey Allahın Resulü! Bunu yapmada kendimi güçlü buluyorum.” dedim. Resulallah  buyurdu ki: “O zaman Allahın Nebisi Davudun  oruç tuttuğu gibi oruç tut ve ondan fazla da yapma!” Ben de, “Ey Allahın Resulü! Davudun  orucu nasıldı?” diye sordum. O da; “O bir gün tutar, bir gün tutmazdı.” dedi. Bize Yakup b. İbrahim b. Sad ez-Zühri haber verdi. O babasından, o Salih b. Keysandan, o da İbn Şihabdan şunu rivayet etti: Said b. el- Müseyyeb ile Ebu Seleme b. Abdurrahman b. Avf, kendisine Abdullah b. Amr b. el-asın şöyle dediğini haber verdiler: “Bundan sonra, kesinlikle gündüzleri oruçla geçireceğim, geceleri de ibadetle geçireceğim.” dediğim, Resulallaha  bildirilince bana, “Hayatta kaldığım sürece, kesinlikle gündüzleri oruçla, geceleri de ibadetle geçireceğim, diyen sen misin?” dedi. Abdullah dedi ki: “Evet, ey Allahın Resulü! Onu ben söyledim.” Bunun üzerine, Resulallah  buyurdular ki, “Sen bunu yapamazsın! İftar et, ertesi gün oruç tut, ilk gece yat, sonraki gece de ibadete kalk! Her aydan üç gün oruç tut! Zira iyiliklerin karşılığı, bire ondur. Böylece bütün seneyi oruçla geçirmiş sayılırsın.” Abdullah dedi ki: “Ben bundan daha iyisini yapabilirim.” dedim.” Resulallah , “O zaman iki gün oruç tut, iki gün de iftar et!” dedi. Abdullah, “Ben bundan daha iyisini yapabilirim.” dedim.” Resulallah , “Bundan daha iyisi de olmaz!” dedi. Bize Bahile kabilesinden olan Abdullah b. Bekir es-Sehmi haber verdi; dedi ki: Bize Hatim b. Ebu Sağire anlattı. O da Amr b. Dinardan şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah b. Amr, yaşlandığında, “Keşke Resulallahın  bana vermiş olduğu ruhsata göre hareket etseydim.” demişti. Amr b. Dinar dedi ki: “Eyyam-ı teşrikten olan bir günde, Abdullahın babası Amr b. el-as, oğlu Abdullaha, “Öğle yemeğine bize gel!” diye çağrıda bulundu. O da, “Ben oruçluyum.” dedi. Amr ise, “Bu gün için oruçlu olman doğru olmaz. Zira bu gün, yeme içme günüdür.” dedi. Amr kendisine, “Peki, Kuranı nasıl okuyorsun?” diye sorunca, “Her gece hatmediyorum.” dedi. O da, “Her on günde bir okusaydın ya!” dedi. O da, “Ben daha iyisini yapabilirim.” dedi. Bunun üzerine, “O zaman her altı günde bir hatmet!” dedi. Bize Muhammed b. Bekir el-Bürsani haber verdi; dedi ki: Bize İbn Cüreyc anlattı; dedi ki: Bana Said b. Kesir, Cafer b. el-Muttalibin kendisine şunu naklettiğini haber verdi: Abdullah b. Amr b. el-as, Mina günlerinden bir günde, (Kurban kesme günlerinden birinde) babası Amr b. el-asın yanına geldiğinde, Amr kendisini öğle yemeğine çağırdı. O da, “Oruçluyum.” dedi. Sonra ikinci sefer çağırınca, aynı şekilde cevap verdi. Üçüncü sefer çağırınca, “Hayır olmaz, ancak bunu, (Kurban Bayramı günlerinde oruç tutulamayacağını) bizzat Resulallahtan duymuş olman lazım.” dedi. O da (Amr da), “Evet bunu, bizzat Resulallahtan duydum.” dedi. Bize Abide b. Humeyd haber verdi. O Ata b. es-Saibden, o babasından, o da Abdullah b. Amrdan şöyle dediğini rivayet etti: Resulallah  bana, “Ey Abdullah b. Amr! Kuranı kaç günde bir hatmediyorsun?” dedi. (Abdullah) dedi ki: “Bir gün, bir gecede” dedim. Bunun üzerine, “Dinlen, sonra namaz kıl, dinlen, sonra yine kıl! Dinlen ayda bir hatmet!” dedi. “Ben direndikçe o da direndi.” Sonunda, “O zaman haftada bir hatmet!” dedi. (Abdullah) dedi ki: Daha sonra (Resulallah) bana, “Nasıl oruç tutuyorsun?” dedi. Ben de, “Aralıksız oruç tutmaya devam ediyorum.” dedim. (Abdullah) dedi ki: Resulallah  bana şöyle söyledi: “Oruç da tut, iftar da et! Her aydan üç gün oruç tut!” (Abdullah) dedi ki: “Ben direndikçe o da (Resulallah da) direniyordu. Sonunda, “O zaman, kardeşim Davudun yaptığı gibi, oruçların Allah katındaki en sevimlisini tut! Yani bir gün tut, bir gün tutma!” dedi. Ravi dedi ki: Abdullah b. Amr (çok sonra) şöyle dedi: “Eğer ben Resulallahın  ruhsatını kabul etseydim, benim için sayabileceğin kadar mor koyunlardan daha hayırlı olurdu.” Bize Ebu Muaviye ed-Darir haber verdi; dedi ki: Bize el-Ameş anlattı. O da Haysemeden şöyle dediğini rivayet etti: Ben Abdullah b. Amr b. el-asa, Kuran okurken uğradım ve kendisine; “Ne okuyorsun?” dedim. O da, “Gece kalkıp da okuduğum iki cüzümü (okuyorum).” dedi. Bize Muhammed b. Abdullah el-Esedi haber verdi; dedi ki: Bize İbnül-Mübarek anlattı. O el-Evzaiden şöyle dediğini rivayet etti: Bize Yahya b. Ebu Kesir anlattı; dedi ki: Bana Ebu Seleme b. Abdurrahman anlattı; dedi ki: Bana Abdullah b. Amr b. el-as anlattı; dedi ki: Resulallah  bana, “Ey Abdullah b. Amr! Falanca adam gibi olma! Zira o, önce geceleri ihya ederken, sonra kıyamül-leyli terk etti.” dedi. Bize Vehb b. Cerir b. Hazim haber verdi; dedi ki: Bize Hişam ed- Destüvai anlattı. O Yahya b. Ebu Kesirden, o Muhammed b. İbrahimden, o Halid b. Madandan, o Cübeyr b. Nüfeyrden, o da Abdullah b. Amrdan şunu rivayet etti: Resulallah , onun Abdullahın üzerinde aspur yalancı safranile boyanmış iki elbise görünce; “Bunlar küffarın libasıdır; bu nedenle bir daha bunları giyme!” buyurmuştur. Bize Muhammed b. Kesir el-Abdi haber verdi; dedi ki: Bize İbrahim b. Nafi haber verdi, dedi ki: Ben, Süleyman el-Ahvelin, Tavustan bahsederken şöyle dediğini duydum: Nebi , Abdullah b. Amrın üzerinde aspur ile boyanmış iki elbise görünce ona şöyle dedi: “Bunları giymeni sana annen mi söyledi?” dedi. Abdullah da, “O zaman bunları yıkayayım mı?” diye sordu. Resulallah, “Hayır onları yak!” dedi. Bize Said b. Muhammed es-Sekafi haber verdi. O da Rişdin b. Küreybden şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah b. Amrın gri renk bir sarık bağlayarak onun bir karış veya daha az bir kısmını salıverdiğini gördüm. Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Bize İbn Ebu Zib haber verdi; dedi ki: Bize Amr b. Abdullah b. Şüveyfi haber verdi; dedi ki: Bana da Abdullah b. Amr b. el-ası, beyaz saçlı ve beyaz sakallı olarak görenler haber verdi. Bize Affan b. Müslim ve Yahya b. Abbad haber verdiler; dediler ki: Bize Hammad b. Seleme anlattı; dedi ki: Bize Ali b. Zeyd haber verdi. O da el-Uryan b. el-Heysemden şöyle dediğini rivayet etti: Babamla beraber bir heyet içinde, Yezid b. Muaviyeye gittik. Oraya uzun boylu, kırmızı yüzlü, şişkin karınlı bir adam gelerek selam verip oturdu. Babam onun kim olduğunu sorduğunda kendisine, onun Abdullah b. Amr olduğu söylendi. Bize Affan b. Müslim haber verdi; dedi ki: Bize Hammad b. Seleme anlattı; dedi ki: Bize Ali b. Zeyd haber verdi. O da Abdurrahman b. Ebu Bekreden Abdullah b. Amrı tarif ederken: “O, kırmızı benizli, karnı büyük, uzun boylu iri yarı bir adamdır.” dediğini rivayet etti. Bize Amr b. asım el-Kilabi haber verdi; dedi ki: Bize Havşeb anlattı; dedi ki: Bize Beni Mahzumun mevlası olan Müslim haber verdi, dedi ki: Abdullah b. Amr, gözlerini kaybettikten sonra da Kabeyi tavaf etti. Bize Amr b. asım haber verdi; dedi ki: Bize Hemmam b. Yahya anlattı; dedi ki: Bize Katade anlattı. O el-Hasandan, o da Şüreyk b. Halifeden şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah b. Amrı Süryanice okurken gördüm. Bize Man b. İsa haber verdi; dedi ki: Bize Abdullah b. Müemmil anlattı. O da Abdullah b. Ebu Müleykeden şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah b. Amr, el-Muğammisten Cumaya gelerek sabah namazını kılar, sonra Hicre (Hicr-i İsmaile) çıkarak orada güneş doğuncaya kadar tesbih ve tekbir getirirdi. Daha sonra, el-Hicrin içinde ayağa kalkar, halk da etrafında toparlanıp otururdu. Günün birinde, şöyle demişti: “Benim üç noktadan başka kendimden bir endişem bulunmamaktadır: Birincisi, Osmanın kanı (öldürülmesi) konusundaki endişem.” Bunun üzerine Abdullah b. Safvan, “Eğer onun katline razı olmuş isen, katline ortak olmuş olursun.” dedi. Abdullah b. Amr, “İkincisi, ben mal edindiğimde, onu bu gece Allaha karz-ı hasen olarak vereceğim (Allah yolunda harcayacağım).” derdim, fakat o mal sabahleyin yerinde kalırdı.” dedi. İbn Safvan, “Öyleyse sen, nefsinin cimriliğinden kurtulamamış bir kişisin.” dedi. Abdullah b. Amr devamla, “Üçüncüsü de Sıffin olayı hakkındaki endişemdir.” dedi. Bize Hişam Ebül-Velid et-Tayalisi haber verdi; dedi ki: Bize Nafi b. Amr anlattı. O da İbn Ebu Müleykeden şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah b. Amr dedi ki: “Ben nerede, Sıffin (gibi bir olaya katılmak) nerede? Ben nerede, Müslümanlara karşı savaşmak nerede? Yeminle söylüyorum ki, bu savaştan on yıl önce ölmüş olmayı arzu ederdim. Bu olay üzerine yemin ederim ki, bu esnada, bir kimseye ne bir kılıç darbesi indirdim, ne bir kimseye bir mızrak sapladım ve ne de bir kimseye bir ok fırlattım. Bunlardan kaçınma konusunda (o sırada) benden daha üstün çaba göstermiş başka bir adam da yoktu.” Nafi dedi ki: “Ben, Abdullahın, elinde sancak, bir veya iki menzil insanların (askerlerin) önünde olduğunu” (yürüyerek onlara kumanda ettiğini) anlatacağını sanmıştım.” Bize Ebu Üsame Hammad b. Üsame ve Muhammed b. Abdullah el- Esedi haber verdiler; dediler ki: Bize Misar anlattı; dedi ki: Bize Ziyad b. Selame anlattı; dedi ki: Abdullah b. Amr, “Keşke şu gece bulutu olsaydım!” dedi. Bize Man b. İsa haber verdi; dedi ki: Bize es-Seri b. Yahya anlattı. O da el-Hasandan şöyle dediğini rivayet etti: Abdullah b. Amr b. el-as, savaşta (Sıffin savaşında) nadiren elini kılıcına atmıştır. Bize Müslim b. İbrahim haber verdi; dedi ki: Bize el-Kasım b. el-Fadl anlattı; dedi ki: Bize Talha b. Ubeydullah b. Keriz el-Huzai anlattı; dedi ki: Abdullah b. Amr konuştuğu zaman, Kureyş konuşmazdı (onu dinlerlerdi). Ravi dedi ki: O, bir gün, “Sizden olmayan birisi, halife olarak başınıza geçerse, durumunuz nasıl olur?” dedi. Onlar da, “O zaman Kureyş nerede olur?” dediler. O da, “Kılıç onları yok etmiş olur.” dedi. Bize Affan b. Müslim haber verdi; dedi ki: Bize Hemmam b. Yahya anlattı; dedi ki: Bize Katade b. Abdullah b. Büreyde anlattı. O da Süleyman b. er-Rebiden şöyle dediğini rivayet etti: Basra halkının hacılarından oluşan bir heyet içinde Mekkeye geldiğimde, “Keşke (burada) Resulallahın  arkadaşlarından birisini görebilseydik de onunla biraz sohbet etseydik!” dedik. Bunun üzerine Abdullah b. Amr b. el-as, bize salık verildi. Yanında yaklaşık 300 binek devesi vardı. Ravi dedi ki: “Abdullah b. Amr, bunların (develerin) hepsinin üstünde mi haccetti?” dedik. Onlar da, “Evet, kendisi, mevalisi ve dostları (olmak üzere yaklaşık 300 kişiyle bu develerin sırtında hacca geldiler).” dediler. Böylece evine gittik, bir de baktık ki, kendisi beyaz saçlı, beyaz sakallı bir adam, üzerinde iki çizgili elbise bulunmakta, başında bir sarık olduğu halde, sırtında gömlek yoktu.” Ravi dedi ki: Kendisine, “Sen, Abdullah b. Amrsın, Resulallahın  arkadaşısın, Kureyştensin, Kitabı ilk okuyanlardansın. Senden başka kendisinden öğüt almayı arzuladığımız (beğendiğimiz başka) birisi yok. Bu nedenle, bize bir şeyler anlat. Umulur ki, Allah bizleri ondan yararlandırır.” dedik. O, kim olduğumuzu bize sorunca, biz de ona, “Irak halkındanız.” dedik. Bunun üzerine, “Irak halkından bazıları var ki, yalan söyler, insanları yalanlar ve alaya alırlar.” dedi. Ravi dedi ki: Biz de ona, “Biz ne sana yalan söyler, ne seni yalanlar ve ne de seni alaya alırız. Bize bir şeyler anlat. Umulur ki, Allah bizi ondan yararlandırır.” dedik. O da (Abdullah), kendilerine Beni Kantura b. Kerker olayını anlattı. Bize Kesir b. Hişam haber verdi; dedi ki: Bize el-Furat b. Süleyman anlatı. O Abdülkerimden, o da Mücahidden şunu rivayet etti: Abdullah b. Amr b. el-as otağını Hillde Haremin dışında kurdu, namazgahını da Haremde edindi. Kendisine, “Neden böyle yaptın?” denildiğinde, “Haremdeki yılın ilk yağmurları, Hille göre daha şiddetli olur.” dedi. Bize Ahmed b. Abdullah b. Yunus haber verdi; dedi ki: Bize Hibban b. Ali anlattı. O Ebu Sinandan, o Abdullah b. Ebül-Hüzeylden, o da Abdullah b. Amrdan şöyle dediğini rivayet etti: Bir kimsenin şarap içtiğini görsem, Allahtan başkasının da beni görmediğini ve onu öldürebileceğimi bilsem, onu öldürürüm. Bize Ahmed b. Abdullah b. Yunus haber verdi; dedi ki: Bize Davud b. Abdurrahman anlattı. O da Amr b. Dinardan şöyle dediğini rivayet etti: Abdullahın bahçıvanı, Amr b. el-asa ait araziden arta kalan suyu sattı. Abdullah b. Amr b. el-as ise, bunun parasını iade etti. Bize Ubeydullah b. Musa haber verdi; dedi ki: Bize Üsame b. Zeyd anlattı. O da Abdurrahman b. el-Beylemaniden şöyle dediğini rivayet etti: Kab el-Ahbar ile Abdullah b. Amr karşılaştıklarında Kab ona, “Sen uğursuzluktan sakınır mısın?” dedi. O da “Evet!” dedi. “Peki, buna karşı ne dersin?” dedi. O da; . “Allahım senin uğursuz kılmandan başka hiçbir uğursuzluk yoktur, senin hayrından başka hiçbir hayır da yoktur. Senden başka bir Rab da yoktur. Senden başka hiç bir çare ve güç de yoktur.” dedi. Bunun üzerine Kab dedi ki: “Sen Arapların en alimisin. Zira bu dediklerinin aynısı Tevratta da yazılıdır.” Bize Muhammed b. Ömer haber verdi; dedi ki: Abdullah b. Amr b. el-as, 72 yaşındayken, 62 yılında Şamda vefat etmiştir. O, Ebu Bekir ve Ömerden rivayetlerde bulunmuştur.