"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hak geldi, batıl zail oldu

Ramazan-ı şerifin onüçü, Cuma günü idi. Mücahidlerden en önce harekete geçen, Halid bin Velid hazretleri oldu. Mekkenin güneyinden Handeme Dağının eteklerine geldiklerinde, azılı Kureyş müşriklerinin kendilerine ok yağdırdıklarını gördü. İki mücahid, şehid olmuştu. Halid, savaş düzenindeki askerlerine; “Ancak, bozguna uğrayıp kaçanlar öldürülmeyecektir?” emrini verdikten sonra, ileri atıldılar. Bir anda müşrikleri geriye püskürttüler. Çarpışma esnasında yetmiş müşrik öldürüldü. Diğerleri, dağ başlarına, evlerine kaçtılar.

Mukaddes Mekkeye diğer yönlerden giren şanlı sahabiler, herhangi bir direnişle karşılaşmadılar, öldürülmesi emredilenler içinde beş tanesi yakalanıp cezaları verildi. Diğerleri Mekkeden kaçtılar. Mücahidler, büyük bir heyecanla, dalga dalga; “Allahü ekber! Allahü ekber!” tekbirleri arasında Mekkeye giriyorlardı. Server-i alem efendimiz, devesi Kusvanın üzerinde, terkisinde Üsame bin Zeyd olduğu halde büyük bir tevazu içinde, doğduğu belde mukaddes Mekkeye giriyordu. Kendisine bu günleri gösteren Allaha hamdediyor, Mekkenin fethini müjdeleyen, Fetih suresini tilavet buyuruyordu.

Fahr-i kainat efendimiz, büyük bir sürur içinde, muzaffer Eshabının arasında Kabe-i muazzamaya doğru yöneldiler. Sağında Ebu Bekr, solunda Üseyd bin Hudayr hazretleri olduğu halde Kabe-i muazzamaya yaklaştılar. Hacer-ül esvedi ziyaret ettikten sonra, telbiye ve tekbir getirdiler. Bunu sahabiler takib etti ve; “Allahü ekber! Allahü ekber!” sesleri ile Mekke-i mükerreme semaları inlemeye başladı. Bu ulvi manzara karşısında müslümanlar sevinç gözyaşları döküyor, Harem-i şerife sığınmış, evlerine kapanmış müşrikler, korku ile bekleşiyorlardı.

Sonra alemlerin efendisi ve şanlı Eshabı tavafa başladılar. Tavafın yedinci devresini bitirdikten sonra, devesinden inen sevgili Peygamberimiz, Makam-ı İbrahimde iki rekat namaz kıldı. Sonra Abbasın kuyudan çıkardığı zemzemden içti. Zemzem ile abdest almayı arzu buyurdular. Fahr-i kainat efendimiz abdest alırken, Eshab-ı kiram, sevgili Peygamberimizin mübarek vücuduna değen abdest suyunu yere düşürmeden havada kapışmaya başladılar. Bu durumu gören müşrikler; “Biz, hayatımızda böyle bir hükümdar ne gördük, ne de işittik!..” diyerek hayrete düştüler.

Server-i alem efendimiz, Kabenin çevresine taştan ve tahtadan yapılmış bütün putların yıkılmasını murad ettiler. İsra suresinin mealen; “Hak gelince batıl gider, batıl her zaman gidicidir” 81. ayet-i kerimesini okuyarak, mübarek elindeki asayı putlara doğru uzattılar. Asanın değdiği her put, birer birer yüzü üzere yıkılıverdi. Üçyüzaltmış put yerle bir edildi.

Öğle vakti girdiğinde, Resulallah efendimiz Bilale, Kabede Ezan-ı şerifi okumasını emir buyurdu. O da, derhal bu mukaddes vazifeyi ifa eyledi. Ezan okunurken, müminlerin kalbinde engin bir sürur meydana geliyor, müşrikler ise ziyade elem ve üzüntü içinde kahroluyorlardı.

Sevgili Peygamberimiz, Kabenin anahtarını istedi. Getirdiler. İçerdeki resimleri ve yıkılan bütün putları temizlettikten sonra, yanında Üsame bin Zeyd, Bilal, Osman bin Talha olduğu halde, Kabeye girdiler. Peygamber efendimiz, içerde kapıyı arkasına alarak iki rekat namaz kıldı. Her köşede tekbir getirip dua eyledi. Halid bin Velid hazretleri kapının önünde duruyor, halkın oraya yığılmasına mani olmaya çalışıyordu.

Kainatın sultanı, Kabenin kapısının iki kanadından iki mübarek eliyle tutmuştu. Bütün Kureyşliler Mescid-i Harama dolmuşlar, korku ile karışık ümidle, sevgili Peygamberimize bakıyorlardı. Zira onlar, Peygamber efendimize ve Eshabına hertürlü işkenceyi yapmışlardı. Boyunlarına ip bağlayıp, sürümüşlerdi!… Ateşe atıp, yakmaya çalışmışlardı!… Kızgın kayaları göğüslerine koyup, bayılıncaya kadar işkence yapmışlardı!… Ateşte kızartılmış şişleri vücutlarına sokmuşlardı!… Üç sene aç susuz bir mahalleye hapsedip, her şeyden mahrum bırakmışlardı! Ayaklarından develere bağlayıp, ayrı yönlere çekmek suretiyle parçalamışlardı. Hepsinden öte yurtlarından çıkarmışlardı… Bu yetmiyormuş gibi, tamamen ortadan kaldırmak için kaç defa harbetmişlerdi… Fakat bütün bunlara rağmen ümitli idiler. Çünkü karşılarında, alemlere rahmet olarak gönderilen merhamet deryası vardı.

Sevgili Peygamberimiz, bir müddet onlara baktıktan sonra; “Ey Kureyş cemaati! Şimdi, hakkınızda benim, ne yapacağımı zan ediyorsunuz?” buyurdular. Onlar da; “Biz, senden hayır bekliyor, hayır ümid ediyoruz. Çünkü sen, kerim kardeşsin. Kerem ve iyilik sahibi bir kardeşimizin oğlusun. Bize galip geldin! Senden iyilik umuyoruz” dediler. Resulallah , onlara tebessüm buyurdular ve; “Benim halimle sizin haliniz, Yusufun kardeşlerine söylediği gibi olacaktır. Onun gibi ben de; “Bu gün (den sonra günahınızı yüzlerinize vurmak suretiyle benim tarafımdan) size, bir kınama ve ayıplama yoktur! Allah, sizi mağfiret buyursun” (Yusuf suresi: 92) diyorum. Gidiniz. Hürsünüz, serbestsiniz!” buyurdu. Bu muazzam merhamet, katı kalbleri yumuşatmış, nefret halini muhabbete çevirmişti. alemlerin efendisi, onları İslama davet, edince, müslüman olmak için toplandılar. Sevgili Peygamberimiz, peygamberliğini, Kureyşlilere bildirip ilk İslama davet ettiği Safa tepesine çıktı. Yine orada, büyük-küçük, kadın-erkek bütün Mekkelilerin biatını kabul etti. Böylece Kureyşliler müslüman olarak, Eshab-ı kiram arasına katılmakla şereflendiler.

Erkeklerle sözleştikten sonra, kadınlardan da bazı konularda söz alındı. Allaha şirk koşmamak, Peygamber efendimize isyan etmemek, hırsızlık yapmamak, iffet ve namusunu korumak, kız çocuklarını öldürmemek… bunlardandı. Müslüman olan kadınların içinde öldürülecek kimselerin listesinde ismi bulunan Ebu Süfyanın hanımı Hind de vardı. Fakat alemlere rahmet olan sevgili Peygamberimiz onu da bağışlamıştı. Müslüman olan herkes evlerindeki bütün putları kırdılar. Çevre kabilelere askeri birlikler gönderilerek, oralardaki putlar da yerle bir edildi. Böylece hakkın gelmesi ile batılın kökü kazındı. Merhamete kavuşanlar arasında, Ebu Cehlin oğlu İkrime, Hamzayı şehid eden Vahşi … gibi kimseler de vardı. Bunlardan İkrime , Yermük muharebesinde şehid düşmüştü. Vahşi de, Yemame savaşında Müseylemet-ül-Kezzabı öldürmüştü.