"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Kim mescidi harama sığınırsa

Ebu Süfyan Medineden ayrılınca, sevgili Peygamberimiz Mekkeyi fethetmeye karar verdi. Çünkü Kureyşliler, ahdlerinde durmamışlar ve muahedeyi bozmuşlardı. Fakat bu sırrı gayet gizli tutuyor, müşriklere hazırlanma fırsatı vermeden ve Harem-i şerifte kan dökülmeden Mekkeyi teslim almak istiyordu. Bu bir harp tedbiri idi. Zira, Mekke fethedilince, kim bilir niceleri müslüman olmakla şereflenecekti.

Bu durumu Ebu Bekre ve Eshabının ileri gelenlerinden bir kaçına bildirdi. Eshabına, sefer için hazırlık yapmalarını emredip, nereye gidileceğini bildirmedi. Eshab-ı kiram, cihad için hazırlığa başladılar. Peygamber efendimiz, ayrıca çevredeki müslüman kabilelerden Eslem, Eşca, Cüheyne, Husayn, Gıfar, Müzeyne, Süleym, Damra ve Huzaaoğullarına haber gönderdi; “Allaha ve ahiret gününe iman edenler, Ramazan-ı şerifin başında Medinede bulunsunlar” buyruluyor, harbe katılmaya davet ediliyordu.

Habibullah efendimiz , bir tedbir olarak, Mekkeye giden yolları tutup irtibatı kesmek üzere, Ömere vazife verdi. Ömer, derhal dağ yollarına, geçitlere ve diğer yol başlarına nöbetçiler dikip; “Mekkeye gitmek isteyen herkesi geri çevireceksiniz!” emrini verdi.

Sevgili Peygamberimiz, bu işin gizlice yürütülmesi için; “Ya Rabbi! Yurtlarına ansızın varıp, kavuşuncaya kadar, Kureyşlilerin casus ve habercilerini tut, görmez ve işitmez eyle. Bizi ansızın görüp işitsinler” diyerek Allaha dua ediyordu.

Peygamber efendimiz, kuzeydeki müşrikler veya Bizanslılar üzerine yürünecek intibaını vermek için de, Ebu Katade hazretlerini askeri bir birlik ile kuzeye, İzam vadisine doğru gönderdi.

Bu arada Medinedeki hazırlıkları, Mekkeli müşriklere bildirmek üzere gönderilen bir mektubu, sevgili Peygamberimiz bir mucize olarak haber verdi. Aliyi göndererek yakalattı.

Ramazan ayının ikinci gününe kadar, çevre kabilelerden yardım gelmiş, Ebu İnebe kuyusu başındaki karargahda toplanılmıştı. Eshab-ı kiramın sayısı onikibine ulaşmıştı. Bunlardan dörtbini Ensar, yediyüzü Muhacir, geri kalan da çevredeki müslüman kabilelerdendi.

Sevgili Peygamberimiz, Medineye vekil olarak, Abdullah bin Ümmi Mektum hazretlerini bıraktı. Zübeyr bin Avvam hazretlerini de ikiyüz kişilik bir süvari birliğinin başında keşif kolu olarak ileri gönderdi.

alemlerin efendisi, gönülleri Allah ve Resulünün muhabbetiyle dolu olan onikibin kişilik muazzam ordusunun başında, Allahın ismi ile yola çıktılar. Bundan sekiz sene önce, işkence, zulüm yapılarak hicrete mecbur bırakıldıkları yurtlarına, Mekkeye gidiyorlardı. Puthane haline çevrilen muazzam Kabeyi putlardan temizlemeye gidiyorlardı… İnatlarından bir türlü vaz geçmek istemeyen müşriklere, hak, adalet ve merhamet göstermeye gidiyorlardı… Allahın dinini yaymaya, oradakilerin ebedi Cehennem azabından kurtulmalarına vesile olmaya gidiyorlardı… Aman ya Rabbi! Bu ne büyük merhametti!…

İslam ordusu Zül-huleyfeye geldiği sırada, Mekkeden ailesi ile birlikte hicret eden Peygamber efendimizin amcası Abbas ile karşılaştı. Sevgili Peygamberimiz, amcasının geldiğine çok sevindi ve; “Ey Abbas! Ben Peygamberlerin sonuncusu olduğum gibi, sen de, Muhacirlerin sonuncususun” buyurarak gönlünü aldı. Abbasın ağırlıklarını Medineye gönderdi. Abbas , Peygamber efendimizin yanında kalıp, Mekkenin fethine katıldı.

Resulallah efendimiz, Mekkenin yakınında bulunan Kudeyde geldiğinde, şanlı Eshabına harp düzeni aldırdı. Her bir kabileye ayrı ayrı sancaklar ve bayraklar verdi. Onları, her kabilenin bayrakdar ve sancakdarına teslim etti. Muhacirlerin bayrağını; Ali, Zübeyr bin Avvam ve Sad bin Ebi Vakkas taşıyordu. Ensarın oniki bayrakdarı, Eşcaların ve Süleymlerin bir bayrakdarı, Müzeynelerin üç, Eslemlerin iki, Huzaaoğullarının üç, Cüheynelerin dört sancakdarı vardı.

Medineden ayrılalı on gün olmuştu. Akşam üzeri Mekkeye iyice yaklaşılmış, yatsı vaktinde Merr-uz-zahrana gelinmişti. Peygamber efendimiz, Eshabına burada durmalarını emir buyurdu. Ayrıca Ömere vazife verip, her mücahidin ateş yakmasını da emir verdi. Bir anda onbinden fazla ateş yanınca, Mekke aydınlığa boğuldu. Hiç bir şeyden haberi olmayan Mekkeli müşrikler, şaşkına döndüler. Ne olduğunu anlamak için Ebu Süfyanı vazifelendirdiler. O da yanına birini alarak İslam ordusuna doğru gizlene gizlene yaklaştı. Bu sırada sevgili Peygamberimiz, Eshabından bazılarına; “Ebu Süfyana göz-kulak olunuz. Mutlaka onu bulursunuz!” buyurdu.

Kureyşliler, ilerledikçe hayretleri artıyor, dehşete düşüyorlardı. Mekkenin çevresine ne kadar çok asker birikmişti ve ne kadar çok da ateş yakmışlardı… Onlar, bunları konuşa konuşa, Erak isimli yere geldiler. Bu sırada Peygamber efendimiz, yine; “Ebu Süfyan, şu anda Eraktadır” buyurdu. Abbas, onları tanıdı ve Peygamber efendimizin huzuruna götürdü. Yolda Ebu Süfyan, Abbasa; “Haberler nasıldır?” diye sordu. O da; “Ey Ebu Süfyan! Sana yazıklar olsun! Resul , karşı koyamayacağınız bir ordu ile üzerinize geliyor. Yemin ederim ki, Kureyşlilerin hali yaman olacak. Vay onların başına geleceklere!” dedi. Ebu Süfyan ve yanındakiler, korku ile mücahidlerin arasından geçerek sevgili Peygamberimizin huzur-i şeriflerine geldiler. Kainatın sultanı, onları güzel karşıladı. Mekkeliler hakkında bilgi aldı. Geç vakitlere kadar konuştuktan sonra, onları İslama davet eyledi. Hakim bin Hizam ile Büdeyl, derhal kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu. Fakat Ebu Süfyanın tereddütü devam ediyordu. Sabah olunca, merhamet deryası sevgili Peygamberimiz; “Ey Ebu Süfyan! Yazıklar olsun sana! Allahtan başka ilah bulunmadığını öğrenme zamanı hala gelmedi mi?” buyurdu. O da; “Anam-babam sana feda olsun! Yumuşak huylulukta ve şereflilikte ve akraba hakkını gözetmekte üstüne yoktur. Sana ettiğimiz bu kadar cefadan sonra, sen, hala bizi hidayet yoluna davet ediyorsun. Ne güzel kerem sahibisin. Allahdan başka ilah olmadığına inandım… Eğer olsaydı bana bir faydası olurdu. Sen de Allahın Resulüsün” diyerek Eshab-ı kiramdan olmakla şereflendi.

Hazret-i Abbas; “Ya Resulallah! Ebu Süfyana Mekkelilerce itibar kazandıracak bir şey ihsan eder misiniz?” dedi. Peygamber efendimiz, bunu kabul edip; “Kim Ebu Süfyanın evine girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir, öldürülmekten kurtulur” buyurdu. Ebu Süfyan hazretleri; “Ya Resulallah! Biraz daha genişletir misiniz?” diye istirhamda bulununca, sevgili Peygamberimiz; “Kim Mescid-i Harama girer, sığınırsa, ona eman verilmiştir! Kim kapısını kapayıp evinde oturursa, ona eman verilmiştir” buyurdu.

Resulallah efendimiz, Ebu Süfyann , İslam ordusunun heybetini ve çokluğunu görüp, Mekkeli müşriklere bunu anlatması için Abbasa; “Onu, vadinin daraldığı, atların sıkışa sıkışa geçtiği dağ boğazına ilet. Müslümanların, Allahın ordusunun ihtişamını görsün” buyurdu. Ebu Süfyan görmeliydi ki, şahid olduğu manzarayı müşriklere anlatsın ve karşı çıkan olmasın… Böylece, Harem-i şerifte kan dökülmesin…

Hazret-i Abbas, Ebu Süfyan ile dağ geçidine giderken, mücahidler harp düzenine girdi. Her kabile, sancaklarını açmış olduğu halde geçitten geçmeye başladılar. Her birinin üzeri zırhlı ve silahlı idi. Her grup geçerken tekbir getiriyorlardı. Ebu Süfyan hazretleri; “Bunlar kim?” diye soruyor, Abbas da; “Bunlar, Süleymoğulları! Kumandanları Halid bin Veliddir!” “Bunlar Gıfaroğulları!” “Bunlar Kaboğulları!…” diyerek cevap veriyordu. Yeri göğü; “Allahü ekber! Allahü ekber!” nidaları dolduruyor, mücahidlerin çokluğu ve silahların parıltıları göz kamaştınyordu. Ebu Süfyanın en çok merak ettiği, Fahr-i alem efendimizdi. Onun çevresindeki askerlerin geçişini çok merak ediyor, diğerlerinden farklı olacağını tahmin ediyordu. Bu sebeple sık sık; “Bunlar Resulallahın birliği midir?” diye sormaktan kendini alamıyordu… Nihayet peygamberlerin sultanı, alemlerin efendisi güneş gibi, nur saçarak devesi Kusvanın üzerinde göründü. Etrafında Muhacirler ve Ensar bulunuyordu. Her biri tepeden tırnağa Davudi zırhlara bürünmüş, Hindi kılıçlar kuşanmış, cins atlara ve develere binmiş olarak geliyorlardı. Ebu Süfyan hazretleri onları görünce; “Kim bunlar, ya Abbas?” diyerek merakla sordu. O da; “Ortadaki Resul . Etrafındakiler de şehid olmak aşkı ile yanan Ensar ve Muhacirlerdir!…” dedi.

Sevgili Peygamberimiz , onların yanından geçerken Ebu Süfyan hazretlerine; “…Bugün, Allahın, Kabenin şanını yücelteceği bir gündür. Bugün, Beytullaha örtü örtüleceği gündür! Bugün, merhamet günüdür… Bugün, Allahın Kureyşlileri (İslam ile) aziz edeceği bir gündür!” buyurdu.

Hazret-i Ebu Süfyan, göreceğini görmüş, işiteceğini de işitmişti; “Ben, Kayserin de, Kisranın da saltanatını gördüm. Fakat böyle ihtişamlısını görmedim! Ben, hiç bir zaman bugünkü gibi bir ordu ve cemaat ile karşılaşmadım! Böyle bir orduya hiç kimse karşı koyamaz, onlara güç yetiremez!” diyerek Mekkenin yolunu tuttu…

Ebu Süfyan , Mekkeye gelip, kendisini merakla bekleyen müşriklere müslüman olduğunu açıkladıktan sonra; “Ey Kureyş cemaatı! Muhammed , karşısında dayanamayacağınız kadar büyük bir ordu ile yanıbaşınıza gelmiş bulunuyor. Boş yere kendi kendinizi aldatmayınız. Müslüman olunuz ki, kurtulasınız! Ben sizin görmediklerinizi gördüm! Sayısız bahadırlar, atlar ve silahlar gördüm. Hiç kimsenin onlara gücü yetmez! Kim, Ebu Süfyanın evine girerse, ona eman verilmiş, öldürülmekten kurtulmuştur! Kim, Beytullaha sığınırsa, ona eman verilmiştir. Kim, evine girip kapısını kapatırsa, ona da eman verilmiştir!” dedi. Bunun üzerine müşriklerin azılılarından bazıları, Ebu Süfyan hazretlerine karşı çıkarak, hakaret ettiler. Hatta, İslam ordusuna karşı çıkmak için, acele hazırlığa başladılar. Fakat bunların sayıları çok azdı. Diğerleri, bunlara iltifat etmeyip evlerine koştular. Bir kısmı da Mescid-i Harama sığındılar.

Server-i alem ve şanlı sahabiler, Zituva vadisine gelip toplandılar. alemlerin efendisi, mübarek gözleriyle Eshab-ı kiramını şöyle bir süzdükten sonra, hatırına, sekiz sene önce Mekkeden ayrılışı, hicreti geldi. O zaman saadethanelerinin etrafını müşriklerin sardığını, Yasin-i şeriften ayet-i kerimeler okuyarak çıktığını, Ebu Bekir ile kimselere görünmeden Sevr mağarasına girdiklerini; Mekke hudutlarından ayrılmadan son bir defa dönüp; “(Ey Mekke!) Vallahi, biliyorum ki, sen, Allahın yarattığı yerlerin içinde en hayırlısısın. Rabbim katında da benim yanımda da en sevgili olanısın. Senden zorla çıkarılmamış olsaydım; senden çıkmaz, ayrılmazdım” buyurduğunu; bu mahzunluğu karşısında, Cebrail ın Kasas suresi 85. ayet-i kerimesini okuyup, mübarek hatırını teselli ettiğini ve Mekke-i mükerremeye döneceğini müjdelediğini; bir avuç Eshabı ile Bedrde, Uhudda, Hendekde, Hayberde, Mutede düşmanlara nasıl galip geldiğini hatırladı. Şimdi, onikibin Eshabı etrafında pervane olmuş, Mekkeye girmek için bir emrini bekliyorlardı… Server-i alem efendimiz, bütün bunları ihsan eden Allaha, en derin minnet ve şükran duygularıyla dolu olarak hamd etti. Tevazu ile mübarek başını önüne eğdi.

Fahr-i kainat efendimiz, kahraman Eshabını dört gruba ayırdı. Sağ kol kumandanlığına Halid bin Velid hazretlerini, sol kol kumandanlığına Zübeyr bin Avvam hazretlerini, piyadelerin başına Ebu Übeyde bin Cerrah hazretlerini, diğer gruba da Sad bin Ubade hazretlerini tayin eyledi. Halid, Mekkenin güneyinden girecek, müşriklerden kim karşı çıkarsa cezalarını verecek, Safa tepesinde, Fahr-i kainat efendimizle birleşecekti. Zübeyr, Mekkenin kuzeyinden girecek, Hacun mevkiine bayrağını dikip Server-i alem efendimizi bekleyecekti. Batıdan, Sad bin Ubade hazretleri ilerleyecekti.

Resulallah efendimiz, kumandanlarına; “Size saldırılmadıkça, asla, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz. Hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz” buyurdu. Ancak isimleri belirtilen onbeş kişiden kim yakalanrsa, Kabenin örtüsü altına bile gizlenseler, başları uçurulacaktı.