"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Mekkenin fethi

Hicretin sekizinci senesi idi. Hudeybiye sulh-namesinin bir maddesi de; “Her iki tarafın dışında kalan Arab kabileleri, istedikleri tarafın himayesine girebilecekler, müslümanlar veya müşriklerle birleşmekte serbest olacaklar” idi. Buna göre; Peygamber efendimizin müttefiki olan Huzaa kabilesi, müslümanlar; Beni Bekir kabilesi de müşrikler tarafında yer almışlardı. Huzaa kabilesi ile Beni Bekrler eskiden beri düşman olup, fırsat buldukça birbirlerine saldırırlardı, Hudeybiye sulhuna göre, onlar da bir müddet için saldırılarını durdurmuşlardı. Fakat, buna Beni Bekrler iki sene uyabilmişlerdi.

Bekroğullarından biri, sevgili Peygamberimize hakaret eden bir şiir söylemiş, bunu işiten Huzaa kabilesinden bir genç, dayanamamış ve başını yarmıştı. Bekroğulları, bunu fırsat bilip andlaşma gereği tehlikeden emin olan Huzaa kabilesine saldırmışlardı. Bu saldırıya, Kureyşli müşrikler, silah vererek ve gizli adam göndererek yardım etmişler, Harem-i şerifte Huzaa kabilesinden yirmiden fazla kimseyi öldürmüşlerdi. Çarpışma esnasında Huzaa kabilesinden bazı müslümanlar, Peygamber efendimizden yardım istemişlerdi. Huzaa kabilesinden, gece yapılan bu baskınlarda, Bekroğulları arasında, Kureyşli müşriklerin de bulunduğunu görenler olmuştu. O gece, Medinede, Meymune validemizin evinde bulunan sevgili Peygamberimiz, namaz kılmak için kalkıp abdest alırken; Allahın izni ile bir mucize olarak, Mekkedeki müslümanların kendisinden yardım taleb ettiklerini işitmişti. Onlara cevab olarak; “Lebbeyk! = Davetinize icabet ediyorum!” buyurdu. Meymune validemiz, Peygamber efendimizin yanında kimse olmadığı halde böyle konuştuğunu görünce; “Ya Resulallah! Yanınızda bir kimse mi var?” diye sordu. Sevgili Peygamberimiz ona, Mekkede meydana gelen hadiseyi ve Kureyşlilerin bu işe ortak olduklarını haber verdi.

Kureyş müşrikleri Beni Bekrlere yardım ederek, Huzaa kabilesine baskın yapıp onları öldürmekle, Hudeybiye sulh-namesinin maddelerine aykırı hareket etmiş, böylece sulh-nameyi bozmuş oluyorlardı. Fakat, bu hadiseden, o sırada Şama ticaret için giden Kureyş lideri Ebu Süfyanın haberi olmamıştı. Şamdan dönünce hadiseyi ona anlattılar ve; “Bu, mutlaka düzeltilmesi lazım olan bir iştir. Gizlenmesi mümkün değildir. Eğer düzeltilmezse, Muhammed bizi Mekkeden sürer!” dediler. Ebu Süfyan ise; “Her ne kadar bu hadiseden benim haberim olmadıysa da, yapılan kıtal haberi Medineye ulaşmadan, sulhu yenileyip uzatmak üzere acele gitmem lazım” dedi.

Halbuki, sevgili Peygamberimiz, haberi anında öğrenmişti. Ayrıca hadiseden üç gün sonra, Huzaa kabilesinden Amr bin Salim, yanında kırk süvari ile gelip, durumu Resulallah efendimize anlattı. Habibullah efendimiz de; “Huzaa oğullarına yardım etmezsem, bana da yardım olunmasın!” buyurarak bir mektup yazdırdı. Kureyş müşriklerine gönderilen bu mektupda, sevgili Peygamberimiz; “… Siz, ya Bekir oğulları ile olan ittifakınızdan vaz geçip geri durursunuz, yahut da Huzaa oğullarından öldürülenlerin diyetlerini ödersiniz! Şayet bu söylediklerimden birini yerine getirmeyecek olursanız, sizinle harb edeceğimi bildiririm!…” buyuruyorlardı.

Kureyşliler, bu merhameti dahi anlayamadılar. “Hem ittifakımızı kesmeyiz, hem de diyeti ödemeyiz! Ancak harbedebiliriz” diye haber gönderdiler. Fakat, böyle yaptıklarına bin defa pişman olup, korkularından muahedeyi yenilemek üzere Ebu Süfyanı Medineye doğru hemen yola çıkardılar. Daha Ebu Süfyan Medineye gelmeden, sevgili Peygamberimiz, onun geleceğini Eshab-ı kiramına bildirdi ve; “Şöyle anlarım ki, Ebu Süfyan, sulhü yenileyip, sulh müddetini de uzatmak üzere geliyor. Lakin, muradı hasıl olmayıp geldiği gibi geri döner!…” buyurdu. Henüz müslüman olmayan Ebu Süfyan, Medine-i münevvereye geldi. Kızı ve Peygamber efendimizin mübarek hanımı, müminlerin annesi olan Ümmü Habibenin evine gitti. Sevgili Peygamberimizin döşeği üzerine oturmak istedi. Ümmü Habibe validemiz, oturmadan yetişip döşeği kaldırdı. Babası buna çok üzülüp; “Ey kızım! Bu döşeği benden mi esirgiyorsun?” diyerek hayretini belirtince, Resulallahın muhabbetini her şeyin üzerinde tutan müminlerin annesi Ümmü Habibe, babasına; “Bu döşek, Allahın Resulünün döşeğidir. Ona müşrikler oturamaz! Sen, müşrik ve necissin! Bu döşek üzerine oturman, asla layık değildir!” diye cevap verdi. Babası; “Ey kızım! Evimden ayrılalı sana bir şeyler olmuş! deyince, o da; “Elhamdülillah ki, Allah bana İslamiyeti nasib etti. Sen ise hala, işitmeyen, görmeyen taştan yapılmış putlara tapıyorsun! Ey baba! Senin gibi Kureyşin büyüğü ve yaşlısı olan bir kimse, nasıl olur da İslama uzak kalır?…” dedi. Babası, çok hiddetlenip; “Bana bu kadar hürmetsizlik edip cahillikle suçluyorsun! Demek ben, atalarımın senelerdir taptıklarını bırakıp, Muhammedin dinine mi gireceğim?!” diyerek oradan ayrıldı.

Sevgili Peygamberimizin huzuruna gelen Kureyş lideri; “Ben, Hudeybiye sulh-namesini yenilemek ve müddetini de uzatmak için geldim. Haydi, aramızdaki bu muahedeyi bir yazı ile yenileyelim!” dedi. Habib-i ekrem efendimiz; “Biz, Hudeybiye sulh-namesine aykırı bir davranışta bulunmayız ve onu değiştirmeyiz!” buyurdu. Kureyş lideri, tekrar tekrar; “Sulh-nameyi değiştirelim! Yenileyelim!…” dediyse de, sevgili Peygamberimiz, ona hiç bir cevabda bulunmadı. Kureyş lideri gösterdiği bütün çabaların hiç bir fayda vermediğini görünce, Mekkeye dönüp, müşriklere durumu anlattı. Müşrikler; “Demek hiç bir şey yapamadan geri döndün öyle mi?!.” diyerek onu kınadılar. Artık onlar için, beklemekten başka yapacak bir şey kalmamıştı.