"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Umret-ül-kaza seferi

Hudeybiye sulhü üzerinden bir sene geçmişti. Kurban bayramına bir ay kala, Resulallah efendimiz, Eshab-ı kiramına, umre için hazırlık yapmalarını emrettiler. Umre için Hudeybiyeye gidip Biat-ür Rıdvana katılanlar, vefat edenler hariç, hazır bulunacaklardı. Bu emir üzerine, ikibin sahabi hazırlıklarını tamamladılar. Kurban edilmek üzere yetmiş deve alındı. Bunların Mekkeye kadar otlatılarak götürülmesi için, Naciye bin Cündübe ve dört arkadaşına vazife verildi. Ayrıca Muhammed bin Mesleme hazretlerinin emrine yüz süvari verilerek; zırh, mızrak, kılıç gibi harpte kullanlacak silahları götürmek üzere önden gönderildi. Müşriklere güvenilmezdi. Herhangi bir saldırı halinde, bu silahlardan istifade edilecekti. Eshab-ı kiramdan bazıları; “Ya Resulallahı Hudeybiye sulhüne göre, umreye, kınına sokulmuş kılıçlardan başka silah ile gelmiyecektik!” dediler. alemlerin efendisi; “Biz, bu silahları Hareme, Kureyşlilerin yanına sokmayacağız. Ancak onlar, Kureyşlilerden bize yapılacak bir saldırı karşısında yakınımızda, elimizin altında bulundurulacaktır” buyurdu.

Medine-i münevvereye vekil olarak Ebu Zer-il-Gıfari bırakıldı. Ebu Rühm-ül-Gıfarinin de bırakıldığı rivayet edilmiştir. İkibin sahabi, sevgili Peygamberimizle birlikte Mekkeye doğru yola çıktılar. Eshab-ı kiram, çok heyecanlanmıştı. Senelerdir, Allah yolunda, sevgili Peygamberimiz uğrunda evlerini, ocaklarını, terk ettikleri yurtlarını göreceklerdi… Beş vakit namazda yönlerini döndükleri Kabe-i muazzamayı ziyaret edeceklerdi… Henüz müslüman olup da andlaşma gereği Medineye gelemeyen akrabalarına kavuşacaklardı… Senelerdir, kendilerine gözlerinden yaş yerine kan akıtan, zulüm altında inim inim inleten, putlarına taptırmak için pek çok kardeşlerini şehid eden Kureyşli müşriklere, İslamın haysiyet ve şerefini göstereceklerdi. Belki bunu gören müşriklerin kalbine İslam sevgisi düşer de, müslüman olurlardı!…

Medinede kalanlar, Veda yokuşuna kadar alemlerin efendisini tekbirlerle teşyi edip, uğurladıktan sonra geri döndüler…

Sevgili Peygamberimiz, Medineye on kilometre kadar uzakta bulunan Zülhuleyfaya gelince, ihrama girdiler. Şanlı Sahabiler de Ona uydular. Herkes beyazlara bürünmüştü. Umre yapmak için Mekke-i mükerreme yolculuğu başlamıştı. Artık; “Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! Lebbeyk! La şerike leke lebbeyk! İnnel hamde ven-nimete leke vel-mülke, la şerike lek!…” sadalarıyla yer gök İnliyordu. Yolculuk, Allaha hamd etmek ve yalvarmakla, Onun mübarek ismini zikretmekle, çok zevkli geçiyordu.

Önden giden Muhammed bin Mesleme komutasındaki birlik Mekkeye yaklaşınca, Kureyşli müşrikler tarafından görüldü. Korku ile yanlarına yaklaşıp, biz, bir sene önce böyle mi anlaşmıştık dercesine; “Bu nedir?” diye sordular. Muhammed bin Mesleme , onlara iliklerini donduran şu cevabı verdi: “Bunlar, Allahın Resulünün süvarileridir… Allah izin verirse, yarın onlar da burayı teşrif edeceklerdir!…” Müşrikler, korka korka geri dönüp haberi Mekkeye ulaştırdılar. Mekkeli müşrikler de; “Yemin ederiz ki, biz andlaşmaya bağlı kaldık. Muhammed bizimle niçin çarpışsın?…” diyorlardı. Derhal aralarından bir heyeti, Peygamber efendimizle görüşmek üzere gönderdiler.

Bu sırada alemlerin efendisi , Mekkeyi görebilecekleri Batn-ı Yecec denilen yere gelmişlerdi. Üzerlerindeki kılıçtan başka bütün silahlarını burada bıraktılar. Silahları beklemek üzere de ikiyüz sahabiyi nöbetçi koydular.

Bu hazırlıklar bitince, Kureyş heyeti Peygamber efendimizle görüşmek ve huzura kabul edilmek için izin istedi. Kabul edilince; “Ya Muhammed! Hudeybiye andlaşmasından beri, size karşı herhangi bir ihanetimiz olmamıştır. Buna rağmen Mekkeye, kavminin yanına bu silahlarla mı gireceksin? Halbuki, andlaşmamıza göre; kınına sokulmuş kılıçlardan başkası yanınızda olmayacaktı!…” dediler. Buna, alemlerin efendisi; “Ben, çocukluğumdan bu güne kadar verdiğim sözde durmak ve vefakarlığımla tanınırım. Hareme, kınlarında sokulu kılıçlarımızdan başkası ile girecek değiliz. Fakat, silahların bana yakın bir yerde olmasını istiyorum” buyurarak cevap verdiler. Heyet, kendilerine iletilen haberin değişik olduğunu anlayarak, rahatladılar ve; “Ya Muhammed! Doğrusu senden hep vefakarlık ve iyilik gördük. Sana yaraşan da odur” diyerek geri döndüler. Mekkeye gelip, durumu Kureyşlilere bildirdiler. Onlar da rahatladılar.

Kureyşin ileri gelenleri, kin ve kıskançlıklarından, Peygamber efendimizi ve Eshabının bu mesud anlarını görmemek için, Mekkeyi terk ederek dağlara çıktılar.

Sevgili Peygamberimiz, işaretli kurbanlık develeri Zituva mevkiine önden gönderdi. Sonra, Eshabıyla hazırlıklarını tamamlayıp, mukaddes Mekke şehrine girmek üzere yürüdüler. Eshab-ı kiram, alemlerin efendisini ortalarına almışlardı. Kainatın sultanı, devesi Kusva üzerinde, binlerce yıldızın varlığını örten bir güneş gibi, etrafına nur saçıyordu. Aman ya Rabbi! O ne güzellik! O, ne ihtişamlı manzaraydı!… Dillerde; “Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk! Lebbeyk! La şerike leke Lebbeyk!…” sadaları, gönüllerde Allah ve Resulünün muhabbeti vardı. Adım adım muazzam Kabeye doğru ilerliyorlardı. Yaklaştıkça heyecanları bir kat daha artıyor, adeta coşuyorlardı. Hep bir ağızdan söylenen telbiye nidaları Mekkeyi dolduruyor, müşrikler, bu muhteşem manzarayı gördükçe içleri eriyor, gönüllerine ılık ılık bir muhabbet şerbetinin aktığını hissediyorlardı. Bir çoklarının kalbine, İslamın sevgisi düşmüştü. Sonunda Muhammed galip gelmişti…

İşte, sevgili Peygamberimiz ve şanlı Eshabı, bellerinde kılıçları olduğu halde Kabe-i muazzamaya giriyorlardı. Peygamber efendimizin devesi Kusvanın yularını Abdullah bin Revaha hazretleri tutarak ilerliyordu. Mekkeli bazı müşrikler, kadınları ve çocukları Dar-ün-Nedvede dizilmişler, sevgili Peygamberimizi ve kahraman Eshabını seyrediyorlardı. Abdullah bin Revaha ilerledikçe, şu beytleri müşriklerin başına bir balyoz gibi vuruyor, ta gönüllerine kadar indiriyordu.

Ey kafirler çekilin, Peygamberin yolundan,

Ki Allah, Ona gönderdi Kuran.

Her hayır ve iyilik vardır Onun dininde,

Bu din için ölmekdir, en hayırlı ölüm de.

Gerçek Resulallahdır, kabul ettim yürekten,

Her sözüne inandım, kabul ettim şimdi ben.

Ey kafirler! Kuranın, Allahtan,

İndiğini siz inkar eylediğiniz zaman,

Nasıl indirdik ise, darbeleri aniden,

Ve nasıl ayırdıksa, başınızı gövdeden.

Onun manasına da, inanmazsanız eğer,

İner aynı şekilde başınıza darbeler.

Başlarım O Allahın, mübarek ismiyle ki,

Yoktur Onun dininden, başka din-i hakiki.

Ve yine başlarım ki, ismiyle O Allahın,

Muhammed hem kulu ve hem resulüdür Onun.

Hazret-i Ömer dayanamayıp; “Ey İbn-i Revaha! Sen, Resulallahınönünde ve Harem-i şerifte nasıl şiir okuyabiliyorsun?” diye ikaz etmek istemiş, fakat Peygamber efendimiz; “Ya Ömer! Ona mani olma. Allaha yemin ederim ki, onun sözleri, bu Kureyş müşriklerine ok yağdırmaktan daha çabuk, daha çok tesirlidir. Ey İbn-i Revaha devam et” buyurdu. Peygamber efendimiz biraz sonra Abdullah bin Revaha hazretlerine;

“Allahtan başka ilah yoktur! Bir olan Odur. Vadini gerçekleştiren Odur! Bu kuluna yardım eden Odur! Askerlerini güçlendiren Odur! Toplanmış olan kabileleri, bozguna uğratan da yalnız Odur! de!” buyurdu. Abdullah bin Revaha da;

“Allahtan yoktur, başka bir ilah!

Yoktur Onun şeriki, La İlahe illallah!

Odur müslümanların, askerine güç veren!

Ve Odur kafirleri, dağıtan, mağlub eden!”

diye söylemeye başladı. Müslümanlar da bu sözleri tekrar ediyorlardı.

Sevgili Peygamberimiz Beytullaha girince, mübarek sağ omuzunu açtılar. Mübarek tenlerinin güzelliği gözleri alıyor, gönülleri cezb ediyordu. Sonra; “Bugün, şu şirk ehline, kendisini güçlü ve zinde gösterecek yiğitleri, Allah, rahmeti ile yarlıgasın!” buyurdular. Bunun üzerine Eshab-ı kiram sağ omuzlarını açıp, heybetli bir şekilde hızlı hızlı yürüyerek Kabeyi üç defa tavaf ettiler. Ancak, Rükn-i Yemani ile Hacer-ül esved köşesi arasında ağır ağır yürüdüler. Peygamber efendimiz ve Eshabı, Hacer-ül esvede yaklaşıyor onu öpüyorlar veya geriden ellerini açıp Hacer-ülesvede karşı tutuyorlardı.

Müşrikler, gerilerden Eshabı takip ediyor, onların bu heybetli ve gösterişli yürüyüşlerine şaşırıyorlardı. Çünkü onlara, Müslümanların Medineye gideliden beri zayıf ve hasta düştükleri anlatılmış ve buna benzer haberler yayılmıştı. Şimdi ise, tam tersi bir hale şahid oluyorlardı ve hayretleri artıyordu.

Geri kalan dört tavaf ise yavaş yavaş, ağır ağır adımlarla yapılarak tamamlandı. Tavaftan sonra Makam-ı İbrahimde iki rekat namaz kıldılar. Daha sonra Safa ile Merve tepeleri arasında yedi kere say yaptılar. Kurbanlar kesildikten sonra, Peygamber efendimiz mübarek başını kazıttılar. Mübarek saçları havada kapışılmıştı. Eshab-ı kiram da tıraş oldular. Böylece Resulallah efendimizin tam bir sene önce gördüğü rüya gerçekleşti.

Umre ziyareti tamamlanmış, öğle vakti girmişti. alemlerin efendisi, Bilale, Kabede ezan okumasını emredince, Bilal-i Habeşi derhal emri yerine getirdi. O, Kabede ezan-ı şerifi okurken, bütün Mekke çalkalanmaya başladı. Eshab-ı kiram, büyük bir huşu içinde ezanı dinliyor, hafif bir sesle onu tekrar ediyorlardı. Bitince, Habibullah efendimiz imam oldular. Hep birlikte kılınan öğle namazının, müşriklerin kalbindeki tesiri bir başka idi.

Sevgili Peygamberimize, Ebtahda deriden bir çadır kurulmuştu. Sahabiler de etrafındaki çadırlarda üç gün ikamet ettiler. Namaz vakitlerinde Beytullahda toplanıyor, cemaatle namazlarını kılıyorlardı. Diğer vakitlerde akrabalarını ziyaret ediyorlar, İslamın kendilerine bahşettiği güzel ahlak ile onlara örnek oluyorlardı. Onlar da, Eshabın bu güzel halleri karşısında adeta eriyorlar, hayranlıklarını gizliyemiyorlardı. Bu üç gün zarfında, Mekke sanki içten fethedilmişti.

Üç gün dolmuştu… Artık ayrılık zamanı gelmişti. Akşama doğru Peygamber efendimiz; “(Umre için gelen) müslümanlardan hiç bir kimse, akşamı Mekkede geçirmeyecek, yola çıkacaktır!” buyurunca, herkes derlenip toparlandı ve Medineye doğru yola çıkıldı…