"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Heybetli bir aslan gibiyim!

O gün de Hayber önlerinde şiddetli çarpışmalar oldu. Fakat kale fethedilemedi. Akşam, Kainatın sultanı; “Yarın sancağı öyle bir yiğide vereceğim ki, o, Allahı ve Resulünü sever. Allah ve Resulü de onu severler. Allah, onun eli ile fethi gerçekleştirecektir!” buyurarak müjde verdi. O gece Eshab-ı kiram , heyecanla sabahı bekledi. Her biri sancağın kendisine verilmesini umuyor, bu yolda, Allaha dualar ediyordu. Bilal-i Habeşi hazretleri, sabah ezanını yanık ve güzel sesi ile okudu. Ezan okunurken herkeste ayrı bir heyecan, ayrı bir zevk hasıl olur, o ilahi zevkin tadına doyulmazdı. Sevgili Peygamberimiz, Eshabına sabah namazını kıldırdıktan sonra ayağa kalktılar. Mübarek İslam sancağının getirilmesini emrettiler. Mukaddes sancak getirilirken, Eshab-ı kiram ayakta bekliyor, merakla, Resulallah efendimizin mübarek dudaklarından çıkacak sözleri dinlemek için, dikkat kesiliyorlardı. Nihayet alemlerin efendisi; “Muhammedin zatını peygamberlikle şereflendiren Allaha and olsun ki, ben, bu sancağı kaçmak nedir bilmeyen bir yiğide vereceğim” buyurduktan sonra, mübarek gözlerini Eshabı arasında gezdirip; “Ali nerededir?” buyurdu. Sahabiler; “Ya Resulallah! Onun gözleri ağrıyor” deyince, Efendimiz; “Onu bana çağırınız” buyurdu. O günlerde Ali göz ağrısına tutulmuş ve gözlerini açamaz olmuştu. Yanına giderek, durumu bildirdiler ve mübarek koluna girip, Resulallah efendimizin huzuruna gelirdiler. Kainatın sultanı, Alinin şifa bulması için, Allaha dua etti ve mübarek parmaklarını ağzında ıslatıp gözlerine sürdüler. O anda, Alinin gözlerinde hiçbir ağrı kalmadı. Ayrıca; “Ya Rabbi! Sıcağın ve soğuğun sıkıntısını bundan gider” diyerek, onun için dua buyurdular. Sonra Alinin üzerine, mübarek elleriyle bir zırh giydirip beline kendi kılıcını kuşatarak, eline beyaz İslam sancağını verdiler ve; “Allah, sana zafer nasib edinceye kadar çarpış. Sakın arkana dönme!” buyurdular. Ali de; “Canım sana feda olsun ya Resulallah! Onlarla, din-i İslama girdikleri zamana kadar çarpışacağım” dedi. Sevgili Peygamberimiz de; “Vallahi, senin sebebinle Allahın, onlardan tek bir kişiyi hidayete kavuşturması, senin için, bir çok kızıl develere sahip olup, onları Allahın yolunda sadaka vermenden daha hayırlıdır” buyurdu.

Hazret-i Ali, elinde sancak ile yahudi kalesine ilerlerken, şanlı sahabiler de peşinden yürüdüler. Kaleye iyice yaklaşıp, sancağın bir taşın dibine dikildiği sırada, Natat kalesinin kapısının açıldığı görüldü. Yahudilerin hücum birlikleri dışarı çıktılar. Bunlar, Hayberin en seçme kahramanları idi. Her biri, çift zırhlarla kaplı, demir muhafazalara bürünmüşlerdi. İçlerinden birinin, Aliye doğru yürüyüp, çarpışmak için karşısına geçtiği görüldü. Bu, Merhabın cesarette bir benzeri olmayan kardeşi Haris idi. Süratle saldırdı… İki çeliğin çıkardığı ses meydanı doldururken, Zülfikarın şimşek gibi indiği ve Harisin başını gövdesinden ayırdığı görüldü. Bu anda, “Allahü ekber! Allahü ekber!” sesleri göklere yükseliyordu. Kardeşinin öldürüldüğünü işiten Merhab, emrindeki askerlerle dolu dizgin meydana yürüdü. Alinin karşısına dikildi. Onun da üzerinde çift zırh vardı. Çift kılıç kuşanmış olduğu halde, iri cüssesi ile sanki bir devi andırıyordu. Bütün hiddeti ile; “Ben ki, harplerin en şiddetli olduğu zamanlarda ortaya atılıp, kahramanca çarpışan Merhabım! Ben, kükreyen aslanları bile mızrak veya kılıcımla delik deşik ederim!…” diyerek, kendini övmeye başladı. Ali de; “Ben ki, anam bana Haydar (Aslan) ismi vermiştir. Ben, heybetli bir aslan gibiyimdir! Seni bir hamlede yere serecek bir yiğit kişiyimdir!” diyerek, karşılık verdi. Merhab, Aliden, Haydar kelimesini işitince, kalbine bir korku düştü. Çünkü gece rüyasında bir aslan kendisini parçalamıştı. Rüyada gördüğü aslan bu mu idi? Derken dev Merhabın hamle ettiği ve Alinin onu kalkanıyla karşıladığı görüldü. Sonra Allaha sığınıp, Zülfikarı, kafirin başına öyle bir indirdi ki; koca Merhabın, Zülfikara karşı tuttuğu kalın çelik kalkanını ve çelikten yapılmış miğferini ikiye biçip, kafasını tepesinden ensesine kadar bölüp ayırdığı görüldü. Zülfikarın çıkardığı korkunç ses, Hayberin her tarafında işitilmişti. Peygamber efendimiz; “Sevininiz! Hayberin fethi artık rahatlaştı, kolaylaştı” buyurdular. Eshab-ı kiram, Alinin bu bahadırlığına hayran kalmışlar; “Allahü ekber!” tekbirleri ile semayı çınlatmışlardı. Çarpışma bütün şiddeti ile devam ediyordu.

Eshab-ı kiram, çarpışa çarpışa kale kapısının yanına geldikleri bir sırada, bir yahudi, kılıcıyla Alinin kalkanına vurdu. Kalkan yere düştü. Fakat eğilip alacak zaman yoktu. Fırsatı kaçırmak istemeyen yahudi, kalkanı kaptığı gibi geriye kaçtı. Buna çok üzülen Allahın aslanı, Zülfikar ile etrafındaki düşmanları dağıttıktan sonra, kalenin kapısını kalkan yapmaya niyetlendi. “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek, kocaman demir kapının halkalarına asıldı. Kancalarını duvarından sarstı çıkardı… Ali kapıyı sökerken, kale yerinden sarsıldı. Sekiz on pehlivanın yerinden kıpırdatamayacağı bu kapıyı, tek eliyle kalkan yapıp, çarpışmağa başladı. Karşısına peşpeşe, yahudilerin en yiğit altı pehlivanı daha çıktı. Onları da Allahın izni ile alt eden Ali, kahraman arkadaşları ile kaleye girdiler. Artık kalenin içinde çarpışılıyordu. Kısa zamanda, karşılarına çıkacak kimse kalmadı, İslam sancağını kaleye diktiler. Böylece en muhkem kaleleri olan Natat, fethedildi. Sevgili Peygamberimiz, Alinin gözlerinden öptükten sonra; “Gösterdiğin kahramanlıktan dolayı, Allah ve Resulü senden razı oldu” buyurdular. Bu mübarek kelamı işiten Ali , sevincinden ağladı. Peygamber efendimiz; “Niçin ağlıyorsun?” buyurduğunda; “Canım sana feda olsun ya Resulallah! Sevincimden ağlıyorum. Zira Allah ve Resulü benden razı oldu” dedi. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz; “Yalnız ben değil, Cebrail, Mikail ve cümle melekler senden razı oldular” buyurdu. Bu sırada Devs kabilesinden dörtyüz müslüman, Peygamber efendimize yardıma geldi. Bundan sonra, diğer kaleleri fethetmek için çarpışmalara şiddetli bir şekilde devam edildi.

Hayberin geri kalan yedi kalesi teker teker düşürülünce, çaresiz kalan yahudiler, heyet göndererek sulh isteğinde bulundular. Peygamberimiz , bu teklifi kabul ederek şu maddeler üzerinde anlaştılar:

1- Bu gazada müslümanlarla çarpışan yahudilerin kanları dökülmeyecek.

2- Hayberi terkeden yahudiler, yanlarında sadece çocuklarını ve bir deve yükü lüzumlu ev eşyasını götürebilecekler.

3- Geri kalan taşınan ve taşınmayan malların hepsi; zırh, kılıç, kalkan, yay, ok gibi bütün silahlar, üzerlerindeki elbiseden başka giyeceklerin tamamı; kumaşlar, altınlar ve ayrıca hazineler, at, deve, koyun gibi bütün hayvanlar… ne varsa hepsi müslümanlara kalacak.

4- Müslümanlara bırakılması gereken her hangi bir şey, hiç bir suretle gizlenmeyecek. Gizleyenler, Allah ve Resulünün emanından ve himayesinden dışarda bırakılacak…

Bu şartlara uymayan, hazinelerini tulumlarla toprağa gömen Kinane bin Rebi cezalandırıldı. Ele geçen ganimetin, haddi hesabı yoktu. Hayberin o verimli arazileri, hurmalıkları tamamen İslam ordusuna bırakılmıştı. Bu sırada, memleketlerine dönen Gatafanlılar, yahudilere yardım için geri Haybere dönmüşlerdi. Peygamber efendimizin Hayberi fethedip yahudileri teslim aldığını gördükleri zaman; “Ey Muhammed! Sen, Hayberi terkettiğimiz takdirde, bize Hayberin bir senelik hurmasını vermeyi vad etmiştin. Sözümüzde durduk. Haydi bize onları ver!” dediler. Efendimiz onlara; “Filanca dağ sizin olsun” buyurdular. Gatafanlılar da; “Öyle ise biz, sizinle çarpışırız” diyerek tehdide yeltendiler. Resulallah efendimiz de; “Çarpışma yerimiz Cenefa olsun” buyurdu. Cenefa, Gatafanlıların bir bölgesinin ismi idi. Gatafanlılar bunu duyunca korkularından çekilip gittiler.

Sevgili Peygamberimiz ve kahraman Eshabı, Hayberin fethi esnasında çok yorulmuşlardı. Bir taraftan yaralılar tedavi ediliyor, diğer yandan dinleniyorlardı. Yahudilerin ileri gelenlerinden Sellam bin Mişkenin karısı Zeynep, Peygamber efendimizi zehirleyerek öldürmek istedi. Bunun için, bir keçi kesip pişirdi ve ete bol miktarda zehir kattı. Sonra, Resulallah efendimizin huzuruna çıkarak, hediye getirdiğini söyledi. Resulallah efendimiz kabul edip, Eshabını çağırdılar. Hep birlikte yemek için oturdular. alemlerin efendisi, keçinin kol kısmından bir parça koparıp; “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek mübarek ağızlarına aldılar. Bir kaç defa çiğnedikten sonra hemen mübarek ağızlarından çıkarıp; “Ey Eshabım! Bu yemekten elinizi çekiniz! Zira şu kürek eti, zehirlenmiş olduğunu bana haber verdi” buyurdular. Sahabiler derhal ellerini yemekten çektiler. Fakat etten bir lokma yiyen Bişr bin Bera hazretlerinin, hemen vücudu morardı ve şehid oldu. Sevgili Peygamberimize Cebrail gelip, mübarek tükürüklerine karışan zehirin tesirinden kurtulmak için, mübarek omuzları arasından hacamat yaptırarak kan aldırmasını söyledi. Öyle yapıldı. Sonra, zehirli kebab toprağa gömüldü. Bu işi yapan Zeynep, yakalanarak huzura getirildi. Efendimiz ona; “Bu davar kebabını sen mi zehirledin?” buyurdular. O da, yaptığını itiraf ederek; “Evet! Ben zehirledim!” dedi. Peygamber efendimiz; “Bunu niçin yapmak istedin!” diye sorduklarında; “Sen, benim kocamı, babamı, amcamı öldürdün. Kendi kendime; “Eğer O, hakikaten peygamber ise, Allah Ona bildirir. Değilse, bu zehir Ona tesir eder ve ölür. Böylece kendisinden kurtulmuş oluruz” dedim. Eshab-ı kiram, bu hadiseye çok üzülmüştü. “Canımız sana feda olsun ya Resulallah! Bunu öldürelim mi?” diye sorduklarında, kendi şahsına yapılan her hakareti affeden alemlerin efendisi, bunu da affetti. Bu büyük merhameti gören Zeynep, Kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu .

Hayberde ele geçen ganimetler ve esirler arasında, Huyey bin Ahtabın kızı Safiyye de vardı. Başkumandanlık hakkı olarak, Peygamber efendimizin hissesine düşmüştü. alemlerin efendisi, esirini azad etti. O da bu hale çok duygulanıp, can u gönülden, Kelime-i şehadet getirerek müslüman oldu. Bu duruma çok sevinen sevgili Peygamberimiz, Safiyye validemizi nikahıyla şereflendirip sevindirdiler. Böylece Safiyye, müminlerin annesi oldu. Sehba mevkiinde düğünü yapılıp, kavun ve hurmadan velime yani düğün yemeği verildi. Safiyye validemizin, mübarek gözlerinde bir morluk görülüyordu. Sevgili Peygamberimiz; “Nedir bu iz?” buyurduklarında, o; “Bir gece rüyamda ayın gökten inip koynuma girdiğini görmüştüm. Kocam Kenaneye anlatınca; “Sen şu üzerimize gelen Arab Melikinin hanımı olmaya göz dikmişsin!” diyerek, gözüme bir tokat vurdu ve gördüğünüz gibi morardı” dedi.

Hayber fethedildikten sonra, yahudiler, Peygamber efendimize; “Ya Muhammed! Biz Hayberden çekip gideceğiz. Fakat, biz ziraattan, tarla, bağ, bahçe bakımından iyi anlarız. İstersen, bu verimli arazileri bize kiraya ver. Bu mülkleri işleyelim ve çıkan mahsulün yarısını sana verelim!” diye teklifte bulundular. Sevgili Peygamberimizin ve sahabilerin, tarla işleri ile uğraşacak zamanları yoktu. Onlar din-i İslamı yaymak için uğraşıyor, cihad-ı fi sebilillah için gecelerini gündüzlerine katarak durmadan çalışıyorlardı. Bu teklife Peygamber efendimiz memnun oldular ve; “Sizi istediğimiz zaman çıkarmak şartı ile!” buyurdular. Yahudiler bunu kabul ettiler ve Hayber arazilerini işletmeye başladılar. Peygamber efendimiz, Eshabı ile, muzaffer olarak Medineye döndüler. Bu arada daha önce Habeşistana hicret eden Esbabının, Cafer bin Ebi Talib başkanlığında geldiklerini görünce, çok sevindiler. Caferin alnından öpüp, bağrına bastı ve; “Ben Hayberin fethine mi, yoksa Caferin gelişine mi sevineyim bilemiyorum. Sizin hicretiniz iki defadır. Siz, hem Habeş ülkesine, hem de yurduma hicret ettiniz” buyurdular.

Hayberde elde edilen ganimetler; Hudeybiye andlaşmasına katılan bütün Eshab-ı kirama, Haybere katılanlara, Habeşistandan hicret eden Eshaba ve fethe iştirak eden Devs kabilesine paylaştırıldı. Hayberin fethedilmesi ile, Arabistandaki bütün yahudiler, Peygamber efendimizin emri altına girmiş oluyorlardı. Artık müşriklere yardım etme imkanları kalmamıştı. Çevrede bulunan kabileler ve devletler de, silah ve asker bakımından fethedilmesi imkansız gibi görünen Hayber kalesini zapteden müslümanların, büyük bir güce sahip olduğunu anladılar ve bu İslam Devletinden çekinmeye başladılar. Mekkeli müşrikler, Hayberin fethi ile büyük bir üzüntüye ve yese kapıldılar. Bu fetihden sonra, küçüklü büyüklü pek çok kabileler, müslüman olmak için Medine-i münevvereye geldiler ve Eshab-ı kiramdan olmakla şereflendiler, hatta Gatafanlılar bile… Yola gelmeyen bazı kabileler ise kuvvet gönderilerek itaat altına alındılar.