İslam ordusunun, gece-gündüz savaşa hazır durumda beklediğini ve her an saldırabileceklerini anlayan küffar ordusunun kalbine korku düştü. Andlaşmaktan başka çıkar yol olmadığını görerek, acele bir elçi heyeti seçtiler. Süheyl bin Amr başkanlığında seçilen bu heyete; “Bu sene Mekkeye girmemeleri şartıyla andlaşma yapın” denildi.
Sevgili Peygamberimiz, Kureyş elçilerini kabul buyurdu. Elçilerin ilk istekleri, hapsedilmiş adamlarının bırakılması oldu. alemlerin efendisi de; “Mekkede tutukladığınız Eshabımı bırakmadığınız müddetçe, bu adamlarınızı salıvermem!” buyurdular. Süheyl; “Doğrusu bize, çok adaletli ve insaflı davrandınız” diyerek, Mekkede tutuklanan Osmanı ve daha önce hapsettikleri on kadar Eshabın serbest bırakılmasını sağladı. Bundan sonra, baskın sırasında yakalanıp hapsedilen müşrikler serbest bırakıldı.
Uzun konuşmalardan sonra, andlaşmaya varıldı. Sıra yazılmasına gelmişti. Ali katip olarak seçildi. Sulh-nameyi yazmak üzere kağıt, divit hazırlandı. alemlere rahmet olarak gönderilen Habibullah efendimiz Aliye; “Yaz” buyurdu. “Bismillahirrahmanirrahim!” Buna Süheyl derhal itiraz edip; “Yemin ederim ki, ben Rahman sözünün ne demek olduğunu bilmiyorum. Böyle yazma; Bismike Allahümme diye yaz! Yoksa barışa yanaşmam!” dedi. Peygamber efendimiz, barışın yapılmasında çok büyük hikmetler görüyordu. Su sebeple; “Bismike Allahümme de güzeldir” buyurdular ve Aliye böyle yazmasını emrettiler. Yazıldıktan sonra, Peygamber efendimiz; “Bu, Muhammed Resulallahın, Süheyl bin Amr ile üzerinde anlaştıkları ve sulh oldukları, şartlarını taraflarca yerine getirmek üzere imzaladığı maddelerdir” buyurduğunda, Süheylin, Alinin etini tuttuğu görüldü ve Peygamber efendimize dönüp; “Yemin ederiz ki, biz senin Resulallah olduğunu kabul etseydik, sana karşı gelmez, Kabeyi ziyaret etmene engel olmazdık. Bu sebeple, Resulallah yerine, Abdullahın oğlu Muhammed yaz!” dedi. Peygamber efendimiz, onu da kabul buyurarak; “Vallahi siz, beni yalanlasanız da, ben yine hiç şüphesiz Allahın resulüyüm. İsmimi ve babamın ismini yazdırmak, benim peygamberliğimi gidermez ki. Ya Ali! Onu sil, Muhammed bin Abdullah yaz” buyurdular.
Resulallah kelimesinin silinmesine, Eshab-ı kiramdan hiç birinin gönlü razı olmadı. Bir anda her şeyi unutup; “Ya Ali! Muhammed Resulallah yaz, aksi halde, bu müşriklerle aramızı ancak kılıç halleder!..” dediler. Peygamber efendimiz, Eshabının bu gayretlerine memnun oldular, fakat mübarek elleriyle susmalarını işaret buyurdular. Aliye, silinmesini emir buyurunca, o; “Canım sana feda olsun ya Resulallah! Senin bu mübarek sıfatını silmeye elim varmıyor!…” diyerek özür diledi. Sevgili Peygamberimiz orayı göstermesini istedi. Gösterince elinden alıp, kendi mübarek parmağı ile silerek Abdullahın oğlu yazdırdı. Sonra, maddeler yazılmaya başlandı.
1- Andlaşma on yıl geçerli olacak, bu zaman içinde iki taraf birbiriyle harb etmeyecek.
2- Müslümanlar bu sene Kabeyi ziyaret etmeyecek. Ancak bir sene sonra ziyaret edebilecekler.
3- Kabeyi ziyarete gelen müslümanlar, üç gün kalacaklar ve yanlarında yolcu silahından başka silah bulundurmayacaklar.
4- Müslümanlar Kabeyi tavaf ederken, Mekkeli müşrikler Kabeden dışarı çıkıp onların serbestçe tavaf yapmalarını sağlayacaklar.
5- Kureyşlilerden müslüman olan bir kimse, velisinden izinsiz Medineye giderse, iade edilecek, Müslümanlardan biri Kureyş tarafına geçerek, Mekkeye giderse iade edilmeyecektir. Ömer bu madde için; “Ya Resulallah! Bu şartı da kabul edecek misin?” diye sorunca; sevgili Peygamberimiz gülümseyerek; “Evet. Bizden onlara gidecek olanları Allah bizden uzak etsin!” buyurdular.
6- Eshabdan biri, hac veya umre yapmak niyetiyle Mekkeye gelse, canı ve malı emniyette olacak.
7- Müşriklerden biri, Şama, Mısıra veya başka yere giderken Medineye uğrarsa, onun da canı, malı emniyette olacak.
8- Diğer Arab kabileleri, istedikleri tarafın himayesine girebilecekler. Müslümanlar veya müşriklerle birleşmekte serbest olacaklardı.
Sıra andlaşmanın imzalanmasına gelmişti. O sırada ayaklarındaki zincirleri sürükleye sürükleye İslam ordusuna doğru bir kimsenin gelmekte olduğu görüldü. Yaklaştı, yaklaştı; “Beni kurtarın!…” diyerek bağırdı. Bu sesi işiten Kureyş heyeti reisi, derhal yerinden fırladı. Eline aldığı dikenli ağaç dalını, onun başına yüzüne vurmaya başladı. O, bütün gayretini toplayarak kendini Resulallah efendimizin mübarek dizleri dibine attı ve; “Kurtar beni ya Resulallah!” diye yalvardı. Bu, Mekkede müslümanlıkla şereflendiği için, babası tarafından zincire vurulmuş bir müslümandı. Her gün ağır işkenceler edilir, putlara tapmaya zorlanrdı. Müşriklerin, Hudeybiyeye gitmesinden faydalanarak, zincirlerini koparmış, kimseye görünmeden Mekkeden çıkıp, müslümanların arasına kendini atmıştı. Hidayete eren bu mübarek kimse, müşrik heyetinin reisi Süheylin oğlu Ebu Cendel hazretleriydi. Süheyl, Peygamber efendimize, oğlu Ebu Cendeli göstererek; “Biraz önce yazdığımız andlaşma gereğince, bana iade edeceğin ilk adam budur!” dedi. Peygamber efendimiz ve sahabiler çok müteessir olmuşlardı. Herkes, Resulallah efendimizin ne cevap vereceğini merakla bekliyorlardı. Bir tarafta sulh-name, bir tarafta işkence altında bulunan bir sahabi… alemlerin efendisi, Süheyle; “Biz, bu sulh-nameyi daha imzalamadık!” buyurdu. Süheyl; “Ya Muhammed! Andlaşmanın maddelerini, oğlum daha buraya gelmeden önce yazıp bitirmiştik. Eğer oğlumu iade etmezsen, ben de hiç bir zaman sulh-namenin altını imzalamam!” diye inad etti. Peygamber efendimiz; “Onu benim hatırım için andlaşmanın dışında tut” buyurdu ise de müşrikler bunu kabul etmediler. Süheyl bin Amr, oğlunu çeke çeke götürürken, Ebu Cendel; “Ya Resulallah!. Ey müslüman kardeşlerim!… Müslüman olmakla şereflenip size iltica ettiğim halde, beni müşriklere mi teslim ediyorsunuz. Bana her gün dayanılmaz işkencelerin yapılmasını mı reva görüyorsunuz? Ya Resulallah! Dinimden döndürsünler diye mi beni iade ediyorsunuz?!…” diye feryad ediyordu. Bu içler acısı yalvarışa dayanmak çok zordu. Gönülleri yaralanan sahabiler, ağlamaya başladılar. Merhamet deryası, sevgili Peygamberimizin de mübarek gözleri dolmuştu. Süheylin yanına varıp; “Gel etme! Onu bana bağışla!” diye rica etti. Fakat Süheyl; “İmkansız bağışlamam!” diye cevap verdi. Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz; “Ey Ebu Cendel! Biraz daha sabret! Sana yapılanlara katlan! Bunların mükafatını Allahtan dile. Allah, sana ve senin gibi zayıf ve kimsesiz müslümanlara muhakkak bir genişlik, bir çıkar yol ihsan edecektir” buyurarak teselli eyledi ve; “Verdiğimiz sözde durmamak bize yaraşmaz” buyurdu.
Bu içler acısı hadiseye, heyetteki müşrikler bile dayanamamış ve; “Ey Muhammed! Ebu Cendeli senin hatırın için biz himayemize alıyoruz. Ona, Süheylin işkence yapmasına meydan vermeyeceğiz!” demişlerdi. Bundan sonra Resulallah efendimiz ve Eshab-ı kiram biraz rahatladılar. (Süheyl bin Amr, Mekkenin fethinden sonra müslüman olup Eshab-ı kiramdan oldu.)
Sulh-name iki suret yazılıp, taraflarca imzalandı. Müşrikler karargahlarına döndüler. Müslümanların aleyhlerinde gibi görünen bu maddeler için, Kureyş heyeti çok sevinçli idi. Aksine bu sulh-name büyük bir zaferdi ve bu maddeler müslümanların lehine idi. Her şeyden önce, müslümanların bir devlet olduğunu kabul ediyorlardı. Mekkeden bir müşrik, ticaret veya başka bir şey için Şama, Mısıra giderken Medineye uğrasa, canı malı emniyette olacaktı. Böylece müşrikler müslümanların yaşayışlarını yakından görecek, İslamın adaleti, Eshabın birbirlerine olan güzel davranışları karşısında hayran kalacak ve İslamiyeti seveceklerdi. Neticede müslüman olup sahabilerin safları arasına katılacaklardı.
On sene devam etmesi gereken bu andlaşma ile, müslümanlar çoğalacaklar, güçleneceklerdi. İslamiyet her tarafa yayılacaktı.
Ancak; “Kureyşlilerden biri, müslüman olup Medineye sığınmak isterse, iade olunacak” maddesi için, Peygamber efendimiz müteessir olmuşlar ve; “Allah, onlar için, elbette bir genişlik, bir çıkar yol yaratacaktır” buyurmuşlardı…
Artık müşriklerle yapılacak bir iş kalmamıştı. Resulallah; efendimiz, Eshab-ı kirama; “Kalkınız! Kurbanlarınızı kesiniz. Başlarınızı tıraş ettikten sonra ihramdan çıkınız” buyurdular. Peygamber efendimiz, herkesten önce kurbanını kesti. Sonra kendisini berberi Hıraş bin Ümeyye hazretleri tıraş etti. Eshab-ı kiram, o mübarek saçları daha yere düşmeden havada kapıştılar ve bereketlenmek için sakladılar. Sahabiler de kurbanlarını kesip, bir kısmı saçlarını kazıttı, bir kısmı kısalttırdı.
Hudeybiyede yirmi gün kadar kalınmıştı. Peygamber efendimiz arkadaşları ile birlikte Medineye dönmek üzere hareket ettiler. Yolda Allah, Peygamber efendimize Fetih suresini vahyederek, nimetini ve yardımlarını tamamlayacağını müjdeledi.
Kainatın sultanı , muzaffer olarak nurlu Medineyi teşrif ettiği günlerde, Kureyşin Sakif kabilesinden Ebu Basir, müslüman olmakla şereflenmişti. Müşriklerin arasında yaşayamayacağını anlayan Ebu Basir , yaya olarak Medineye geldi. Hudeybiye andlaşmasının gereği olarak da Medineden ayrılıp, Kızıldeniz sahilindeki Îs denilen yere yerleşti. Burası, Kureyş müşriklerinin Şama gittikleri ticaret yolu üzerinde bulunuyordu. Bundan sonra, Kureyşten müslüman olanlar Mekkeyi terkedip, Medineye değil, Îse, Ebu Basirin yanına gittiler. Bunlardan ilki Ebu Cendel hazretleriydi. Artık bunun arkası devam etti. Elli kişi, yüz kişi, ikiyüz, üçyüz kişi oldular. Kureyş kervanı Şama giderken buradan geçmek mecburiyetinde kalıyorlardı. Ebu Basir hazretleri yanındaki müslümanlarla, buradan geçen müşrikleri yakalıyor ve müslüman olmalarını istiyorlardı. Müslüman olmayanlarla çarpışıp, onları güç durumda bırakıyorlardı.
Mekkeli müşrikler, artık Şam ticaret yollarının kesildiğini görüp, Medineye bir heyet gönderdiler. Hudeybiye sulh-namesinin, “Kureyşlilerden müslüman olan bir kimse velisinden izinsiz Medineye giderse iade edilecek!…” maddesinin kaldırılması için yalvardılar. Peygamber efendimiz merhamet buyurup, onların bu isteklerini kabul ettiler. Böylece Kureyşlilerin Şam ticaret yolları açılmış oldu. Müslümanlar da sabretmelerinin karşılığında Medineye Peygamber efendimizin yanına geldiler.