Resulallah efendimiz, Hudeybiyede iken öteden beri müslümanlarla dost olan Huzaa kabilesinin reisi Büdeyl, huzura gelip, Kureyş ordusunun çevre kabilelerinin de katılmasıyla Hudeybiyede konduklarını, orduları dağılıncaya kadar çarpışmaya yemin ettiklerini bildirdi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz; “Biz, buraya hiç kimse ile çarpışmak için gelmiş değiliz. Ancak Umre yapmak, Kabe-i muazzamayı tavaf ve ziyaret etmek için gelmiş bulunuyoruz. Buna rağmen bizi, kim Beytullahı ziyaretten alıkoymaya kalkarsa, onunla çarpışırız. Şüphesiz ki, harpler Kureyşi ziyadesiyle yıpratmış, güçsüz hale getirmiş ve pek çok zararlara uğratmıştır. Şayet onlar arzu ederlerse, kendilerine bir mütareke müddeti tayin edeyim. Bu müddet için de, benim tarafımdan emniyet içinde bulunsunlar. Onlar, benimle diğer kabileler arasına girmesinler. Beni, onlarla başbaşa bıraksınlar. Eğer ben, o kabilelere galip gelir de, cenab-ı Hak da onlara hidayet ihsan edip müslüman olurlarsa, Kureyş müşrikleri isterlerse, onlar gibi müslüman olabilirler. Şayet ben, zannettikleri gibi, diğer topluluklara galip gelemezsem, o zaman kendileri de rahata kavuşmuş, kuvvet kazanmış olurlar. Eğer, Kureyş müşrikleri bunları kabul etmez de benimle çarpışmaya kalkarlarsa, varlığım yed-i kudretinde olan Allaha yemin ederim ki, yaymaya çalıştığım bu din uğrunda, başım gövdemden ayrılıncaya kadar onlarla çarpışacağım. O zaman Allah da, bana yardım edeceği hakkındaki vadini şüphesiz yerine getirecektir!” buyurdu. Huzaa kabilesinin reisi Büdeyl, Peygamber efendimizin buyurduklarını Kureyş ordugahına ulaştırmak üzere yola çıktı.
Müşrikler, Büdeylden, Resulallah efendimizin buyurduklarını dinledikten sonra, ileri gelen adamlarından Urve bin Mesudu, görüşmek üzere Peygamber efendimize gönderdiler. Urve, Kureyşin hiç kimseyi Mekkeye sokmamak üzere kesin kararlı olduğunu bildirince, Habib-i ekrem efendimiz; “Ey Urve! Allah için söyle! Şu kurbanlık develerin kurban edilmelerine, şu Kabe-i muazzamayı ziyaret ve tavafa mani olunur mu?” buyurduktan sonra, Huzaa kabile reisine söylediklerini Urveye de anlattılar.
Urve, bir taraftan Peygamber efendimizi dinlerken, bir taraftan da Eshab-ı kiramın hal ve hareketlerine, birbirlerine ve alemlerin efendisine olan davranışlarına, saygı ve hürmetlerine dikkat ediyordu. Sevgili Peygamberimizin teklifini dinledikten sonra kalktı, Kureyşilere bunu anlatmak üzere yürüdü. Onların yanına varıp; “Ey Kureyş topluluğu! Benim Kayser, Necaşi, Kisra gibi bir çok hükümdarların huzurlarına elçi olarak gittiğimi bilirsiniz. Yemin ederim ki, ben, şimdiye kadar, müslümanların, Muhammede gösterdikleri hürmet ve saygının hiç bir hükümdara yapıldığını görmedim. Sahabilerinden hiç biri, ondan izin almadıkça konuşmuyor, başından bir kıl düşse, kapıp bereketlenmek için koyunlarında saklıyorlar. Aldığı abdest suyunu, birbirleriyle kapışırcasına paylaşıyorlar. Yanında konuşurlarken, seslerini duyulmayacak kadar kısıyorlar. Ona olan hürmetlerinden, yüzüne bakamıyor ve gözlerini önlerine indiriyorlar. O, Eshabına bir işaret verse veya bir emirde bulunsa, can behasına da olsa, yerine getirmeye çalışıyorlar.
Ey Kureyş cemaati! Elinizi ne kadar kılıçlarınıza atsanız, bütün çarelere başvursanız onlar, Peygamberlerinin bir kılını bile size teslim etmezler. Hatta her hangi bir zararın erişmesine ve Ona kimsenin el sürmesine bile meydan vermezler. Durum budur. Bundan sonrasını iyi düşünün! Hal böyle iken, Muhammed bize iyi bir mütareke teklif ediyor, bundan faydalanın!” dedi. Kureyşli müşrikler, bu sözleri kabul etmeyip, Urveye kaba davrandılar ve onu darılttılar.
Resulallah efendimiz, Kureyş karargahından bir haber gelmeyince, Hıraş bin Ümeyyeyi , tekliflerini tekrar etmek üzere elçi olarak gönderdiler. Müşrikler, İslam elçisine çok kaba davrandılar. Devesini kesip yediler, kendisini öldürmek için üzerine yürüdüler. Ellerinden zor kurtulan Hıraş bin Ümeyye, Peygamber efendimizin huzuruna gelip durumu anlatınca, elçisine yapılan bu hakarete çok üzüldüler. Bu sırada müşrik karargahından Ahabiş kabilesinin reisi Huleys göründü. Peygamber efendimize doğru geliyordu. Müşrikler, elçi olarak onu vazifelendirmişlerdi. Sevgili Peygamberimiz Huleysin geldiğini görünce; “Bu gelen, kurbana saygı gösteren, Allahın emirlerini yerine getirmeye ve ibadet yapmaya özenen bir kavimdendir. (Ey Eshabım!) Kurbanlık develeri ona doğru sürünüz de görsün!” buyurdu. Eshab-ı kiram, kurbanlık develeri ona doğru salıverdiler ve; “Lebbeyk! Allahümme Lebbeyk!” diye telbiye getirdiler. Huleys, boyunları bağlı, kulakları işaretli olan kurbanlıkları görünce, uzun uzun baktı. Gözleri doluktu ve; “Müslümanların, Kabeyi tavaf ve ziyaretten başka hiç bir niyetleri yok. Onları, bundan men etmek ne kadar kötü bir harekettir! Kabenin Rabbine yemin ederim ki, Kureyşliler, bu yanlış hareketlerinden dolayı helak olacaklardır!” demekten kendini alamadı. Bu sözleri işiten alemlerin efendisi; “Evet öyledir, ey Kinane oğullarına mensup olan kardeş” buyurdu. Huleys, utancından Resulallah efendimizin huzuruna gelemediği gibi, mübarek yüzüne dahi bakamadı. Geri Kureyş karargahına döndü. Gördüklerini anlatıp; “Sizin, Onu, Kabeyi ziyaretten men etmenizi doğru bulmuyorum” diye fikrini açıkça söyledi. Kureyş müşrikleri çok sinirlendiler ve Huleysi cahillikle suçladılar.
Müşrikler, bu defa gaddarlığı ile nam salmış Mikrez bin Hafsı elçi gönderdiler. O da cevabını alarak geri döndü. Mikrezin elçiliğinden sonra müşrikler, müslümanların ani bir baskın yapmasından korkuya kapıldılar.
Peygamber efendimiz, işi yarıda bırakmak istemiyor ve Kureyşlilerce itibarlı olan bir Eshabını göndermek istiyordu. Neticede Osmanın gönderilmesine karar verildi. Sevgili Peygamberimiz, Osman bin Affana ; “Biz buraya hiç kimse ile çarpışmak için gelmedik. Sadece Kabe-i muazzamayı tavaf ve ziyaret etmek için gelmiş bulunuyoruz. Yanımızdaki kurbanlık develeri kesip döneceğiz, diye söyle” ve “Onları İslama davet et!” buyurdular. Ayrıca, Mekkede bulunan müslümanlara, Mekkenin yakın bir zamanda fethedileceğini müjdelemesini de tembih ettiler.
Hazret-i Osman, müşriklerin yanına gidip, Peygamber efendimizin buyurduklarını aynen anlattı. Onlar, Osmanın teklifine de olumsuz cevap verdiler. İstediği takdirde sadece kendisinin Beytullahı tavaf edebileceğini söylediler. Osman ise; “Resul , Beytullahı tavaf etmedikçe, ben de etmem!” buyurdu. Buna çok kızan müşrikler, onu alıkoydular. Bu haber, Eshaba; “Osman şehid edildi!” şeklinde ulaştı. Durumu Peygamber efendimize bildirdiklerinde çok üzüldüler ve; “Bu haber doğru ise, bu kavimle çarpışmadıkça buradan ayrılmayacağız” buyurdular. Sonra orada bulunan Semure ismindeki ağacın altına oturup; “Allah, bana biat etmenizi emretti” buyurarak, Eshabını biate davet etti. Kahraman Eshab, elini, Peygamber efendimizin mübarek eli üzerine koyarak; “Allah, sana zafer ihsan edinceye kadar, önünde çarpışa çarpışa fethi gerçekleştirmek, veya bu uğurda şehid olmak üzere biat ettik!” diye söz verdiler. Peygamber efendimiz, bir elini, diğer elinin üzerine koyarak orada bulunmayan Osman namına kendi kendine biat etti. Resulallah sallallahü aleyhi veselfem efendimiz, Eshabının bu biatına çok memnun olup; “Ağaç altında, gerçekten biat edenlerden hiç biri, Cehenneme girmeyecektir” buyurdu. Bu biate, Biat-ı Rıdvan denildi.
Eshab-ı kiram üm, artık kılıçlarını çekmiş yerlerinde duramıyor, Resul ın bir işaretini bekliyordu.
Bu sırada İslam karargahını gözetleyen Kureyş casusları, mücahidlerin, sevgili Peygamberimize, bu uğurda şehidlik şerbetini içinceye kadar çarpışmak üzere biat ettiklerini ve hazırlık yaptıklarını görmüşlerdi. Derhal Kureyş karargahına varıp, olup bitenleri anlattılar.
Peygamber efendimiz, her ihtimale karşı geceleri, Eshabını korumak üzere nöbetçiler bırakıyordu. Osmanın tutuklandığı günlerden bir gece, Mikrez yönetiminde elli kişilik bir müşrik güruhu, İslam askerlerini uykuda bastırmak üzere saldırdılar. O gece, Muhammed bin Mesleme ve arkadaşları nöbet tutuyorlardı. Gelen küffarı kısa bir mücadeleden sonra kıskıvrak yakaladılar. Sadece Mikrez kaçabildi. Esirleri, Resulallah efendimizin huzuruna getirdiler. Bir kısmı hapsedilip, bir kısmı da affedildiler. Müşrikler, ertesi gece de baskın yapmak istediler fakat yine yakalandılar. Peygamber efendimiz, onları da affedip salıverdi.