"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Beni kureyza yahudileri

Resulallah efendimiz, Medine-i münevvereye dönünce, Ayşe validemizin evine geldi. Silahlarını ve zırhını çıkardı. Mübarek vücudu tozlanmıştı. Yıkandı. O anda Dıhye suretinde, üzerinde zırhı ve silahları olduğu halde bir süvari geldi. Bu, Cebrail dı. Peygamber efendimiz yanına vardığında; “Ey Allahın Resulü! Cenab-ı Hak, Kureyza oğullarının üzerine hemen yürümeni sana emrediyor!” diyerek emri tebliğ etti. Kainatın sultanı, Bilalı çağırtarak, Eshab-ı kirama duyurmak üzere şu emrini verdi: “Ey Eshabım! Kalkınız, atlarınıza, develerinize bininiz! İtaat edenler, ikindi namazını Kureyza oğullarının yurdunda kılsınlar.”

Habib-i ekrem efendimiz, hemen zırhını giyip kılıcını kuşandı. Miğferini mübarek başlarına geçirip, kalkanını sırtına, mızrağını eline aldı. Sonra atına bindi. Eshabının arasına varıp, Aliye İslam sancağını vererek, öncü kuvvet olarak Kureyza yahudilerinin kalesine gönderdiler. Her zaman olduğu gibi Abdullah ibni Ümmi Mektumu Medinede vekil bıraktılar.

Şanlı Eshab, sevgili Peygamberimizi ortalarına alarak, Medineden; “Allahü ekber! Allahü ekber!” tekbirleri arasında ayrıldılar. Yolda Ganmoğulları ile karşılaştılar. Silahlarını kuşanmış olarak, Resulallah efendimizi bekliyorlardı. Peygamber efendimiz onlara; “Size kimse rastladı mı?” buyurdu. Onlar da; “Ya Resulallah! Bize Dıhye-i Kelbi rastladı. Eğerli beyaz bir katır üzerine binmişti. O katırın üzerinde atlastan bir kadife vardı” dediler. Sevgili Peygamberimiz, onlara; “Bu Cebraildir. Beni Kureyzaya gönderildi. Onların kalelerini sarssın ve kalblerine korku atsın diye…” buyurdular. Kureyza yahudilerinin kalesine varıncaya kadar, İslam ordusunun sayısı üçbini bulmuştu.

Hazret-i Ali, İslam sancağını Kureyza yahudilerinin kalesi önüne dikti. Bunu gören yahudiler, Peygamber efendimiz, aleyhinde sözler sarfettiler. Ali gidip durumu efendimize anlattı. Resulallah üçbin asker ile orayı teşrif ettikten sonra, merhametlerinden onları İslama davet ettiler. Yahudiler, bu güzel teklifi kabul etmediler. Sevgili Peygamberimizin; “Öyle ise, Allah ve Resulünün emrine boyun eğerek kaleden inip teslim olunuz” emr-i şerifini de reddettiler. Bunun üzerine alemlerin efendisi, okçuların üstadı Sad bin Ebi Vakkas hazretlerine; “Ey Sad! İlerle ve onları oka tut!” buyurdu. Sad ve diğer okçular, sadaklarındaki okları, tekbir sadaları arasında yahudi kalesine atmaya başladılar. Onlar da ok ve taş atışlarıyla cevap vererek, çarpışmayı başlattılar.

Müslümanların zayıf durumlarında, arkadan vuran ve hasedlerinden Muhammed ın peygamberliğini kabul etmeyen bu yahudi güruhunun kale kapısını açıp da meydana çıkacak cesaretleri yoktu.

Harp, muhasara halinde devam ediyordu. İslam askeri arasında bulunan münafıklar da kaleye gizlice haber göndererek; “Sakın teslim olmayınız! Medineden gitmenizi isterlerse bile kabul etmeyiniz! Eğer çarpışmaya devam edecek olursanız, biz size bütün gücümüzle yardım eder, hiç bir şeyimizi sizden esirgemeyiz. Şayet sizi Medineden çıkarırlarsa, biz de sizinle beraber çıkıp gideriz!…” diyorlardı. Bu haber ile münafıkların yardımını bekleyen yahudiler, müdafaya yeni bir azim ve ümidle devam ettiler. Muhasara uzadı, bir aya yaklaştığı halde münafıklardan yardım gelmedi. Kalblerine korku düşüp, andlaşma istediklerini bildirdiler.

Andlaşmayı yapmak üzere, Nebbaş bin Kays ismindeki yahudi, Resulallah efendimizin huzuruna gelip; “Ya Muhammed!. Nadiroğullarına gösterdiğiniz merhameti bize de gösteriniz. Malımız ve silahlarımız senin olsun! Yeter ki kanımızı dökmeyiniz. Çocuklarımız ve kadınlarımızla beraber yurdumuzdan çıkmamıza müsade ediniz. Silah haricinde her aile için bir deve yükü götürmemize de izin veriniz!…” dedi. alemlerin efendisi; “Hayır. Bu teklifi kabul edemem!” buyurdular. Bu defa da; “Malı götürmekten vaz geçtik. Kanımızı dökmeyin! Kadınları ve çocuklarımızı götürmeye izin verin!” dedi. Sevgili Peygamberimiz; “Hayır! Kayıtsız ve şartsız hükmüme boyun eğmekten, itaat edip teslim olmaktan başka çareniz yoktur!” buyurdu. Nebbaş yahudisi, perişan bir halde kaleye dönüp konuşmaları nakletti. Kureyzaoğulları, bu defa büyük bir yes ve üzüntüye gark oldular.

Liderlerinden Kab bin Esed, insafa gelip kavmine şu itirafta ve teklifte bulundu: “Ey kavmim! Gördüğünüz gibi, başımıza büyük bir felaket gelip çatmış bulunuyor. Bu durumda size, üç nasihatim olacak. Bunlardan istediğinizi seçip, ona göre hareket edebilirsiniz! Birincisi; Şu Zata tabi olup, peygamberliğini kabul edelim! Vallahi Onun, Allah tarafından gönderilen ve kitaplarımızda vasıflarını gördüğümüz peygamber olduğunu hepimiz biliyoruz. Eğer Ona iman edecek olursak, kanlarımız, çocuklarımız, kadınlarımız ve mallarımız kurtulmuş olur. Bizim Ona tabi olmamamızın tek sebebi, Arablara karşı duyduğumuz kıskançlık ve Onun İsrailoğullarından olmayışıdır. Halbuki, bu Allahın bileceği bir iştir. Geliniz, Ona tabi olalım!…” Yahudiler hepbirden karşı çıktılar ve; “Hayır! Biz, bunu kabul etmeyiz ve bizden başkasına tabi olmayız!” dediler. Bu sefer Kab, ikinci teklifini yaptı: “Hepimiz çocuklarımızı ve hanımlarımızı öldürüp arkamızda düşüneceğimiz bir kimse kalmayınca, müslümanların üzerine yürüyelim, ölünceye kadar çarpışalım!…” Yahudiler, bunu da reddettiler. Kab, üçüncü teklifinde; “Bu gece, Cumartesi gecesidir. Müslümanlar, bizim bu gecede çarpışmayacağımızı bildikleri için, emin ve gafil olabilirler. Kılıçlarımızı sıyırıp, kapıdan hep birlikte çıkalım. Böyle bir baskın ile belki galip gelebiliriz!…” dedi. Yahudiler; “Biz, Cumartesi günü, çalışma yasağını kaldıramayız!” diyerek, bu teklifi de reddettiler. Sadece, içlerinden Esid ve Salebe kardeşler, bir de amcalarının oğlu Esed, ilk teklifi kabul edip, müslüman olmakla şereflendiler. Kaleden çıkıp Eshab-ı kiramın arasına girdiler.

Yahudiler, kendi aralarında uzun süre münakaşa ettiler. Neticede teslim bayrağını çekerek, Peygamber efendimizden haklarında hüküm vermek üzere bir kimseyi hakem tayin etmesini istediler. Resulallah efendimiz de; “Eshabımdan istediğiniz kimseyi hakem seçiniz” buyurdu. Onlar da; “Biz, Sad bin Muazın vereceği hükme razı oluruz” dediler. Peygamber efendimiz, kabul buyurup Sad bin Muaz hazretlerinin getirilmesini emrettiler.

Sad bin Muaz , Hendek gazasında ağır yaralanmıştı, Resulallah efendimiz, onu, Mescid-i Nebide bir çadır içinde tedavi ettiriyordu. Hakem seçilince, sedye ile Sadı, Kureyza kalesine götürdüler. Yolda Sad kendi kendine; “Vallahi, Allahın yolunda hiç bir kınayıcının kınamasına kulak asmayacağım!” diyordu. Resulallah efendimizin huzurunda sedyeden indirdiler. Peygamber efendimiz; “Ey Sad! Şunlar, senin hükmüne göre teslim olmayı kabul ettiler. Haydi, onlar hakkındaki hükmünü bana bildir” buyurdu. Sad bin Muaz ise; “Canım sana feda olsun ya Resulallah! Muhakkak ki, hüküm vermeğe Allah ve Resulü daha layıktır” dedi. Resulallah efendimiz de; “Bunlar hakkında hüküm vermeyi Allah, sana emretmiştir” buyurdu. Sad, yahudilerden, hükmüne razı olacaklarına dair kesin söz aldı. Her iki taraf da verilecek hükmü merakla beklemeye başladılar. Bunun üzerine Sad, üstünlüğünü gösteren, ilikleri donduran, şanına layık olan şu muazzam hükmü açıkladı: “Benim hükmüm odur ki, akıl ve baliğ olan bütün erkeklerin boynu vurulsun! Kadınları, çocukları esir alınsın, malları da müslümanlar arasında taksim edilsin!…”

Bu kesin hüküm karşısında, yahudiler donup kaldılar. Çünkü, kendi kitaplarında, böyle azgınlık yapanlara verilecek ceza aynen böyle idi ki; “Şehrin birine harb etmek için vardığında onları sulha davet et. Bunu kabul edip, kapılarını açarlarsa, içindekilerin hepsi, sana haraç versinler ve hizmet etsinler. Şayet, harb etmeğe karar verirlerse, onları muhasara et. Allahın ihsanı ile, onlara galip geldiğin zaman, erkeklerinin hepsini kılıçtan geçir. Kadınlarını, çocuklarını ve mallarını ganimet olarak al!…” diye yazıyordu.

Sad bin Muaz hazretlerinin verdiği hükmün ilahi hükme uygun gelmesinden dolayı, alemlerin efendisi, sevgili Peygamberimiz, onu tebrik edip; “Sen, onlar hakkında, Allahın, yedi kat gökler üstünde, Levh-i mahfuzdaki hükmüne uygun hüküm verdin!” buyurarak takdirlerini bildirdiler.

Yahudiler, kendi kitaplarında belirtilen bu hükme itiraz edemediler. Akil-baliğ olan bütün erkekleri toplanıp bağlandı ve hüküm yerine getirildi. Çocuklar, kadınlar ve mallar Eshab-ı kiram arasında pay edildi.

Böylece, müslümanların en sıkışık zamanlarında arkadan vuran, yapılan bütün andlaşmaları bozan, Peygamber efendimizi, çocukluğundan bu yaşına kadar gördükçe mübarek vücud-i şerifini ortadan kaldırmaya uğraşan bu kavim, Medineden temizlenmiş oldu.

Eshab-ı kiram saadetle, huzur ve sevinç içinde nurlu Medinenin yolunu tuttular… Esirler arasında bir kadın, müslüman olmak saadetine kavuştu. Onun bu hareketine ziyade sevinen sevgili Peygamberimiz, onun da sevinmesi, Cennette derecesinin çok yüksek olması için, merhamet buyurarak onu zevceliğe kabul eyledi. Bu, Reyhane validemizdi.

Sad bin Muaz , Beni Kureyza yahudileri hakkındaki hükmü verdikten sonra, tekrar çadırına götürüldü. Yarası ağırlaşıp, durumu şiddetlenmişti. Peygamber efendimiz , yanına gelip, onu kucakladı ve; “Allahım! Sad, senin rızan için, senin yolunda cihad etti. Resulünü de tasdik etti. Ona kolaylık ihsan eyle…” buyurarak dua etti. Sad bin Muaz hazretleri, sevgili Peygamberimizin bu mübarek sözlerini duyunca, gözlerini açıp, “Ya Resulallah! Sana selam ve hürmetler ederim. Senin, Allahın peygamberi olduğuna şehadet ederim” diye fısıldadı. Bundan sonra Sad bin Muazın yakınları, onu, kaldığı çadırdan Abdüleşhel oğullarının evine götürdüler. O gece durumu çok ağırlaşmıştı. Cebrail , Peygamber efendimize gelip; “Ya Resulallah! Bu gece senin ümmetinden vefat edip de, vefatı melekler arasında müjdelenen kimdir?” dedi. Bunun üzerine Kainatın sultanı, hemen Sad bin Muazın halini sordu. Evine götürüldüğünü söylediler. Peygamber efendimiz, yanında Eshab-ı kiramdan bazıları olduğu halde Sad bin Muazın yanına gitti. Yolda çok süratli gitmeleri sebebiyle, Eshab-ı kiram; “Yorulduk ya Resulallah!” dediler. Peygamber efendimiz de; “Melekler, Hanzalanın cenazesinde bizden önce bulundukları gibi, Sadın da cenazesinde bizden önce bulunacaklar. Biz önce yetişemiyeceğiz” buyurarak, hızlı gitmelerinin sebebini açıkladı. Peygamber efendimiz, Sad bin Muazın yanına gelince, onu vefat etmiş buldu. Baş ucuna durup, Sad bin Muazın künyesini söyleyerek; “Ey Ebu Amr! Sen reislerin en iyisi idin. Allah sana saadet, bereket ve en hayırlı mükafatı versin! Allaha verdiğin sözü yerine getirdin. Allah da sana vadettiğini verecektir!” buyurdu. Bu sırada, Sad bin Muazın annesi ağlayarak şu beyti okudu.

“Nasıl dayanabilir, vah yazık annesine!

Tahammül ister, ağlarım başıma gelene!…”

Eslem bin Haris de şöyle anlatmıştır: “Resulallah, Sad bin Muazın evine geldi. Biz kapıda bekliyorduk. Resulallah içeri girdi, adımlarını gayet geniş açarak yürüyordu. Biz de peşinden yürüdük. Resulallah durmamızı işaret edince durduk ve geriye döndük. İçerde Sadın cenazesinden başka kimse yoktu. Resulallah, içerde bir müddet durduktan sonra dışarı çıktı. Merak etmiştim; “Ya Resulallah! Adımlarınızı geniş açarak yürümenizin hikmeti nedir?” diye sual eyledim. Bunun üzerine; “Böylesine kalabalık bir mecliste bulunmadım. (Melekler dolmuştu.) Meleğin biri beni kanadı üzerine aldı da ancak öyle oturabildim” buyurdu. Sonra; “Sad bin Muazın künyesini söyleyerek; “Sana afiyet olsun ya Eba Amr! Sana afiyet olsun ya Eba Amr! Sana afiyet olsun ya Eba Amr” buyurdu.

Onun vefatı, Resulallah ve Eshab-ı kiramı çok üzdü, gözyaşı döküp ağladılar. Cenazesinde bütün Eshab-ı kiram toplandı. Sevgili Peygamberimiz, cenaze namazını kıldırdı, cenazesini taşıdı. Eshab-ı kiram, Sad bin Muazın cenazesini taşırken; “Ya Resulallah! Biz, böyle kolay taşınan cenaze görmedik!” dediler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz; “Melekler indi, onu taşıyorlar!” buyurdu. Cenazesi giderken, münafıklar da kötülemek için; “Ne kadar da hafif!” dediklerinde, sevgili Peygamberimiz; “Sadın cenazesine yetmişbin melek indi. Şimdiye kadar yeryüzüne bu kadar kalabalık halde inmemişlerdi” buyurdu.

Ebu Said-il Hudri , dedesinin şöyle dediğini nakletmiştir: “Sad bin Muazın kabrini kazanlardan biri de bendim. Ona kabir kazmaya başlayınca, etrafa kabirden misk kokusu yayıldı!” Şurahbil bin Hasene de şöyle demiştir: “Sad bin Muaz defnedilirken, birisi kabrinden bir avuç toprak almıştı. Sonra onu evine götürünce, o toprak misk oldu. Cenazesi kabre indirilirken, Peygamberimiz kabri başında oturup, mübarek gözleri yaşardı ve mübarek sakalını eliyle tutup çok üzüldü. “Sad bin Muazın ölümünden dolayı arş titredi” buyurdu. Bir defasında, Peygamberimize çok kıymetli bir elbise hediye edilmişti. Eshab-ı kiram ne kadar güzel dediklerinde; “Sad bin Muazın Cennetteki mendilleri, bundan daha güzeldir” buyurmuştu.

Hicretin beşinci senesinin bazı mühim hadiseleri da şunlardır: Resulallah efendimiz, Dumet-ül-Cendelde yaşayan ve Şama gidip gelen yolcuları rahatsız ve Medine-i münevvereyi tehdit eden kabileler üzerine bin kişilik bir ordu ile sefere çıktı. İslam ordusunun geldiğini haber alan düşman kabileleri kaçtılar. Burada birkaç gün kalındıktan sonra Medineye dönüldü. Resulallah efendimiz, Zilkade ayında Zeynep binti Cahş ile evlendiler. Bu sene hicab ayet-i kerimeleri geldi ve müslüman hanımlara tesettür emredildi. Ayrıca münafıklar, hazret-ı Ayşe validemize iftirada bulundular. Bazı müslümanlar da bu iftiralara aldanmıştı. ayet-i kerimeler gelerek münafıkların iftiraları ortaya çıkarıldı ve Ayşe medhedildi. Medine-i münevvere yakınlarında yaşayan Müzeyne kabilesi heyet göndererek müslüman oldu ve muhacirlerden sayıldı. Yine bu sene zelzele ve Ay tutulması vuku buldu. Ayrıca hac da bu sene farz kılındı.