Hendek kazmak, her gün sabah erkenden başlıyor, akşama kadar sürüyordu. Bir gün kazı esnasında, Ali bin Hakem hazretleri ayağından yaralandı. Ata bindirerek Peygamber efendimizin huzuruna getirdiler. alemlerin efendisi; “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek, onun ayağını sığadı. Efendimizin bir mucizesi olarak, bir anda ayağının kanı durdu ve ağrısı kesildi.
Hendek kazmaya devam ediliyordu. Eshab bir ara çok sert bir yerle karşılaştılar. Kazmak mümkün olmuyordu. Resulallah efendimize gelip, durumu bildirdiler. Teşrif buyurarak hendeğe indiler. Bir kapla su istediler. Bir yudum alıp, tekrar kaba boşalttılar. Sonra suyu sert yere serptiler. Balyozu alıp, o yeri bir vuruşta kum gibi dağıttılar. Orası kolayca kazılır olmuştu. Bu vuruş esnasında, sevgili Peygamberimizin mübarek karnı açılınca, oradakiler, efendimizin açlıktan midesi üzerine taş bağladığını gördüler. Resulallah efendimizin bu halini gören Cabir bin Abdullah hazretleri, huzura varıp; “Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah! İzin verirseniz eve kadar bir gidip geleyim” diyerek müsade istedi. İzin aldıktan sonrasını Cabir şöyle anlattı: “İzin verilince eve gelip hanımıma; “Resul da öyle bir açlık hali gördüm ki, dayanılır gibi değil. Evde yiyecek bir şeyler var mı?” diye sordum. O da; “Şu oğlaktan ve bir kaç avuç arpadan başka bir şey yoktur” dedi. Hemen oğlağı kestim, zevcem de arpayı el değirmeninde öğütüp un haline getirdi. Sonra onu hamur yaptı. Eti çömleğe koyup, tandırda pişirmeğe başladı. Bundan sonra Resulallah efendimizin yanına vardım ve; “Ya Resulallah! Çok az bir yemeğim var. Yanınıza bir iki kişi alıp bize yemeğe buyurun!” dedim. Resulallah; “Yemeğiniz ne kadardır?” buyurdular. Söyledim. Bunun üzerine; “Hem çok, hem de güzel yemektir. Hanımına söyle, ben gelinceye kadar tandırdan ne et çömleğini ne de ekmeği çıkarsın” buyurdu. Sonra mücahidlere dönüp; “Ey hendek halkı! Kalkınız! Cabirin ziyafetine gideceğiz!” buyurdu. Bu emir üzerine Eshab-ı kiram toplanarak Peygamberimizin arkasından yürümeğe başladılar. Ben hemen eve dönüp olanları hanımıma anlattım ve; “Şimdi ne yaparız?” deyince, bana; “Resul , yemeğin ne kadar olduğunu sormadı mı?” dedi. Ben de; “Sordu ve söyledim” dedim. Hanımım; “Eshab-ı kiramı sen mi, yoksa Resulallah efendimiz mi davet etti?” diye sordu. “Resulallah davet etti” deyince; “Resul daha iyi bilir” diyerek beni teselli eyledi.
Biraz sonra, Peygamber efendimizin nurlu cemali kapımızda göründü. Kalabalık olan sahabilere; “Birbirinizi sıkıştırmadan içeri giriniz” buyurdular… Sahabi kardeşlerim, onar kişilik gruplar halinde oturdular. Nebiyy-i muhterem, ekmeğin ve etin bereketlenmesi için dua buyurdu. Sonra, çömleği tandırdan çıkarmadan kepçe ile içindekileri, aldığı ekmeklerin üzerine koyarak, Eshabına ikram ettiler. Bütün Eshab doyuncaya kadar, böyle devam ettiler. Yemin ederim ki, yemek yiyen bin kişiden çok olduğu halde, ekmek ve et aynen duruyordu. Biz de yedikten sonra komşularımıza dağıttık.”
Selman-ı Farisi hazretleri çok iyi hendek kazardı. Tek başına on kişinin yaptığı işi yapardı. O da arkadaşları ile kendisine ayrılan yeri kazarlarken, çok sert ve büyük, beyaz bir kaya ile karşılaştılar. Kırmak için çok uğraştılar. Fakat bütün emekleri boşa gitti. Üstelik balyozları, kazma ve kürekleri de kırılmıştı. Selman, sevgili Peygamberimizin huzuruna varıp; “Anam-babam, canım sana feda olsun ya Resulallah! Hendeği kazarken sert bir kayaya rastladık. Demirden yapılmış bütün aletlerimiz kırıldığı halde, yerinden bile oynatamadık” diyerek, durumu arzetti. Habib-i ekrem efendimiz, saadetle oraya gelip balyoz istediler. Orada bulunan Eshab-ı kiram da neticeyi merakla bekliyorlardı. Nebilerin sultanı efendimiz, aşağı indiler. “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek, balyozu kaldırıp, kayaya öyle bir vurdular ki, bu çarpmadan, Medineyi aydınlatan bir şimşek çaktı ve kayadan bir parça koptu. Resulallah efendimiz; “Allahü ekber!” diyerek tekbir getirdiler. Bunu işiten Eshab da tekbir getirdi. Sonra ikinci defa balyozu vurdular. Yine her tarafı aydınlatan bir şimşek!… Ve kayadan kopan parçalar… Sevgili peygamberimiz yine; “Allahü ekber!”diyerek tekbir getirdiler. Bunu Eshab-ı kiram takip etti. Balyoz üçüncü defa indiğinde, her tarafı aydınlatan bir şimşek daha çakmış ve kaya parça parça olmuştu. alemlerin efendisi yine; “Allahü ekber!” diyerek tekbir getirdi. Şerefli Eshabı da Ona uydu.
Hazret-i Selman, elini uzattı. Sevgili Peygamberimiz yukarı çıktılar. Selman-ı Farisi; “Anam-babam, canım sana feda olsun ya Resulallah! Ömrümde hiç görmediğim bir şeyi şimdi gördüm. Bunun hikmeti nedir?” deyince, Peygamber efendimiz, Eshabına dönüp; “Selmanın gördüğünü sizler de gördünüz mü?” buyurdular. Onlar da; “Evet ya Resulallah! Balyozu kayaya vurduğunuz zaman, şiddetli bir şimşeğin çaktığını gördük. Sen tekbir getirince biz de tekbir getirdik” dediler. Peygamber efendimiz de; “Önceki darbenin ışığında kisranın (Medayindeki) köşkleri bana göründü. Cebrail gelip; “Ümmetin, o beldelere sahip olurlar” diye haber verdi. İkinci darbede Rum vilayetinin (Şamın) kızıl köşkleri göründü. Cebrail gelip; “Ümmetin, o diyara da sahip olur” dedi. Üçüncüsünde, Sananın (Yemenin) köşkleri göründü. Cebrail ; “O yere de ümmetin malik olur” diye haber verdi” buyurdu.
Sonra Kainatın sultanı, Acem kisrasının Medayindeki sarayını tarif edince, oralı olan Selman; “Canım sana feda olsun ya Resulallah! Seni, hak din ve Kitabla gönderen Allaha yemin ederim ki, o köşkler aynen anlattığınız gibidir. Senin, Allahın Resulü olduğuna şehadet ederim” dedi. Peygamber efendimiz; “Ey Selman! Şam, muhakkak fethedilecektir. Herakliyüs, memleketinin en ücra yerine kaçacaktır. Siz, Şamın her tarafına hakim olacaksınız. Size, hiç kimse karşı koyamayacaktır. Yemen, muhakkak fethedilecektir. Şu “Diyar-ı Meşrik” de muhakkak fethedilecek ve kisra öldürülecektir. Allah bu fetihleri benden sonra size nasib edecektir ” buyurdular.
Selman-ı Farisi hazretleri; “Resulallah efendimizin, bu müjdelerinin hepsinin gerçekleştiğini gördüm” diye haber verdi.
Düşman artık gelmek üzereydi. Hendek son süratle kazılıyor ve bir an önce bitirilmeye çalışılıyordu. Mücahidler zaruret halinde, Peygamber efendimizden izin alarak işi bırakıyorlar, ihtiyaç giderildikten sonra yeniden işlerinin başına koşuyorlardı. Münafıklar gayet gevşek davranıyor, istedikleri zaman işe geliyor, istedikleri zaman izin almadan bırakıp gidiyorlardı. Ayrıca Eshabın bu şekildeki çalışması ile alay ediyorlar, Peygamber efendimizin verdiği müjdelere bile; “Biz, düşman korkusundan hendeklere sığınıyoruz. O ise bize Yemen, Rum ve Fars ülkelerinin köşklerini vad ediyor. Sizin bu halinize şaşıyoruz!…” diyorlardı. Bunun üzerine, mücahidler için inen ayet-i kerimede, mealen buyruldu ki: “Gerçek müminler, ancak o kimselerdir ki, (ihlas ile) Allaha ve Resulüne iman edenler ve (cihad, cihada ait tedbirler, Cuma ve bayram toplanmaları gibi) toplu bir iş için, Onun (Resulallahın) maiyyetinde bulundukları vakit, Ondan izin almadıkça, bırakıp gitmeyenlerdir. O halde (ey Habibim!) Senden izin isteyenler, Allaha ve Resulüne iman edenlerdir. Bu mümin kimseler bazı işleri için senden izin istedikleri vakit, sen de onlardan dilediğin kimseye izin ver ve kendileri için Allahtan mağfiret dile. Şüphesiz ki, Allah, Gafur-ur-Rahimdir, çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir.” (Nur suresi: 62)
Münafıklar için inen ayet-i kerimelerde de mealen buyruldu ki: “Allahın Resulünün davetini, kendi aranızda birbirinizi (bazen icabet edip, bazan etmediğiniz) davetsiz gibi tutmayın (davetine hemen koşun ve izinsiz ayrılmayın)! İçinizden, birbirinizi siper ederek gizlice kaçanlarınızı, Allah muhakkak biliyor. Onun emrinden uzaklaşıp gidenler, dünyada fitneye, ahirette de elem verici bir azaba uğramaktan sakınsınlar! Dikkat ediniz! Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi de Allahındır. O, sizin, hangi inanç üzerinde (mümin veya münafık) olduğunuzu ve (münafık ve kafirlerin) kendisine döndürülecekleri kıyamet gününü de biliyor. Allah, onların dünyada yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah her şeyi bilir.” (Nur suresi: 63,64)
Hendeği kazma işine başlıyalı altı gün olmuştu. Herkes işini, layıkıyla bitirmişti. Ancak bir yer, zaman yetmediği için geniş ve derin kazılamamıştı. Peygamber efendimiz burası için endişelerini belirttiler; “Müşrikler, buradan başka bir yerden geçemezler” buyurdular. Buraya nöbetçiler koydular.