"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hendek gazası

Hicretin beşinci yılı idi. Medine-i münevvereden sürülen fitne ve fesad kaynağı yahudi Nadiroğulları, gruplara ayrılmış, bir kısmı Şama, bir kısmı da Haybere gitmişlerdi. Fakat, İslama ve Peygamber efendimize olan kin ve intikam duyguları kalblerini bürümüştü. Reisleri Huyey, kavminin ileri gelenlerinden yanına topladığı yirmi adamı ile Mekkeye gitti. Ebu Süfyan ile görüşüp, sevgili Peygamberimizin mübarek vücudunu ortadan kaldırmak üzere anlaşmaya oturdular. “Bu işi bitirinceye kadar hiç ayrılmadan yanınızda bulunacağız!” dediler. Ebu Süfyan; “Bizim düşmanımıza düşman olanlar, bizim katımızda makbuldür. Fakat, size güvenebilmemiz için, putlarımıza tapmanız lazım. Ancak bundan sonra samimi olduğunuzu kabul edip, emin olabiliriz” dedi. Gayelerine kavuşmak için dinlerini dahi veren hain yahudiler, putların önünde yerlere kapandılar… Kitaplı kafir iken, kitapsız oldular. Sevgili Peygamberimizi ortadan kaldırmak ve din-i İslamı yıkmak için yemin ettiler.

Müşrikler, derhal savaş hazırlığına başladılar. Komşu müşrik kabilelere de adamlar gönderdiler. Yahudiler de çeşitli kabileleri ikna etmek için harekete geçtiler. Bazı kabilelere para ve hurma vad ederek silahlandırdılar. Müşrikler, Mekke civarından dörtbin kişilik büyük bir kuvvet çıkarmıştı. Ebu Süfyan, Dar-ün-Nedvede sancak bağlayıp, Osman bin Ebi Talhaya verdi. Orduda üçyüz at, bol sayıda silah ve binbeşyüz deve vardı.

Dörtbin kişilik müşrik ordusu, Merrazzahrana geldiklerinde; Süleymanoğulları, Fezareoğulları, Gatafanlılar, Mürreoğulları, Esedoğulları gibi pek çok kabileler, altıbin kişilik yardımla müşrik ordusunun sayısını onbine çıkarmıştı.

Bu, o zamana göre pek büyük bir kuvvet idi. Öteden beri Resulallah efendimiz ile dost geçinen Huzaa kabilesi, derhal Medineye haber uçurmuş, on günlük yolu dört günde alan bir süvari, Peygamber efendimize, müşriklerin durumunu teferruatıyla haber vermişti.

İşlerini, Eshab-ı kiramla istişare ederek yapan sevgili Peygamberimiz, derhal sahabilerini toplayıp, durumu müzakere ettiler. Savaşın, nerede ve nasıl yapılması hususunda, her sahabi teklifini bildirdi. Bu heyet içinde bulunan Selman-ı Farisi hazretleri söz alıp; “Ya Resulallah! Bizde bir harb usulü vardır. Düşmanın, baskın yapma ihtimalinden korktuğumuz zaman, etrafımıza hendek kazarak savunma yapardık” dedi. Bu usul, Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiramın hoşuna gitti ve bu şekilde düşmanla çarpışmağa karar verildi. Peygamber efendimiz derhal, Eshabından bazılarını alıp, hendeğin nereye kazılması lazım geldiğini keşf ettiler. Medinenin güney tarafı bahçelik olup, sık ağaçlarla kaplı idi. Müşriklerin buradan toplu hücuma geçmeleri ihtimali zayıftı. Sonra buranın müdafasını az bir kuvvet başarabilirdi. Doğuda ise andlaşma yapılan Beni Kureyza adlı yahudi kabilesi bulunuyordu. Bu sebeple müşrikler, ancak batı ve kuzey taraftaki açık araziden hücuma kalkabilirlerdi. Bu taraflardan hendek kazılacak yerler tespit edildi. Eshab-ı kiramın herbirine üç metre kadar yer düşüyordu. Herkes hissesine düşen yeri iki adam boyunda (3,5 metre kadar) kazacak, hendek süratle koşan bir atın atlayamayacağı kadar geniş olacaktı. Zaman azdı. Düşman, Mekkeden çıkmış, Medineye doğru yürümüştü. Hendeğin en kısa zamanda kazılması lazımdı.

Sevgili Peygamberimiz, başta bizzat kendisi olmak üzere, kahraman eshabıyla “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek, ilk kazmayı vurdular. Herkes, bütün gayretiyle bir an önce hendeği kazmaya çalışıyordu. Hatta buna, çocuklar bile iştirak ediyorlardı. Resulallah efendimize, Zübab tepesi üzerinde bir çadır hazırlandı. Hendekten çıkarılan topraklar zenbillerle bu tepenin etrafına dökülüyor, gelirken de düşmana atmak için Sel Dağından taşlar çekiliyordu. Zenbil bulamayanlar, eteklerinde toprak taşıyordu. Sevgili Peygamberimiz de yoruluncaya kadar çalışıyordu. Bu hali gören Eshab-ı kiram, gayrete geliyor ve; “Canımız sana feda olsun ya Resulallah. Bizim çalışmamız yeter. Sen çalışma, istirahat buyur” demelerine rağmen; “Ben de çalışarak kazandığınız sevaba ortak olmak istiyorum” buyurarak cevap veriyorlardı.

O günlerde hava çok soğuktu. Ayrıca o sene kuraklık yüzünden kıtlık hüküm sürüyordu. Yiyecek bulmak da hayli güçtü. alemlerin efendisi dahil olmak üzere, bütün Eshab-ı kiram müthiş bir açlık içinde bulunuyorlardı. Kendilerini güçlü hissetmeleri için, açlıktan karınlarına taş bağlıyorlar, midelerini sıkıştırarak yemek ihtiyacını gidermeye çalışıyorlardı. alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimiz, kendi açlığını düşünmüyor, Eshabının bu soğukta aç olarak çalışmasına ve çektiği zahmetlere çok üzülüyor, onlara acıyor ve; “Allahım! ahiret hayatından başka (istenecek) bir hayat yoktur. Ya Rabbi! Ensar ile Muhacirlere mağfiret eyle!” diyerek dua buyuruyorlardı. Onlar da canlarından çok sevdikleri Habib-i ekrem efendimize; “Hayatımızın sonuna kadar Allahın yolunda, din-i İslamı yaymak için Resulallah efendimize tabi olduk” diyerek cevap veriyorlardı. Bu karşılıklı muhabbet; açlık, susuzluk gibi nice meşakkatleri kökünden söküp götürüyordu.