Bu sırada, Server-i kainat efendimiz, Eshabıyla Bedre yaklaşıyorlardı. Bir ara, Medineli müşriklerden Hubeyb bin Yesaf ile Kays bin Muharrisi İslam ordusunun arasında gördüler. Hubeybin başında demir tolgası olduğu halde tanıdılar ve Sad bin Muaza; “Bu, Hubeyb değil midir?” buyurdular. O da; “Evet, ya Resulallah!” dedi. Hubeyb harp sanatını bilen, yiğit bir pehlivandı. Kays ile Resulallah efendimizin huzur-ı şerifine geldiler. Peygamberimiz onlara; “Siz, bizimle niçin geliyorsunuz?” buyurdular. Onlar da; “Sen, bizim kızkardeşimizin oğlusun ve komşumuzsun. Biz de kavmimizle birlikte ganimet toplamak üzere geliyoruz!” dediler. Efendimiz, Hubeybe; “Sen Allaha ve Resulüne iman ettin mi?” buyurunca; “Hayır” dedi. Resul ; “Öyle ise geri dön! Bizim dinimizde olmayan, bizimle beraber olamaz” buyurdu. Hubeyb; “Benim yiğitliğimi, kahramanlığımı ve düşmanın bağrında yaralar açan bir pehlivan olduğumu herkes bilir. Ganimet için senin yanında, düşmanına karşı harb ederim” dedi. Peygamber efendimiz, onun yardımını kabul buyurmadı.
Bir müddet gidince Hubeyb, isteğini tekrarladı, fakat Peygamberimiz, müslüman olmadıkça arzunun kabul edilemeyeceğini bildirdi. Revha mevkiine geldiklerinde Hubeyb, Resulallah efendimizin huzuruna gelip; “Ya Resulallah! Allahın, alemlerin rabbi olduğuna ve senin peygamberliğine inandım, iman ettim” deyince; Server-i kainat efendimiz çok sevindiler. Kays da, Medineye döndükten sonra imanla şereflendi .
İslam ordusu, Safra vadisine geldiğinde, Mekkelilerin bir ordu kurup, kervanlarını kurtarmak için Bedre doğru yürüdüklerini haber aldı. Peygamber efendimiz Eshabını toplayıp, onlarla bu durumu istişare ettiler. Zira, Medineli müslümanlar, Resulallah efendimize Akabede biat ettiklerinde; “Ya Resulallah! Sen, bizim şehrimize gel. Seni orada, düşmanına karşı canımız behasına da olsa, koruyacağız ve sana tabi olacağız” diye söz vermişlerdi. Halbuki şimdi, Medineden dışarı çıkmışlardı. Karşılarında ise kendilerinden sayı, silah ve malca kat kat fazla büyük bir düşman ordusu vardı. Resulallah efendimiz, Eshabına, fikirlerini sorunca, Muhacirlerden Ebu Bekr-i Sıddık ve Ömer-ül Faruk ayrı ayrı kalkıp, düşman ordusuyla çarpışmak lazım olduğunu bildirdiler. Yine Muhacirlerden Mikdad bin Esved kalktı; “YaResulallah! Allahın emri ne ise, onu yerine getir. Onun fermanıyla yürü. Her an seninle beraberiz, bir an yanından ayrılmayız. Biz, İsrailoğullarının Musa a dedikleri gibi; “Ya Musa! Cebbarlar, zalimler kavmi o bölgede bulundukları müddetçe biz oraya gidecek ve o beldeye girecek değiliz. Artık sen ve Rabbin beraber gidin de, ikiniz onlarla muharebe edin, çarpışın. Biz burada kalıp, oturucularız…” (Maide suresi: 24) şeklinde bir söz de söylemeyiz. Canımızı ve başımızı Allahın ve Resulünün yolunda feda ederiz. Seni, hak peygamber olarak gönderen Allaha yemin ederiz ki, deniz ötesi Habeşistana göndersen, yine gideriz. Sana asla en küçük bir muhalefette bulunmayız. Her arzunuzu yerine getirmek için hazırız. Anam-babam, canım sana feda olsun ya Resulallah!.” dedi. Mikdadın bu konuşması, sevgili Peygamberimizi ziyadesiyle memnun etti. Ona hayır dualarda bulundu.
Burada Medineli müslümanların reyleri çok önemliydi. Çünkü, hem sayıca fazlaydılar, hem de Resulallahı Medinede korumak üzere söz vermişlerdi. Medine dışında çarpışmak üzere bir vadleri yoktu. Bu düşünce anlaşılınca, Ensardan Sad bin Muaz ayağa kalktı ve; “Ya Resulallah! Eğer izin verirseniz, Ensar namına konuşayım” dedi. İzin verilince; “Ya Resulallah! Biz, sana iman ettik, peygamberliğini tasdik ettik. Her ne getirdin ise hakdır, doğrudur. Bu hususta, dinlemek ve itaat etmek üzere sana kesin söz verip yemin ettik. Biz, o sözümüzden asla dönmeyiz ve her nereyi teşrif ederseniz emrinizdeyiz. Emrinizi başımızın üzerinde tutarız. Canımızı ve başımızı, yoluna feda ederiz. Seni hak peygamber olarak gönderen Allaha yemin ederiz ki, denize dalsan peşinden biz de dalarız. Hiç birimiz bundan bir adım geri kalmayız. Hatır-ı şerifinizde ne var ise, emreyle tutarız. Malımız da, canımızla beraber feda olsun. Düşmandan asla yüz döndürmeyiz. Cenkte sabırlıyız, Ümidimiz seni sevindirip rızana kavuşmaktır. Allahın rahmeti üzerinize olsun…” dedi. Bu sözleri dinleyen Eshab-ı kiram, çok heyecanlandılar. Hepsi bu sözlere, can-ü gönülden katıldıklarını bildirdiler. Resulallah efendimiz çok memnun kaldılar. Sada ve Eshabına dua buyurdular.
Artık bütün tereddüdler ortadan kalkmıştı. Düşman ne kadar çok, ne kadar güçlü olursa olsun, şanlı Eshab, sevgili Peygamberimizin peşinden gözlerini kırpmadan şehadete yürüyecekler, Allahın ve Resulünün rızasını kazanacaklardı. Başlarında Kainatın efendisi oldukça gidilmeyecek yer yoktu… Fahr-i alem efendimiz, Eshabının kendisine olan bağlılığını ve heyecanını görünce, onlara; “Haydi, yürüyünüz! Allahın lütfu ile şad olunuz. Vallahi, şimdi ben, sanki Kureyş kavminin harp meydanında vurulup düşecekleri yerlere bakıyor, onları görüyorum!” buyurarak, müjde verdi. Bu müjde üzerine, Eshab-ı kiram aşk ile Resulallah efendimizin peşinden yürüdüler.