"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Bedr gazası

Yapılan seriyyelerde, Eshab-ı kiramın başarılı olması, kafirleri korkutmaya başladı. Artık kervanları kafileler halinde ve yanlarında askerlerle sefere çıkıyordu. Hicretin ikinci yılında, Mekkeli müşrikler her aileden sermaye alıp, bin develik bir kervanı Şama gönderdiler. Başlarında Mekkenin ileri gelenlerinden Ebu Süfyan vardı ve henüz müslüman olmamıştı. Kervanı korumak için kırk kadar da muhafız vazifelendirilmişti. Mallar satıldıktan sonra, paranın tamamıyla silah satın alacaklar ve bunlar, müslümanlarla savaşta kullanlacaktı.

Resulallah , müşriklerin büyük bir kervanı ticaret için Şama gönderdiklerini haber alınca, durumlarını keşif için, Muhacirlerden bir kaç kimseyi vazifelendirdi. Zülaşire denilen yere vardıklarında, kervanın geçtiğini öğrenip, Medineye döndüler. Küfür ehlinin, silah ve malları ellerinden alınırsa, ehl-i İslama zararları dokunmaz ve mukavemetleri kırılırdı. Bu sebeple Resulallah efendimiz, Talha bin Abdullah ile Said bin Zeyd hazretlerini, kervanın dönüşünü öğrenmek üzere keşif kolu olarak gönderdiler.

Fırsat kaçırılacak gibi değildi. Peygamber efendimiz hemen hazırlık yapıp, Medinede yerine namaz kıldırmak üzere Abdullah ibni Ümmi Mektumu bıraktılar. Hanımı rahatsız olan Osman ve onun gibi altı kişiye vazife verip, Medinede kalmalarını emir buyurdular. Yanlarına Muhacirlerden ve Ensardan üçyüzbeş sahabi alarak, Ramazan-ı şerifin onikinci günü Bedr mevkiine doğru yürüdüler. Sayıları, vazifeli ve Medinede kalanlarla birlikte 313 kişiyi buluyordu. Bedr; Mekke, Medine ve Suriyeye giden yolların birleştiği bir yerdi.

Bu sefere çıkmak için yeni yetişen gençler, hatta kadınlar bile Peygamber efendimize yalvarıyorlardı. Ümmü Varakanın , Resulallah efendimizin huzuruna gelip; “Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah! Müsade ederseniz, sizinle gelmek istiyorum, Yaralıların yaralarını sarar, hastaların hizmetini görürüm. Belki, Allah bana da şehitlik nasib eder!” demesi üzerine; Habib-i ekrem; “Sen, evinde otur, Kuran-ı kerim oku. Şüphesiz ki, Allah sana şehitliği nasib eder” buyurmuştu.

Sad bin Ebi Vakkas anlattı ki: “Resulallah efendimiz, bizimle gazaya gitmek isteyen çocukları geri çevirmek istediklerinde, kardeşim Umeyrin bir tarafa saklanmaya, göze görünmemeye çalıştığını gördüm. O zaman onaltı yaşında idi. “Sana ne oldu ki, böyle gizleniyorsun?” dedim. “Resulallah efendimizin beni de küçük görüp geri çevirmesinden korkuyorum! Halbuki, gazaya katılıp, Allahın bana şehitlik nasib etmesini arzu ediyorum” dedi. Bu sırada onu, Resulallah efendimize bildirdiklerinde, kardeşime; “Sen geri dön” buyurdular. O zaman, kardeşim Umeyr ağlamaya başladı. Merhamet deryası Habib-i ekrem efendimiz, onun gözyaşına dayanamayıp, müsade ettiler. Halbuki, kardeşimin kılıcını, kendisi kuşanamadığı için beline ben takmıştım.”

alemlerin efendisi olan sevgili Peygamberimizin, sancağını Musab bin Umeyr, Sad bin Muaz ve Ali taşıyorlardı. Eshab-ı kiramın yanlarında sadece iki at ve yetmiş deve vardı. Bunlara da nöbetleşerek biniyorlardı. Resulallah efendimiz, Ali, Ebu Lübabe, bir de Mersed bin Ebi Mersed ile nöbetleşerek biniyorlardı. Fakat hepsi, Resul ın yürümeyip hep deve üzerinde gitmesi için; “Canımız sana feda olsun ya Resulallah! Siz deveden inmeyiniz. Yüksek zatınızın yerine biz yürürüz” diyerek yalvarıyorlardı. Fakat Kainatın sultanı, kendisini onlardan farklı görmeyip; “Siz, yürümekte benden daha kuvvetli olmadığınız gibi, ecir ve mükafat hususunda da ben sizden müstagni ve ihtiyaçsız değilim” buyurdular.

Resulallah efendimiz ve yüce Eshabı, çölde kavurucu bir sıcak altında yürüyorlardı. Ayrıca oruçluydular. Eshab-ı kiram, İslamiyeti yaymak için, pek çok sıkıntılara katlanarak Peygamber efendimizin peşinden aşk ve şevkle gidiyorlardı. Çünkü sonunda, Allahın ve Resulünün rızası vardı, ziyadesiyle arzu ettikleri şehitlik ve Cennet vardı… Sevgili Peygamberimiz, Eshabının hallerine bakıp; “Allahım! Onlar, yayadırlar. Sen, onlara binit ver! Allahım! Onlar açık ve çıplaktırlar. Sen, onları giydir! Allahım! Onlar açdırlar, onları doyur. Fakirdirler, fadl-ı kereminle onları zengin eyle!” diye dua buyurdular.

Peygamber efendimiz ve mübarek ordusu, bu şiddetli sıcaklar altında Bedre doğru ilerlerken, müşriklerin Şamdan gelen kervanları da Bedre yaklaşmıştı. Peygamber efendimizin, kervandan haber almak üzere gönderdiği iki sahabi, kervanın bir-iki gün içinde Bedre gelebileceğini öğrenip, süratle geri döndüler. Kervandakiler, onların haberi öğrendiği köye geldiklerinde, köylülere; “Müslümanların casuslarından haberiniz var mıdır?” diye sordular. Onlar; “Bilmiyoruz. Fakat iki kişi gelip, şurada biraz oturdular, sonra da kalkıp gittiler” dediler. Ebu Süfyan, tarif edilen yere gidip tetkik ettiğinde, yerdeki deve pisliklerini ezdi ve içinde yem çekirdekleri gördü ve; “Bunlar Medine yemleridir. Öyle zan ederim ki, o iki adam Muhammedin casuslarıdır” dedi. Müslümanların çok yakınlarda olduğunu tahmin ederek, büyük bir korkuya kapıldı. Kervanın akıbetinden endişeye düşerek, gece-gündüz yürüyüp, vakit kaybetmeden Kızıldeniz sahilinden Mekkeye süratle gitmeye karar verdi. Ayrıca, Damdam bin Amr Gıfari isminde birini, durumu bildirmek üzere Mekkeye haberci olarak gönderdi.

Bu kimse, Mekkeye gelince gömleğini önünden ve arkasından yırttı. Devesinin palanını ters çevirdi. Acaib bir vaziyette; “İmdaaat! İmdat!… Ey Kureyşliler! Yetişin!… Kervanınıza, Ebu Süfyanın yanındaki mallarınıza, Muhammed ve Eshabı saldırdılar. Eğer yetişebilirseniz kervanınızı kurtarabilirsiniz!…” diye feryadu figan edip bağırmaya başladı.

Bunu duyan Mekkeliler, derhal toparlanıp, hazırlıklarını yaptılar. Yediyüz develi, yüz atlı süvari ve yüzelli piyade toparladılar. Ebu Lehebe; “Haydi sen de katıl!” dediklerinde, korkusundan hastalığını bahane etti. Yerine, as bin Hişamı bedel olarak gönderdi. Ümeyye bin Halef adındaki müşrik, harbe hazırlanmakta gayet gevşek davranıyordu. Zira, Peygamber efendimizin; “Benim Eshabım, Ümeyyeyi katleder” buyurduğunu duymuştu. Onun, hiç bir zaman doğruluktan ayrılmadığını bildiği için korkuyordu. Bu sebeple, Ebu Cehlin ısrarlarına karşı yaşlı ve çok şişman olduğunu ileri sürdü. Fakat Ebu Cehlin korkaklıkla itham etmesi üzerine gitmek mecburiyetinde kaldı.

Müşrik ordusunun çoğu zırhlı idi. Yanlarında güzel sesli kadınlar vardı. Çalgı aletlerini ve içki almayı da ihmal etmemişlerdi. Bu kadar güçlü bir ordu ile, değil üçyüz kişiye, bin kişilik bir orduya bile anında galip geliriz zannında idiler. Yola çıkmadan öldürecekleri kimseleri, alacakları ganimetleri hesap edenler bile vardı. Fakat hepsinin en büyük emeli; İslamı ortadan kaldırmaktı. Bu azgın müşrik sürüsü, kadınların çaldığı defler ve söylediği şarkılarla yola çıktı.

Bu sırada Ebu Süfyan, Bedrden epeyce uzaklaşmış, Mekkeye doğru bir hayli yol almıştı. Tehlikenin kalktığından emin olunca, Kays bin İmri-ül-Kays ismindeki adamını Kureyşe gönderip; “Ey Kureyş cemaati! Siz kervanınızı, adamlarınızı ve mallarınızı muhafaza etmek için Mekkeden yola çıkmıştınız. Biz tehlikeden kurtulduk. Artık geri dönünüz!…” dedi. Ayrıca; “Müslümanlarla çarpışmak üzere Medineye gitmekten sakının!” diye tavsiyede bulundu. Kays, müşrik ordusuna haberi getirdiğinde, Ebu Cehl; “Yemin ederim ki, Bedre varıp üç gün üç gece şenlik yapıp, develer boğazlar, şarab içeriz. Etraftaki kabileler bizi seyrederek, halimize imrenirler ve hiç kimseden korkmadığımızı görürler. Bundan sonra, heybetimizden, kimse bize saldırmaya cesaret edemez. Ey yenilmez Kureyş ordusu! Yürüyün…” dedi.

Kays, Ebu Cehlin söz dinleyecek halde olmadığını görüp, geri döndü ve durumu Ebu Süfyana bildirdi. İleriyi gören ve tedbirli bir kimse olan Ebu Süfyan; “Eyvah! Yazık oldu Kureyşe!… Bu Amr bin Hişamın (Ebu Cehlin) bir planıdır. Bu işi mutlaka insanlara baş olma sevdasıyle yaptı. Halbuki böyle azgınlık, her zaman büyük bir eksiklik ve uğursuzluktur. Eğer müslümanlar, onlara rastlarsa Kureyşin vay haline!…” demekten kendini alamadı. Kervanı süratle Mekkeye ulaştırıp, orduya yetişti.