"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Hicret

Son Akabe biatıyla Medine; müslümanlara, huzur bulacakları ve sığınacakları bir yer olmuştu. İkinci Akabe biatını duyan Mekkeli müşriklerin tutumları, çok şiddetli ve pek tehlikeli bir hal almıştı. Müslümanlar için Mekkede kalmak tahammül edilemeyecek derecede idi. Peygamber efendimiz e durumlarını arz ederek, hicret için müsade istediler. Bir gün, sevgili Peygamberimiz, sevinçli bir halde Eshab-ı kiramın yanına gelip; “Sizin hicret edeceğiniz yer bana bildirildi. Orası Yesrib (Medine) dir. Oraya hicret ediniz” ve “Orada müslüman kardeşlerinizle birleşin. Allah onları size kardeş yaptı. Yesribi (Medineyi) size emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı” buyurdu. Resulallah efendimizin izni ve tavsiyesi üzerine müslümanlar, Medineye birbiri ardınca bölük bölük hicret etmeye başladılar. Peygamber efendimiz, hicret edenlere son derece ihtiyatlı ve tedbirli davranmalarını sıkı sıkıya tembih ediyordu. Müslümanlar, müşriklerin dikkatini çekmemek için küçük kafileler halinde yola çıkıyor ve mümkün mertebe gizli hareket ediyorlardı. Medineye ilk hicret eden Ebu Seleme, müşriklerden çok eziyet görmüştü. Neden sonra işin farkına varan müşrikler hicret için yola çıkan müslümanlardan, görebildiklerini yoldan çevirmeye, kadınları kocalarından ayırmaya, gücü yettiklerini hapse atmaya başladılar ve çeşitli cefalara tabi tuttular. Onları dinlerinden döndürmek için her türlü eziyeti yaptılar. Fakat bir iç harbin patlak vermesinden korktukları için, öldürmeye cesaret edemediler. Müslümanlar ise, buna rağmen her fırsatı değerlendirerek Medine yollarına düştüler.

Hazret-i Ömer de, bir gün kılıcını kuşandı. Yanına oklarını ve mızrağını alıp herkesin önünde Kabeyi yedi defa tavaf etti. Oradaki müşriklere, yüksek sesle şunları söyledi: “İşte ben de dinimi korumak için Allahın yolunda hicret ediyorum. Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak, anasını ağlatmak isteyen varsa şu vadinin arkasında önüme, çıksın!…”

Böylece Ömer ile yirmi kadar müslüman, güpe gündüz, çekinmeden Medineye doğru yola çıktılar. Onun korkusundan bu kafileye hiç kimse dokunamadı. Artık göçlerin arkası kesilmiyor, Eshab-ı kiram bölük bölük Medineye ulaşıyordu.

Bu arada Ebu Bekir de hicret için izin istedi. Resulallah efendimiz; “Sabr eyle. Ümidim odur ki; Allah bana da izin verir. Beraber hicret ederiz” buyurdu. Ebu Bekr; “Anam-babam sana feda olsun! Böyle ihtimal var mıdır?” diye sorunca, Peygamberimiz; “Evet vardır” buyurarak sevindirdiler. Ebu Bekir sekizyüz dirhem vererek iki deve satın aldı ve o günü beklemeye başladı. Artık Mekkede; sevgili Peygamberimiz ile Ebu Bekr, Ali, fakirler, hastalar, ihtiyarlar ve müşriklerin hapse attığı müminler kalmıştı.

Diğer taraftan Medineliler (Ensar), hicret eden Mekkelileri (Muhacirleri) çok iyi karşılayıp, misafir ettiler. Aralarında kuvetli bir birlik meydana geldi.

Resulallahın da hicret edip müslümanların başına geçeceği ihtimaliyle, Mekkeli müşrikler telaşa kapılmışlardı. Mühim işleri görüşmek için bir araya geldikleri Dar-ün-Nedvede toplandılar, ne yapacaklarını konuşmaya başladılar. Şeytan, Şeyh-i Necdi kılığında yani ihtiyar bir Necdli şeklinde müşriklerin yanına geldi. Konuşmalarını dinledi. Çeşitli teklifler öne sürüldü. Fakat hiç biri beğenilmedi. Sonra şeytan söze karıştı ve; “Düşündüklerinizin hiç biri çare olamaz. Çünkü Ondaki güler yüz ve tatlı dil her tedbiri bozar. Başka çare düşününüz” diyerek fikrini söyledi. Kureyşin reisi olan Ebu Cehl; “Her kabileden kuvvetli bir kimse seçelim. Ellerinde kılıçları ile Muhammedin üzerine saldırsınlar. Kılıç vurup kanını döksünler. Kimin öldürdüğü belli olmasın. Böylece mecburen diyete razı olurlar. Biz de diyetini verir, sıkıntıdan kurtuluruz” dedi. Şeytan da, bu fikri beğendi ve hararetle teşvik ve tavsiye etti. Müşrikler bu hazırlık içindeyken Allah, Resulüne hicret emri verdi. Cebrail gelerek, müşriklerin kararını ve o gece yatağında yatmamasını bildirdi. Sevgili Peygamberimiz Aliye kendi yatağında yatmasını, bıraktığı emanetleri sahiplerine vermesini söyleyerek; “Bu gece yatağımda yat uyu, şu hırkamı da üzerine ört! Korkma, sana hiç bir zarar gelmez” buyurdu. Ali, Peygamber efendimizin emrettiği şekilde yattı. Habibullahın yerine hiç korkmadan kendi nefsini feda etmeye hazırdı.

Hicret gecesi kafirler, Resulallah efendimizin saadethanelerinin etrafını sarmışlardı. Peygamber efendimiz mübarek evlerinden çıktılar. Yasin-i şerif suresinin başından on ayet-i kerimeyi okudular ve bir avuç toprak alıp kafirlerin başına saçtılar. Her kimin başına bu toprakdan değmişse, hepsinin Bedr gazasında öldürüldüğü rivayet edilmiştir. Resulallah efendimiz sıhhat ve selametle aralarından geçip, Ebu Bekrin evine ulaştı. Müşriklerden hiç biri Onu görememişti.

Bir müddet sonra müşriklerin yanına biri gelip; “Burada ne bekliyorsunuz?” diye sorunca; “Muhammedin evden çıkmasını” diye cevap verdiler. O gelen; “Yemin ederim ki, Muhammed aranızdan geçip gitti, başınıza da toprak saçtı” dedi. Müşrikler, ellerini başlarına götürdüler. Hakikaten, başlarında toprak buldular. Derhal kapıya hücum edip içeri girdiler. Aliyi, Resul ın yatağında görünce, Resulallahın nerede olduğunu sordular. Ali; “Bilmem! Beni, Onun muhafazasına memur mu ettiniz?” dedi. Bunun üzerine Aliyi tartakladılar. Kabenin yanında bir müddet hapsedip sonra bıraktılar. Kafirler, Resulallah efendimizi bulmak için dışarıya çıkıp aramaya başladılar.

Önce Ebu Bekrin evine giderek, Ebu Bekrin kızı Esmaya sordular. Cevap vermeyince döğdüler. Her yeri aramalarına rağmen, bulamadılar ve çılgına döndüler. En azılıları olan Ebu Cehl, Mekke ve civarında tellallar bağırtarak, sevgili Peygamberimizi ve Ebu Bekri bulup getirenlere ve yerlerini bildireceklere 100 deve vereceğini vad etti. Onun bu vadini duyan ve mala tamah eden bazı kimseler silahlanıp, atlarına binerek aramaya koyuldular.

Resulallah efendimiz, Ebu Bekrin evini teşrif edip; “Hicret etmeme izin verildi” buyurunca, Ebu Bekr-i Sıddık heyecanla; “Mübarek ayağınızın tozuna yüzümü süreyim ya Resulallah! Ben de beraber miyim?” diye sorunca, Efendimiz; “Evet…” buyurdular. Sıddık, sevincinden ağladı. Gözyaşları arasında; “Anam-babam, canım sana feda olsun ya Resulallah! Develer hazır. Hangisini murad ederseniz onu kabul buyurunuz” dedi. alemlerin sultanı; “Benim olmayan deveye binmem. (Ancak) behasıyla alırım” buyurdular. Bu kesin emir karşısında mecbur kalan Sıddık, devenin behasını söyledi.

Hazret-i Ebu Bekr, Abdullah bin Üreykıt isminde, kılavuzluğu ile meşhur olan zatı çağırıp, yol göstermesi için ücretle tuttu ve develeri üç gün sonra Sevr dağındaki mağaraya getirmesini emretti. Safer ayının 27sinde Perşembe günü, Peygamber efendimiz ve Ebu Bekr-i Sıddık yanlarına bir miktar yiyecek alarak yola çıktılar. İzleri belli olmasın diye parmaklarına basarak gidiyorlardı. Ebu Bekir , Resulallahın çevresinde, bazan sola, bazan sağa, öne, arkaya gidiyordu. Peygamberimiz, niçin böyle yaptığını sorunca; “Etraftan gelecek bir tehlikeyi önlemek için. Eğer bir zarar gelirse önce bana gelsin. Canım yüksek zatınıza feda olsun ya Resulallah!” dedi. Server-i alem efendimiz buyurdular ki: “Ya Eba Bekr! Başıma gelecek bir musibetin, benim yerime, senin başına gelmiş olmasını ister misin?” Sıddık; “Evet ya Resulallah! Seni hak dinle, hak peygamber olarak gönderen Allaha yemin ederim ki, gelecek bir musibetin, senin yerine, benim başıma gelmesini isterim” dedi.

Sevgili Peygamberimizin nalini dar olduğundan, yolda parçalandı ve mübarek ayakları yaralandı, yürüyecek hali kalmamıştı. Güçlükle dağa çıkıp mağaraya ulaştılar. Kapı önüne geldiklerinde, Ebu Bekr; “Allah için ya Resulallah, içeri girmeyin! Ben gireyim, orada zararlı bir şey varsa, bana gelsin, mübarek zatınıza bir keder, bir elem değmesin” dedi ve içeri girdi. İçeriyi süpürüp temizledi. Sağında, solunda irili ufaklı bir çok delikler vardı. Hırkasını parçalayıp, delikleri kapadı, fakat biri açık kaldı. Onu da ökçesi ile kapayıp, Resulallahı içeri davet eyledi. Peygamber efendimiz içeri girdi ve mübarek başını Ebu Bekrin kucağına koyup uyudu. O zaman, Sıddıkin ayağını yılan soktu. Resulallahın uyanmaması için sabredip, hiç hareket etmedi. Fakat gözyaşı Resulallahın mübarek yüzüne damlayınca; “Ne oldu ya Eba Bekr?” buyurdular.

Hazret-i Ebu Bekr; “Ayağım ile kapattığım delikten, bir yılan ayağımı soktu” dedi. Resulallah efendimiz, Ebu Bekrin yarasına, iyi olması için mübarek ağzının yaşından sürünce, acısı hemen dindi, şifa buldu.

Resulallah efendimiz ve Ebu Bekr-i Sıddık içerde iken, müşrikler, iz takib ede ede mağaranın önüne geldiler. Ağzını bir örümceğin ördüğünü ve iki güvercinin de yuva yaptığını gördüler. İz sürücü Kürz bin Alkame; “İşte burada iz kesildi” dedi. Kafirler; “Eğer, onlar buraya girmiş olsalardı, kapının üzerindeki örümcek ağının yırtılmış olması lazım gelirdi” dediler.

Bazıları; “Buraya kadar geldik, mağaraya biriniz girsin, baksın!…” deyince, Ümeyye bin Halef kafiri; “Sizin hiç aklınız yok mu? Üzerinde kat kat örümcek ağı bulunan şu mağarada ne işiniz var? Yemin ederim ki, bu örümcek, ağını, Muhammed doğmadan önce örmüştür” dedi. Müşrikler kapı önünde münakaşa ederlerken, içerde Ebu Bekir endişeye kapıldı ve; “Ya Resulallah! Vallahi kendim için tasalanmıyorum. Fakat yüksek zatınıza bir şey gelmesinden korkuyorum. Ben öldürülürsem bir tek kişiyim, hiç bir şey değişmez. Lakin size bir zarar gelirse, bütün ümmet helak olur, din yıkılır” dedi. Kainatın sultanı efendimiz; “Ya Eba Bekr! Üzülme! Şüphesiz Allah bizimledir” buyurdu. Ebu Bekr-i Sıddık ; “Ya Resulallah! Canım sana feda olsun! Onlardan biri, başını eğip baksa bizi görür!” deyince, Efendimiz; “Ya Eba Bekr! İki kişi ki, üçüncüsü Allahdır. Üzülme!… Hak teala bizimledir” buyurdu. Müşrikler içeri bakmadan geri döndüler.

Allah bu hali Kuran-ı kerimde mealen şöyle buyuruyor: “Eğer siz, Ona (Habibime) yardım etmezseniz, (hatırlayın o vakti ki) kafirler Onu (Mekkeden) ikinin ikincisi olarak (hazret-i Ebu Bekir ile) çıkardıklarında, (Sevr Dağının tepesindeki) mağarada iken, Allah Ona (Resulallaha) yardım etmişti. O zaman arkadaşına (Ebu Bekr-i Sıddıka); “Üzülme Allahın yardımı, nusreti muhakkak bizimledir” demişti. Allah, Onun üzerine sekinetini indirmiş, Onu (Habibini) görmediğiniz (manevi) ordularla kuvvetlendirmiş, kafirlerin (küfür) kelimesini alçaltmıştı. Allahın (tevhid) kelimesi ise, çok yücedir. Allah mutlak galiptir. Yegane hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe suresi: 40)

Sevgili Peygamberimiz ile Ebu Bekr, bu mağarada geceli gündüzlü üç gün kaldılar. Ebu Bekrin oğlu Abdullah, Mekkede duyduklarını, geceleyin mağaraya gelip haber veriyor, azadlı kölesi ve sürülerinin çobanı amir bir Füheyre ise, geceleri süt getirip izleri siliyordu.

Sevr mağarasından dördüncü günü ayrılan sevgili Peygamberimiz, Kusva adlı devesine bindi. Bir rivayete göre terkisine Ebu Bekri bindirdi. Diğer deveye de amir bin Füheyre hazretleri ile yolları iyi bilen Abdullah bin Üreykıt bindiler.

alemlerin efendisi , Allahın medhettiği, beldelerin en kıymetlisi olan Mekke-i mükerremeden, vatanından ayrılıyordu. Devesini Harem-i şerife doğru döndürüp, mahzun bir halde; “Vallahi! Sen, Allahın yarattığı yerlerin en hayırlı, Rabbim katında en sevgili olanısın! Senden çıkarılmamış olsa idim, çıkmazdım. Bana, senden daha güzel, daha sevgili yurt yoktur. Kavmim beni, senden çıkarmamış olsalardı, çıkmaz, senden başka bir yerde yurt, yuva tutmazdım” buyurdular.

O anda Cebrail ınip; “Ya Resulallah! Vatanına müştak mısın, özledin mi?” dedi. Efendimiz de; “Evet, müştakım!” buyurdular. Cebrail , sonunda Mekkeye döneceğini müjdeleyen, Kasas suresi 85. ayet-i kerimesini okuyup, mübarek hatırını teselli eyledi.

Yolculuk sakin geçiyordu. Müşrikler, her yeri aramalarına rağmen bulamıyorlar, Cenab-ı Hak, Habibini onların şerrinden muhafaza ediyordu. Resulallah efendimiz, Kudeyd denilen yere geldiklerinde, Ümmü Mabed isminde cömertliğiyle meşhur, akıllı, iffetli bir hanımın çadırı önünde durdular. Ücretiyle yiyecek hurma ve et almak istediler. Ümmü Mabed; “Eğer olsa idi, para ile değil, ziyafet çeker, ikramda bulunurdum. Kıtlık ve geçim sıkıntısı sebebiyle elimizde bir şey kalmadı” dedi. “Süt var mı?” diye sorduklarında; “Yoktur. Davarlar kısırdır” diye cevap verdi. Kainatın sultanı , çadırın yanında duran zayıf bir koyunu işaret ederek buyurdular ki: “Ey Ümmü Mabed! Bu koyun niçin burada bağlı duruyor?” O da; “Gayet hasta ve zayıf olduğundan sürüden kaldı. Dermanı olmadığı için gidemedi” dedi. “Hiç sütü var mıdır? Bu koyunu sağmama izin verir misiniz?” buyurunca; “Anam-babam sana feda olsun, sütü yoktur, fakat onu sağmanıza hiç bir şey mani değildir” dedi. Resulallah efendimiz, koyunun yanına gelip, Allahın ismini zikrettiler. Bereket ile dua ettikten sonra, mübarek elini koyunun memesine sürdüler. O anda meme, süt ile doldu ve akmağa başladı. Hemen kap getirip doldurdular. Önce Ümmü Mabede verdiler. O içtikten sonra, Ebu Bekre ve diğerlerine verip doyuncaya kadar içmelerini sağladı. En sonunda kendisi içti. Bir daha mübarek elini koyunun memesine dokunup sığadılar ve çadırda bulunan en büyük kabı istediler. Onu da doldurup Ümmü Mabede teslim ettiler. İçtikleri sütün kıymeti kadar da para verdiler.

Oradan ayrıldıktan sonra, Ümmü Mabedin kocası geldi ve sütü gördü. Sevinerek; “Bu süt nereden geldi?” diye sorunca, Ümmü Mabed; “Bir mübarek kimse gelip, hanemizi şereflendirdi. Gördüklerin, Onun himmeti ve bereketidir” dedi. “Tarif eder misin? Sıfatı ve cemali nasıldır?” diye sordu. Ümmü Mabed; “Gördüğüm o mübarek zat, pek biçimli ve güzel yüzlü idi. Gözlerinde bir miktar kırmızılık, sesinde naziklik vardı. Mübarek kirpikleri uzun idi. Gözünün akı pek beyaz, karası da çok siyah olup, kudretten sürmeli idi. Saçları siyah, sakalı sık idi. Sustuğunda, üzerinde, bir vekar ve ağırbaşlılık vardı. Konuşurken tebessüm ediyor, sözleri, sanki dizilmiş birer inci gibi ağzından tatlı tatlı dökülüyordu. Uzaktan çok heybetli görünüyor, yakına gelince, çok tatlı ve cazip bir hal alıyordu. Yanında bulunanlar, emrini yerine getirmek için canla başla koşuyorlardı” diyerek daha pek çok hasletlerini saydı. Bunları hayretle dinleyen kocası; “Yemin ederim ki, bu zat, Kureyşin aradığı kimsedir. Eğer ben Ona rastlasaydım, hizmetiyle şereflenir, yanından ayrılmazdım” dedi. Rivayete göre, o koyun onsekiz sene yaşadı. Fahr-i alem efendimizin bereketi ile sabah-akşam onunla geçinirlerdi. Ümmü Mabedin kocası, Resulallah efendimizin ardı sıra gidip Rim vadisinde yetişti ve müslüman oldu. Ümmü Mabed de müslüman oldu.