"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

11. Nübüvvet Yılı

Peygamberliğinin onbirinci senesi idi. Panayırda, Kabeyi ziyaret için gelen Medine halkından bir toplulukla karşılaştı. Onlara; “Sizler kimlersiniz?” diye sorunca, Medineli ve Hazrec kabilesinden olduklarını söylediler. Peygamberimizin dedesi Abdülmuttalibin annesi Selma Hatun da, Hazrec kabilesinin Necran oğulları koluna mensuptu. Peygamberimiz, Hazrecli bu altı kişi ile bir müddet oturup, onlara İbrahim suresinin 35-52. ayet-i kerimelerini okudu ve İslamiyeti anlattı. Bu dine girmeleri için davette bulundu. Kabilesinin büyüklerinden ve Medinede yaşayan yahudilerden, yakında bir peygamberin geleceğini duyan bu insanlar, Resulallah kendilerini dine çağırınca, birbirlerine bakıştılar. Sonra; “Yahudilerin haber verdiği, işte bu peygamberdir!” diye aralarında konuştular.

Medinede öteden beri Evs ve Hazrec kabileleri, yahudilere düşman idiler, fırsat buldukça birbirlerine saldırırlardı. Yahudilerden önce müslüman olup, İslamiyetle şereflenirlerse, onlara galip geleceklerine ve Medineden çıkarılacaklarına inanıyorlardı. Bu sebeple hemen Resulallahın huzurunda Kelime-i şehadet getirerek müslüman oldular. Peygamber efendimize de; “Ya Resulallah! Biz, kavmimizi, yahudilere karşı savaşır halde bırakmıştık. Ümid edilir ki, Allah, onları da zat-ı alinizin sayesinde iman etmekle şereflendirir. Biz, döner dönmez onları ve kavmimizi senin peygamberliğini kabul etmeye davet edeceğiz. Bu dinden kabul ettiğimiz şeyleri onlara da anlatacağız. Eğer Allah onları bu din üzerinde toplayıp birleştirirse, senden daha aziz ve şerefli kimse olmaz!” dediler.

Bu altı kişi gerçekten inanmış, Allahın Peygamberimize tebliğ ettiklerini kabul ve tasdik etmişlerdi. Yurtlarına dönmek için, Peygamberimizden izin alıp ayrıldılar. Yeni müslüman olan bu altı kişi; Ukbe bin amir, Esad bin Zürare, Avf bin Haris, Rafi bin Malik, Kutbe bin amir, Cabir bin Abdullah idiler.

Birinci Akabe biatı ve Medinede doğan güneş:

Bunlar Medineye kavimlerinin yanına dönünce, hemen İslamiyetten ve Peygamberimizden anlatmaya; halkı, İslam dinine gimeleri için davete başladılar. Bunda o kadar ileri gittiler ki; Medinede, içinde Peygamberimizin ve İslamiyetin konuşulmadığı bir ev kalmadı. Böylece İslamiyet, Hazrec kabilesi arasında yayıldığı gibi, Evs kabilesinden bazı kimseler de müslüman oldular.

Akabedeki bu görüşmeden sonra, ertesi sene Esad bin Zürare ve İslamiyeti kabul eden oniki arkadaşı, hac mevsiminde Mekkeye geldiler. O sene, müşrikler, müslümanlara her senekinden daha fazla eza ve cefada bulunuyorlardı. Resulallah efendimizi devamlı takib ediyorlar, Onunla konuşan herkese işkence yapıyorlardı. Bunu öğrenen Medineliler. Peygamberimizle gece vakti Akabede görüşmek üzere söz aldılar. Gece olunca buluştular. Bağlılıklarını arzedip, bütün emir ve isteklerine teslim olacaklarına söz vererek, biat ettiler. Bu sözleşmede; “Allaha ortak koşmayacaklarına, zina yapmayacaklarına, hırsızlık etmeyeceklerine, iftiradan kaçınacaklarına, ayıplanmak ve rızık korkusuyla çocuklarını öldürmeyeceklerine” dair taahhüdde bulundular. İkisi Evs kabilesine, diğerleri de Hazrec kabilesine mensup olan bu 12 kişinin reisi Esad bin Zürare idi. Sevgili Peygamberimiz, bu oniki kişiyi kabilelerine temsilci yaptı. Bunlar, kabilelerine İslamiyeti anlatıp, onlar adına Resulallah efendimize karşı kefil olacaklardı. Esad bin Zürare da, hepsi adına temsilci tayin edilmişti.

İlk Akabe biatında bulunanlar; Malik bin Neccar oğullarından Esad bin Zürare, Avf bin Haris, Muaz bin Haris, Züreyk bin amir oğullarından Rafi bin Malik, Zekvan bin Abdikays, Ganm bin Avf oğullarından Ubabe bin Samit, Gusayna oğullarından Yezid bin Salebe, Aclan bin Zeyd oğullarından Abbas bin Ubade, Haram bin Kab oğullarından Ukbe bin amir, Sevad bin Ganm oğullarından Kutbe bin amir, Abdüleşhel bin Cüşem oğullarından Ebül-Heysem Malik bin Teyyihan ve Amr bin Avf oğullarından Üveym bin Saide idi.

Bu sözleşmeden sonra, Medineye dönen Esad ve arkadaşları, kabilelerine gece-gündüz İslamiyeti anlatarak hak dine davet ettiler. Bu davet neticesinde, İslamiyet, Medinede süratle yayılmaya başladı. Öyle ki, daha önce birbirlerine düşman olan Evs ve Hazrec kabileleri bir araya gelmiş, İslamiyeti daha iyi öğrenebilmek için Resulallah efendimizden bir muallim istemişlerdi. Resulallah de, Kuran-ı kerimi ve İslamiyeti öğretmek için, Mekkedeki Eshabından Musab bin Umeyri hoca olarak Medineye gönderdi. Musab , Esadın evinde kaldı. Onunla birlikte ev ev dolaşarak herkese İslamiyeti duyurdular. Resulallahın sevgisini ve Onu, bütün düşmanlarından korumak için canla başla çalışacaklarına söz vermelerini istediler. Onları, Resulallah ile yapılacak biata hazırladılar.

Esad bin Zürare hazretlerinin kabile reisi de Sad bin Muaz olup, onunla akraba idiler. O zaman Araplar arasında akrabaya karşı hakaretten kaçınmak adet olduğu için, daha iman etmemiş olan Sad bin Muaz, Esad bin Zürare hazretlerinin evine gidip bu işi engellemeye çalışmadı. Kendisi bir kabile reisi olarak buna el koymak istemiyordu. Bu maksatla kabilesinin ileri gelenlerinden Üseyd bin Hudayra; “Mahallemize git, gelen şu kişiyi gör, ne yapacaksan yap. Esad benim teyzemin oğlu olmasaydı, bunu sana havale etmezdim” dedi. Bunun üzerine Üseyd bin Hudayr, mızrağını alıp, Musab bin Umeyrin bulunduğu eve gitti. Oraya varınca hiddetle konuşmaya başladı. “Bize niçin geldiniz? İnsanları aldatıyorsunuz! Hayatınızdan olmak istemiyorsanız, buradan derhal ayrılın” dedi. Onun bu kızgın halini gören Musab bin Umeyr ; “Hele biraz otur, sözümüzü dinle! Maksadımızı anla, beğenirsen kabul edersin. Yoksa engel olursun…” diyerek, gayet yumuşak ve nazik cevap verdi. Üseyd sakinleşip; “Doğru söyledin” dedi ve mızrağını yere saplayarak oturdu. Musabın tatlı konuşması ile insanın kalbine işleyen sözlerini ve hoş sesiyle okuduğu Kuran-ı kerim ayetlerini dinledi. Kendinden geçip; “Bu ne güzel şey!” diye söylendi. Sonra; “Bu dine girmek için ne yapmak lazımdır?” dedi. Anlattılar ve Üseyd bin Hudayr Kelime-i şehadet söyleyerek müslüman oldu. Sevincinden yerinde duramayan Üseyd; “Ben gidip size birini göndereyim. Eğer o müslüman olursa, Medinede onun kavminden iman etmedik hiç kimse kalmaz…” diyerek süratle kalkıp gitti. Doğruca Sad bin Muazın yanına vardı. Sad bin Muaz, onu görünce; “Yemin ederim ki, Üseyd buradan gittiği yüzle gelmiyor” dedi. Sonra da; “Ne yaptın ya Üseyd?” diye sordu. Üseyd bin Hudayr, Sad bin Muazın müslüman olmasını çok arzu ettiğinden; “O kişiyle (Musab bin Ümeyr ile) konuştum, onların bir fenalığını görmedim. Yalnız; duyduk ki, Beni Harise oğulları, teyzeoğlun Esadın böyle bir kimseyi evinde barındırmasından kuşkulanarak, onu öldürmek için harekete geçmişler” dedi. Bu sözler, Sad bin Muaza çok dokundu. Çünkü bir kaç sene önce yapılan bir savaşta, Beni Harise oğullarını yenip, Haybere sığınmaya mecbur etmişlerdi. Bir sene sonrada affedip, memleketlerine dönmelerine izin vermişlerdi. Buna rağmen onların böyle bir tavır takınmaları düşüncesi, Sad bin Muazı çok kızdırmıştı. Halbuki, aslında böyle bir durum yoktu. Üseyd bin Hudayr, bu hileye başvurarak, Sad bin Muazın teyzesine ve oğlu Esad bin Zürareye dolayısıyla Musab bin Umeyre zarar vermesini önlemek istemişti. Böylece, onların tarafına geçmesine ve nihayet müslüman olmasına zemin hazırladı. Sad bin Muaz, Üseyd bin Hudayrın bu sözleri üzerine yerinden fırlayıp, Esad bin Zürarenin yanına gitti. Oraya varınca, Esad ile Musab bin Umeyrin son derece huzur ve sükun içerisinde oturup, sohbet ettiklerini gördü. Yanlarına yaklaşıp; “Ey Esad! Aramızda akrabalık olmasaydı, sen bunları yapamazdın!…” dedi. Bu sözlere, Musab bin Umeyr cevap vererek; “Ey Sad! Biraz dur, otur ve bizi dinle; anla, sözlerimiz hoşuna giderse ne ala, yok beğenmezsen, bunu sana teklif etmeyiz. Sen de kalkıp gidersin!” dedi. Sad bin Muaz, bu mülayim ve tatlı sözler karşısında sakinleşip, bir kenara oturdu ve onları dinlemeye başladı.

Musab bin Umeyr hazretleri, Sad bin Muaza önce İslamiyeti anlattı. İslamiyetin esaslarını açıkladı. Sonra tatlı ve güzel sesiyle Kuran-ı kerimden bir miktar okudu. Okudukça, Sad bin Muazın hali değişiyor, kendinden geçiyordu. Kuran-ı kerimin eşsiz belagatı karşısında kalbi yumuşadı ve büyük bir tesir altında kaldı. Kendini tutamayıp; “Siz bu dine girmek için ne yapıyorsunuz?” dedi. Musab bin Umeyr , hemen Kelime-i şehadeti öğretti. O da; “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulüh” diyerek müslüman oldu. Sad bin Muaz müslüman olmaktan duyduğu huzur ve sevinçden yerinde duramıyordu. Derhal evine gidip, öğrendiği gibi gusül abdesti aldı. Sonra kavminin toplanmasını istedi. Üseyd bin Hudayrı yanına alıp, halkın bulunduğu yere vardı. Abdüleşhel oğullarına hitaben; “Ey Abdüleşhel oğulları! Siz beni nasıl tanırsınız?” dedi. Onlar hep bir ağızdan; “Sen bizim reisimiz ve büyüğümüzsün, biz sana tabiyiz!” diye cevap verdiler. Sad bin Muaz, onların bu sözleri üzerine; “O halde hepinize haber veriyorum. Ben müslüman olmakla şereflendim. Sizin de Allaha ve Onun Resulüne iman etmenizi istiyorum. Eğer iman etmezseniz, sizin hiç birinizle konuşup görüşmeyeceğim!…” dedi.

Abdüleşhel oğulları, reisleri Sad bin Muazın müslüman olduğunu ve kendilerini de İslama davet ettiğini duyar duymaz, hep birlikte müslüman oldular. O gün akşama kadar Medine semalarını Kelime-i şehadet ve tekbir sedalarıyla çınlattılar. Bu hadiseden kısa bir müddet sonra, bütün Medine halkı, Evs ve Hazrec kabileleri İslamiyeti kabul ettiler. Her ev İslam nuruyla aydınlandı. Sad bin Muaz ve Üseyd bin Hudayr üm, kabilelerine ait bütün putları kırdılar. Bu durum sevgili Peygamberimize bildirilince, çok memnun oldular. Mekkeli müslümanlar sevinç içinde idiler. Bu sebeple o seneye (m. 621) senet-üs-sürur (sevinç yılı) denildi.