Mekkeli müşrikler, Müslümanların devamlı peşlerinde geziyor, Kabeyi ziyarete gelen insanların müslüman olmasını engelledikleri gibi, Habib-i ekrem efendimize zulüm etmekten geri durmuyorlardı. Artık Resulallah efendimiz için gidilecek bir yer yoktu. Her taraf düşman idi. O gece doğruca amcası Ebu Talibin kızı Ümm-i Haninin, Ebu Talib mahallesinde bulunan evine geldi. Ümm-i Hani, o zaman iman etmemişti. “Kimdir o” deyince, Resulallah efendimiz; “Amcan oğlu Muhammedim. Kabul edersen, misafir geldim” buyurdu.
Ümm-i Hani; “Senin gibi doğru sözlü, emin, asil, şerefli misafire can feda olsun. Yalnız, teşrifinizi önceden bildirseydiniz, bir şeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok” dedi.
Resulallah efendimiz; “Yiyecek, içecek istemem. Hiç biri gözümde yok. Rabbime ibadet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir” buyurdu.
Ümm-i Hani, sevgili Peygamberimizi içeri alıp; bir hasır, leğen ve ibrik verdi. Gelen misafire ikram etmek, onu düşmandan korumak, Araplar için en şerefli vazife sayılırdı. Bir evdeki misafire zarar gelmesi, ev sahibi için büyük yüz karası olurdu. Ümm-i Hani; “Bunun Mekkede düşmanları çok. Hatta öldürmek isteyenler var. Şerefimi korumak için, sabaha kadar Onu gözeteyim” diye düşündü. Babasının kılıcını alıp, evin etrafında dolaşmağa başladı.
Ol hümayun-baht u ol kadri yüce,
Ümm-i Hani hanesindeydi gece.
Resulallah, o gün çok incinmişti. Abdest alıp, Rabbine yalvarmağa, af dilemeğe, kulların imana gelip, saadete kavuşmaları için duaya başladı. Çok yorgun, aç ve üzüntülü idi. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.
O anda Allah, Cebrail a; “Sevgili peygamberimi çok üzdüm. Mübarek bedenini, nazik kalbini çok incittim. Bu halde, yine bana yalvarıyor. Benden başka hiç bir şey düşünmüyor.Git, Habibimi getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. Ona ve Onu sevenlere hazırladığım nimetleri görsün. Ona inanmayanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile Onu incitenlere hazırladığım azabları görsün. Onu ben teselli edeceğim. Onun nazik kalbinin yaralarını ben saracağım” buyurdu.
Cebrail , Resulallahın yanına gelince, Onu mışıl mışıl uyur buldu. Uyandırmağa kıyamadı. İnsan şeklinde idi. Mübarek ayağının altını öptü. Kalbi, kanı olmadığı için, soğuk dudakları Resulallahı uyandırdı. Cebrail ı hemen tanıdı ve; “Ey Cebrail kardeşim! Böyle vakitsiz niçin geldin. Yoksa bir hata mı ettim. Rabbimi gücendirdim mi? Bana acı haber mi getirdin?” buyurdu ve Rabbinin darılacağından çok korktu.
Cebrail ; “Ey bütün yaratılmışların en üstünü! Ey Yaratanın sevgilisi, ey peygamberlerin efendisi, iyilikler menbaı, üstünlükler kaynağı olan şerefli ve büyük Peygamber! Rabbin sana selam ediyor ve seni kendisine çağırıyor. Lütfen kalk gidelim” dedi.
Sevgili Peygamberimiz abdest aldılar. Cebrail , Resulallah efendimizin mübarek başına nurdan bir imame koydu, üzerine nurdan bir elbise giydirdi, mübarek beline yakuttan bir kemer taktı. Mübarek eline dörtyüz inci ile süslü zümrütten bir asa verdi. Her inci, Zühre yıldızı gibi parlardı. Mübarek ayağına yeşil zümrütten nalin giydirdi. Sonra el ele tutuşup Kabeye geldiler. Burada Cebrail , sevgili Peygamberimizin mübarek göğsünü yardı. Kalbini çıkardı. Zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve iman dolu bir tas getirip içine boşalttı ve göğsünü kapattı.
Sonra Cebrail , Cennetten getirdiği Burak adındaki beyaz hayvanı işaret ederek; “Ya Resulallah! Buna bin! Bütün melekler yolunu bekliyorlar” dedi. Bu sırada Peygamber efendimize bir hüzün çöktü ve tefekküre daldı. O anda Allah, Cebrail a; “Ey Cebrail! Sual eyle! Habibim niçin mahzun duruyor?” Sual edince, Efendimiz cevap buyurdular ki: “Ben bu kadar izzet ve ikram gördüm. Hatırıma geldi ki, kıyamet günü zayıf olan ümmetimin hali nasıl olur? Ellibin yıl, Arasat meydanında yayan olarak bunca günahlarını nasıl çekerler ve otuzbin yıllık yol olan sıratı nasıl geçerler?” Ferman-ı ilahi geldi ki: “Ey Habibim! Hatırını hoş tut. Senin ümmetine ellibin yıllık vakti bir an gibi ederim. Üzülme” buyurdu.
Peygamber efendimiz, Buraka bindi. Burak çok hızlı gidiyor, bir adımda gözün gördüğü yerin ötesine ulaşıyordu. Yolculuk esnasında Cebrail sevgili Peygamberimize bazı konak yerlerinde inip namaz kılmasını söyledi. alemlerin efendisi bunun üzerine tam üç defa inerek namaz kıldı. Cebrail da namaz kıldığı yerleri bilip bilmediğini sordu. Cevabını kendisi vererek; ilk indiği yerin Medine olduğunu ve bu şehre hicret edeceğini haber verdi. Öteki yerlerin de sıra ile Musanın Allah ile cihetsiz ve bilinmeyen bir şekilde konuştuğu Tur-i Sina olduğunu, son olarak da Îsa ın doğduğu Beyt-i Lahmda namaz kıldığını haber verdi. Sonra Kudüsdeki Mescid-i Aksaya geldiler.
Mescid-i Aksada, Cebrail bir kayayı parmağı ile delerek Burakı bağladı. Geçmiş peygamberlerden bazısının ruhları insan şeklinde toplanmışlardı. Cemaatle namaz için; adem, Nuh ve İbrahim peygamberlere aleyhimüsselam imam olmaları sıra ile söylendi, özür dileyerek kabul etmediler. Cebrail; “Sen varken başkası imam olamaz” diyerek Habibullahı ileri sürdü.
Peygamber efendimiz, peygamberlere imam olup, iki rekat namaz kıldırdılar. Bundan sonra olan hadiseyi şöyle naklettiler: “Cebrail bana bir kap Cennet şarabı, bir kap da süt getirdi. Sütü aldım. Cebrail bana, fıtratı seçtin (iki cihan saadetini seçtin) dedi. Daha sonra iki bardak daha sundular. Biri su, biri bal, ikisinden de içtim. Cebrail; “Bal, ümmetinin kıyamete kadar devam edeceğine, su da, ümmetinin günahlarından temizlenmesine işarettir” dedi. Sonra beraberce göğe yükseldik. Cebrail kapıyı çaldı. “Sen kimsin?” dediler. “Ben Cebrailim”, “Peki yanındaki kim?” “O da Muhammeddir ” “Ona (göğe çıkmak için vahiy ve Mirac daveti) gönderildi mi?” “Evet, gönderildi” dedi. “Merhaba gelen zata! Bu gelen kişi ne güzel yolcu?” dediler ve hemen kapı açıldı ve kendimi ademin karşısında buldum. Bana “Merhaba” dedi ve dua etti…
Burada çok melekler gördüm. Hepsi kıyamda huşu ve hudu ile durmuşlar “Subbuhün kuddusün rabb-ül-melaiketi ver-ruh” zikriyle meşguldüler. Cebraile sordum; “Bu meleklerin ibadeti bu mudur?” “Evet. Bunlar yaratılalıdan beri, ta kıyamete kadar kıyam üzere olurlar. Hak tealadan dile ki, bu ibadeti ümmetine nasib etsin” dedi. Hak tealadan diledim. Duamı kabul etti. Namazda olan kıyam odur.
(Orada) bir cemaate uğradım. Melekler, onların başlarını ezerler, tekrar eski halini alır. Yine döverler, yine eskisi gibi olurdu. “Bunlar kimlerdir?” dedim. “Cumayı ve cemaati terk edenlerdir. Rüku ve secdeleri tamam yapmayanlardır” dedi.
Bir cemaat gördüm. Aç ve çıplak idiler. Zebaniler onları Cehennemde otlamağa sürerlerdi. “Bunlar kimlerdir?” dedim. “Fakirlere merhamet etmiyenler ve zekat vermiyenlerdir” dedi.
Bir cemaate uğradım. Önlerine nefis yemekler koymuşlar. Bir yanda da leş duruyor. O nefis yemekleri bırakmış, leşi yerlerdi. “Bunlar kimlerdir?” dedim. “Bunlar, helali terk edip, harama meyleden erkek ve kadınlardır. Helal malları varken, haram yiyen kimselerdir” dedi.
Arkasındaki yükün çokluğundan, harekete mecali kalmamış olan bir (takım) kimseler gördüm. O haliyle halka seslenip, üzerine biraz daha yük koymalarını istiyorlardı. “Bunlar kimlerdir?” dedim. “Bu kimseler, emanete hıyanet edenlerdir. İnsanların hakkını almış iken, yine zulmederler” dedi.
Kendi etlerini kesip yiyen bir grup insana uğradık. “Bunlar kimlerdir?” dedim. Cebrail ; “Bunlar gıybet edenler ve söz taşıyanlardır” dedi.
Yüzleri siyah, gözleri gök, üst dudakları alınlarına erişmiş, alt dudakları ayaklarına sarkmış, ağızlarından kan ve irin akmakta olan bir grup insan gördüm. Onlara, ateşten kadehlerle Cehennemden akan zehirli kan ve irin içirirler, onlar merkepler gibi bağırırlar idi. “Bunlar kimlerdir?” dedim. “Bunlar içki içenlerdir” dedi.
Bir grup insanlara rastladık, dilleri kafalarından çekilmiş, şekilleri değiştirilip hınzır (domuz) suretine tebdil olmuş olarak azab olunurlar. Cebrail ; “Bunlar yalan yere şahidlik yapanlardır” dedi.
Başka bir kavme rastladık. Karınları şişmiş ve aşağı sarkmış, renkleri gök olmuş, el ve ayakları bağlanmış, yerlerinden kalkamazlar. Cibrile bunları sordum. “Bunlar faiz yiyenlerdir” dedi.
Bir kısım kadınlara rastladık. Yüzleri siyah, gözleri gök. Ateşten elbise giydirmişler. Melekler onlara ateşten gürzlerle vururlar. Onlar köpek ve hınzırlar gibi bağrışırlar. “Bunlar kimlerdir?” dedim. Cibril; “Bunlar zina edenler ve kocalarını inciten kadınlardır” dedi.
Bir cemaat gördüm. Çok kalabalık idi. Cehennem vadilerinde haps edilmişlerdi. Ateş, onları yakar, tekrar dirilirler, tekrar yakardı. “Bunlar kimlerdir?” dedim. “Bunlar babalarına asi olanlardır” dedi.
Bir cemaate uğradım. Ekin ekerler ve bir anda yetişip başak verir. “Bunlar kimlerdir?” dedim. Cebrail; “Allah için ibadet edenlerdir” dedi.
Bir deryaya vardım. Bu deryanın acaib halini anlatmak mümkün değildir. Sütten beyaz olup dağlar gibi dalgaları vardı. “Bu derya nedir?” dedim. “Bu deryanın adı Hayat Denizidir. Hak teala ölüleri dirilteceği zaman, bu deryadan yağmur yağdırır. Çürümüş, dağılmış bedenler dirilip, ot biter gibi mezardan kalkarlar” dedi…
Sonra ikinci kat göğe çıktık. Cebrail yine kapıyı çaldı. Denildi ki: “Sen kimsin?” “Ben Cebrailim”, “Peki yanındaki kim?” “O da Muhammed dır.” “Ona vahy ve Mirac daveti gönderildi mi?” “Evet geldi” dedi. “Merhaba gelen zata. Bu gelen kişi ne güzel yolcu” denildi ve hemen kapı açıldı. Kendimi teyze çocukları Îsa ile Yahya bin Zekeriyyanın aleyhimesselam yanında buldum. Bana; “Merhaba” dediler. Ve duada bulundular…
Meleklerden bir cemaate rastladım. Saf bağlayıp durmuşlar, cümlesi rükuda idi. Kendilerine mahsus bir tesbihleri vardı. Devamlı olarak rükuda dururlar, başlarını kaldırıp, yukarı bakmazlar. Cebrail ; “Bu meleklerin ibadeti böyledir. Hak tealadan iste de ümmetine nasib olsun” dedi. Dua ettim. Kabul buyurup, namazda rükuu ihsan eyledi.
Sonra üçüncü kat göğe çıktık. Aynı sual ve cevaptan sonra, kapı açıldı ve kendimi Yusufun yanında buldum. Baktım ki kendisine güzelliğin yarısı verilmiş. Bana, “Merhaba” dedi ve dua etti…
Çok melekler gördüm. Saf halinde, cümlesi secdede idiler. Yaratılalıdan beri secdede olup, kendilerine mahsus tesbih ile tesbih ederler. Cebrail ; “Bu meleklerin ibadeti böyledir. Allahtan iste ki, bu ameli ümmetine müyesser eylesin” dedi. Hak tealadan diledim. Kabul edip namazda size nasib eyledi.
Dördüncü kat göğe eriştim. Saf gümüşten yapılmış, nurdan bir kapısı var. Nurdan bir kilit vurmuşlar. Kilidin üzerinde, “La ilahe illallah Muhammedün Resulallah” yazılı idi. Aynı sual ve cevaptan sonra kendimi, İdrisin yanında buldum. Bana “Merhaba” dedi ve duada bulundu. Allah, onun hakkında (mealen); “Biz onu yüksek bir mekana refettik” buyurmuştur. (Meryem suresi: 57)
Bir melek gördüm. Bir kürsi üzerine oturmuş, gamlı ve üzüntülü idi. Etrafında o kadar çok melek vardı ki, sayısını ancak cenab-ı Hak bilir. Sağında nurani melekler gördüm. Yeşiller giymişler, çok güzel kokuları var. Her birinin güzelliğinden yüzlerine bakılmaz. Sol tarafında ağızlarında ateşler saçan melekler vardı. Önlerinde ateşten mızrak ve kamçılar var. Öyle gözleri var ki, bakmağa takat getirilmez. Taht üzerinde oturan meleğin, başından ayağına kadar gözleri var. Daima önündeki deftere bakar, bir an gözünü ondan ayırmazdı. Önünde bir ağaç vardı. Her yaprağında bir kişinin ismi yazılmıştı. Önünde leğen gibi bir şey vardı. Kah sağ eliyle ondan bir şey alıp sağındaki nurani meleklere teslim eder, kah sol eliyle bir şey alıp solundaki zulmani meleklere verirdi. (Bu) meleğe nazar edince, kalbime bir korku geldi. Cebraile; “Bu melek kimdir?” dedim. “Azraildir. Bunun yüzünü görmeğe kimsenin takati yetmez” dedi. Yanına varıp; “Ey Azrail! Bu, ahır zaman peygamberidir ve Allahın habibi, sevgilisidir” dedi. Azrail başını kaldırıp tebessüm etti. Kalkıp bana tazim etti; “Merhaba! Hak teala senden daha şerefli bir kimse yaratmadı. Ümmetin de, cümle ümmetlerden üstündür. Ben senin ümmetine, baba ve analarından daha çok acırım” dedi. “Senden bir ricam vardır. Ümmetim zayıftır. Onlara yumuşak davranasın. Ruhlarını rıfk ile alasın” dedim. “Seni en son peygamber olarak gönderen ve kendine habib kılan Allahın hakkı için, Allah gece ve gündüzde yetmiş kere; “Ümmet-i Muhammedin ruhlarını yumuşaklıkla ve kolaylıkla al ve işlerini lütf ile gör” diye emreder. Bunun için ben de senin ümmetine, ana ve babalarından daha ziyade şefkat ederim” dedi.
Sonra beşinci kat göğe çıktık, orada Harunla karşılaştık. Bana “Merhaba” dedi ve hayır duada bulundu.
Beşinci kat gök meleklerinin ibadetlerini gördüm. Cümlesi ayakta duruyor ve ayaklarının parmaklarına nazar ediyor, asla başka yere bakmıyor, yüksek sesle tesbih ediyorlardı. Cebrailden ; “Bu meleklerin ibadeti böyle midir?” diye sordum. “Evet, Hak tealadan dile de, bu ibadeti ümmetine nasib eylesin” dedi. Dua ettim. Cenab-ı Hak ihsan etti.
Sonra altıncı kat göğe çıktık. Orada Musa ile karşılaştık. Bana “Merhaba” dedi ve hayır duada bulundu.
Sonra yedinci kat göğe yükseldik, aynı soru-cevaptan sonra İbrahimi Beyt-i Mamura arkasını dayamış olarak buldum. O Beyt-i Mamur ki, her gün oraya yetmişbin melek giriyor (bir daha sıraları gelmiyor) İbrahime selam verdim. Selamımı aldı. “Merhaba salih peygamber, salih oğul” dedi. (Sonra;) “Ya Muhammed! Cennetin yeri gayet latif ve toprağı temizdir. Ümmetine söyle, oraya çok ağaç diksinler” dedi. “Cennete ağaç nasıl dikilir?” dedim. “La havle vela kuvvete illa billah” (Bir rivayette ise); “Sübhanellahi velhamdülillahi ve la ilahe illullahü vallahü ekber” tesbihini okuyarak” dedi. (Cebrail ) sonra beni, Sidret-ül-müntehaya götürdü. Sanki onun yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri de kuleler gibi idi. O, Allahın emirlerinden herhangi birisiyle karşılaştığında, öylesine değişiyordu ve güzelleşiyordu ki, Allahın yaratmış olduğu mahlukatından, hiç kimse onun güzelliğini anlatamaz.
Cebrail , Sidret-ül-müntehanın ilerisine iletti ve bana veda eyledi. Dedim ki: “Ey Cebrail! Beni yalnız mı bırakıyorsun?” Cebrail ızdıraba düştü. Hak tealanın heybetinden titremeğe başladı ve; “Ya Muhammed! Eğer bir adım (daha) atarsam, Allahın azametinden helak olurum. Bütün vücudum yanar, yok olur” dedi.”
alemlerin efendisi, buraya kadar Cebrail ile gelmişti. Cebrail , burada kendisini, yaratılmış olduğu suret üzere altıyüz kanadını açmış, her bir kanadından inciler, yakutlar saçılır bir halde Resulallaha gösterdi. Sonra ziyası güneşten daha parlak, Refref adında yeşil bir Cennet yaygısı geldi. Durmadan Allahın zikriyle meşgul oluyor, bulunduğu alemi tesbih sadası dolduruyordu.
Peygamber efendimize selam verdi. Resulallah efendimiz Refrefin üzerine oturdu. Bir anda çok yükseklere çıktılar, hicab denilen yetmişbin perdeden geçtiler. Her hicab arası çok uzak idi. Her perdede vazifeli melekler vardı. Refref, Peygamber efendimizi birer birer o perdelerden geçirdi. Böylece; kürsi, arş ve ruh alemlerini aştılar.
Habib-i ekrem ve Nebiyy-i muhterem efendimiz, her bir perdeden geçerken; “Korkma ya Muhammed! Yaklaş, yaklaş!” diye emredildiğini duyuyordu, öyle yakın oldu ki, Kabe-kavseyn makamına erişti. Bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde, Allahın dilediği yüksekliklere ulaştı. Mekansız, zamansız, cihetsiz, sıfatsız olarak rüyet hasıl oldu yani Allahı gördü. Gözsüz, kulaksız, vasıtasız, ortamsız olarak Rabbi ile konuştu. Hiç bir mahlukun bilemiyeceği, anlıyamıyacağı nimetlere kavuştu.
İmam-ı Rabbani hazretleri “Mektubatında buyuruyor ki: “O Server aleyhisselatü vesselam, mirac gecesinde, Rabbini dünyada görmedi. ahirette gördü. Çünkü, Resul o gece, zaman ve mekan çevresinden dışarı çıktı. Ezeli ve ebedi bir an buldu. Başlangıcı ve sonu, bir nokta olarak gördü. Cennete gideceklerin, binlerce sene sonra, Cennete gidişlerini ve Cennette oluşlarını o gece gördü. İşte o makamdaki görmek, dünyada görmek değildir. ahiret görmesi ile görmektir.”
Peygamber efendimize; “Rabbini sena eyle!” buyrulduğunda, O hemen; “Ettehiyyatü lillahi vessalevatü vettayyibat” (yani, bütün lisanlar ile olan medhler, övgüler ve senalar, beden ile olan hizmetler ve taatler, mal ile olan iyilikler ve ihsanlar Allah için olsun) dedi. Önce Allah, Habibine gözsüz, kulaksız, vasıtasız, mekansız olarak; “Esselamü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetmetullahi ve berekatüh. (Ey Resulüm! Selamım, bereketim ve rahmetim senin üzerine olsun)” buyurarak, selam verdi. Peygamber efendimiz; Esselamü aleyna ve ala ibadillahissalihin (Ya Rabbi! Bize ve salih kullarına selam olsun)” diye cevap verdiler. Bunu işiten melekler hep bir ağızdan; “Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulüh (Gözümle görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Allahtan başka ilah yoktur. Muhammed Onun kulu ve resulüdür)” dediler.
Peygamber efendimiz; “Esselamü aleyna…” deyince Allahu teala; “Ey Habibim! Burada ikimizden başka kimse yoktur. Niçin aleyna (bize) dedin?” buyurdu. Resulallah efendimiz; “Ya ilahi! Ümmetimin bedenleri gerçi benimle değildir. Lakin ruhları benimledir. Nazar-ı inayetim ve kemal-i himmetim onlardan uzak değildir. Bana selam verdin, beni cümle kötülüklerden uzak eyledin. ahır zaman fitnesine uğramış, o fakir, dertli ümmetimi, bu büyük ikram ve ihsanlardan nasıl mahrum edeyim? Böyle nimetten onları nasıl nasibsiz kılayım?” diye cevap verdi.
Allah buyurdu ki: “Ey Habibim! Bu gece benim misafirimsin. Dile benden ne istersin?” Resulallah efendimiz ; “Ümmetimi isterim (Ya Rabbi)” dedi.
Rivayete göre bu şekilde Hak teala, bu suali yediyüz defa tekrarladı. Resulallah efendimiz hepsinde; “Ümmetimi isterim” diye cevap verdi. Allah; “Hep ümmetini istersin” buyurunca, O; “Ey Rabbim! Dileyen benim, veren sensin. Cümle ümmetimi bana bağışla” diye taleb etti. Cenab-ı Hak; “Eğer ümmetinin hepsini bu gece sana bağışlarsam, benim rahmetim ve senin izzetin zahir olmaz. Bir kısmını bu gece sana bağışladım. İki kısmını tehir ettim. Kıyamet günü sen dileyesin, ben bağışlıyayım. Ta ki, benim rahmetim ve senin izzetin (şerefin) belli olsun” buyurdu.
Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde buyurdular ki: “O gece (Mirac gecesi), Allahtan cümle ümmetimin hesabını bana ısmarlamasını istedim. Hak teala buyurdu ki: “Ya Muhammed! Bundan muradın odur ki, hiç kimse, ümmetinin kabahatlerine muttali olmasın. Benim muradım odur ki, sen şefkatli peygambersin, yabancılara olduğu gibi, senden dahi kabahatleri ve çirkin işleri örtülü olsun. Ya Muhammed! Sen onların yol göstericisisin. Ben onların Rabbiyim. Sen onları yeni gördün. Ben evvelden ebede onlara nazar ettim ve nazar ederim. Ya Muhammed! Eğer senin ümmetin ile söyleşmeği sevmeseydim, kıyamet günü onları hesaba çekmezdim. Büyük ve küçük hiç bir günahlarını sormazdım.”
“Allah buyurdu ki: “Ya Muhammed! Mübarek gözünü aç ve ayağının altına nazar eyle.” Baktım, bir avuç toprak gördüm. Hak teala buyurdu ki: “Cümle var olan şeyler senin ayağının toprağıdır. O toprağı mı dostun huzuruna getirdin? Bir dost eteğine bulaşan tozu bağışlamaktan bana, senin ümmetini bağışlamak daha kolaydır.”
Ya Habibim nedir ol kim diledin,
Bir avuç toprağa minnet mi eyledin?
Ben sana aşık olunca ey şerif.
Senin olmaz mı dü alem ey latif?
Peygamber efendimiz bir hadis-i şeriflerinde buyurdular ki: “Hak tealaya bir nice sualler ettim. Cevabını işittim. Sual ettiğime pişman oldum. (Bunlardan bazıları şunlardır) “Ya Rabbi! Cebraile altıyüzbin kanat verdin. Buna karşı bana olan ihsanın nedir? Hak teala buyurdu ki: “Senin bir kılın bana Cebrailin altıyüzbin kanadından sevgilidir. Senin bir kılının sebebiyle, binlerce asi günahkarı kıyamet günü azad ederim. Ya Muhammed! Cebrail kanadını açsa, doğu ile batı arasını doldurur. Sen şefaat etsen, doğu ile batı arası asi dolu olsa, hepsini sana bağışlarım.” Dedim ki: “Pederim ademe karşı melekleri secde ettirdin. Buna karşı, bana olan ikramın nedir?” Hak teala buyurdu ki: “Meleklerin, ademe secde etmeleri, senin nurunun, onun alnında olması sebebiyledir. Ya Muhammed! Sana ondan üstün şey verdim. İsmini ismime yakin eyledim ve Arşı ala üstüne yazdım. O zaman adem yaratılmamış idi, namı ve nişanı yok idi. Senin ismini gökler kapısında, hicablar üzerinde, Cennetler kapısında, köşkler ve ağaçlarda, Cennetin her yerinde yazdım. Cennette, üzerinde “La ilahe illallah Muhammedün Resulallah” yazılmış olmayan hiç bir şey yok idi. Bu mertebe, ademe verilen mertebeden daha üstündür.”
Zatıma mirat edindim zatını,
Bile yazdım adım ile adını.
“Ya Rabbi! Nuha gemi verdin. Buna karşı bana ne ihsan eyledin?” Buyurdu ki: “Sana Burak verdim ki, bir gecede yerden Arşa eriştirdim. Cennet ve Cehennemi gördün. Ümmetine de mescidler verdim ki, kıyamet günü gemilere biner gibi ümmetin o mescidlere binip, Sıratı göz açıp yumacak kadar zamanda geçip Cehennemden halas olurlar.”
“Ya Rabbi! İsrail oğullarına kudret helvası ile bıldırcına benzer kuş eti indirdin.” Hak teala buyurdu ki: “Sana ve ümmetine, dünya ve ahiret nimetini ihsan ettim. İsrail oğullarının şekillerini, insan suretinden; ayı, maymun ve hınzır suretine çevirdim. Senin ümmetinin hiç birini öyle yapmadım. Onların amelleri gibi amel etseler dahi, bu belayı onlara reva görmedim. Ya Muhammed! Sana bir sure verdim ki, ona benzer bir sure Tevratda ve İncilde yoktur. O süre Fatiha suresidir. Her kim o sureyi okusa, vücudu Cehenneme haram olur. O kimsenin ana ve babasının azabını hafifletirim. Ya Muhammed! Ben, senden ekrem (kıymetli, üstün, şerefli) kimse yaratmadım. Sana ve ümmetine gecede ve gündüzde elli vakit namaz farz ettim.
Ya Muhammed! Her kim benim birliğimi kabul ederse ve bana ortak koşmaz ise Cennet onlarındır. Böyle olan ümmetine Cehennemi haram ettim. Ümmetine karşı rahmetim, gadabımı aşmıştır.
Ya Muhammed! Benim katımda cümle halktan ekremsin, şereflisin. Kıyamet günü sana o kadar ikramlar yaparım ki, cümle alem hayret ederler. Ey Habibim! Sen Cennete girmeyince, sair enbiyaya ve ümmetlerine yasaktır. Senin ümmetin girmeyince, gayri ümmet girmez. Ya Muhammed! İster misin ki, senin ve ümmetin için neler hazırladım göresin?” “İsterim Ya Rabbi!” dedim. İsrafile hitab edip; “Ey İsrafil! Kulum ve eminim ve resulüm Cebraile de ki, Habibimi Cennete iletip, Habibim ve ümmeti için Cennette neler hazırladım ise göstersin. Ta ki, mübarek hatırı endişeden halas ola” buyurdu.”
alemlerin efendisi olan sevgili Peygamberimiz, İsrafil ile birlikte Cebrail ın yanına geldiler. Allahın emrini yerine getirmek için Cebrail , Peygamber efendimizi Cennete götürdü. Melekler, ellerinde biri hulle, diğeri nur dolu tabaklarla bekliyorlardı. Cebrail ; “Ya Resulallah! Bunlar, adem dan seksenbin yıl önce yaratıldı. Bu makamda, tabaktakileri sana ve ümmetine saçmak için sabırsızlanırlar. Kıyamet günü Hazretin ve ümmetin, Allahın emriyle Cennetin eşiğine ayak basınca, bu melekler tabaklardaki cevahiri üzerinize saçacaklardır” dedi. Cennette vazifeli olan Rıdvan ismindeki melek, onları karşıladı. Peygamber efendimize müjdeler verdi ve; “Hak teala, ikisini senin ümmetine, birini de diğer ümmetlere vermek için Cenneti üç kısım etti” dedi ve Cennetin her tarafını gezdirdi.
Habib-i ekrem efendimiz buyurdular ki: “Cennet ortasında bir ırmak gördüm. Arşın yukarısında akar. Bir yerden su, süt, hamr ve bal çıkar. Asla birbirine karışmaz. O ırmağın kenarı zebercedden idi. İçindeki taşlar cevahir, balçığı anber, otları zaferan idi. Etrafına gümüş bardaklar koymuşlar, sayıları gökteki yıldızlardan ziyade idi. Çevresinde kuşlar olup, boyunları deve boynu gibi idi. Her kim onların etinden yese ve o ırmaktan içse, Hak tealanın rızasına mazhar olur. Cebraile; “Bu ırmak nedir?” diye sordum. “Kevserdir. Hak teala, onu sana vermiştir. Sekiz Cennette olan bostanlara bu kevserden akar” dedi. O ırmağın kenarında çadırlar gördüm. Cümlesi inci ve yakuttan idi. Cebraile sual ettim. “Senin hatunlarının menzilleridir” dedi. O çadırlarda huriler gördüm. Yüzleri güneş gibi parlar idi ve cümlesi avaz edip, enva-i nağmeler ile terennüm ederlerdi. Derlerdi ki: “Biz sevinçli ve neşeliyiz. Bize hiç üzüntü gelmez. Biz donanmışız, hiç üryan olmayız. Biz gençleriz, hiç yaşlanmayız. Biz iyi huyluyuz, hiç kızmayız. Biz hep böyleyiz, hiç ölmeyiz.” Saadet köşklerine ve ağaçlarına erişip, onların nağme ve sedaları her yeri kaplar. Öyle hoş sesleri vardır ki, o nağmeler dünyaya gelseydi, ölüm ve mihnet dünyada olmazdı. Cebrail dedi ki: “Bunların yüzlerini görmek ister misin?” “İsterim” dedim. Bir çadırın kapısını açtı. Baktım. Öyle güzel suretler gördüm ki, eğer bütün ömrümce onların güzelliğini anlatsam, bitiremem. Yüzleri sütten beyaz, yanakları yakuttan kırmızı ve güneşten parlaktı. Derileri ipekten yumuşak ve ay gibi ışıklı, kokuları miskten daha güzeldi. Saçları gayet siyah, kimi örülmüş, kimi toplanmış, kimi salıverilmiş, otursa, etrafında çadır gibi olur, kalksa, ayağına kadar uzanırdı. Her birinin önünde bir hizmetçi dururdu. Cebrail; “Bunlar, senin ümmetin içindir” dedi.”
Peygamber efendimiz buyurdular ki: “Sekiz Cennetin bağ ve bostanını ve türlü nimetlerini gördüm. Cehennemi ve derecelerini de görsem diye hatırıma geldi. Cebrail elimi tutup, Cehennemin en büyük meleği Malike götürdü: “Ey Malik! Muhammed, düşmanların Cehennemdeki yerlerini görmek ister (Ona Cehennemi göster)” dedi. Malik, Cehennemin tabakalarını açtı. Yedi tabaka (nın hepsini) gördüm. Yedinci tabakaya Haviye derler. Onun azabı, diğer tabakalardan kat kat ziyade idi. Malike sual ettim: “Bu tabakada hangi taifeye azab olunur?” Malik; “Firavun ve Karun ve senin ümmetinin münafıklarına azab olunur” dedi. Altıncı tabaka Lazydir. Orada, müşriklere (hiç dini olmayanlara) azab olunur. Beşinci tabaka Hutamedir. Orada; ateşe, öküze tapanlara, budistlere azab olunur. Dördüncü tabaka Cahimdir. Orada; güneşe, yıldızlara tapanlara azab olunur. Üçüncü tabaka Sakardır. Orada, hristiyanlara azab olunur. İkinci tabaka Sairdir. Orada yahudilere azab olunur. Birinci tabaka Cehennemdir. Bunun azabı öbür tabakaların azabından az idi. (Buna rağmen) orada ateşten yetmişbin derya gördüm. Her bir derya o kadar büyük idi ki, eğer yerleri ve gökleri bir deryaya atsalar ve bir meleğe emretseler, bin yıl arasa bulmak mümkün olmazdı. Zebaniler (Cehennemde vazifeli melekler) öyle azametli idi ki, eğer onların biri, yerleri ve gökleri ağzının bir kenarına koysa, hiç belli olmazdı. O deryalar dalgalanıp, korkunç sedalar hasıl olurdu. Eğer o sesten dünyaya az bir ses gelseydi, bütün canlılar helak oturdu. “Bu tabaka hangi taife içindir?” diye sual ettim. Malik cevap vermedi. Tekrar sual ettim. Sükut etti…
Cebrail, Malike; “Senden cevap bekliyor” dedi. O da; “Beni mazur gör” diye özür diledi. Ben; “Her ne ise cevap ver ki, bugün tedariki mümkün ola” dedim. Malik; “Ya Resulallah! Senin ümmetinin asileri içindir, onlara nasihat eyle. Ta ki bu korkunç yerden kendilerini korusunlar. Vücutlarını böyle azaba sürükleyecek şeylerden kaçınsınlar. O gün ben asilere merhamet etmem. Ne ak sakallı ihtiyarlarına, ne de gençlerine şefkat göstermem” dedi.”
alemlerin efendisi ağlamaya başladı. Mübarek başından sarığını çıkarıp, şefaate ve (Allaha) yalvarmağa başladı. Ümmetinin zayıflığını ve böyle azaba takat getiremeyeceklerini söyleyerek, o kadar çok ağladı ki, Cebrail ve cümle melekler de beraber ağlaştılar. Allahtan hitap geldi ki: “Ey Habibim! Senin hürmetin ve kıymetin benim katımda büyüktür, duan kabul olunmuştur. Hatırını hoş tut. Seni, muradına eriştirdim. Sana öyle bir makam veririm ki, pek çok sayıda asileri, senin şefaatin ile bağışlarım. Ta ki, sen yeter diyesin. Ey Habibim! Her kim, benim emrimi tutarsa azab ve cezadan kurtulur, rahmetime nail olur. Cennette beni görmek şerefine kavuşur. Sana ve ümmetine gecede ve gündüzde elli vakit namaz farz ettim.”
Peygamberimiz devam ederek; “O makamdan (sonra) Arşa eriştim. Semavattan geçip, Musanın bulunduğu makama geldim. Bana; “Hak teala, sana ve ümmetine ne farz eyledi” dedi. Ben de; “Her gün ve gece için elli vakit namaz kılınmasını bana farz kıldı” dedim. “Rabbine dön, biraz hafifletmesini dile. Çünkü ümmetin bunun altından kalkamaz. Ben İsrail oğullarını denedim ve yokladım” dedi. Bunun üzerine, Rabbime döndüm ve dedim ki: “Ya Rabbi! Ümmetimden (bu emri) biraz hafif eyle.” Bunun üzerine elli vakitten sadece beş vakit indirdi. Musaya döndüm ve (beş vakit indirdi) dedim. Dedi ki: “Rabbine dön! Biraz daha hafifletmesini dile. Çünkü ümmetin bunun altından kalkamaz. Böylece Musa ile Rabbimin arasında gidip geldim ve nihayet Allah şöyle buyurdu: “Bu namazı beş vakte indirdim. Her namaz için on sevab vardır. Bu bakımdan sonunda yine elli namaz olur. Zira her kim bir sevabı kastedip de yapamazsa, onun için bir sevab yazılır. Fakat yaparsa, bire mukabil tam on sevab yazılır. Fakat bir günaha kasdedip yapmazsa, hiç bir şey yazılmaz. Yaparsa, ancak o bir günah olarak kayda geçer. Sonra Musaya inip durumu anlattım. Yine; “Dön, biraz daha hafifletmesini dile” dedi. Bunun üzerine ona; “Rabbime çok münacatta bulunduğum için artık utanıyorum” dedim” buyurdular.
Allah böylece, sevgili Peygamberimizin çektiği sıkıntılarla yaralanan mübarek kalbini, teselli eyledi. Hiç bir mahlukuna vermediği, kimsenin bilemiyeceği, anlayamıyacağı nimetleri, Ona ihsan eyledi.
alemlerin efendisi, sonra bir anda Kudüse ve oradan Mekke-i mükerremeye, Ümm-i Haninin evine geldiler. Yattığı yer henüz soğumamış, leğendeki abdest suyunun hareketi durmamış idi. Dışarda dolaşan Ümm-i Hani uyuklamış, bir şeyden haberi olmamıştı. Peygamber efendimiz, Kudüsten Mekkeye gelirken, Kureyşin kervanına rastladı. Kervandaki bir deve ürktü, yıkıldı. Sabah olunca, Kabe yanına gidip miracını anlattı.
Kafirler; “Muhammed aklını kaçırmış, iyice sapıtmış” diye alay ettiler. Müslüman olmağa niyetli olanlar da tereddüde düştüler. Müşriklerden bazıları sevinerek, Ebu Bekrin evine geldiler. Çünkü onun akıllı, tecrübeli, hesaplı bir tüccar olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Kapıya çıkınca; “Ey Ebu Bekr! Sen çok kere Kudüse gidip geldin. İyi bilirsin. Mekkeden Kudüse gidip gelmek, ne kadar zaman sürer?” diye sordular. Ebu Bekr; “İyi biliyorum. Bir aydan fazla” dedi.
Bu söze sevinen kafir güruhu; “Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur” dediler. Gülüp, alay ederek ve Ebu Bekrin de kendileri gibi düşüneceğini umarak; “Senin efendin, Kudüse bir gecede gidip geldiğini söylüyor, artık iyice sapıttı” dediler. Ebu Bekre sevgi, saygı gösterip bel bağladılar. Ebu Bekr, Resulallah efendimizin mübarek adını işitince; “Eğer O söyledi ise doğrudur. Bir anda gidip geldiğine ben de inandım” deyip içeri girdi. Kafirler şaşkınlık içinde; “Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş. Ebu Bekre sihir yapmış” diyerek geri döndüler.
Hazret-i Ebu Bekr, hemen Resulallah efendimizin yanına geldi. Büyük kalabalık arasında, yüksek sesle: “Ya Resulallah! Miracınız mübarek olsun! Bizleri, senin gibi büyük Peygambere hizmetçi yapmakla şereflendirdiği ve mübarek yüzünü görmekle, kalbleri alan, ruhları çeken tatlı sözlerini işitmekle nimetlendirdiği için Allaha sonsuz şükürler ederim. Ya Resulallah! Senin her sözün doğrudur, inandım. Canım sana feda olsun!” dedi. Ebu Bekrin sözleri kafirleri şaşırttı. Diyecek şey bulamayıp dağıldılar. Şüpheye düşen, imanı zayıf birkaç kişinin de kalbine kuvvet verdi. Resulallah efendimiz o gün, Ebu Bekre “Sıddık” dedi. Bu adı almakla, derecesi bir kat daha yükseldi.
Bu hale çok kızan kafirler, müminlerin kuvvetli imanına, Peygamberimizin her sözüne hemen inanmalarına, Onun çevresinde pervane gibi dönmelerine dayanamadılar. Resulallah efendimizi mahcup ve mağlub etmek için, imtihan etmeğe başladılar:
“Ya Muhammed! Kudüse gittim diyorsun. Söyle bakalım, mescidin kaç kapısı, kaç penceresi var?” gibi sorular sordular. Resulallah efendimiz hepsine birer birer cevap verdiler. Efendimiz cevap verirken, Ebu Bekr; “Öyledir Ya Resulallah” derdi. Halbuki, Resulallah efendimiz edebinden, hayasından karşısındakinin yüzüne bile bakmazdı. Buyurdu ki: “Mescid-i Aksada etrafıma bakmamıştım. Sorduklarını görmemiştim. O anda, Cebrail Mescid-i Aksayı gözümün önüne getirdi. Pencerelerini görüp sayıyor ve sorularına, hemen cevap veriyordum.” Resulallah efendimiz, yolda develi yolcular gördüğünü söyledi. “İnşaallah Çarşamba günü gelirler” buyurdu. Çarşamba günü güneş batarken, kervan Mekkeye ulaştı. Kervandakilere sorduklarında fırtına eser gibi olduğunu ve bir devenin yıkıldığı söylediler. Bu hal müminlerin imanını kuvvetlendirdi. Kafirlerin düşmanlığı da gittikçe arttı.
Hicretten bir yıl önce, Receb ayının 27sinde Cuma gecesi vuku bulan bu mucizeye mirac denir. Resulallah, miraca, ruh ve bedeni ile uyanık bir halde çıktı. Mirac gecesinde Ona nice ilahi hakikatler gösterildi ve beş vakit namaz bu gecede farz kılındı. Ayrıca Bakara suresinin son iki ayet-i kerimesi ihsan edildi. Mirac; Kuran-ı kerimde, İsra ve Necm suresi ile bazı hadis-i şeriflerde bildirilmektedir.
Sevgili Peygamberimiz miracdan sonra Eshabına Cenneti anlatırken buyurdular ki: “Ya Eba Bekr! Senin köşkünü gördüm. Kızıl altından idi. Senin için hazırlanan nimetleri müşahede ettim.” Ebu Bekir de ; “O köşk ve köşkün sahibi sana feda olsun ya Resulallah” dedi. Efendimiz, Ömere dönerek; “Ya Ömer! Senin köşkünü gördüm. Yakuttan idi. O köşkte çok huriler var idi. Fakat içeri girmedim. Senin gayretini düşündüm” buyurdular. Ömer, çok ağladı. Göz yaşları arasında; “Anam-babam, canım sana feda olsun ya Resulallah! Senden de gayret, kıskanmak olur mu?” dedi. Daha sonra, Osmana buyurdular ki: “Ya Osman! Seni her gökte gördüm. Cennette köşkünü görüp seni düşündüm.” Aliye buyurdular ki: “Ya Ali! Senin suretini dördüncü semada gördüm. Cebraile sual ettim. Dedi ki: “Ya Resulallah! Melekler Aliyi görmeğe aşık oldular. Hak teala, onun suretinde bir melek yarattı. Dördüncü gökte durur, melekler onu ziyaret eder, bereketlenirler.” Sonra senin köşküne girdim. Bir ağaçtan bir yemiş kokladım; Ondan bir huri çıktı, yüzüne perde çekti. “Sen kimsin ve kiminsin?” dedim. “Amcanoğlu Ali için yaratıldım ya Resulallah!” dedi.”
Mirac gecesinin sabahında Cebrail gelerek Resulallah efendimize beş vakit namazı, vakitlerinde imam olarak kıldırdı. hadiste buyruldu ki: “Cebrail Kabe kapısı yanında iki gün bana imam oldu. İkimiz, fecr doğarken sabah namazını, güneş tepeden ayrılırken öğleyi, her şeyin gölgesi kendi boyu olunca ikindiyi, güneş batarken (üst kenarı kaybolunca) akşamı ve şafak kararınca yatsıyı kıldık. İkinci günü de, sabah namazını hava aydınlannca, öğleyi her şeyin gölgesi kendi boyunun iki katı olunca, ikindiyi bundan hemen sonra, akşamı oruç bozulduğu zaman, yatsıyı gecenin üçte biri olunca kıldık. Sonra; “Ya Muhammed, senin ve geçmiş peygamberlerin namaz vakitleri budur. Ümmetin, beş vakit namazın her birini, bu kıldığımız iki vaktin arasında kılsınlar” dedi.”
Namaz vakitleri böylece bildirildikten sonra, Habeşistana da haber gönderilerek beş vakit namazı kılmaları ve farz olduğundan itibaren kılmaya başladıkları vakte kadar olan namazları kaza etmeleri bildirildi.