"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Taiflileri imana davet

Müşrikler, sevgili Peygamberimizden pek çok mucizeler gördükleri halde, inadlarından iman etmiyorlar, üstelik müslüman olan çocuklarına, kardeşlerine, akraba ve arkadaşlarına eziyet ve zulümden geri kalmıyorlardı. Onların gittikçe şiddetlenen bu zulüm ve işkencelerine, sevgili Peygamberimiz çok üzüldüler. Mekke yakınlarında bulunan Taife giderek, halkını İslama davet etmeyi düşündüler. Bu sebeple, yanlarına Zeyd bin Hariseyi alıp Taife vardılar. Taifin ileri gelenlerinden Amrın oğulları; Abd-i Yalil, Habib ve Mesud ile görüştüler. Onlara İslamı anlatıp, Allaha iman etmelerini istediler. Onlar iman etmedikleri gibi, hakarette bulundular, üstelik; “Allah peygamber göndermek için, senden başka kimse bulamadı mı? Allah senden başkasını peygamber göndermeye aciz mi? Memleketimizden çık git de, nereye istersen oraya git!.. Senin kavmin, söylediklerini kabul etmedi de onun için buraya geldin değil mi? Yemin ederiz ki, biz de senden uzak duracağız. Hiç bir isteğini kabul etmeyeceğiz” dediler.

Resulallah efendimiz , onların yanından üzüntü ile ayrıldılar. Sekif kabilesini on gün veya bir ay İslamiyete davet ettiler, fakat hiç biri iman etmediği gibi, ayrıca alay ettiler, işkence yaptılar ve yuhaladılar. Çocukları ve gençleri, geçeceği yol kenarlarına dizerek taşa tuttular ve üzerine saldırttılar. Taifli gençlerin attığı taşlara, Zeyd, vücudunu siper ederek Peygamberimize bir zarar gelmesini önlemeye çalışıyordu. Zeyd hazretleri, sevgili Peygamberimizin etrafında dört dönüyor, taşların Ona değmemesi için çırpınıyordu. Onun mübarek vücuduna bir zarar gelmesin diye kendisine gelen taşlara aldırmıyordu. Canını bu günlerde feda etmek için fırsat beklemiyor muydu? İşte, alemlerin efendisini taşlıyorlar, eziyet, işkence yaparak yurtlarından çıkarmaya çalışıyorlardı.

Hazret-i Zeyd, Peygamber efendimizi korumak için sağa-sola koşturdukça, taşlar; başına, vücuduna, ayaklarına birbiri peşinden değiyordu. Bu sebeple, Zeydin her tarafı kan içinde kalmıştı. Sevgili Peygamberini korumak için varını yoğunu harcıyor, taş atan zalimlere karşı avazı çıktığı kadar; “Yapmayın!.. Vurmayın!.. O alemlerin efendisidir! Resulallahtır O!.. Benim vücudumu parça parça yapın, fakat Peygamberime bir zarar gelmesin!” diye bağırıyordu. Zeyd bin Hariseyi aşarak Resulallah efendimize gelen taşlar, Efendimizin mübarek ayaklarını kan içinde bırakmıştı.

Sevgili Peygamberimiz, üzüntülü, yorgun ve yaralı bir halde, Utbe ve Şeybe ismindeki iki kardeşin bağına yaklaştılar. Orada, bütün müminlerin canlarını feda etmek istediği Resulallah efendimiz, mübarek ayaklarından akan kanları sildiler. Abdest alıp, ağacın altında iki rekat namaz kıldılar. Sonra mübarek ellerini kaldırıp münacatta bulundular.

Bu hali, bağ sahipleri seyrediyordu. Resulallah efendimizin başına gelenleri görmüşler, garibliğine şahid olmuşlardı. Merhamet damarları harekete geldi. Addas ismindeki köleleri ile üzüm gönderdiler. Sevgili Peygamberimiz, üzümü yerken Besmele çekti. Üzümü getiren köle hristiyan idi. Besmeleyi işitince şaşırdı. “Yıllardır buralardayım, kimseden böyle bir söz duymadım. Bu nasıl kelamdır?” diye sordu.

Resulallah; “Sen neredensin?” buyurdu. Addas; “Nineveliyim” dedi. Resulallah; “Yunusun memleketinden imişsin” buyurdu. Addas; “Sen Yunusu nerden tanıyorsun? Onu, buralarda kimse bilmez” dedi. Resulallah; “O, benim kardeşimdir. O da, benim gibi peygamber idi” buyurdu.

Addas; “Bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sahibi yalancı olamaz. Ben inandım ki, sen Allahın Resulüsün” dedi. Müslüman oldu; “Ya Resullallah! Yıllardır bu zalimlere, bu yalancılara kölelik ettim. Herkesin hakkını yiyorlar. Herkesi aldatıyorlar. Hiç iyi tarafları yok. Dünyalık toplamak ve şehvetlerini tatmin için her alçaklığı göze alıyorlar. Onlardan nefret ediyorum. Sizinle birlikte gitmek, size hizmetle şereflenmek, cahillerin, ahmakların size yapacağı saygısızlıklara hedef olmak, mübarek vücudunuzu korumak için feda olmak istiyorum” dedi.

Resulallah efendimiz, tebessüm ederek; “Şimdi efendilerinin yanında kal! Az zaman sonra, adımı her yerde işitirsin. O zaman bana gel” buyurdu. Bir müddet istirahat edip, Mekkeye yürüdüler. Mekkeye iki konaklık bir mesafe kaldığında, bir bulutun kendilerini gölgelemekte olduğunu gördüler. Dikkatle baktıklarında. Cebrail olduğunu anladılar. Bu hadiseyi sevgili Peygamberimiz,Ayşevalidemize anlatmışlardı.

“Sahih-i Buhari”de ve Ahmed bin Hanbelin “Müsnedinde bildirildi ki: Bir gün Ayşe validemiz; “Ya Resulallah! Senin başından Uhud gününden daha ızdıraplı bir gün geçti mi?” diye sormuştu da, Resulallah efendimiz şöyle cevap vermişti: “Vallahi senin kavminden öyle cefa çektim ki, Uhud Gazasında bulunan kafirlerden onu çekmedim. İbn-i Abd-i Yalil bin Abd-i Külale nefsimi arz ettiğimde (yani nübüvvetimi bildirip onu dine davet ettiğimde) kabul etmedi. Yanlarından öyle büyük bir ızdırapla ayrıldım ki, ta Karn-ı Sealib denilen yere varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı yukarı kaldırdım. Bir bulutun üzerime gölgesini saldığını gördüm. Baktım ki, bulutun içinde Cebrail duruyor. Bana nida edip dedi ki: “Ya Muhammed! Hak teala hazretleri, kavminin senin hakkındaki sözlerini işitti. Seni korumak istemediklerine de vakıf oldu. Sana, dağlara memur olan şu meleği gönderdi ki, ne istersen ona emredersin.” O melek de bana nida edip selam verdikten sonra; “Ya Muhammed! Hak teala hazretleri, Cibrilin dediği gibi, dağların meleği olan beni sana gönderdi ki, ne istersen bana emredesin. Emrine amadeyim. Eğer şu iki yalçın dağın (Kuaykıan Dağı ile Ebu Kubeys Dağının) Mekkeliler üzerine kapanırcasına birbirine kavuşmasını (ve müşrikleri tamamiyle ezmesini) istiyorsan, emret kavuşturayım!” dedi. Ben razı olmadım ve dedim ki: “(Hayır! Ben alemlere rahmet olarak gönderildim.) Allahın bu müşriklerin sulbünden, yalnız cenab-ı Hakka ibadet eden ve Allahü telaya hiç bir şeyi ortak koşmayan bir nesil meydana çıkarması için dua ederim.”

Peygamber efendimiz Taifden Mekkeye dönerken, Nahle mevkiinde birazcık istirahat buyurdular. Bir ara namaza durmuşlardı. Nusaybin cinlerinden bir grup oradan geçerken, sevgili Peygamberimizin okuduğu Kuran-ı kerim ayetlerini duyunca, durup dinlediler. Sonra Peygamber efendimizle görüşüp müslüman oldular. Peygamber efendimiz onlara; “Kavminize varınca, benim imana davetimi onlara da söyleyin. Onları da imana davet edin” buyurdu. O cinniler, kavimlerine gidip bunu bildirince, işiten cinnilerin hepsi iman ettiler. Bu husus, Kuran-ı kerimde Cin suresinde ve “Buhari” ve “Müslim” adındaki meşhur hadis-i şerif kitaplarında bildirilmektedir. Bu hadiseden sonra Mekkeye yürüdüler.