"Enter"a basıp içeriğe geçin
Filter by Kategoriler
Kuran-ı Kerim
Hadisler ve İslam Tarihi
Alevilik
İncil
Tevrat
Avesta
Mitoloji
Diğer Kitaplar

Ömerin müslüman olması

Hazret-i Hamzanın müslüman olmasından üç gün sonra, Ebu Cehl, müşrikleri toplayıp; “Ey Kureyş! Muhammed, putlarımıza dil uzattı. Bizden önce gelen atalarımızın Cehennemde azab gördüklerini, bizim de oraya gideceğimizi söyledi!… Onu öldürmekten başka çare yoktur!… Onu öldürecek kimseye yüz kızıl deve ve sayısız altın vereceğim!..” dedi. Bir anda Hattaboğlu Ömerin kalbinden İslama olan meyl kayboldu ve yerinden fırladı; “Bu işi Hattaboğlundan başka yapacak yoktur” dedi. “Haydi Hattaboğlu! Görelim seni” diyerek onu alkışladılar. Kılıcını kuşanarak yola düştü. Giderken Nuaym bin Abdullaha rastladı. “Bu şiddet ve hiddetle nereye ya Ömer!” diye sordu. O da; “Millet arasına ikilik sokan, kardeşi kardeşe düşman eden Muhammedi öldürmeye gidiyorum” dedi. Nuaym; “Ya Ömer! Bu zor bir iş. Eshabı, çevresinde pervane kesilmiş, Ona bir şey olmasın diye titreşiyorlar. Yanlarına yaklaşmak çok zordur. Onu öldürsen bile Abdülmuttalib oğullarının elinden yakanı kurtaramazsın” dedi. Ömer, bu sözlere çok kızdı; “Yoksa, sen de mi onlardansın? Önce senin işini bitireyim” diye, kılıca sarıldı. “Ya Ömer! Beni bırak! Kardeşin Fatıma ile, zevci Said bin Zeyde git; onlar da müslüman oldu” dedi. Ömer, bu söze inanmadı. “Eğer inanmazsan, git sor! Anlarsın” dedi.

Hazret-i Ömer bu işi başarırsa, din ayrılığı ortadan kalkacak, fakat Arapların adeti olan kan davası ortaya çıkacak ve Kureyş ikiye bölünerek ardı arkası kesilmeyen çarpışmalar başlayacaktı. Böylece, değil yalnız Ömer bin Hattab, bütün Hattaboğulları öldürülecekti. Fakat Ömer bin Hattab çok kuvvetli, cesur ve öfkeli olduğundan bunları düşünememişti. Kardeşini, merak edip, hemen evlerine gitti. O sıralarda Taha suresi yeni gelmiş, Said ile Fatıma bunu yazdırıp, Habbab bin Eret adındaki sahabiyi evlerine getirmiş, okuyorlardı. Ömer kapıdan bunların sesini duydu. Kapıyı çok sert çaldı. Onu, kılıcı belinde kızgın görünce, yazıyı saklayıp, Habbabı gizlediler. Sonra kapıyı açtılar. İçeri girince; “Ne okuyordunuz?” dedi. “Bir şey yok” dediler. Kızması artarak; “İşittiğim doğru imiş, siz de Onun sihrine aldanmışsınız” diye çıkıştı. Saidi yakasından tutup, yere attı. Kardeşi, efendisini kurtarayım derken, onun yüzüne de öfkeli bir tokat indirdi. Yüzünden kan akmaya başladığını görünce, kardeşine acıdı. Fatımanın canı yanmış, kana boyanmış idi. Fakat iman kuvveti, kendisini harekete getirip, Allaha sığınarak; “Ya Ömer! Niçin Allahtan utanmaz, ayetler ve mucizeler ile gönderdiği Peygamberine inanmazsın? İşte ben ve zevcim, müslüman olmakla şereflendik. Başımızı kessen, bundan dönmeyiz” dedi ve Kelime-i şehadeti okudu. Ömer, kız kardeşinin bu imanı karşısında birden yumuşadı ve yere oturdu. Yumuşak sesle; “Hele şu okuduğunuz kitabı çıkarın” dedi. Fatıma; “Sen temizlenmedikçe onu sana vermem” dedi. Ömer gusül abdesti aldı. Ondan sonra Fatıma , Kuran-ı kerim sahifesini getirdi. Ömer güzel okurdu. Taha suresini okumaya başladı. Kuran-ı kerimin fesahati, belagatı, manaları ve üstünlükleri kalbini git gide yumuşattı. “Göklerde ve yeryüzünde ve bunların arasında ve (yedi kat) toprağın altındaki şeyler hep Onundur” (Taha suresi: 6) mealindeki ayet-i kerimeyi okuyunca, derin derin düşünceye daldı. “Ya Fatıma! Bu bitmez tükenmez varlıklar, hep sizin taptığınız Allahın mıdır?” dedi. Kardeşi; “Evet, öyle ya! Şüphe mi var?” diye cevap verdi. “Ya Fatıma! Bizim binbeşyüz kadar altundan, gümüşten, tunçtan, taşdan oymalı, süslü heykellerimiz var. Hiç birinin, yeryüzünde bir şeyi yok” diyerek şaşkınlığı arttı. Biraz daha okudu; “Allahtan başka ibadet edilecek, tapılacak hak bir ilah, bir mabud yoktur. En güzel isimler Onundur” (Taha suresi: 8) mealindeki ayet-i kerimeyi düşündü. “Hakikaten, ne kadar doğru” dedi. Habbab bu sözü işitince, yerinden fırladı ve tekbir getirdikten sonra; “Müjde ya Ömer! Resulallah, Allaha dua ederek; “Ya Rabbi! Bu dini, Ebu Cehl ile Yahut Ömer ile kuvvetlendir” buyurdu. İşte bu devlet, bu saadet sana nasib oldu” dedi. Bu ayet-i kerime ve bu dua Ömerin kalbindeki düşmanlığı sildi, süpürdü. Hemen; “Resulallah nerede?” dedi. Kalbi, Resulallaha tutulmuştu. O gün, Resulallah , Erkamın evinde, Eshabına nasihat veriyordu. Eshab-ı kiram toplanmış, Onun nurlu cemalini görmekle, tatlı, tesirli sözlerini işitmekle kalblerini cilalıyor; sonsuz lezzet, zevk ve neşe içinde halden hale dönerek ruhlarını ferahlatıyorlardı.

Hazret-i Ömerin geldiği, Erkamın evinden görüldü. Kılıcı da yanında idi. Heybetli, kuvvetli olduğundan, Eshab-ı kiram, Resulallahın etrafını sardı. Hamza; “Ömerden çekinecek ne var, iyilik ile geldi ise, hoş geldi. Yoksa o kılıcını çekmeden başını uçururum” derken, Resulallah; “Yol verin, içeri gelsin!” buyurdu.

Cebrail , daha önce, Ömerin iman etmek için geldiğini ve yolda olduğunu haber vermişti. Resulallah efendimiz, Ömeri tebessüm buyurarak karşıladı; “Bırakınız, yanından ayrılınız” buyurdu. Ömer , Resulallahın önünde diz çöktü. Resulallah, Ömeri kolundan tutup; “Îmana gel, ya Ömer!” buyurdu. O da temiz kalb ile Kelime-i şehadeti söyledi. Eshab-ı kiram, sevinçlerinden tekbir seslerini göğe yükselttiler.

Hazret-i Ömer, müslüman olduktan sonraki halini şöyle anlattı: “Müslüman olduğum zaman, Eshab-ı kiram müşriklerden gizlenir ve ibadetlerini gizli yaparlardı. Bu duruma çok üzüldüm, ve; “Ya Resulallah! Biz hak üzere değil miyiz?” diye sordum. Peygamber efendimiz; “Evet. Varlığım, yed-i kudretinde bulunan Allaha yemin ederim ki, ister ölü ister diri olunuz, muhakkak hak üzerindesiniz” buyurdu. Bunun üzerine; “Ya Resulallah! Mademki biz hak üzerinde, müşrikler de batıl yoldadırlar, o halde ne diye dinimizi gizliyoruz? Vallahi biz, din-i İslamı, küfre karşı açıklamaya daha haklı ve daha layıkız. Allahın dini, Mekkede hiç şüphesiz üstün gelecektir. Kavmimiz bize karşı insaflı davranırlarsa ne ala, yok taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız” dedim. Resulallah efendimiz; “Biz, sayıca çok azız!” buyurdu. “Ya Resulallah! Seni hak Peygamber olarak gönderen Allaha yemin ederim ki, hiç çekinmeden ve korkmadan, oturup İslamı anlatmadığım bir müşrik topluluğu kalmayacaktır. Artık ortaya çıkalım” dedim. Kabul buyrulunca, iki saf halinde dışarı çıkıp, Harem-i şerife doğru yürüdük. Safların birinin başında Hamza, diğerinin başında da ben vardım. Sert adımlarla, toprağı un edercesine, tozuta tozuta Mescid-i Harama girdik. Kureyşli müşrikler, bir bana, bir Hamzaya bakıyorlardı. Öyle bir hüzün ve kedere uğradılar ki, belki hayatlarında böyle bir yese hiç düşmemişlerdi”

Hazret-i Ömerin bu gelişi üzerine, Ebu Cehl ileri çıkıp; “Ya Ömer! Bu ne haldir?” deyince, Ömer hiç aldırış etmeden; “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resulüh” dedi. Ebu Cehl ne diyeceğini şaşırdı. Dona kaldı. Ömer bu müşrik güruhuna dönerek; “Ey Kureyş!… Beni, bilen bilir! Bilmeyen bilsin ki, ben Hattaboğlu Ömerim… Karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen yerinden kıpırdasın! Kımıldayanı, kılıcımla doğrayıp yere sererim!…” deyince, Kureyşli müşrikler bir anda dağılıp, oradan uzaklaştılar. Resulallah ve yüce Eshabı saf tutup, yüksek sesle tekbir aldılar. Mekke semaları, Eshab-ı kiramın; “Allahü ekber!… Allahü ekber!…” nidaları ile çınladı. İlk defa Harem-i şerifte açıktan namaz kılındı.

Hazret-i Ömer müslüman olunca, Enfal suresinin 64. ayet-i kerimesi indi. Mealen; “Ey Peygamberim! Sana yardımcı olarak, Allah ve müminlerden senin izinde gidenler yetişir” buyruldu. Tereddüt içinde bocalayan bazı kimseler, Ömerin müslüman olduğunu görünce, İslamı seçtiler. Eshab olmakla şereflendiler. Artık müslümanların sayısı gün geçtikçe çığ gibi büyümeye başlamışdı.